30 Aralık 2022 Cuma

Temmuz 2021

 

2 Temmuz 2021

 

beklerken uzar zaman...

beklemek, belki de bu yüzden yorar...

 

D.K.

2 Temmuz 2021 01:40

 

 

8 Temmuz 2021

 

- Neden gelmedin geçen salı?

- Çok özendim, saçımı topladım, dağınık topuz, adı üstünde hem dağınık hem topuz. Kapıdan çıkmak üzereyken aynada kendimi gördüm, böyle çıksam, "saç baş dağınık", "iyice dağıttı" diyeceklerdi. Ama kıyamadım topuzuma, çok özenmiştim.

- O yüzden gelmedin yani?

- Hem evet hem hayır. Yani insanları anlamıyorum, başkalarının dağılmasını izlemekten inanması güç bir haz alıyorlar. Oysa dönüp kendi içlerine baksalar, kendi dağılmışlıklarını görecekler. Bu korkuyu gizlemek için, daha doğrusu kendi mutsuzluklarının örtüsünü, başkalarının acılarını üryan kılmak için kullanıyorlar. Kim bilir, belki de 'örtbas' ismi bu davranıştan türemiştir; kendini ört, gizle, bunun için başkalarının duyguları üzerine basman gerekse bile. Kim bilir.

- Çok değişik ama aynı zamanda değerli bir bakış açısı. Hem evet hem hayır, dedin. Bu durumda, saçlarını açmaya ve dağınık olmayan bir topuz yapmaya kıyamadın, aynı zamanda dağınık topuzla çıkarsan da insanların seni dağılmış olmakla yargılamalarından korktun, öyle mi?

- Öyle.

- Peki, sen, kendini dağılmış hissettiğin için mi saçlarını dağınık topuz yaptın?

- O topuzu "bilinçaltın mı yaptırdı" diye soruyorsanız, hayır. Bir dergide gördüm, çok hoşuma gitti, kıvırcık saçlarıma ve yüzüme çok yakışacağını düşündüm, haklıydım, çok yakıştı.

- Eminim, çok güzel olmuştur, görebilmeyi çok isterdim.

- Teşekkür ederim, size de çok yakışır, sizin de saçlarınız kıvır kıvır ve çok güzel.

- Deneyeceğim, becerebilir miyim bilmiyorum. Ne dersin, haftaya ikimiz de dağınık topuz yapalım mı? Hem sen bana, güzel yapıp yapmadığımı söylersin.

- Tamam, ama...

- Ama'sı yok. Bırak başkaları örtbas etsin duygularını, senin güzelliğinin örtülere ihtiyacı yok.

- Peki.

 

D.K.

8 Temmuz 2021 21:44

  

 

10 Temmuz 2021

 

Aslında noktalama işaretlerini doğru kullanmıyorum.

Virgül mesela, başımın belası. Kurduğum cümlelerde, nerede es veriyorsam virgül koyuyorum, yanlış olduğunu bile bile.

Nokta ile aram fena değil. Tek noktada; cümle bitiyor, iki noktada; cümle bitiyor ama içimdekiler bitmiyor, üç noktada; cümle bitiyor, içimdekiler coşuyor, çok noktada ne cümle bitiyor ne de içimdekiler...

Soru işaretini bazen unutuyorum. Cümle kendini belli ediyordur avuntusuna sığınıyorum.

Ünlem ise zaman zaman etmediğim bir küfür oluyor yahut rica ya da teşekkür. Bunun ayrımına okuyan beni tanıyorsa varıyor ancak. Kararsız, karmaşık, zor.

Ama noktalı virgül öyle mi?  ‘Dur orada’ diyor, “dur ama gitme”, “devamı var, devam ediyor” diyor, bazen de “açıklayacaklarım var” ya da “bir de farklı bir açıdan bakalım” diyor.

Seviyorum ; )

 

D.K.

10 Temmuz 2021

 


11 Temmuz 2021

 

İkinci Dünya Savaşı ardından Citroën hem sağlam hem de ucuz bir araba üretmeye karar verir. Üretim aşamasında göz önüne alınan en önemli kriter her yol şartında yarı yolda bırakmadan sürülebilecek aynı zamanda sarsıntıyla köylünün yumurtaları kırılmadan pazara ulaştırmasını sağlayacak dayanıklılığa ve güce sahip olması.

48 sonu üretime başlayıp 49’da seri üretimine geçilen 2CV Fransa’da çok sevilmiş. Fakat başlarda Avrupa genelinde özellikle Almanya’da yer edinememiş. Almanlar biraz da aşağılamak için 2 beygir gücünde anlamına gelen “deux chevaux” 2CV için “Ente” yani ördek adını uygun görmüş.

