Geçen haziran tanışmıştım. Covid sürecinde ciddi
rahatsızlığı olmayan ancak yaşı nedeniyle risk grubunda olan ve hayatları
kısıtlanan kişiler için çalıştığım kurum gönüllüler programı oluşturmuştu. Bize
de listeler gelmişti. Nasılsa işime yürüyerek gidip gelme lüksüm var diyerek,
yolumun üstünde olan bir adrese talip olmuştum. Böyle girmişti hayatıma Inge.
Başlarda haftada bir uğruyor, ihtiyaçlarını soruyor, biraz
da sohbet ediyordum. Çok kısa sürede alışıp sevdik birbirimizi. Ufak tefek
ihtiyaçlarını karşılamaya, uzun sohbetleri ve kısa yürüyüşleri eklemiştik.
Hayrandım ona. 97 yaşında, insana, hayata, umuda karşı inancını hiç kaybetmemiş
koca bir bilge. Savaştan kalan anılarını, öğretmenlik zamanlarını ve bol bol
kısacık süren evliliğini anlatırdı. Bazı günler Deniz için kitap verir ve eğer
okursa kitap ile ilgili fikrini ufak notlar halinde yazmasını rica ederdi.
Böylece bir nevi Denizle de mektup arkadaşı olmuşlardı. Bana kek ve yemek
tarifleri verirdi, bahçe için pratik ipuçları ve farklı örgü teknikleri
öğretirdi. Altı ay gibi kısa bir sürede hayatımda önemli bir yere sahip
olmuştu. Sevmenin zamana bağlı olmadığını zaten hep düşünmüşümdür. 2020'yi o da
hiç sevmemişti. "Televizyonla kavga eden yaşlı bir kadın yaptı bu yıl
beni" derdi ve gülerdi. Zaten çoğunlukla gülerdi. Noel'de bana kendi
ördüğü bir şalı, Deniz'e ise bir kitap ve yine kendi ördüğü bir çift çorap
hediye etmişti. “Alışverişe gidemediğim için, ancak bu kadar” demişti. Oysa
böylesi çok daha kıymetliydi, bunu ona da söylemiştim. Ben de ona 2021'de
kutulardaki fotoğraflarını yerleştirmesi için kocaman bir albüm almıştım, bir
de çok sevdiği, tarifini kendisinin verdiği bisküvilerden yapmıştım. Deniz ise
güzel bir kart yazmıştı, nice güzel dileklerle.
Ocak ayının ilk haftası Deniz hasta olduğu için
gidememiştim. Telefonda sohbet etmiştik. "Bir ihtiyacım yok", diyordu
hep. Geçen pazartesi gittiğimde ilk defa üstünde sabahlıkla açmıştı kapıyı.
Oysa her zaman titizlikle giyinen zarif ve şık bir kadındı. İlk defa huzursuz
ve hatta biraz huysuzdu. Anlatmak, konuşmak bile gelmiyordu içinden.
"Yoruldum", diyordu. "Yoruldum, gitme vaktim geldi".
Hissetsem de o yorgunluğu "Sen neler yaptın, yorulmadın da şimdi mi
yoruldun?" diye sorduğumda; "Hiçbir şey yapamamaktan yoruldum
zaten", diye cevap vermişti. "Artık işe yaramıyorum, yer kaplamama
gerek yok dünyada", diye de eklemişti. Yalnızlığını ilk defa böyle yoğun
hissetmeye başlamıştı. Yaşına rağmen devamlı aktif olan o kadın, Covid
nedeniyle evden çıkamaz olmuştu. Bu haline alışık olmadığım için salı, çarşamba
derken Pazar hariç her gün gittim. Her gün yeni bir uğraş bulmaya çalışıyordum,
fotoğraf albümünü de düzenlemeye başlamıştık. Geçen pazartesi olduğu kadar
olumsuz değildi artık yine güzelce giyiniyor, beni gülümseyerek karşılıyordu
ama eski hali de yoktu. O 97 yaşındaki koca bilge, gözüme ilk defa 97 göründü
geçen hafta.
