3 Aralık 2021
Aşı bulunduğu günden beri umursanmayan yahut bilerek göz ardı edilen bir unsur var. Korku. Korkunun insanın ruh halini nasıl alt üst ettiği, sağlıklı düşünmesine engel olduğu hiç dikkate alınmadı. Tüm Dünya’da mRNA aşısına yönelik olumsuz bilgileri sıralayacak olsak ciltler dolusu yazı elde ederiz. Üstelik bu korku sadece bilgiden, bilimden uzak insanlar tarafından değil adları önünde koca unvanlar yazanlar tarafından oluşturuldu. Kaldı ki buna Türkiye’de Sağlık Bakanının bizzat sarf ettiği sözler de dahil. İnaktif aşıya gelince, inaktif aşı olarak global düşündüm sadece Sinovac’ı düşünmedim. Sinovac Türkiye’ye geldiğinde hatta uygulama başlandığında çok veri eksiği vardı, koruyuculuğunun çok az olduğu açıklandığında sağlık çalışanlarının neredeyse tamamı aşılanmıştı. Aynı şekilde en riskli diğer gruplar da Sinovac ile aşılandı. Novavax’ın Nuvaxovid’i için EMA, belgelerin ve verilerin yeterli olduğunu, onay için çalışmaları hızlandırdığını açıkladı. Önümüzdeki birkaç gün içinde onayı bekleniyor. Bu onaydan sonra Almanya’nın aşıyı alıp almayacağını çok merak ediyorum. Sonuç olarak Vektor aşılar da Almanya’da hak ettiği yeri bulamadı. Sputnik’in koruyuculuk değerleri, AstraZeneca ve Johnson&Johnson’a göre oldukça iyi. Sputnik, çok başarılı bir enstitü (Gamaleya) tarafından üretildi, ancak Rusya verilerde açık olmadığı için (tanıdık bu kısım), Gamaleya’nın bağımsız verileri AB tarafından tarafsız değerlendirilemiyor. Tekrar etmekte fayda görüyorum, benim savunduğum kesim, bilinçli bir şekilde manipülasyon yapanlar değil, aksine bu manipülasyonlar etkisiyle korku geliştirip sağlıklı düşünemez hale gelmiş olanlar. Onlara bir an evvel inaktif aşı hakkı sunulmalıdır, ki bu kesimde yapılan anket (Almanya) %97 oranda aşı olurum yönünde. Hiç aşı olmamak yerine korkularına iyi gelecekse inaktif aşı olacak insanların bu kadar ötekileştirilmelerini kabul etmiyorum.
Bir diğer husus; yürütülen yanlış politikaların, yayılmasına göz yumulan
yanlış bilgilendirmelerin, aşı oldum ötesinden bana ne diyenlerin, salgının
bugünkü halinden muaf tutulup tüm yükün aşı olmamış olanlara (bilinçli
manipülasyon yapanları yine ayırarak) yüklenmesini de kabul etmiyorum.
D.K.
Kapanmalar da kapanma olsaydı bari. Yarım yamalak işler. Emekçi yine tıklım tıklım vesaitle gitti işe.Tepedekiler öğüt verdi kendi tutmadı. Daha pandemi bitmedi ama tamamen kepenk kapatan işletme sayısı o kadar çok ki, işsiz kalan insanlar, intihar eden insanlar…
Yarım yamalak kapamalara, insanları virüsten korumak adını verdiler, akıllarındaki
ekonomiyi kurtarmaktı ve dahi ikisini de başaramadılar.
Bu yazdığım da sadece Türkiye için böyle değil, Almanya’da da küçük
işletmelerin çoğu yapılan tüm yardımlara rağmen ayakta duramadı. Almanya’da
uzun süreli kapamalar yapıldı, ardından sayılar düşer düşmez uluslararası
dolaşım (özellikle keyfi olanlar sinir bozucu) serbest kılındı, hoop yeni
dalga. Küçük işletmeler yine kapamaya gidiyoruz diye kapatıldı. Aslında yazacak
çok şey var…
D.K.