Ancak o ördek tıpkı “çirkin ördek yavrusu” masalındaki gibi zamanla tüm dünyada bilinen, sevilen bir kuğu olup milyonlarca hayran edinmeyi başarmış. 27 Temmuz 1990 tarihinde son kez üretilen Citroën 2CV, 41 yıl boyunca aralıksız üretilen tek model unvanına sahiptir.

Ve elbet ben de Ördeği tıpkı Böcek gibi severim...

Ve fakat kalbimde T1 aşkı bakidir...

D.K.

11 Temmuz 2021 15:30

 

 

12 Temmuz 2021

 

...oysa fesleğen kokusu vardı havada ve tomurcuğu gülün...

 

D.K.

12 Temmuz 2021 22:12

 

 

17 Temmuz 2021

 

elimde şişlerim

zamanı örüyorum yumak yumak

biliyorum

eğer bir gün biterse

dünyanın en büyük battaniyesi olacak

ama olsun

yine de örüyorum

saniyeler ilmek

dakikalar renk

zamanı örüyorum gitgide büyüyerek

seni göreceğim an'a örüyorum

sonra tekrar "elveda" diyeceğim an'a

yünüm bol nasıl olsa

elimde şişlerim

zamanı örüyorum amansızca...

 

D.K.

17 Temmuz 2021 00:57

Not: Heinrich Böll'ün İrlanda Güncesi

kitabının arka kapağının iç kısmına yazmışım,

tarih eklememişim yine de doksanların ortası olmalı.

 

 

 

18 Temmuz 2021

 

Yürütülen yanlış ve yalanlarla örülü göç ve göçmen politikasından şikayet eden herkesi "ırkçılık" ile yaftalamak işin kolayına kaçmaktır! Hele ki AB ülkelerinden birinde yaşayıp, duruma AB'de işleyen politikalarla bakan insanların, Türkiye'de gerek sığınmacıların gerekse sığınmacılarla beraber yaşayan halkın zorluklarını bilmeden "ırkçı" demesi sadece kendi vicdanını aklama çabasıdır.

Eğer sistemden şikayet edenlerin gerekçeleri dosdoğru okunsa, edilen şikayetin "sığınma" olgusuna olmadığı ve hatta ırkçılık barındırmadığı anlaşılır.

Kendini aklamak ve işin kolayına kaçmak için göç ve göçmen politikasından şikayet edenlere "ırkçı" diyenlere sormak isterim;

Ocak 20'de "ödeme yapılmazsa, sınır kapılarını açarız" tehdidinde nasıl bir tepki verdiniz?

Nisan 21'de 'SofaGate' adı verilen skandalı(!) günlerce konuşurken, o toplantının temelinde, sığınmacılara alınıp satılan, pazarlığı yapılan “nesne” muamelesi yapılır, insan onuru yok sayılırken neredeydiniz?

Yunanistan'daki kamplarda, insanlık dışı şartlarda yaşayan insanlar, ölürken, öldürürken, öldürülürken gözlerinizi niye kapattınız?

Suriye sınırında, gencecik kadınlar ve hatta kız çocukları ayıklayıp, tecavüze uğrayıp sonra da seks işçisi yapılırken neredeydiniz?

Para karşılığında satılıp, evlatlık verilen bebeklerin, organları için kaçırılanlar çocukların konusu açıldığında niye hep başınızı çevirip kulaklarınızı kapattınız?

Mülteci adı altında yurda sokulan işid'e sessiz kalmadınız mı ya da tırlarla işid’e silah gönderilirken? Tıpkı başka ülkenin sınırları dahilinde çatışıp ölen genç askerlerin cenazeleri gelirken, “o çocukların orada ne işi vardı” sorusunu sormadığınız zamanlardaki gibi.

AB ülkeleri sığınma talebinde bulunan mültecileri meslek grubuna göre seçerken de hiç tepki vermediniz. Çünkü, mesleksiz bir mültecinin, AB'de sığınma talep etmiş, bir hekim, bir mühendis kadar yeri olamazdı değil mi?

AB ülkelerinde adı, adi suçlara karışan Mülteciler, sınır dışı edilirken, sessizliğinizle onaylayıp Türkiye'de yolda, parkta taciz edilen kadına, ırkçı diye bağırırken, kadının tacizcinin milliyetinden değil, bizzat tacizden rahatsız olduğunu düşünmemek işinize gelmedi mi?

Hayatlarına nasıl devam edeceğini bilmezken, yeni çocuklarla yola nasıl devam edeceklerinin endişesini taşıyan hekimler, sığınmacılara, doğum kontrol yöntemleri önerirken, onlara, şu şartlarda dünyaya çocuk getirmenin yanlış olduğunu, anlatmaya çalışırken, o hekimlerin uğradığı şiddete sessiz kalıp üstüne “kişisel haklara müdahale” ile suçlamadınız mı onları?

Sınır Tanımayan Doktorlar, bazı bölgelerde çekilmek zorunda kalırken niye el uzatmadığınız, niye herkesin sağlık hizmeti almaya hakkı var, sağlık hizmeti verenlere güvenlik sağlanmalı demediniz?

