30 Aralık 2022 Cuma

Aralık 2021

 

3 Aralık 2021

Aşı bulunduğu günden beri umursanmayan yahut bilerek göz ardı edilen bir unsur var. Korku. Korkunun insanın ruh halini nasıl alt üst ettiği, sağlıklı düşünmesine engel olduğu hiç dikkate alınmadı. Tüm Dünya’da mRNA aşısına yönelik olumsuz bilgileri sıralayacak olsak ciltler dolusu yazı elde ederiz. Üstelik bu korku sadece bilgiden, bilimden uzak insanlar tarafından değil adları önünde koca unvanlar yazanlar tarafından oluşturuldu. Kaldı ki buna Türkiye’de Sağlık Bakanının bizzat sarf ettiği sözler de dahil. İnaktif aşıya gelince, inaktif aşı olarak global düşündüm sadece Sinovac’ı düşünmedim. Sinovac Türkiye’ye geldiğinde hatta uygulama başlandığında çok veri eksiği vardı, koruyuculuğunun çok az olduğu açıklandığında sağlık çalışanlarının neredeyse tamamı aşılanmıştı. Aynı şekilde en riskli diğer gruplar da Sinovac ile aşılandı.  Novavax’ın Nuvaxovid’i için EMA, belgelerin ve verilerin yeterli olduğunu, onay için çalışmaları hızlandırdığını açıkladı. Önümüzdeki birkaç gün içinde onayı bekleniyor. Bu onaydan sonra Almanya’nın aşıyı alıp almayacağını çok merak ediyorum. Sonuç olarak Vektor aşılar da Almanya’da hak ettiği yeri bulamadı. Sputnik’in koruyuculuk değerleri, AstraZeneca ve Johnson&Johnson’a göre oldukça iyi. Sputnik, çok başarılı bir enstitü (Gamaleya) tarafından üretildi, ancak Rusya verilerde açık olmadığı için (tanıdık bu kısım), Gamaleya’nın bağımsız verileri AB tarafından tarafsız değerlendirilemiyor. Tekrar etmekte fayda görüyorum, benim savunduğum kesim, bilinçli bir şekilde manipülasyon yapanlar değil, aksine bu manipülasyonlar etkisiyle korku geliştirip sağlıklı düşünemez hale gelmiş olanlar. Onlara bir an evvel inaktif aşı hakkı sunulmalıdır, ki bu kesimde yapılan anket (Almanya) %97 oranda aşı olurum yönünde. Hiç aşı olmamak yerine korkularına iyi gelecekse inaktif aşı olacak insanların bu kadar ötekileştirilmelerini kabul etmiyorum.

Bir diğer husus; yürütülen yanlış politikaların, yayılmasına göz yumulan yanlış bilgilendirmelerin, aşı oldum ötesinden bana ne diyenlerin, salgının bugünkü halinden muaf tutulup tüm yükün aşı olmamış olanlara (bilinçli manipülasyon yapanları yine ayırarak) yüklenmesini de kabul etmiyorum.

D.K.

  

 4 Aralık 2021

Kapanmalar da kapanma olsaydı bari. Yarım yamalak işler. Emekçi yine tıklım tıklım vesaitle gitti işe.Tepedekiler öğüt verdi kendi tutmadı. Daha pandemi bitmedi ama tamamen kepenk kapatan işletme sayısı o kadar çok ki, işsiz kalan insanlar, intihar eden insanlar…

Yarım yamalak kapamalara, insanları virüsten korumak adını verdiler, akıllarındaki ekonomiyi kurtarmaktı ve dahi ikisini de başaramadılar.

Bu yazdığım da sadece Türkiye için böyle değil, Almanya’da da küçük işletmelerin çoğu yapılan tüm yardımlara rağmen ayakta duramadı. Almanya’da uzun süreli kapamalar yapıldı, ardından sayılar düşer düşmez uluslararası dolaşım (özellikle keyfi olanlar sinir bozucu) serbest kılındı, hoop yeni dalga. Küçük işletmeler yine kapamaya gidiyoruz diye kapatıldı. Aslında yazacak çok şey var…

D.K.