5 Aralık 2021
Biri nefes almak diğeri haz almak...
Ve fakat haz almadan nefes almak mümkünken nefes almadan haz almak değil.
Yanılgı burada başlıyor. Nefes almanın yeterli olması buna da yaşam denilmesi
yanılgısı...
Haz ise birçok dengeleyicinin birleşimi. Çeşitlilik dediğimiz...
Çeşitlilik de insanın kendi içinde başlıyor. Duygularının rengiyle,
dinlemeyle, konuşmadaki üslubuyla, bilgisini doğru kullanmayla, adaleti,
eşitliği savunmayla...
Değersizleştirmek, bunun hakkında yazmıştım daha önce, değersizleştirmek,
değer ölçüsü herkes için farklı olsa da değersizleştirilmiş olmak kadar
kötü. Çünkü her ikisinde de yok olan
saygı ve sevgi…
İnsan, herkesi sevmek zorunda değil, zaten bunun mümkünü de yok. Ancak
insan yaptığı her saygısızlıkta kendi öz saygısından da kaybeder. Ve insan, en
bencil yanı ile saygı duyabilir. Kendine, diğerine ve bu bağlamda hayatın ta
kendisine. Birinden birini kaybetmek dengeyi bozar.
Uzattım yine...
Bütünün bir parçasıyız, ancak, bilinçli olarak, bütünün bir parçası olarak
var olmak; sanırım bu, hayatı anlamlı kılabilir. Sonuçta hepimiz Jüpiter’in
tozuyuz...
Bir de şu gerçek var; bazı kavramlar asla değersizleştirilemez,
değersizleştirilmemeli. Adalet gibi. İnsan, düşmanının bile adil yargılanmasını
isteyebilmeli...
D.K.
7
Aralık 2021
Oldum olası sevmedim ne kışı ne karı. Bahar insanıyım, yaz
insanıyım gibi cılız bir savunmaya sığınmayacağım. Sevmedim değil aslında,
sevemedim...
Bayağı yağmış kar, halen de yağıyor, yoğunluğu tam
karşımdaki sokak lambasının ışığında daha da belli oluyor. Uyumadan bir sıcak
kahve içmek istedim... Nikotin ve kafein yoksunluğunu gidermek; tüm
mahrumiyetlerimin en masumu...
...
Nöbet yorgunu ne hızlı ne yavaş yürürken eve, belki de ilk defa aslında ne
kadar güzel göründüğünü düşündüm doğanın, o bembeyaz örtüyle. Nazım'ın
'Karanlıkta kar yağıyor' dizeleri geldi aklıma. Sessizce bir şarkı mırıldanmaya
başladım, gülümsedim, kendi kendime "orada da kar yağıyor mu acaba?"
diye sorarken...
Tuttum, "Hünersiz bir sesim var. Sana, senin işitemeyeceğin bir şarkıyı
söyleyen bir ses." dizelerini çıkarttım, gülümseyişimin hüznüne
iliştirdim, gırç gırç benzeri bir sesle ilerlerken ayaklarım karın üstünde,
içinde...
Sonra yine gerçek, buz gibi, don gibi, tokat hayır yumruk
gibi göğsüme inen gerçek; ısınmayan evlerin, üşüyen çocukların, donarak ölen
insanların gerçekliği, yokluğun içindeki varlıkları ve yok oluşları...
Utandım kendimden,
"ve ben ne yarın, ne dün, ne bu akşam
onu sevmekten başka bir şey yapamam."
çaresizliğinden de büyük bir utanç... Soğuk, beyaz ve
yakıcı, zifiri bir utanç...
D.K
7 Aralık 2021
10 Aralık 2021
“En sakin, en huzurlu görünen hayatların arkasındaki sırları, kimi zaman o
hayatların içinde ya da hemen yanıbaşında olsak dahi, görmemiz mümkün
olmayabilir. Sır aslında bizim ortaya çıkarttığımız bir şey değil, bizzat sır
sahibinin, kendi istediği zaman ortaya çıkarttığı bir şeydir. O da, tıpkı
evlerinden uzaklaşırken dönüş yolunu kaybetmekten korkan masal kahramanlarının
yola pirinç taneleri dökmeleri gibi sırrının ipuçlarını döker yola. Ama bunu
anlamak, o ipuçlarını görmek için, önce o yola girebilmeniz, o yolun size
açılması gerekir.”
