30 Aralık 2022 Cuma

Ekim 2021

 

1 Ekim 2021

Fark ettim ki; yaş aldıkça insanın dayanç skalası değişiyor. Tahammül yavaşça yerini tahammülsüzlüğe, sabırsızlık ise sabıra bırakıyor...

Lakin bu, katiyetle, umursamazlık değil. Hatta tam tersine, geç kalınmış bir farkındalık, hayatı ve kendini önemseme, değer verme hali...

D.K.

 


 

2 Ekim 2021

Hesiodos’un, Tanrıların kökeni ve varoluşunu konu alan, Tanrıların Doğuşu anlamına gelen Theogonia’sında, adına “düş” dediğimiz görüntüler ismini Oneiros’tan alır. Oneiros ve Hypnos, Nyx’in yani Gece Tanrısının çocuklarıdır. Hypnos, uykudan; Onerios ise uykuda görülen şekillerden sorumludur. Uykuda görülen şekillere çoğul olmasından sebep oneiroi denir. Ki Sigmund Freud’un psikanalizin bir parçası olarak kullandığı, rüya analizlerinin Oneiroloji diye adlandırılmasının temelinde de bu sözcük vardır.

Freud’un Latente Trauminhalt (gizli rüya içeriği) adını verdiği Traumgedanken (rüya düşünceleri) oluşma sebebi olarak Tagesreste (günün kalıntıları) arasında travma da vardır. Freud, Trauma (alm. Travma) ve Traum (alm. Rüya, düş) ile ilk ilişkiyi kurandır aynı zamanda.

Antik Yunan dilinde ‘yara’ anlamına gelen Travma ise hemen her dile ufak yazım farkları ile yerleşmiştir.

Ruhsal yaraların, psikolojide travma olarak ele alınması ise ilk olarak Antik Roma döneminde Bergamalı Galen olarak bilinen Galenos ile başlamıştır. Aslında insan anatomisi ile ilgilenen ve hatta deneysel fizyolojinin kurucusu sayılan Galenos, insanın sadece dıştan değil, içten de yara alabileceğini ve içten dışa olan yaraların, dıştan içe olan yaralardan daha zor iyileştiğini, o yüzden ruhsal travmaların, fiziksel travmalar kadar önemli olduğunu ilk vurgulayan hekim olmuştur.

Ve yine ilginç olan, Antik Yunan’da Hypnos olan Uyku Tanrısı, Antik Roma’da Somnus adını alırken, Düş Tanrısı Oneiros’un adı değişmemiştir. Onerios’un, insanları uykularında yaşantılarına göre; iyi ya da kötü rüyalar göstermek suretiyle ruhlarını ödüllendirdiği ya da cezalandırdığı düşünülmüştür.

D. Foulkes, “The Psychology of Sleep” ve “Children’s Dreaming and the Development of Consciousness” kitaplarında rüyanın çocuklar ve yetişkinler üzerindeki etkisine dayalı araştırmalarını kaleme almıştır. Her iki kitapta da ruhsal travmaların rüya üzerindeki etkiye vurgusu yer alır.

Özetle; etimolojik anlamda rüya ve yara kelimelerinin direkt bir bağlantısı olmasa da psikolojik anlamda ortak noktaları vardır.

D.K.

 

 

 

3 Ekim 2021

Günlerdir süre gelen stadyum mevzusundan çok bunaldığım halde birçok kadın gibi bilinçli olarak olumlu olumsuz hiçbir şey yazmadım.

Zihnimde dolanan fikirlerin ana başlığı şu şekilde;

1. Ne futbol ne stadyum ne de taraftar beni ilgilendirmiyor.

2. İstanbul artık (aslında çok uzun zamandır) yeni hiçbir projeyi kaldıracak güce sahip değil.

3. Şehrin içinde stadyum mu olur? Neden olmasın, en azından Almanya’da ve İtalya’da birçok şehirde öyle.

4. Kadıköy’ün trafik sorunu ya da birçoğunun belirttiği gibi küfür, yüksek ses, içip içip evinin önüne, kaldırıma işeme sorunu ne yeni ne de sadece maç günlerine has.

