1 Eylül 2022
1 Eylül’ün Dünya
tarihindeki anlamı büyüktür. Zira 83 yıl önce Almanya’nın Polonya’ya saldırısı
ile 2. Dünya Savaşı başlar. Ve aynı gün Hitler 70.000 fiziksel ve zihinsel
engellinin öldürülme emrini (Aktion T4) imzalar. Bu emirden 2 yıl sonra yani
1941’de Yahudilerin kıyafetlerine Davut Yıldızı denilen yıldızların dikilme
zorunluluğu getirilir. Ve bu karar ile 1933’ten beri süre gelen baskıların
ardından Holokost resmi olarak başlamıştır. 
D.K.
2 Eylül 2022
Uzun zamandır
süre gelen sinüzit nüktesine (kibar olsun diye böyle yazdım), kendimce son
vermek istiyorum. Sinüzit Almancada da Sinusitis, Nasennebenhöhleentzündung ise
tanımı. Almanya’da Tıp Fakültesinde öğretildiği üzere hekim, hastayla
açıklayıcı ve anlaşılır konuşur, hepsi bu…
D.K.
08:40
Çocuk çocuktur.
Doğduğunda beşiğinin nerede olduğunun, ilk adımlarını nerede attığının, ilk
sözlerinin hangi dilde olduğunun önemi yoktur. Bunları sorgulamak yerine; neden
göç etmek zorunda olduklarını sorun, çocukların göç yollarında neden öldüğünü...
D.K.
12:00
3 Eylül 2022
Bir erkek
“sanırım siz kadın olduğunuz için kadına şiddet olayına taraflı bakıyorsunuz”
dedi.
D.K.
11:58
4 Eylül 2022
Genel olarak
danışman ve danışan konusuna girmeden, psikolog ve psikiyatr arasında yıllardır
süren ikileme kendi bakış açımı eklemek istiyorum; On yıllardır bitmeyen bir
tartışma bu. Çoğu psikiyatr, psikologların kendilerinden psikolojik destek alan
kişilere hasta demelerini istemezler. Çünkü hastaya tıbbi tedavi verilir, tıbbi
tedavi de çoğu zaman ilaç içerir. Psikologların ilaç reçete etme yetkisi
yoktur. Öte yandan, psikiyatr tedavi süreci uzun olan hastalarını psikoterapi
için psikologlara yönlendirirler ve bu durum hasta mı danışan mı ikilemini
ortaya çıkarır. Başka bir açıda ise; ilaç tedavisi eşliğinde ruhsal destek
alması gereken çoğu hasta, ruhsal hastalıklar hala çoğu kesimde tabu olduğu
için kendilerine hasta değil, danışan denmesini isterler. O yüzden danışan,
hasta hitapları için ruh sağlığında ne doğru ne de yanlış diyemeyiz. Önemli
olan ruh sağlığına destek içeren her meslek grubunun kendi içinde kapristen
uzak bir dayanışma içinde olmasıdır. Hitap ister hasta ister danışan olsun
ortak nokta ruhsal destek ihtiyacı olan insan olmalıdır. 
(Sanırım yine
yanlış çiviyi çakıp varile gereksiz bir delik açtım, şimdi o delikten sızan
şarabı içip susmaya gidiyorum...) : ))
Dip not:
Almanya’da da Patient, Klient olarak sürer bu anlaşmazlık. Ancak Klient bire
bir kelime anlamı danışan değil müşteri olduğu için bu da ek tartışmalar
doğuruyor. 
Neyse. Benim
görüşüm Türkiye için de Almanya için de sabit. Hitap ne olursa olsun, destek
alan insan, önemli olan da bu…
D.K.