 

 

5 Aralık 2021

 

Biri nefes almak diğeri haz almak...

Ve fakat haz almadan nefes almak mümkünken nefes almadan haz almak değil. Yanılgı burada başlıyor. Nefes almanın yeterli olması buna da yaşam denilmesi yanılgısı...

Haz ise birçok dengeleyicinin birleşimi. Çeşitlilik dediğimiz...

Çeşitlilik de insanın kendi içinde başlıyor. Duygularının rengiyle, dinlemeyle, konuşmadaki üslubuyla, bilgisini doğru kullanmayla, adaleti, eşitliği savunmayla...

Değersizleştirmek, bunun hakkında yazmıştım daha önce, değersizleştirmek, değer ölçüsü herkes için farklı olsa da değersizleştirilmiş olmak kadar kötü.  Çünkü her ikisinde de yok olan saygı ve sevgi…

İnsan, herkesi sevmek zorunda değil, zaten bunun mümkünü de yok. Ancak insan yaptığı her saygısızlıkta kendi öz saygısından da kaybeder. Ve insan, en bencil yanı ile saygı duyabilir. Kendine, diğerine ve bu bağlamda hayatın ta kendisine. Birinden birini kaybetmek dengeyi bozar.

Uzattım yine...

Bütünün bir parçasıyız, ancak, bilinçli olarak, bütünün bir parçası olarak var olmak; sanırım bu, hayatı anlamlı kılabilir. Sonuçta hepimiz Jüpiter’in tozuyuz...

Bir de şu gerçek var; bazı kavramlar asla değersizleştirilemez, değersizleştirilmemeli. Adalet gibi. İnsan, düşmanının bile adil yargılanmasını isteyebilmeli...

D.K.

 

 

7 Aralık 2021

 

Oldum olası sevmedim ne kışı ne karı. Bahar insanıyım, yaz insanıyım gibi cılız bir savunmaya sığınmayacağım. Sevmedim değil aslında, sevemedim...

Bayağı yağmış kar, halen de yağıyor, yoğunluğu tam karşımdaki sokak lambasının ışığında daha da belli oluyor. Uyumadan bir sıcak kahve içmek istedim... Nikotin ve kafein yoksunluğunu gidermek; tüm mahrumiyetlerimin en masumu...

...
Nöbet yorgunu ne hızlı ne yavaş yürürken eve, belki de ilk defa aslında ne kadar güzel göründüğünü düşündüm doğanın, o bembeyaz örtüyle. Nazım'ın 'Karanlıkta kar yağıyor' dizeleri geldi aklıma. Sessizce bir şarkı mırıldanmaya başladım, gülümsedim, kendi kendime "orada da kar yağıyor mu acaba?" diye sorarken...
Tuttum, "Hünersiz bir sesim var. Sana, senin işitemeyeceğin bir şarkıyı söyleyen bir ses." dizelerini çıkarttım, gülümseyişimin hüznüne iliştirdim, gırç gırç benzeri bir sesle ilerlerken ayaklarım karın üstünde, içinde...

Sonra yine gerçek, buz gibi, don gibi, tokat hayır yumruk gibi göğsüme inen gerçek; ısınmayan evlerin, üşüyen çocukların, donarak ölen insanların gerçekliği, yokluğun içindeki varlıkları ve yok oluşları...
Utandım kendimden,

"ve ben ne yarın, ne dün, ne bu akşam

onu sevmekten başka bir şey yapamam."

çaresizliğinden de büyük bir utanç... Soğuk, beyaz ve yakıcı, zifiri bir utanç...

 

D.K

7 Aralık 2021

 

 

10 Aralık 2021

 

“En sakin, en huzurlu görünen hayatların arkasındaki sırları, kimi zaman o hayatların içinde ya da hemen yanıbaşında olsak dahi, görmemiz mümkün olmayabilir. Sır aslında bizim ortaya çıkarttığımız bir şey değil, bizzat sır sahibinin, kendi istediği zaman ortaya çıkarttığı bir şeydir. O da, tıpkı evlerinden uzaklaşırken dönüş yolunu kaybetmekten korkan masal kahramanlarının yola pirinç taneleri dökmeleri gibi sırrının ipuçlarını döker yola. Ama bunu anlamak, o ipuçlarını görmek için, önce o yola girebilmeniz, o yolun size açılması gerekir.”