İçimdeki huzursuzluk bir türlü geçmeyince, bu sabah ilk iş
durumu şefime anlatmak oldu. Merkezi arayıp şefin önerisiyle yatılı bir
yardımcı talep ettim. Nasıl dil döktüysem, kabul ettirdim. Cuma gününe randevu
aldım. Ki bu süreçte, bu çok zor karşılanan bir talep. Derdim, ev işlerine
yardımcı olacak biri değil, bakıma da muhtaç değil. Ama yalnızdı. Ölmek
isteyecek kadar yalnız. İçim biraz rahatlamış olsa da bu kararı ona danışmadan
aldığım için de suçluluk doluydu. Hakkım, haddim olmadan hayatına müdahale
etmiştim ama bir yandan da sadece randevu aldım, son karar zaten onun diye
avutuyordum kendimi. İki saat erken çıktım ve neredeyse koşarak gittim evine,
yol boyunca beni anlamasını, bana kızmamasını ve kabul etmesini diledim. Zile
bastım. Son kez içimden, ne olur kızma bana diye geçirerek. Açılmadı. Bekledim.
Bir daha bastım zile. Açmadı. Anahtarım vardı, hiç kullanmamıştım.  Televizyon açıktı. Başı sırtlıkta, kucağında
fotoğraf albümü.
Sonrası yok. Aranması gereken yerleri aradım. Gelenler
görevlerini yaptı, formlar dolduruldu. Aldılar, götürdüler. Kalanlar desteğe
ihtiyacım olup olmadığını sordular. Hayrandım ona, dedim. Omuzumu tutup sıktı
biri. Hadi eve bırakalım, dediler. Eve bıraktılar. Deniz merak etmiş. Geç
kaldın, dedi. Inge'ye uğramıştım, dedim. Gülümsedi. Uzamış yine sohbet, dedi.
Yok, ölmüş Inge, dedim. A, niye ki? diye sordu. İhtiyarlıktan, doğal ölüm,
dedim. Yalnızlıktan diyemedim.  Sarıldı
bana. Sımsıkı sarıldım ben de. 
Üstümü değiştirip sofrayı hazırladım. Yemeğimizi yerken bol
bol konuştuk. Online dersleri, ödevleri, eriyen karı, küresel ısınmayı,
Koalaların parmak izi olan tek keseli olduğunu, altın gol kuralını,
Barbados-Grenada maçını, Barbadoslu futbolcuların her iki kaleyi koruyuşunu ve
tabii Coronayı. Konu konuyu açtı, Deniz yatana kadar konuştuk, güldük, sıradan
bir günün, sıradan bir akşamı gibi. 
Deniz yatınca yarının yemeği için hazırlık yaptım, yarın bir
tek fırına sürmesi kalsın diye, yeşil mercimekli börek, babam çok severdi.
Sonra da sıcak şarap yaptım kendime, oturdum, bunları yazıyorum. Hayat devam
ediyor. Inge öldü. Beynim uğuldadı sanki. Tıpkı on dört yıl önce “Ermeni bir
gazeteciyi vurmuşlar.” dediklerinde uğuldadığı gibi. 19 Ocak’ı sevmiyorum. Oysa
yarın babamın doğum günü. Inge’ye de börek götürecektim belki, babamı
anlatacaktım belki de. Ama Inge öldü. Onu böylesine yalnızlaştıran Covid
yüzünden diye düşündüm. Sonra bunu kendine yakıştırmayacağına karar verdim. 97
yaşındaydı, hep iyi oldu, güçlü oldu, dolu yaşadı, yorulmuştu ve artık yer
açmak istiyordu.
 "Hayatımda
olduğun küçük zaman diliminde kattığın büyük güzellikler için teşekkür ederim.
Mümkün müdür bilmiyorum ama mümkünse aşkla, sımsıkı sarıl eşine ve huzurla
dinlen bilge kadın. Belki babamı da görürsün."
D.K.
19 Ocak 2021 23:34