“Hayatı anlatmak ne kadar zordu, elinde bir sırıkla ipin üzerinde yürüyeyen
cambazın neler yaşadığını bilmek ne kadar zordu. Sonunda, her şey bittiğinde,
onu alkışlamaktan başka yapabilecek bir şeyimiz var mıydı? Düşmeyeni
alkışlamaktan ibaret bir hayat güzel olabilir miydi, her şey böyle daha iyi
olabilir miydi?”
Uykusuz kaldım, lakin, okumak için benim kadar geç kalmış olanlara
diyebilirim ki; tek solukta okunacak, sevilecek ve hemen unutulmayacak bir
kitap… 💚🌕
“Ne tuhaf diyorum,” kendi
kendime, “insanın unutmadığı, unutamadığı, affedemediği bir tarafı hep
kalıyor!”
D.K.
10 Aralık 2021 05:10
15
Aralık 2021
Kıptiler kovalasın sizi! Kaçarken de "şecaat arz
ederken merd-i kıpti sirkatin söyler" darb-ı meselinizi kolunuz altına
alıp gidin!..
Çok Roman tanırım. Sofralarında doydum, evlerinde uyudum. Çoğu çiçeğin adını
onlardan öğrendim, gülü, karanfili onlarla sevdim, atların güzelliğini, ateşin
kokusunu, kırmızının asiliğini, dallı güllü oyalı yemenilerin yumuşaklığını,
bir simidin 8 eşit parçaya bölünebileceğini, karaduman çitlemeyi, domat
çorbasına cücük konduğunu, klarnetin hüznünü, dümbeleğin coşkusunu, el emeğinin,
göz nurunun değerini, zanaatın sanatla buluşmasını onlardan öğrendim, her şey
tepetaklak olmuşken iki tıngırtıya kalça sallayıp gülmeyi de. Evet benim
tanıdıklarım hep mertti, dürüsttü, neşeliydi, hüzünlüydü, özgürdü ve hepsinden
önemlisi alabildiğine insandı. Tanımadıklarımın da öyle olduklarına eminim. Ne
arsızlıklarını gördüm ne hırsızlıklarını. Bu arada Romanlar kendilerine Çingene
derler, başkalarının kendilerine Çingene ya da Kıpti demesini istemezler.
Çingene gibi'den tutun çalan çırpan Kıpti'ye uzanan derin aşağılamalara konu
olmuştur çünkü adları. Ve fakat ne zaman ki biri kendince eleştirmek istese
pembemi kırmızımı ya da saçındaki çiçeği "Çingene gibi olmuşsun"
diye, gurur duyarım kendimle, ömrümün en güzel zamanlarında, çocukluğumda, kendi
mayalarından katıp hayatımı yoğuran insanlara benzetildiğim için...
Demem o ki; yönetimdeki siyasilerin hırsızlıklarını yerecekseniz bizzat onların
adını kullanın, canım Çingeneleri buna alet etmeyin!.. Ki ben de durup durup
137. Osmanlı sadrazamı Koca Ragıp Paşa'yı anmak(!) zorunda kalmayayım...
D.K.
15 Aralık 2021 22:30
17 Aralık 2021
“Piero Manzoni değiliz ki kazuratımız para etsin.” Demişti canım babam. Bu günler, o günlerden daha daha beter!
