29 Aralık 2022 Perşembe

Ocak 2021

 

Geçen haziran tanışmıştım. Covid sürecinde ciddi rahatsızlığı olmayan ancak yaşı nedeniyle risk grubunda olan ve hayatları kısıtlanan kişiler için çalıştığım kurum gönüllüler programı oluşturmuştu. Bize de listeler gelmişti. Nasılsa işime yürüyerek gidip gelme lüksüm var diyerek, yolumun üstünde olan bir adrese talip olmuştum. Böyle girmişti hayatıma Inge.

 

Başlarda haftada bir uğruyor, ihtiyaçlarını soruyor, biraz da sohbet ediyordum. Çok kısa sürede alışıp sevdik birbirimizi. Ufak tefek ihtiyaçlarını karşılamaya, uzun sohbetleri ve kısa yürüyüşleri eklemiştik. Hayrandım ona. 97 yaşında, insana, hayata, umuda karşı inancını hiç kaybetmemiş koca bir bilge. Savaştan kalan anılarını, öğretmenlik zamanlarını ve bol bol kısacık süren evliliğini anlatırdı. Bazı günler Deniz için kitap verir ve eğer okursa kitap ile ilgili fikrini ufak notlar halinde yazmasını rica ederdi. Böylece bir nevi Denizle de mektup arkadaşı olmuşlardı. Bana kek ve yemek tarifleri verirdi, bahçe için pratik ipuçları ve farklı örgü teknikleri öğretirdi. Altı ay gibi kısa bir sürede hayatımda önemli bir yere sahip olmuştu. Sevmenin zamana bağlı olmadığını zaten hep düşünmüşümdür. 2020'yi o da hiç sevmemişti. "Televizyonla kavga eden yaşlı bir kadın yaptı bu yıl beni" derdi ve gülerdi. Zaten çoğunlukla gülerdi. Noel'de bana kendi ördüğü bir şalı, Deniz'e ise bir kitap ve yine kendi ördüğü bir çift çorap hediye etmişti. “Alışverişe gidemediğim için, ancak bu kadar” demişti. Oysa böylesi çok daha kıymetliydi, bunu ona da söylemiştim. Ben de ona 2021'de kutulardaki fotoğraflarını yerleştirmesi için kocaman bir albüm almıştım, bir de çok sevdiği, tarifini kendisinin verdiği bisküvilerden yapmıştım. Deniz ise güzel bir kart yazmıştı, nice güzel dileklerle.

 

Ocak ayının ilk haftası Deniz hasta olduğu için gidememiştim. Telefonda sohbet etmiştik. "Bir ihtiyacım yok", diyordu hep. Geçen pazartesi gittiğimde ilk defa üstünde sabahlıkla açmıştı kapıyı. Oysa her zaman titizlikle giyinen zarif ve şık bir kadındı. İlk defa huzursuz ve hatta biraz huysuzdu. Anlatmak, konuşmak bile gelmiyordu içinden. "Yoruldum", diyordu. "Yoruldum, gitme vaktim geldi". Hissetsem de o yorgunluğu "Sen neler yaptın, yorulmadın da şimdi mi yoruldun?" diye sorduğumda; "Hiçbir şey yapamamaktan yoruldum zaten", diye cevap vermişti. "Artık işe yaramıyorum, yer kaplamama gerek yok dünyada", diye de eklemişti. Yalnızlığını ilk defa böyle yoğun hissetmeye başlamıştı. Yaşına rağmen devamlı aktif olan o kadın, Covid nedeniyle evden çıkamaz olmuştu. Bu haline alışık olmadığım için salı, çarşamba derken Pazar hariç her gün gittim. Her gün yeni bir uğraş bulmaya çalışıyordum, fotoğraf albümünü de düzenlemeye başlamıştık. Geçen pazartesi olduğu kadar olumsuz değildi artık yine güzelce giyiniyor, beni gülümseyerek karşılıyordu ama eski hali de yoktu. O 97 yaşındaki koca bilge, gözüme ilk defa 97 göründü geçen hafta.