8 Eylül 2022
Nefesim kesildi
ama durmuyorum, devam ediyorum koşmaya, “az kaldı” diyorum, “az kaldı” diyor
beynimin içinde yankılanan kime ait olduğunu bilmediğim bir ses. Bacaklarımı
hissetmiyorum, yine de hareket ettiklerinin farkındayım. Topuğum yere değiyor,
tabanı yuvarlayıp parmak uçlarından yeniden havalanıyor, hissetmiyorum, sadece
farkındayım böyle olduğunun. Asfalt yol bitti, şimdi toprak bir yol var, toprak
kuru, ben bastıkça toz kalkıyor. Zaten zor nefes alıyorum, toz beni hepten
tıkıyor. Öksürmek istiyorum, bu isteğe kendim itiraz ediyorum, “şimdi değil,
zaman kaybı, koşmaya devam et, az kaldı.” İçimde zorla karşı koyduğum bir his
var, dönüp arkama bakma isteği, diyorum ki; “dönüp arkama bakarsam dengemi
kaybederim, düşerim, şimdi düşmemeliyim, şimdi değil, koşmaya devam etmeliyim,
az kaldı.” Yine o ses, “devam et, az kaldı.” Sesin kime ait olduğunu
bilmiyorum, bunu bilmemek beni huzursuz etmiyor, sesin güven veren bir tınısı
var. O tını, o güven hissi bir anda ciğerime doluyor. Nefes almayı unutuyorum.
Ciğerimdeki güven, soluğa yer bırakmıyor sanki. Bir anda, birdenbire ne kadar
yorgun olduğumu hissediyorum. Dursam şimdi diyorum, bıraksam kendimi yere, o
ses tutar mı beni? O ses, güven veren ses! Kimin o ses? Ciğerimi dolduran
güveni kuvvetli bir ekspirasyon gibi atıyorum vücudumdan. Hayır, diyorum.
Durma, devam, ses yok, güvenme.
Nefes nefeseydim
uyandığımda ve terli. Uyandığım için, rüya olduğu için bir rahatlama
hissediyorum, kısacık ve kısık sesli bir “oh!” çıkıyor dudaklarım arasından.
Elimle göğsümü tutuyorum. Kalbim hala çok hızlı. Tekrar uyumak istemiyorum…
D.K.
03:25
9 Eylül 2022
Elizabeth’in ölümü, Türkiye’deki siyasi partilerin tutumlarını, tarih tanırlığını, bilirliğini -ki tanımazlığı, bilmezliği, umursamazlığı daha doğru bir ifadedir- ve erişkinlik seviyelerini taziye mesajları ile -bir kez daha- göstermelerine vesile olmuştur.
Siyasete katkısı (h)epi topu tek oy olan ben seçmeni, oy vereceğim siyasi partinin, illa(!) bir taziye mesajı yayınlaması gerekiyorsa; lüzumsuz övgüden -ve dahi gününü şaşırmış hicivden- uzak, sadece politik resmiyet ne gerektiriyorsa o ölçüde bir mesaj yayınlamasını ister(d)im.
İyi bilmezdik, iyi bilirdik yorumları kişisel görüştür, ala! Katılırım, katılmam, beğenirim, beğenmem. Lakin, tek oyum bile olsa, o oyu benden isteyen siyasi partinin övgü dolu sözlerini de gözü kapalı kabul etmem(,) zor…
Neyse… Öyle işte…
D.K
11 Eylül 2022
Şu aralar zihnimi
meşgul eden, üzerinde fazlaca düşündüğüm ve derinlemesine araştırma, inceleme,
çalışma kararı aldığım konularda kitap seçerken Almancayı tercih etmeye
başladım. İlk zamanlar bu bir evre mi evrim mi kaygısı yaşıyordum. Lakin okuma
kararı aldığım kitapların çoğunun Türkçe çevirisi olmadığını öğrenince kendimi
bunun bir tercih değil zorunluluk olduğuna ikna ettim. Ve yine düşündüm ki
gelecekte bir zamanda, o kitaplar halen Türkçeye çevrilmemişse bunu yapmalıyım.
Liste giderek kabarıyor…
D.K.
12 Eylül 2022
7 Kasım 1982’de
ret oyu kullanmayanlara bugün hesap sormak çok da doğru değil. Zarflar şeffaf,
hayır oyu pusulası maviydi. Mavi kelimesini kullanmak, mavi gömlek giymek, mavi
kravat takmak, “hayırda hayır vardır” cümlesini kurmak bile tehlikeliydi.
