31 Aralık 2022 Cumartesi

Nisan 2022

 

2 Nisan 2022

 

Hala, evet hala, ayağından çıkardığı çorabı kirli sepetine attığı için ya da yemek yediği tabağı mutfağa götürdüğü için “evde eşime yardım ediyorum” diyen erkekler var.

O yüzden ne zaman “evde işlere yardım ediyorum” diyen bir erkek duysam, kendimi tutamayıp “ya demek misafirsiniz o evde” derim. Çünkü ancak misafir olunan bir yerde ev işlerine yardım edilir.

D.K.

 


4 Nisan 2022

 

Meslek sahibi olmanın en geçerli sebeplerinden biri hayatını idame ettirecek geliri sağlamaktır. Elbette herkes çocukluğunda hayalini kurduğu mesleği yetişkin yaşında yapmayı başaramaz. Ancak hangi mesleğe mensup olursa olsun kimsenin o meslek sahibine “sen bu mesleği para için mi yapıyorsun?” deme hakkı yoktur.

Hekim görev bilincinde emek harcıyorsa bu emeğin maddi karşılığını da manevi karşılığı kadar alma hakkına sahiptir. Ve bu tüm emekçiler için geçerlidir.

D.K.

 


8 Nisan 2022

 

Rahşan affı 1 yıl 8 ay

Bu yürek susmayacak!

 

Ve birileri yine polis günü kutlayacak

Bu yürek susmayacak!

 

Oysa kutlanamayan doğum günü 27 yıl

Bu yürek asla susmayacak!

 

 

Ne zaman umutsuzluğa düşse biri “senin sesin yenilgi tanımaz” derdi Metin.

 

Ve biz Ahu Sağlam’ın eşsiz sesinden Hüznün Kollarını ilk dinlediğimizden bu yana, onu bu şarkıyla andık.

 

https://youtu.be/_jDWZW2zxS0  

 

Çünkü;

“Hüznün kollarına düştüğünü görmedik

Öfkeyse hiç terk etmedi seni

Nereye yağacağını bilirdin

Ve sen bizimleyken

Tebessüm hiç eksilmedi gözlerinden”

Şiir: Hıdır Aslan

 

*“senin sesin yenilgi tanımaz” Hıdır Aslan’ın Bu Abluka Dağılacak şiirinden alıntı.

D.K.

 

 

 

 

Zoonoz karakterli bir hastalıkta veteriner hekimlere çok az söz hakkı verildi, araştırmalar için neredeyse hiç kaynak sağlanmadı. Ama işte insansoyu tıp denildiğinde halen sadece beşeri ilişkilendiriyor.

D.K.

 


9 Nisan 2022

 

Sevgili Madam’ın bu çok yerinde paylaşımından esinle ben de yaşadığım iki olayla ilgili bir şeyler yazmak istiyorum...



Birincisi Sezen Aksu konusu; 21 Aralık gecesi -ki benim hayatımda önemli bir tarih- Sezen Aksu’nun En Uzun Gece isimli şarkısını paylaştım. Bunu müteakip “bari sen yapma şunu yae’çilere hala prim verip yere göğe sığdıramadığınız için bu halde memleket” diye bir mesaj aldım, üstelik sevdiğim birinden, üstelik politik duruşumu çok iyi bilen... Neyse ötesi lafügüzaf... Ancak gerçekten bilseydim, yürekten inansaydım, memleket ben Sezen şarkılarını seviyorum diye bu halde; çocukluğumun, gençliğimin, anılarımın çok kıymetli bölümlerine eşlik etmiş olmasına rağmen, feragat ederdim o şarkılardan ve dahi anılarımdan. Neyse ki mantık o kadar terk etmedi beni ve görebiliyorum, memleketimin ben Sezen şarkısı dinledim diye bu halde olmadığını...

 

İkincisi daha bir absürt. Hiç tanımadığım, hatta beni takip bile etmeyen bir kadının bana attığı mesaj. “Kadın haklarını savunur görünmek çocuklar için eşit hayat istemek sonra da Kuyucaklı Yusuf övmek. Ne biliyim çok tutarsız geldi.” Yazıyordu mesajda.