“Hayatı anlatmak ne kadar zordu, elinde bir sırıkla ipin üzerinde yürüyeyen cambazın neler yaşadığını bilmek ne kadar zordu. Sonunda, her şey bittiğinde, onu alkışlamaktan başka yapabilecek bir şeyimiz var mıydı? Düşmeyeni alkışlamaktan ibaret bir hayat güzel olabilir miydi, her şey böyle daha iyi olabilir miydi?”

 

Uykusuz kaldım, lakin, okumak için benim kadar geç kalmış olanlara diyebilirim ki; tek solukta okunacak, sevilecek ve hemen unutulmayacak bir kitap… 💚🌕

 

“Ne tuhaf diyorum,” kendi kendime, “insanın unutmadığı, unutamadığı, affedemediği bir tarafı hep kalıyor!”

D.K.

10 Aralık 2021 05:10


15 Aralık 2021

 

Kıptiler kovalasın sizi! Kaçarken de "şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler" darb-ı meselinizi kolunuz altına alıp gidin!..

 
Çok Roman tanırım. Sofralarında doydum, evlerinde uyudum. Çoğu çiçeğin adını onlardan öğrendim, gülü, karanfili onlarla sevdim, atların güzelliğini, ateşin kokusunu, kırmızının asiliğini, dallı güllü oyalı yemenilerin yumuşaklığını, bir simidin 8 eşit parçaya bölünebileceğini, karaduman çitlemeyi, domat çorbasına cücük konduğunu, klarnetin hüznünü, dümbeleğin coşkusunu, el emeğinin, göz nurunun değerini, zanaatın sanatla buluşmasını onlardan öğrendim, her şey tepetaklak olmuşken iki tıngırtıya kalça sallayıp gülmeyi de. Evet benim tanıdıklarım hep mertti, dürüsttü, neşeliydi, hüzünlüydü, özgürdü ve hepsinden önemlisi alabildiğine insandı. Tanımadıklarımın da öyle olduklarına eminim. Ne arsızlıklarını gördüm ne hırsızlıklarını. Bu arada Romanlar kendilerine Çingene derler, başkalarının kendilerine Çingene ya da Kıpti demesini istemezler. Çingene gibi'den tutun çalan çırpan Kıpti'ye uzanan derin aşağılamalara konu olmuştur çünkü adları. Ve fakat ne zaman ki biri kendince eleştirmek istese pembemi kırmızımı ya da saçındaki çiçeği "Çingene gibi olmuşsun" diye, gurur duyarım kendimle, ömrümün en güzel zamanlarında, çocukluğumda, kendi mayalarından katıp hayatımı yoğuran insanlara benzetildiğim için...

 
Demem o ki; yönetimdeki siyasilerin hırsızlıklarını yerecekseniz bizzat onların adını kullanın, canım Çingeneleri buna alet etmeyin!.. Ki ben de durup durup 137. Osmanlı sadrazamı Koca Ragıp Paşa'yı anmak(!) zorunda kalmayayım...

 

D.K.

15 Aralık 2021 22:30

 

 

 

17 Aralık 2021

 

“Piero Manzoni değiliz ki kazuratımız para etsin.” Demişti canım babam. Bu günler, o günlerden daha daha beter!