İnsanlar, tarifi zor bir baskı ve bu baskıya dayalı korku içindeydi. Mavi oy
kullanmak, hayır demek, terörist, dış güçlerle iş birliği yapmış vatan haini
ilan edilmek için yeterliydi. Atatürk’ün gözleri de maviydi, gök mavidir
diyenler bile vatan haini, terörist ilan edilmişti. Hayırda hayır vardır
cümlesine istinaden, hayır kelimesini kullanmamak için, kabul ve ret kelimeleri
seçilmişti ki; reddedenlere vatandaşlıklarının da reddedileceği tehdidi vardı. 
Evren, hem yurdun her yanına yaptığı gezilerde hem de televizyonda bazen üstü kapalı bazen açık açık tehditler eşliğinde evet oyu için propaganda yapıyordu ancak karşı propaganda yapmak mümkün değildi. İnsanlar çatışmaların yeniden başlamasıyla tehdit ediliyordu, cuntanın kalıcı olacağı söyleniyordu, insanlar yanlış bir kelime etse kendi ya da daha beteri evlatlarının hayatından endişe ediyordu yeniden seçim hakkı ve demokrasi vaadi de vardı. Yoğun baskıların olduğu, büyük bir korku ikliminin sürdüğü ortamda, o gün oy kullanmamak için sandığa gitmemeye dahi cesaret edemeyen insanları, şeffaf zarflara mavi oy pusulasını koy(a)madıkları için; yetmez ama evetçilerle bir tutmak ya insan tanımazlık ya cahillik ya da saf kötülüktür..
Bir de içimde
kalmadan; bugün o günün hesabını soranların çoğunun ebeveynlerinin oyu neydi
merak ederim. Benim aile büyüklerimin oy kullanmadığını biliyorum ben. Ya hesap
soranların aile büyükleri?
Ve tabii bir de
müteakip yıllarda, en kritik dönemlerde “ülkenin kaderini benim oyum mu
değiştirecek” diyerek tatillerinden taviz vermeyen hatırı sayılır bir kesim
var, bugün bangır bangır bağıran, onlara da sözünüz var mı? Hele ki “hadi, hiç
olmazsa bu kez birlik olalım” çağrılarına orasından kulp takıp burasından
itiraz eden sol…
Of şişmiştim,
patladım…
D.K.
20:24
Ne acılar yaşandı. Çoğu eve huzur hiç uğramadı. Çocuklar anne, babalarını tanımadan, babaanne, anaanne, hala, teyze elinde büyüdü ya da çocuklukları, gençlikleri oradan oraya taşınarak yollarda geçti. Bugün kalkmış o tarihte doğmamış olanlar hesap soruyor. Mesele, hesap sormalarında da değil, sorsunlar elbet, ama sapasağlam arkalarında durabilecekleri bir fikirleri, duruşları, icraatları varsa sorsunlar ve dinlemişliğin, anlamışlığın hakkıyla, hudut aşmadan, aşağılamadan, küçümsemeden, efendice sorsunlar…
Ben henüz çocuktum, amcam yeni öldürülmüş, babam yurt dışına çıkmak zorunda kalmış, tüm acısına rağmen benim bakımımı üstlenen babaannem sandığa gitmeyi reddetmişti… Ve tüm yaşananlara rağmen, korkularıyla, kaygılarıyla hareket eden insanlara kin tutmak, onları aşağılamak aklıma gelmedi. Anlamaya çalıştım, neden sorusunu sordum, ama cevaplarını da saygıyla dinledim. Geçmişi değiştiremeyiz, ancak ders alabiliriz geçmişten. Gelecek için ise hala bir şeyler yapma imkanımız varken bir araya gelip duvar gibi, dağ gibi sağlam ve dik duramayanların, saldırıya varan eleştiri hakkı olduğunu düşünmüyorum. Çözüm üretmeye çalışmadan sorunları kurcalamak anlamsız.
Geriye dönüp bakmalarımız sızlanma ya da ithamla olmamalı artık. Bu ülke çok karanlık gördü, şimdiki zifiri karanlıktan çıkabilmek için ise birlikte hareket etmekten başka yol yok…
14 Eylül 2022
“Duş partneri”
Sanırım tüm dünya
bunu konuşuyor : )
Oysa ki güzel
şeyler söylemiş..