Şaşırdım ve anlamadığımı belirtip biraz açmasını istedim. “Sabahattin Ali pedofili” yazdı cevaben. O an Muazzez’in yaşından bahsettiğini hissine kapıldım. Kafamdan geçenleri nasıl toparlarım ve düzgün aktarırım diye düşünmeye çalışırken sessizliğimi uzatmamak adına, romanın 1937 yılında yayımlandığını, yazdım. “Eee bu mu savunman” diye karşıladı. Kuyucaklı Yusuf, doğrusuyla yanlışıyla o dönemin Taşra yaşantısını gerçekçi bir yaklaşımla aktaran bir romandır ve ben romanın yazarı Sabahattin Ali’yi savunmak gibi bir kendini bilmezlik yapmayacağım, diye karşılık verdim. “Savunamazsın zaten. Pedofil sapık bir erkeğin savunulacak yanı yok zaten.” Yazınca; kendisine, Sabahattin Ali’nin Yeni Dünya öyküsü okuyup okumadığını sordum. Saldırgan bir dille “Niye okuyayım sapık, sen de biyonu düzelt” diye karşılayınca uzatmanın daha fazla yazmanın anlamsız olacağına kanaat getirip sohbeti kendimce sonlandırdım. Fakat o kadar beklenmedik bir durumla karşılaşmıştım ki şaşkındım, verdiğim cevaplar beni dahi tatmin etmemiş, kafamdakileri toparlayıp yazamamış olmamdan sebep kendime kızgındım…

Öte yandan profiline girip baktığım bu kadının gençliği, ona kızmama, kinlenmeme engeldi. Muhtemelen, özellikle İtalyan edebiyatında rastladığım cinsiyetçi dili eleştirdiğim yıllar, ben de onun yaşlarındaydım ve sadece bugünü düşünen gençliğin, yaşadıkça, olgunlaştıkça, öğrendikçe kaybolan saf ve zararsız kibrine sahiptim.

O gece bu yazışma kafamı oldukça meşgul etti. Uykumda da bununla meşgul olmuş olmalıyım ki uyanıp kitaplıktan Ahmet Telli’nin Yangın Yılları’nı aldım. Yangın Yılları’nın ikinci baskısı için Temmuz 93’de yazdığı sunuyu tekrar okudum. Sunu “Yangın Yılları’nın ilk basımı 1979 tarihini taşıyor. 1966-1976 yılları arasında yazılan bu şiirler, etki gücünü belli ki, kendi alanından çok, toplumsal gereklilik karşısındaki ideolojik ve politik verilerde aramaktadır. Bu bakımdan da yazıldığı dönemin kimi zaaflarından kaçamamıştır.” diye başlıyor.

Devamında ise şu cümle, o dönemin zaafları kitaba yansımış olsa da kitapta neden değişiklik yapılmadığını çok iyi anlatıyor; “Bu şiirler bir şairin miladıdır ve içtenliğinin külleri hala sıcaktır.”

Evet, buydu ve hatta Sabahattin Ali’nin sözleriyle “Edebiyat hatta alelumum sanat bence sanatkarın düşündüğü ve duyduğu bir fikrin ve hissin ortaya atılması, tamim edilmesidir.”

Yani her sanatkar, yaşadığı dönemin ve o dönemin etkilerini yansıtıyordu eserlerine.

Ve aslında bir sanat eseri, sanatın hangi dalından olursa olsun, izleyicisi, dinleyicisi, okuyucusu ile buluştuktan sonra, sanatçının kimliğinden ayrılıp buluştuğu kişinin bir parçası olur.

Tıpkı, Il Postino, Postacı filminde Mario’nun Don Pablo (Pablo Neruda)’ya dediği gibi “La poesia non è di chi la scrive, è di chi gli serve. (Şiir yazana değil ona ihtiyacı olana aittir.)”

Özetle, sanat yaratıldığı tarihin, dönemin izini taşır, bambaşka bir tarihte ve dönemde de olsa; eser, seveniyle buluştuğunda, kişi, kendine bir pay alır, o pay, bir nevi parçası olur ve insan en zor kendisinden vazgeçer, olması gerektiği gibi...

Ve en başa hatta sevgili Madam’ın paylaşımına dönecek olursam, kimsenin kimseye; ama bu şiir, ama bu şarkı, ama bu kitap, ama bu resim, ama bu film, ama bu vs. ile başlayan cümle kurma hakkı yoktur. Her birey kendi beğenisini belirleyebilir, bu yetiye kimsenin müdahil olması gerekmez…

D.K.