5. Dildeki buyurganlık çirkin mi? Evet, çirkin.

6. Konunun kadın, erkeğe indirgenmesi doğru mu? Hayır, aksine -her anlamda- haklı kadın mücadelesine zarar verici.

7. Peki, maruz kaldığı saldırgan dil müstahak mı? Asla.

8. Konunun hızlı bir şekilde stadyumdan çıkıp cinsler arası kışkırtıcı bir hale gelmesi, birkaç haddini bilmeze, koca kulüp yetkililerinin de karışması sınırları aşmak mıdır? Evet, hem de fazlasıyla.

9. Tekrarla; maruz kalınan saldırgan, tehditkar dil çok yanlış ve kabul edilmezdir. Bir o kadar kabul edilmez olması gereken stadyum fikrine düzgün bir dille itiraz eden herkesin aynı kategoriye alınmasıdır.

10 ve son ancak uzun...

Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de büyük boyutlarda bir cinsiyet sorunu vardır. Ölen kadınlar, tecavüze uğrayan kadınlar, şiddet gören kadınlar, ikinci plana atılan kadınlar, yok sayılan kadınlar, sus denilen kadınlar... Yani çoğunlukla maktul ya da mağdur olan kadınlardır...

Ve fakat; en bayağı ve önemsiz konuları errrkek aklı konumuna çekmek, kadınlar da her şeyi büyütüyor sonucuna bağlayacaktır. Ki her erkeğin her fikrine, erkeği tanımadan, cümleye erkek akıl diye başlamak, gerçekten erkek zulmü çeken kadınların yaşantılarına, yaşanmışlıklarına saygısızlıktır.  Aynı şekilde her erkeği “am merkezci, sik beyinli” olarak değerlendirmek de insanlık onuruna aykırıdır. Erkeklik onuru değil de insanlık onurunu bilerek kullandım, zira, aktif cinsel hayat büyük oranda iki cinsi de kapsar. Ve bazıları kabul etse de etmese de -kendini hangi cinse ait olduğunu önemsemeksizin- fizyolojik olarak hepimiz insanız. Ne kadın erkekten üst ya da alt akıllıdır ne de tersi.

Bununla birlikte, asla unutulmaması gereken nasıl ki ülkenin Kürt sorunu sadece Kürtlerle çözülemezse; kadına yönelik hiçbir sorun da sadece kadınlarla çözülemez ve de tam tersi…

D.K

 

 

 

 

8 Ekim 2021

Sabahattin Ali, neden yeşil mürekkep kullanırdı, sorusunun cevabını nerede okumuştum hatırlamıyorum. Osman Balcıgil’in biyografik romanı, Yeşil Mürekkep’te değil, henüz okumadım.

Ancak aklımda kalan şu; Dil eğitimi için Almanya’ya gönderilen Sabahattin Ali, orada öğretmenlerin yeşil mürekkepli dolma kalem kullandığını görür ve bunun etkisiyle Türkiye’ye döndükten sonra o da yeşil mürekkepli dolma kalem kullanmaya başlar. Mantıklı geldiğinden sorgulamadım.

Şöyle ki; bundan on, on beş yıl öncesine kadar Almanya’da öğretmenler yeşil mürekkepli dolma kalem kullanırdı, halen kullananların sayısı da azımsanamaz. Geçmişte zorunluluk olan bu adet zamanla zorunluluktan çok alışkanlık haline dönüşmüş olmalı. Hatta bazı mürekkep markalarının renk isimleri içinde Royal Blue gibi köklü bir yer edinmiş Teacher Green.

Tabii geçmişte niye zorunluluk imiş onu merak etmemiş olmamın mümkün olmadığını tahmin edebilirsiniz. Araştırdım onu da elbet. Öğretmenler geçmişte, yaptıkları düzeltmeler ve verdikleri notlar değiştirilmesin diye akçaağaç yaprağından elde edilen bir mürekkep kullanırlarmış ve bu mürekkep bilindik yöntemlerle silinemez, silinmeye çalışılırsa da kırmızıya dönermiş, böylelikle öğrenciler notta değişiklik yapamazlarmış.

D.K.

 


 

13 Ekim 2021

Çok ilginç gibi duruyor yaşananlar oysaki sadece iğrenç...

Zamanında koyun koyuna olan yapılar yıllardır birbirlerini bitirmeye uğraşıyor...

Ne ala, beter olsunlar...