Demem o ki; Sorun, sığınmacılar değil! Sorun, yürütülen yanlış politika ve bu yanlış politikanın ardına sığınan, işine geldiği gibi gülümseyen yahut sırıtan “iki yüzlülük” !..

Ülkesindeki şartlar, orada yaşamasına el vermiyorsa her insanın başka bir ülkede, sığınma talep etmesi, haktır!

67 yılında, Cenevre Sözleşmesi'ne eklenen Mülteciler Protokolüne göre, bu sözleşmede imzası bulunan hiçbir ülke, yaşamı tehlikede olan insanları sınırdan geri çevirme hakkına sahip değildir. Ancak bazı ülkeler, buna Türkiye'de dahil, sözleşmeye "coğrafi konum" çekincesi ekledi, Balkan Rotası diye adlandırılan Avrupa'ya geçişin kaçak olarak yaşandığı rotada yer alan birçok ülke gibi.

Buraya kadar tamam. Peki, en çok Türkiye'yi etkileyen ama aslında global bir sorun olan "mülteci krizi" ne zaman başladı?

Bana sorarsanız; Ağustos 2015’te Merkel'in "Wie schaffen das! (Bunu başarabiliriz!) sözleri ile. Ve bu cümleden sonra yanlış politikalar silsilesi yürüdü gitti.

Bundan sonrasını ise aklı ve vicdanı olan herkes biliyor aslında. AB ülkeleri, aldığı göçü kaldıramayacağını fark edince, Avrupa'ya geçişi, Türkiye üzerinden yapan Mülteciler için Türkiye'ye, sığınmacıların Türkiye'de tutulması karşılığında "Mülteci Fonu" vermeyi kararlaştırdı. Peki bazılarının, dil pelesengi ettiği bu “fon” gerçekten sığınmacılar için kullanıldı mı? Bunu da soralım, yazlık, kışlık saraylar pırıl pırıl ışıldarken, kendini aklamak ve işin kolayına kaçmak için göç ve göçmen politikasından şikayet edenlere "ırkçı" diyenlere!

 

D.K.

18 Temmuz 2021 20:52

Not: Elbette gerçek ırkçıları dair bir savunma değil,

sistemi eleştirenlere yönelik yapılan saldırıya ithaftır.

 


21 Temmuz 2021

 

"Mülteciler niye geliyor ya da gitmiyor?" sorularını, "Niye bu insanlar mülteci olmak zorunda kaldı?" ile değiştirmeyi öğrenir, içten, inanarak sormayı başarırsak; belki dünya daha yaşanır bir yer olur.

Aslında tüm soruların kapısındaki yanıt aynı; sevgi ve saygı. Çünkü, özgürce, hoşgörüyle ve barış içinde yaşayabileceğimiz, adına "hayat" dediğimiz kısa sürecin temeli bu ikili.

 

D.K.

21 Temmuz 2021 14:45

 

 

22 Temmuz 2021

 

"Hadi, kahve içelim!" dedi ve ekledi şirin bir ses tonuyla, "hem fal da bakarım."

Gülümsedim. Belki, dedim. Belki, başka bir zamanda diye düşündüm, söze dökerken -da'yı eklemedim...

 

D.K.

22 Temmuz 2021 15:47

 

 

26 Temmuz 2021

 

Zor olan uyanmak mı yoksa rüyanın devam etmediğini bilmek mi?

 

D.K.

26 Temmuz 2021

 

29 Temmuz 2021

 

“ ya insan değer yargılarını yerle bir bulursa?”

 

Önce değer yargılarını kendi bilerek ve isteyerek mi yerle bir etti, tesadüfler mi buna neden oldu yoksa başkalarının eli mi değdi diye sorarım.

Amma cevap ne olursa olsun değer yargısının kişiye dair olduğunu unutmadan, hayat şartları ve kişinin duygularının değişmesiyle değişebileceğini de hatırlatırım.

Yaş alırken sadece saçımız, tenimiz değil fikirlerimiz ve değerlerimiz de değişebilir. Değer yargılarımız bizim değer verdiğimiz kadardır. Bizi değersiz kılıp bizi yargılamak için değil...

 

D.K.

29 Temmuz 2021

 

 

30 Temmuz 2021

 

Hani sıkışınca "Allah ıslah etsin!" diyorsunuz ya; yaşanan bunca felakete, ölüme, yok oluşa rağmen devam ediyorsa kötülük, ki ediyor, o vakit durup düşünmenin vakti gelip geçmiş...

Islah edilmeyi beklemek değil ya iyi ya da kötü olmayı seçmek mesele...

 

D.K.

30 Temmuz 2021 21:54

 

 

 

Sanıyorlar ki; ateş düştüğü yeri yakar.

Oysa; “Nam tua res agitur, paries cum proximus ardet.” Horatius

 

D.K