Piero Manzoni, kavramsal sanatın öncüsü olarak tanımlanan İtalyan sanatçı. 11 yıllık sanat ömrüne sayısız sergi ve eserle birlikte 4 uluslararası sergi, 4 sanat kitabı sığdırdı. L’Arte nucleare (Hiroşima ve Nagasaki atom bombalarının oluşturduğu tahribata dikkat çeken Nükleer sanat) hareketinde yer aldı. Eserlerinde daha çok alçıyı kullanmayı tercih etse de Manzoni en çok dışkısı ile konuşuldu. Merda d’artista (Sanatçının Boku) adlı eseri tüm Dünya’da ses getirdi. Manzoni, 01’den 90’a kadar numaralandırdığı, imzaladığı ve dört dilde (İtalyanca, Fransızca, İngilizce ve Almanca) hazırlanmış etiketli, teneke konservede tam 30 gram dışkısını sanat eseri olarak satışa sundu. Dışkı dolu konserveler için 300 gram saf altın fiyatı biçti. Sanatçının hedefi, bir sanatçının beş para etmez bokuna bile para vermeye hazır sözde sanat sevicilerin aslında gerçek sanata değil üne önem verdiğine dikkat çekmekti. Ve bunu başardı. Manzoni’nin bu işi yapmasının altında yatan sebeplerden biri, belki de en belirleyicisi konserve fabrikası olan babasının “yaptıkların bir boka benzemiyor, kimse bunlara para vermez” sözlerine duyduğu kırgınlık. Manzoni’nin bokundan elde ettiği gelirin tek kuruşuna dokunmadığı bilinse de nereye harcadığı asla söylenmedi. 1963 yılında henüz 29 yaşında geçirdiği kalp krizi sonucu Milano’daki atölyesinde öldü. Kavanozlardan bazıları halen özel koleksiyonlar kapsamında çeşitli müzelerde  sergilenmektedir. 01, Nanda Vigo’nun (Piero Manzoni’nin sevgilisi) özel koleksiyonundan ölümü ardından vasiyeti ile Milano’daki San Fedele Müzesinde sergilenmektedir. 2008 yılında 82 numaralı konserve Londra’daki bir açık arttırmada 97.250 Sterline, 2016 yılında 14 numaralı konserve New York’taki bir açık arttırmada 312.750 US-Dolar’a satıldı. Bu miktarlar, Manzoni’nin hayattayken satılmış tüm sanat eserlerinden katbekat fazlaydı.

 D.K

17 Aralık 2021 22:00

 

20 Aralık

 

Şili için sevinmek

Ülkem için kahrolmak

 

Hem yakın hem uzak

Hem garip hem normal

Hep eksik hep yarım hissetmek

D.K.

 

 

…keskin bir soğuk, duru bir gök, yıldızlar, ay, geceye itaatsiz ayaklarımın çıkardığı ses gibi yabancı, hüzünlü, sevinçli, yalnız ve dahi kalabalık, kabarık duygularımı neresinden tutacağını bilemeyen, küçük, şaşkın, yaban ellerim, kronik özlemden mustarip yurtsuz ruhum…

D.K.

20 Aralık 2021 21:32

 

 

23 Aralık 2021

 

Bugün çocuklarımdan biri dedi ki; “ben de büyüyünce doktor olacağım, senin gibi hem çocukları iyileştireceğim hem de anneleri olacağım. Annem hayatta olsaydı seni çok severdi ve sen çok iyi bir annesin. O yüzden büyüyünce sen olacağım.”

Gözümde biriken yaşı gördü mü gırtlağımdaki yumruyu hissetti mi bilmiyorum. Ona, büyüyünce ben değil, kendin olacaksın ve sen hem çok başarılı hem çok iyi yürekli biri olacaksın, bense çocuğu ile gurur duyan biri olacağım, diyebildim.

Corona önlemleri gereği çocuklara sarılmamamız öneriliyor. Hangi önlem, hangi öneri, hangi anneyi, hangi insanı böyle bir anda çocuğuna sarılmaktan alıkoyabilir!

 

…..

 

Dosya çantasını odamda bırakıp fincanımı getirmişim eve. Getirmişim diyorum, çünkü yol boyunca farkına varmadım. Kapıyı açmak için çantayı koluma takma hamlesini yaparken fark ettim.

Bu hal nereye varır, bilmiyorum... Neyse şimdi geleneksel T1 kahve fincanında sıcak şarap içiyorum. Bununla avunma kararı aldım...

 

Artık gözyaşlarımı tutmak zorunda değilim…

D.K.

23 Aralık 2021 23:10