2 Temmuz 2021
beklerken uzar zaman...
beklemek, belki de bu yüzden yorar...
D.K.
2 Temmuz 2021 01:40
8 Temmuz 2021
- Neden gelmedin geçen salı?
- Çok özendim, saçımı topladım, dağınık topuz, adı üstünde
hem dağınık hem topuz. Kapıdan çıkmak üzereyken aynada kendimi gördüm, böyle
çıksam, "saç baş dağınık", "iyice dağıttı" diyeceklerdi.
Ama kıyamadım topuzuma, çok özenmiştim.
- O yüzden gelmedin yani?
- Hem evet hem hayır. Yani insanları anlamıyorum,
başkalarının dağılmasını izlemekten inanması güç bir haz alıyorlar. Oysa dönüp
kendi içlerine baksalar, kendi dağılmışlıklarını görecekler. Bu korkuyu
gizlemek için, daha doğrusu kendi mutsuzluklarının örtüsünü, başkalarının
acılarını üryan kılmak için kullanıyorlar. Kim bilir, belki de 'örtbas' ismi bu
davranıştan türemiştir; kendini ört, gizle, bunun için başkalarının duyguları
üzerine basman gerekse bile. Kim bilir.
- Çok değişik ama aynı zamanda değerli bir bakış açısı. Hem
evet hem hayır, dedin. Bu durumda, saçlarını açmaya ve dağınık olmayan bir
topuz yapmaya kıyamadın, aynı zamanda dağınık topuzla çıkarsan da insanların
seni dağılmış olmakla yargılamalarından korktun, öyle mi?
- Öyle.
- Peki, sen, kendini dağılmış hissettiğin için mi saçlarını
dağınık topuz yaptın?
- O topuzu "bilinçaltın mı yaptırdı" diye
soruyorsanız, hayır. Bir dergide gördüm, çok hoşuma gitti, kıvırcık saçlarıma
ve yüzüme çok yakışacağını düşündüm, haklıydım, çok yakıştı.
- Eminim, çok güzel olmuştur, görebilmeyi çok isterdim.
- Teşekkür ederim, size de çok yakışır, sizin de saçlarınız
kıvır kıvır ve çok güzel.
- Deneyeceğim, becerebilir miyim bilmiyorum. Ne dersin,
haftaya ikimiz de dağınık topuz yapalım mı? Hem sen bana, güzel yapıp
yapmadığımı söylersin.
- Tamam, ama...
- Ama'sı yok. Bırak başkaları örtbas etsin duygularını,
senin güzelliğinin örtülere ihtiyacı yok.
- Peki.
D.K.
8 Temmuz 2021 21:44
10 Temmuz 2021
Aslında noktalama işaretlerini doğru kullanmıyorum.
Virgül mesela, başımın belası. Kurduğum cümlelerde, nerede es veriyorsam virgül koyuyorum, yanlış olduğunu bile bile.
Nokta ile aram fena değil. Tek noktada; cümle bitiyor, iki noktada; cümle bitiyor ama içimdekiler bitmiyor, üç noktada; cümle bitiyor, içimdekiler coşuyor, çok noktada ne cümle bitiyor ne de içimdekiler...
Soru işaretini bazen unutuyorum. Cümle kendini belli ediyordur avuntusuna sığınıyorum.
Ünlem ise zaman zaman etmediğim bir küfür oluyor yahut rica ya da teşekkür. Bunun ayrımına okuyan beni tanıyorsa varıyor ancak. Kararsız, karmaşık, zor.
Ama noktalı virgül öyle mi? ‘Dur orada’ diyor, “dur ama gitme”, “devamı var, devam ediyor” diyor, bazen de “açıklayacaklarım var” ya da “bir de farklı bir açıdan bakalım” diyor.
Seviyorum ; )
D.K.
10 Temmuz 2021
11 Temmuz 2021
İkinci Dünya Savaşı ardından Citroën hem sağlam hem de ucuz
bir araba üretmeye karar verir. Üretim aşamasında göz önüne alınan en önemli
kriter her yol şartında yarı yolda bırakmadan sürülebilecek aynı zamanda
sarsıntıyla köylünün yumurtaları kırılmadan pazara ulaştırmasını sağlayacak
dayanıklılığa ve güce sahip olması. 
48 sonu üretime başlayıp 49’da seri üretimine geçilen 2CV
Fransa’da çok sevilmiş. Fakat başlarda Avrupa genelinde özellikle Almanya’da
yer edinememiş. Almanlar biraz da aşağılamak için 2 beygir gücünde anlamına
gelen “deux chevaux” 2CV için “Ente” yani ördek adını uygun görmüş. 
Ancak o ördek tıpkı “çirkin ördek yavrusu” masalındaki gibi
zamanla tüm dünyada bilinen, sevilen bir kuğu olup milyonlarca hayran edinmeyi
başarmış. 27 Temmuz 1990 tarihinde son kez üretilen Citroën 2CV, 41 yıl boyunca
aralıksız üretilen tek model unvanına sahiptir. 