 


11 Nisan 2022

 

Niye başka bir meslek grubunun kazancını eleştirerek kendi kazancınızın azlığını anlatıyorsunuz?..

Niye kıyas?..

Niye ortak bir mücadele yolunu seçip her meslek grubundan emekçi, emeğinin karşılığını alsın diyemiyorsunuz?..

Niye bu bencillik?..

D.K.

 


13 Nisan 2022

 

Babam derdi ki; ev burası müze değil, her şeyin yeri olacak, her yer bal dök yala olacak diye bir kural yok. Müze artık yaşamayanı, ev yaşamı teşhir eder...

E haliyle işime gelen bu sözü düstur edindim ben de hayat koşturmacasında... Ne kir pasta boğulacak kadar pis ne de domestos kokusunda boğulacak kadar temiz...

Dağınıklık...... öhööm… O da bi düzen, aradığımı bulduğum süre sorun yok ; )

D.K.

 

 

 

 

Şöyle bir gerçek var hayatta; dildeki üslup!..

Evet, konuşurken de yazarken de seçilen kelimeler, vurgular, sesin tonu...

D.K.

 


17 Nisan 2022

 

Halet: içimdekileri, aklımdakileri yazmalı

i: diyor

Ruhiye: ne gerek var

D.K.

 


18 Nisan 2022

 

Erkeğin ikinci evliliği yapanı makbuldür, diyene, ne derdiniz karşılık olarak?

Ben şaşkınlıktan; kadın, kaç evlilikten sonra makbule oluyor, dedim...

Makbur desem de olurmuş…

D.K.

 

 

 

Çok güzel benzetme ama ben bardak düşünce “Şimdi kim temizleyecek burayı…” diye düşünüyorum.

 

Biten ilişki ardından kişi, bir daha öyle hissetmeyeceğim, diye düşünür. Doğru olan da budur. Çünkü her ilişki bir diğerinden bağımsız olduğu için hissettirdikleri de farklı olmalı. Ve elbette kişi biten bir ilişkinin ardından kendini toplamalı, toparlamalı ve dahi arıtmalı ki yeni bir ilişkiye başlayabilsin...Tıpkı önce cam kırıklarını temizleyip sonra su içmek gibi...  Cam kırıklarını temizlemek ise bazen çok çabuk bazen yavaş olur. Bu bardağın ne kadar kırıldığı, kırık parçaların ne kadar dağıldığı ile alakalı... Tıpkı biten bir ilişkide alınan yaraların çokluğu ve derinliği gibi...

D.K.

18 Nisan 2022 17:20

 


21 Nisan 2022

 

Tüm Dünya’da yürütülen ve Türkiye’nin mutlak ki çok etkilendiği yanlış göç politikalarını eleştirirken kullanılan dilin çok dikkatli olması gerekmekte. Yürütülen politikayı eleştirirken, nefreti büyütmek, birçok masum insanı hedef göstermek çok tehlikeli boyutlara ulaşabilir.

Türkiye hem sosyal hem kültürel hem de ekonomik olarak kaldırabileceğinden çok daha büyük göç almıştır. Bunun halkta oluşturduğu öfkeyi anlamamak mümkün değil. Ancak, unutulan, göz ardı edilen, Türkiye’de sığınmacı olarak bulunan insanların yıllardır Brüksel’de AB Parlamentosunda pazarlığı yapılıyor. İnsan canının, onurunun maddi pazarlığının yapılmasının utancıyla birlikte, göçmenlere ödenen milyarlarca Euro’nun sadece göçmenler için harcanmadığını anlamak bu kadar zor olmamalı.

18 Mart 2016’da yapılan anlaşmaya göre, sığınmacıların kendi dillerinde hizmet alabilecekleri sağlık merkezleri, Türkçe öğrenebilecekleri eğitim merkezleri, konaklama, gıda harici ihtiyaç için mevsimlik, kişi başı 25 Euro ve gıda için aylık kişi başı 15 Euro yüklü alışveriş kartları gibi yaşamsal zorunlulukların karşılanması için Türkiye’ye yıllık 1,5 milyar Euro maddi kaynak ayrıldı.

Her sene yeni imtiyazlar için tehditlerle bezenmiş yeni pazarlıklar bu insanlar üzerinden yapılıyor.

D.K.