Beter olsunlar da adına muhalefet diyenler yine sessiz, olan yine ucundan bucağından alakası olmayanlara oluyor...

Niye cebini dolduran kenara çekilip halkın iyice fakirleşmesini, çaresiz kalışını izliyor...

Niye yurdumda niye sorusu hep havada asılı kalıyor…

D.K.

 

 

14 Ekim 2021


Bir İran atasözü der ki

“Sevgi istemek çocuğun görevi değildir ama vermek ebeveynin görevidir.”

 

 

 

17 Ekim 2021

Bugün 54 yaşındaki kadın ve 45 yaşındaki erkek arkadaşlarımın nikahlarına ve nikah yemeğine davetliydim.

Arkadaşlarımın nikahına davetliydim yazabilirdim, yaşa özellikle vurgu yaptım. Çünkü, yaşadığımız zamanda ve hatta yaşadığımız sosyal çevrede dahi bu konuda akıl almaz çirkinliklerle, itirazlarla, yakıştırmalarla karşılaştılar evlenme kararı alıp o masada birbirlerine “evet” diyene kadar.

D.K.

 

 

21 Ekim 2021

Birkaç saat önce Rumen bir arkadaşımla 30 yıl önceki Romanya’dan bahsettik, o yıllardaki Romanya-Türkiye hattını konuştuk. Bavul ticareti, pasaport ticareti ve seks ticaretinden bahsettik. Çocuklarını eşine bırakıp Türkiye’de bir Türk ile evlenip seks işçiliği yaptığını anlattı.

Twitter’da Cem Bey’in tweeti ve benzetmesi üstüne gelince; ona, anlattıklarını yazabilir miyim, diye sordum. “Elbette, ben hayatımın en zor sınavını çocuklarıma Türkiye gerçeğini anlatırken verdim, onlar benden utanmadı, bana teşekkür ettiler, çocuklarımın bana gösterdiği saygı benim için önemliydi ve bugünkü eşimin, başka hiç kimsenin değil” diye yanıtladı ve ekledi “dilerim ekonomisi git gide çöken Türkiye’de, zamanında bana zalimce davranan, beni aşağılayanların çocukları, torunları ve başka masum kadınlar benim yaşadıklarımı yaşamak zorunda kalmaz.”

Bundan sonrasını, konuşmalarımızdan, onun dilinden, yumuşatmadan aktaracağım:

“Türkiye benim cehennemimdi ama çocuklarıma oranın bir cennet olduğunu anlatırdım hep. Türkiye’de kazandığım paranın yarısını resmi evrakta kocam olan pezevenge verirdim, kalanın yarısı ile ailem iki ay geçinirdi, diğerini Türkiye’de satmak üzere vazo, biblo, oyuncak ve lambaya yatırırdım, onunla da anneme yardım ederdim, annem Katolik’ti fahişelikten kazandığım parayı ona veremezdim. Paranın kaynağı o olsa da annem bunu hiç bilmedi, belki biliyordu ama lafını etmedi. Çocuklarımı ve babalarını o parayla doyurdum, çocuklarımın babası ile bir daha hiç sevişmedim, zaten o da başkasıyla evlendi bir süre sonra, karısı çocuklarıma benim verdiğim parayla yemek pişirdi. Benim Türkiye’de İngilizce öğretmeni olduğumu sanıyordu. Benim eski onun yeni eşi öyle demiş ona. 98’de yeterince talep görmemeye başladım, Türk erkekleri için pörsümüş ve yaşlanmıştım. Ben de boşanıp Romanya’ya annemin yanına döndüm, çocukları da aldık. Annemin benim için biriktirdiği para ile yarım bıraktığım tıp eğitimini tamamladım, o da çocuklara baktı. Annem ölünce çocuklarımı alıp Almanya’ya geldim. O dönem Romanya’dan çok doktor geldi Almanya’ya. Hem İngilizce hem Almanca biliyordum, zorlanmadım. Ben uzmanlığımı alırken çocuklarım hayalini daha kuramayacakları imkanlar sunan yeni hayatlarını çok sevdiler. Sadece onlar için değil benim için de her şey yeni ve çok güzeldi. Almanya bana önce insan olduğumu hatırlattı sonra kendime değer vermeyi öğretti. Güne mutlu uyanmayı. Hala öyle.”