Ve elbet ben de Ördeği tıpkı Böcek gibi severim...
Ve fakat kalbimde T1 aşkı bakidir...
D.K.
11 Temmuz 2021 15:30
12 Temmuz 2021
...oysa fesleğen kokusu vardı havada ve tomurcuğu gülün...
D.K.
12 Temmuz 2021 22:12
17 Temmuz 2021
elimde şişlerim
zamanı örüyorum yumak yumak
biliyorum
eğer bir gün biterse
dünyanın en büyük battaniyesi olacak
ama olsun
yine de örüyorum
saniyeler ilmek
dakikalar renk
zamanı örüyorum gitgide büyüyerek
seni göreceğim an'a örüyorum
sonra tekrar "elveda" diyeceğim an'a
yünüm bol nasıl olsa
elimde şişlerim
zamanı örüyorum amansızca...
D.K.
17 Temmuz 2021 00:57
Not: Heinrich Böll'ün İrlanda
Güncesi 
kitabının arka kapağının iç
kısmına yazmışım, 
tarih eklememişim yine de
doksanların ortası olmalı.
18 Temmuz 2021
Yürütülen yanlış ve yalanlarla örülü göç ve göçmen
politikasından şikayet eden herkesi "ırkçılık" ile yaftalamak işin
kolayına kaçmaktır! Hele ki AB ülkelerinden birinde yaşayıp, duruma AB'de
işleyen politikalarla bakan insanların, Türkiye'de gerek sığınmacıların gerekse
sığınmacılarla beraber yaşayan halkın zorluklarını bilmeden "ırkçı"
demesi sadece kendi vicdanını aklama çabasıdır.
Eğer sistemden şikayet edenlerin gerekçeleri dosdoğru okunsa, edilen şikayetin "sığınma" olgusuna olmadığı ve hatta ırkçılık barındırmadığı anlaşılır.
Kendini aklamak ve işin kolayına kaçmak için göç ve göçmen politikasından şikayet edenlere "ırkçı" diyenlere sormak isterim;
Ocak 20'de "ödeme yapılmazsa, sınır kapılarını açarız" tehdidinde nasıl bir tepki verdiniz?
Nisan 21'de 'SofaGate' adı verilen skandalı(!) günlerce konuşurken, o toplantının temelinde, sığınmacılara alınıp satılan, pazarlığı yapılan “nesne” muamelesi yapılır, insan onuru yok sayılırken neredeydiniz?
Yunanistan'daki kamplarda, insanlık dışı şartlarda yaşayan insanlar, ölürken, öldürürken, öldürülürken gözlerinizi niye kapattınız?
Suriye sınırında, gencecik kadınlar ve hatta kız çocukları ayıklayıp, tecavüze uğrayıp sonra da seks işçisi yapılırken neredeydiniz?
Para karşılığında satılıp, evlatlık verilen bebeklerin, organları için kaçırılanlar çocukların konusu açıldığında niye hep başınızı çevirip kulaklarınızı kapattınız?
Mülteci adı altında yurda sokulan işid'e sessiz kalmadınız mı ya da tırlarla işid’e silah gönderilirken? Tıpkı başka ülkenin sınırları dahilinde çatışıp ölen genç askerlerin cenazeleri gelirken, “o çocukların orada ne işi vardı” sorusunu sormadığınız zamanlardaki gibi.
AB ülkeleri sığınma talebinde bulunan mültecileri meslek grubuna göre seçerken de hiç tepki vermediniz. Çünkü, mesleksiz bir mültecinin, AB'de sığınma talep etmiş, bir hekim, bir mühendis kadar yeri olamazdı değil mi?
AB ülkelerinde adı, adi suçlara karışan Mülteciler, sınır dışı edilirken, sessizliğinizle onaylayıp Türkiye'de yolda, parkta taciz edilen kadına, ırkçı diye bağırırken, kadının tacizcinin milliyetinden değil, bizzat tacizden rahatsız olduğunu düşünmemek işinize gelmedi mi?
Hayatlarına nasıl devam edeceğini bilmezken, yeni çocuklarla yola nasıl devam edeceklerinin endişesini taşıyan hekimler, sığınmacılara, doğum kontrol yöntemleri önerirken, onlara, şu şartlarda dünyaya çocuk getirmenin yanlış olduğunu, anlatmaya çalışırken, o hekimlerin uğradığı şiddete sessiz kalıp üstüne “kişisel haklara müdahale” ile suçlamadınız mı onları?
Sınır Tanımayan Doktorlar, bazı bölgelerde çekilmek zorunda kalırken niye el uzatmadığınız, niye herkesin sağlık hizmeti almaya hakkı var, sağlık hizmeti verenlere güvenlik sağlanmalı demediniz?