“Uzun süreli
beraberliklerde ten teması azalıyor, beraberlik içinde yalnızlaşıyor çiftler.
Akşamları ayrı koltuklar hatta ayrı odalarda oturmak yerine kaloriferi kısıp
bir battaniye altında beraber otursalar sadece enerji tasarruf etmiş olmazlar.
Veya büyüklerinden kendileri için bir şeyler örmesini isteseler, sadece
tüketimi azaltmış olmaz, aile büyüklerine “sana hala ihtiyacımız var” hissini
verirler. Örneğin beraber duş alabilirler, sudan tasarruf ederken bu kısa an
geçmiş heyecanları da hatırlatır.”
Cımbız lobisi her
yerde…
Tabii bu öneriler
uzun süre tekrarlanırsa, devamlı dip dibe bunaltısında boğucu olabilir, yine de
arada neden olmasın ; )
Röportajın
tamamını izledim. Simonetta Sommaruga bunları konuşma arasında söylüyor, böyle
yapın diye bir söylemi yok, bence sadece, neden olmasın kıvamında, kendince
doğru olanları ya da gönlünden geçenleri söylemiş. Zaten duş konusu çok
konuşulunca yine sevimli bir şekilde açıklama yapmış “belli bir yaştan sonra
beraber duş almanın cazibesi olmayabilir, ama çiftler birbirinin sırtını yıkayabilir”
ve gülerek eklemiş “25 yıllık evliyim, eşim benden 16 yaş büyük”
Ve aslında
Türkiye’de de yaşanan tüm kaostan uzak, böyle sorunlara böyle çözümlerin
konuşulduğu bir siyaset güzel olmaz mıydı? 
D.K.
16 Eylül 2022
Elizabeth ile
Humeyni’nin cenaze törenleri karşılaştırılıyor günlerdir. 
Oysa ikisi de
birbirinden anlamsız. Bir tarafta kefenden parça koparanlar, diğer tarafta
tabuta dokunmak için kilometrelerce kuyruk bekleyenler. İkisinde de
medeniyetten eser yok, tapıncaklar farklı o kadar.
D.K.
18 Eylül 2022
Ayrımcılığın yaşam hakkına ne büyük bir saldırı olduğunu anlamak, karşısında durmak için seni de yutmasını, hedefe koymasını beklersen çok geç olacak.
Her türlü
ayrımcılığın karşısında durmak aslında kendi yaşam hakkını savunmaktır. 
“Eşcinsel misin?”
diye soruyor.
“Hetero musun ya
da homofobik misin?” demiyorum, ilgilenmiyorum o soruların cevaplarıyla. “İnsan
mısın?” diye soruyorum. 
“Evet, ama….” diye
yanıtlıyor. 
“Hah işte ama’yı
al ve aynaya bak!” diyorum.
Sanmıyorum ki
anlamış olsun…
D.K.
21 Eylül 2022
Cumartesi
Anneleri’nin duruşma öncesi yapacakları eylem; başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması, kamu düzeninin sağlanması adına tehdit oluşturduğu,
toplumda infial uyandıracağı, milli, vicdani ve insani değerlere dokunacağı,
toplumsal iç huzuru tehdit edeceği gerekçesiyle yasaklandı!..
D.K.
Hiçbir şeyin esprisi yapılacak zaman değil!
Ülke bu haldeyken nasıl olur da hala izahı olmayanın mizahı olur meşrebindesiniz anlayamıyorum, gerçekten anlamıyorum...
İran’daki mücadele ışık olmalı oysa. Orada kadınların verdiği ve ne mutlu ki erkeklerin de dahil olduğu mücadele; Türkiye’nin evrildiği noktadan çıkış mücadelesi...
Üstelik İran’dan farklı, kendilerinin ve çevrelerinin asla yaşamayacakları bir hayatı dayatıyorlar... Nasıl bu denli kör, sağır, dilsiz olunabiliyor...