Arkadaşım 54 yaşında ve çok iyi bir Pediatrik Onkoloji ve Hematoloji Uzmanı. İki çocuğu da hekim. Birkaç yıl önce evlendi. Her zaman pozitif ve çevresine mutluluk saçan bir insan, bugün anlattıklarını öncesinde bilmiyordum. Konuşurken sık sık yutkunduk, sustuk, ağladık. Kim bilir kaç kadın onun yaşadıklarını yaşadı diye dillendirdik ve o, en iyimser, en sevecen haliyle “hepsi benim kadar şanslı değildi herhalde” dedi.

Ben onun yaşadıklarını dinlerken ve şimdi yazarken-yazmadıklarım çok- zorlandım. O ise; hep iyi, hep umutlu, hep mutlu.

Bu eşsiz kadını artık daha iyi anlıyor, daha takdir ediyor, daha çok seviyorum ve şu an içimde gücüne ve dimdik duruşuna duyduğum hayranlığı büyütüyorum.

D.K.


 

 

24 Ekim 2021

Cinsiyet ayırmaksızın;

Bekara neden evlenmedin?

Boşanmışa niye boşandın?

Evli çifte niye çocuk yapmadınız?

Bekar anneye\babaya annesi\babası nerede?

...uzar bu örnek sorular...

Ve hepsi hadsizlik örneğidir.

Kimsenin hayatı sorgulanamaz!..

Bunun hiçbir ilişki türünde yeri olmamalı…

D.K.

 

 

  

24 Ekim 2021

Dünden beri birçok kez ‘psikiyatr seansı şu kadar, bilmem ne bedava’ türü yorumlarla karşılaştım sosyal medyada.

Sağlık hizmetlerinin ücretsiz ve adil bir şekilde her kesime ulaşmadığı bir ülkede ruh sağlığının önemli görülmemesi, psikiyatrların, psikologların aşağılanması yadırganmamalı aslında...

Ve fakat yine de bu yorumu yapan kişiler, gerçekten herkesin ruh sağlığının, bir kahve, bir sohbet, bir kadeh şarapla düzelecek kadar iyi olmadığını, “aman seninki de dert mi, bu devirde herkes depresyonda” cümlesinin altının boş olduğunu, ruh sağlığının en az diğer sağlık sorunları kadar önemli hatta yer yer başka sağlık sorunlarını tetiklediği için daha önemli olduğunu fark edip; ‘benim terapim bedava’ demek yerine ‘herkese ücretsiz, eşit sağlık hizmeti ulaşsın’ dese… …

Kim bilir belki bu bencillikten uzak fikir bile ülkeyi sosyal devlet statüsüne taşımak için atılmış bir adım olabilir…

D.K.

  

 

 

25 Ekim 2021

 

“Işıkları kapatın!” dedi. Sesinde buyurganlık değil bıkkınlık vardı. Işıklar söndürüldükten sonra mırıldanır gibi: “yarın yeni bir gün, dünden hiçbir farkı olmayan.”

D.K.

25 Ekim 2021 00:31

 

 

 

27 Ekim 2021

Ve aslında iyileştirilen bir geçmiş yoktur. Geçmiş üzerinde konuşulur, geçmişin bugüne yansıttığı kalıntılar iyileştiril ki yarın yaşanır olabilsin...

Bugünkü bizi dönüştürmek geçmişi yok saymakla mümkün değildir. Bugünkü bizi dönüştürmek, kaçmakla değil yüzleşme ile mümkün. Kimi durumda kabullenme kimi durumda affetme hatta kimi durumda gömme ile...

Yoksa dönüşümün ilk afette yerle yeksan olan doldurulmuş dere yatağına yapılan evden bir farkı olmaz. Ki buna da iyileşme diyemeyiz...

D.K.

  

 

28 Ekim 2021

Bazen, bazı şeyleri anlamadığım ya da yanlış anladığım için kızıyorum kendime…

Ama bu kez, uzun süredir anlamadığımı fark etmediğim bir şeye öyle sert tosladım ki; bu noktada, daha önce anlamadığım için kendime kızmak yetmiyor…

Zira o sert toslayış göğsümde ince ince sancıyor…

D.K.

28 Ekim 2021 22:15