Demem o ki; Sorun, sığınmacılar değil! Sorun, yürütülen yanlış politika ve bu yanlış politikanın ardına sığınan, işine geldiği gibi gülümseyen yahut sırıtan “iki yüzlülük” !..
Ülkesindeki şartlar, orada yaşamasına el vermiyorsa her insanın başka bir ülkede, sığınma talep etmesi, haktır!
67 yılında, Cenevre Sözleşmesi'ne eklenen Mülteciler Protokolüne göre, bu sözleşmede imzası bulunan hiçbir ülke, yaşamı tehlikede olan insanları sınırdan geri çevirme hakkına sahip değildir. Ancak bazı ülkeler, buna Türkiye'de dahil, sözleşmeye "coğrafi konum" çekincesi ekledi, Balkan Rotası diye adlandırılan Avrupa'ya geçişin kaçak olarak yaşandığı rotada yer alan birçok ülke gibi.
Buraya kadar tamam. Peki, en çok Türkiye'yi etkileyen ama aslında global bir sorun olan "mülteci krizi" ne zaman başladı?
Bana sorarsanız; Ağustos 2015’te Merkel'in "Wie schaffen das! (Bunu başarabiliriz!) sözleri ile. Ve bu cümleden sonra yanlış politikalar silsilesi yürüdü gitti.
Bundan sonrasını ise aklı ve vicdanı olan herkes biliyor
aslında. AB ülkeleri, aldığı göçü kaldıramayacağını fark edince, Avrupa'ya
geçişi, Türkiye üzerinden yapan Mülteciler için Türkiye'ye, sığınmacıların
Türkiye'de tutulması karşılığında "Mülteci Fonu" vermeyi kararlaştırdı.
Peki bazılarının, dil pelesengi ettiği bu “fon” gerçekten sığınmacılar için
kullanıldı mı? Bunu da soralım, yazlık, kışlık saraylar pırıl pırıl ışıldarken,
kendini aklamak ve işin kolayına kaçmak için göç ve göçmen politikasından
şikayet edenlere "ırkçı" diyenlere!
D.K.
18 Temmuz 2021 20:52
Not: Elbette gerçek ırkçıları
dair bir savunma değil, 
sistemi eleştirenlere yönelik
yapılan saldırıya ithaftır. 
21 Temmuz 2021
"Mülteciler niye geliyor ya da gitmiyor?" sorularını, "Niye bu insanlar mülteci olmak zorunda kaldı?" ile değiştirmeyi öğrenir, içten, inanarak sormayı başarırsak; belki dünya daha yaşanır bir yer olur.
Aslında tüm soruların kapısındaki yanıt aynı; sevgi ve
saygı. Çünkü, özgürce, hoşgörüyle ve barış içinde yaşayabileceğimiz, adına
"hayat" dediğimiz kısa sürecin temeli bu ikili.
D.K.
21 Temmuz 2021 14:45
22 Temmuz 2021
"Hadi, kahve içelim!" dedi ve ekledi şirin bir ses
tonuyla, "hem fal da bakarım."
Gülümsedim. Belki, dedim. Belki, başka bir zamanda diye
düşündüm, söze dökerken -da'yı eklemedim...
D.K.
22 Temmuz 2021 15:47
26 Temmuz 2021
Zor olan uyanmak mı yoksa rüyanın devam etmediğini bilmek
mi?
D.K.
26 Temmuz 2021
29 Temmuz 2021
“ ya insan değer yargılarını
yerle bir bulursa?”
Önce değer yargılarını kendi
bilerek ve isteyerek mi yerle bir etti, tesadüfler mi buna neden oldu yoksa
başkalarının eli mi değdi diye sorarım. 
Amma cevap ne olursa olsun değer
yargısının kişiye dair olduğunu unutmadan, hayat şartları ve kişinin duygularının
değişmesiyle değişebileceğini de hatırlatırım. 
Yaş alırken sadece saçımız,
tenimiz değil fikirlerimiz ve değerlerimiz de değişebilir. Değer yargılarımız
bizim değer verdiğimiz kadardır. Bizi değersiz kılıp bizi yargılamak için
değil...
D.K.
29 Temmuz 2021
30 Temmuz 2021
Hani sıkışınca "Allah ıslah etsin!" diyorsunuz ya;
yaşanan bunca felakete, ölüme, yok oluşa rağmen devam ediyorsa kötülük, ki
ediyor, o vakit durup düşünmenin vakti gelip geçmiş...
Islah edilmeyi beklemek değil ya iyi ya da kötü olmayı
seçmek mesele...
D.K.
30 Temmuz 2021 21:54
Sanıyorlar ki; ateş düştüğü yeri yakar.
Oysa; “Nam tua res agitur, paries cum proximus ardet.”
Horatius 
D.K