Bazı çok akıllılar, İran’da belirli aralıklarla olur böyle isyanlar sonra diner, unutulur demiş... Düşünmeye tenezzül etmediği ise en azından bir isyan bir başkaldırı var, dayatılan hayata, baskıya direniş var...
D.K.
23 Eylül 2021
Dünyanın
neresinde olursa olsun direniyorsa kadın yaşam hakkı için; yalnız değildir...
28 Eylül 2022
En sık rastlanan
mevsimsel duygu durum bozukluğu kış depresyonu ya da literatürdeki adıyla
Winter Blues’dur…
Veya “feeling blue” diye bir tabir vardır; hüzünlü olduğunu ifade etmek için kullanılır.
Bu rengin hüzünle
bir anılmasının sebebi Afrika cenaze kültürüne dayanır. Bazı renklere Afrika
renkleri deriz, bunun sebebi; Afrika’da renklerin doğadan, doğal yöntemlerle
elde edilmesi. Her rengin kendine has bir özelliği olması dışında, renklerin
bir arada kullanılması ile elde edilen motiflerin de anlamı vardır. 
Batı Afrika’da,
ölüleri gömmeden önce cenaze töreni için mavi bir kumaşa sarılıyormuş. Kenevir
lifinden dokunmuş bu kumaşlar mavisini ise, bizde ebegümeci olarak bilinen
malva çiçeğinin yapraklarıyla birlikte kaynatılmasıyla elde ediyorlarmış. 
Hatta Blues müziğinin kökleri de bu cenaze törenlerine dayandığı söylenir, tabii bu ayrı ve yazarken hatalı bilgi verebileceğin derin bir konu.
Velhasıl mavinin hüzünle buluşmasının hikayesi o cenaze törenleri. Oysa mavi göğü ve denizi temsil ettiği için birçok kültürde başka anlamları vardır; mutluluk, özgürlük, umut gibi. Hatta Hindistan’da mavi laikliği temsil eder.
Daha da
uzatmadan; ben bu ruh durumuna bir renkle isim versem bu asla mavi olmazdı...
Gri olurdu... Saat on bir buçuk ve hava hala aydınlanmadı, gök koyu gri...
Feeling grey…
D.K.
11:30
Siyasi dilde muteberlik seviyesi; 
"süfli" 
"sürtük" 
"kadın mı kız mı" 
"nikahsız kocasıyla yaşayan edepsiz kadın" 
"ananı da al git" 
"kelle" 
"iki ayyaş" 
"İsrail dölü" 
"affedersin Ermeni" 
"Cemevi cümbüş evidir" 
"çapulcu" 
"aydın müsveddeleri"
15:00
22 yıl önce bugün, 2005 başına kadar süren El-Aksa İntifadası başladı.
İntifadanın ne zaman sonuçlanmış sayılabileceği konusunda bir kesinlik olmamakla birlikte Arafat’ın ölümü ve Şaron’un komaya girmesi ardından saldırıların şiddeti azalmaya başladı.
Bu süreçte çoğu Filistinli olmak üzere altı binden fazla insan hayatını kaybetti.
Her savaşta olduğu gibi kazanan yine; acı, yıkım ve ölüm oldu.
*Saldırıların
şiddeti ile ilgili düzeltme\açıklama: 2004 yılında Ahmad Yassin ve Abdülaziz
el-Rantisi’nin öldürülmesi ardından Filistin’de iç sorunlar büyümüş ve İsrail
bu süreçte sivil halkın yaşam alanlarına saldırılarını arttırmıştı. Şiddeti
azalmaya başladı ibaresi İsrail içindir. Bu da Şarm El-Şeyh’deki Mısır’ın dönem
Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ve Ürdün Kralı Abdullah bin Hüseyin’in ev sahipliği
yaptığı uzlaşma görüşmeleri ardından gerçekleşmiştir. İsrail, Şubat 2005’te
yaptığı açıklamada Filistinli sivil halkın hedef alınmadığını söylemiş,
Avrupa’da ağırlıklı olarak İsrail’in verileri paylaşılmış olsa da gerçekleri
yansıtmadığı bilinmektedir. 
22:25