 


24 Nisan 2022

 

“Sevmekten yoruldum” dedi ve bakışlarını boynunu hafif eğerek kucağında kavuşturduğu ellerine eğdi. Sağ elinin orta ve baş parmağı ile sol elinin parmaklarına sıra ile dokunuyor, birinden diğerine geçerken parmak uçlarını sanki sıkıyormuş gibi bir hareket yapıyordu. Arkasını getirecek mi, devam edecek mi diye bakışlarını yakalamaya çalıştım. Ses gelmeyince ona “sevmekten mi yoksa sevgine istediğin karşılığı bulamamaktan mı yoruldun?” diye sordum. Sesimdeki maksadını aşan tona kendim de şaşırdım, ağzımdan çıkan soru cümlesini ben sormamışım gibi ürkerek dinledim, pişman oldum. Başını kaldırdı, çektiği acı yüzünde çizgi çizgi göründü, dudağında küçümseyici bir gülümseme belirdi, kayboldu.

D.K.

 


25 Nisan 2022

 

Adaletin, hukukun, fiili ve fikri özgürlüklerin son kırıntıları da tutuklandı...

Kahrolsun istibdat!

 

Bir karşı oy, biricik...

 

Kızının boynunu koklayıp öptükten sonra gözünde parlayıp akmayan yaş…

D.K.

 


26 Nisan 2022

 

Ne Dünya ne Türkiye tarihinin değilse de benim kısacık ömür tarihimin en güzel, en onurlu direnişidir Gezi. Edimsel yer alamadığım ancak tüm benliğimle içinde, ruhunda, tüm varlığıyla içimde, ruhumda yaşadığım...

Gezi, birlik olunursa bir şeylerin değişebileceğinin en ihtişamlı ispatı en yeşil umudu oldu...

O yüzden korktular bu kadar, umudun, sevginin, birliğin sesinden, kokusundan, renginden korktular...

Gençti Gezi, her yaşta genç... Çok sesliliğin güçlü tek sesiydi, umudun, inadın, inancın kokusuydu buram buram, rengarenkti, cıvıl cıvıl, canlı...

Canlı... Capcanlı... Gencecik ölen kardeşlerimiz... O ölümlerin acısı da öfkesi de canlı...

Bu öfkeden de korkular...

Oysa kendi planları vardı, hiç kimsenin hiçbir şeyin bozamayacaklarına inandıkları, içini, dışını, önünü, arkasını iyi bildikleri...

Yıllarca titizlikle çalıştılar, milim milim döşediler saltanatlığa çıkan yolu...

Cemaatin tehlikelerini anlatanlar, cemaat okullarının topluma vereceği zararları anlatanlar terörist ilan edildi, cemaatlerinde el etek öpenler değil de onlara çay servis edenlerden tutun da çocuğunu onların okullarına gönderenlere kadar herkes suçlu, tutuklu, mahkum, sürgün...

Önce askeriyenin en kıdemsizinden en üst rütbelerine kadar kendilerinden olmayanları zararlı diye ihraç ettiler sonra kendi yerleştirdiklerinin altında yetişen henüz tek görevi emir almak, itaat etmek olan küçücük gencecik çocukları tutukladılar…

Devletin en küçük kaleminden en yüksek mevkilerine gökten zembille indirilme atamalar yapıldı…

Hukuk, eğitim, güvenlik kontrollü bir şekilde tek noktaya bağlandı...

Yetmezdi ama yine de evetti; her şey kendi planları dahilindeydi...

Aldıkları gerçek ve sahte oylara olan güvenin verdiği güç, dinin sömürücü gücü, kaynağı sorulmayan paraların verdiği güç derken, kendilerini bir ilah gibi, ölümsüzlük gibi, sonsuzluk gibi güçlü hissedip yenilmez sandılar...

İşte Gezi, onlara ilah olmadıklarını, ölümsüz olmadıklarını ve sonlarının olabileceğini hatırlattı...

Gezi, onların planları dahilinde değildi ve bu yüzden onların en büyük hatta tek korkusu oldu…

Yaşanan tüm haksızlıklara rağmen, yiten gencecik canlarla, özgürlükleri elinden alınan onlarca canla yaşayacak Gezi!.. Çünkü bir kere doğdu o ruh... Bir ağacın kökünden milyonlarca yüreğe dağıldı...

 

Kahrolsun istibdat yaşasın Gezi ruhunda doğan umutlu, hür gelecek!

D.K.