Piero Manzoni, kavramsal sanatın öncüsü olarak tanımlanan İtalyan sanatçı. 11 yıllık sanat ömrüne sayısız sergi ve eserle birlikte 4 uluslararası sergi, 4 sanat kitabı sığdırdı. L’Arte nucleare (Hiroşima ve Nagasaki atom bombalarının oluşturduğu tahribata dikkat çeken Nükleer sanat) hareketinde yer aldı. Eserlerinde daha çok alçıyı kullanmayı tercih etse de Manzoni en çok dışkısı ile konuşuldu. Merda d’artista (Sanatçının Boku) adlı eseri tüm Dünya’da ses getirdi. Manzoni, 01’den 90’a kadar numaralandırdığı, imzaladığı ve dört dilde (İtalyanca, Fransızca, İngilizce ve Almanca) hazırlanmış etiketli, teneke konservede tam 30 gram dışkısını sanat eseri olarak satışa sundu. Dışkı dolu konserveler için 300 gram saf altın fiyatı biçti. Sanatçının hedefi, bir sanatçının beş para etmez bokuna bile para vermeye hazır sözde sanat sevicilerin aslında gerçek sanata değil üne önem verdiğine dikkat çekmekti. Ve bunu başardı. Manzoni’nin bu işi yapmasının altında yatan sebeplerden biri, belki de en belirleyicisi konserve fabrikası olan babasının “yaptıkların bir boka benzemiyor, kimse bunlara para vermez” sözlerine duyduğu kırgınlık. Manzoni’nin bokundan elde ettiği gelirin tek kuruşuna dokunmadığı bilinse de nereye harcadığı asla söylenmedi. 1963 yılında henüz 29 yaşında geçirdiği kalp krizi sonucu Milano’daki atölyesinde öldü. Kavanozlardan bazıları halen özel koleksiyonlar kapsamında çeşitli müzelerde sergilenmektedir. 01, Nanda Vigo’nun (Piero Manzoni’nin sevgilisi) özel koleksiyonundan ölümü ardından vasiyeti ile Milano’daki San Fedele Müzesinde sergilenmektedir. 2008 yılında 82 numaralı konserve Londra’daki bir açık arttırmada 97.250 Sterline, 2016 yılında 14 numaralı konserve New York’taki bir açık arttırmada 312.750 US-Dolar’a satıldı. Bu miktarlar, Manzoni’nin hayattayken satılmış tüm sanat eserlerinden katbekat fazlaydı.
D.K
17 Aralık 2021 22:00
20 Aralık
Şili için sevinmek
Ülkem için kahrolmak
Hem yakın hem uzak
Hem garip hem normal
Hep eksik hep yarım
hissetmek
D.K.
…keskin bir soğuk,
duru bir gök, yıldızlar, ay, geceye itaatsiz ayaklarımın çıkardığı ses gibi
yabancı, hüzünlü, sevinçli, yalnız ve dahi kalabalık, kabarık duygularımı
neresinden tutacağını bilemeyen, küçük, şaşkın, yaban ellerim, kronik özlemden
mustarip yurtsuz ruhum…
D.K.
20 Aralık 2021 21:32
23 Aralık 2021
Bugün çocuklarımdan biri dedi ki; “ben de büyüyünce doktor olacağım, senin
gibi hem çocukları iyileştireceğim hem de anneleri olacağım. Annem hayatta
olsaydı seni çok severdi ve sen çok iyi bir annesin. O yüzden büyüyünce sen
olacağım.”
Gözümde biriken yaşı gördü mü gırtlağımdaki yumruyu hissetti mi bilmiyorum.
Ona, büyüyünce ben değil, kendin olacaksın ve sen hem çok başarılı hem çok iyi
yürekli biri olacaksın, bense çocuğu ile gurur duyan biri olacağım, diyebildim.
Corona önlemleri gereği çocuklara sarılmamamız öneriliyor. Hangi önlem, hangi
öneri, hangi anneyi, hangi insanı böyle bir anda çocuğuna sarılmaktan
alıkoyabilir!
…..
Dosya çantasını odamda bırakıp fincanımı getirmişim eve. Getirmişim
diyorum, çünkü yol boyunca farkına varmadım. Kapıyı açmak için çantayı koluma
takma hamlesini yaparken fark ettim.
Bu hal nereye varır, bilmiyorum... Neyse şimdi geleneksel T1 kahve
fincanında sıcak şarap içiyorum. Bununla avunma kararı aldım...
Artık gözyaşlarımı tutmak zorunda değilim…
D.K.
23 Aralık 2021 23:10