 

İçimdeki huzursuzluk bir türlü geçmeyince, bu sabah ilk iş durumu şefime anlatmak oldu. Merkezi arayıp şefin önerisiyle yatılı bir yardımcı talep ettim. Nasıl dil döktüysem, kabul ettirdim. Cuma gününe randevu aldım. Ki bu süreçte, bu çok zor karşılanan bir talep. Derdim, ev işlerine yardımcı olacak biri değil, bakıma da muhtaç değil. Ama yalnızdı. Ölmek isteyecek kadar yalnız. İçim biraz rahatlamış olsa da bu kararı ona danışmadan aldığım için de suçluluk doluydu. Hakkım, haddim olmadan hayatına müdahale etmiştim ama bir yandan da sadece randevu aldım, son karar zaten onun diye avutuyordum kendimi. İki saat erken çıktım ve neredeyse koşarak gittim evine, yol boyunca beni anlamasını, bana kızmamasını ve kabul etmesini diledim. Zile bastım. Son kez içimden, ne olur kızma bana diye geçirerek. Açılmadı. Bekledim. Bir daha bastım zile. Açmadı. Anahtarım vardı, hiç kullanmamıştım.  Televizyon açıktı. Başı sırtlıkta, kucağında fotoğraf albümü.

 

Sonrası yok. Aranması gereken yerleri aradım. Gelenler görevlerini yaptı, formlar dolduruldu. Aldılar, götürdüler. Kalanlar desteğe ihtiyacım olup olmadığını sordular. Hayrandım ona, dedim. Omuzumu tutup sıktı biri. Hadi eve bırakalım, dediler. Eve bıraktılar. Deniz merak etmiş. Geç kaldın, dedi. Inge'ye uğramıştım, dedim. Gülümsedi. Uzamış yine sohbet, dedi. Yok, ölmüş Inge, dedim. A, niye ki? diye sordu. İhtiyarlıktan, doğal ölüm, dedim. Yalnızlıktan diyemedim.  Sarıldı bana. Sımsıkı sarıldım ben de.

 

Üstümü değiştirip sofrayı hazırladım. Yemeğimizi yerken bol bol konuştuk. Online dersleri, ödevleri, eriyen karı, küresel ısınmayı, Koalaların parmak izi olan tek keseli olduğunu, altın gol kuralını, Barbados-Grenada maçını, Barbadoslu futbolcuların her iki kaleyi koruyuşunu ve tabii Coronayı. Konu konuyu açtı, Deniz yatana kadar konuştuk, güldük, sıradan bir günün, sıradan bir akşamı gibi.

 

Deniz yatınca yarının yemeği için hazırlık yaptım, yarın bir tek fırına sürmesi kalsın diye, yeşil mercimekli börek, babam çok severdi. Sonra da sıcak şarap yaptım kendime, oturdum, bunları yazıyorum. Hayat devam ediyor. Inge öldü. Beynim uğuldadı sanki. Tıpkı on dört yıl önce “Ermeni bir gazeteciyi vurmuşlar.” dediklerinde uğuldadığı gibi. 19 Ocak’ı sevmiyorum. Oysa yarın babamın doğum günü. Inge’ye de börek götürecektim belki, babamı anlatacaktım belki de. Ama Inge öldü. Onu böylesine yalnızlaştıran Covid yüzünden diye düşündüm. Sonra bunu kendine yakıştırmayacağına karar verdim. 97 yaşındaydı, hep iyi oldu, güçlü oldu, dolu yaşadı, yorulmuştu ve artık yer açmak istiyordu.

 

 "Hayatımda olduğun küçük zaman diliminde kattığın büyük güzellikler için teşekkür ederim. Mümkün müdür bilmiyorum ama mümkünse aşkla, sımsıkı sarıl eşine ve huzurla dinlen bilge kadın. Belki babamı da görürsün."

 

D.K.

19 Ocak 2021 23:34