25 Aralık 2022 Pazar

15 Ağustos 2020

 

Bu hafta sonu kendime mükafaten köşe yastığı olma keyfiyetini uygun gördüm. Ara ara yağsa da gök, genel anlamda bunaltıcı, yapış yapış bir hava vardı.



Nedimlerle böyle bir havada, kendimi balkondan bahçeye, bahçeden koltuğa dönüşümlü olarak taşırken tanışmış olmamın, onlara duyduğum yakınlıkla bir alakası olduğunu sanmıyorum. Arapça kökenli bir isim Nedim, arkadaş, yakın dost anlamına geliyor.

 

Ve evet bu hafta sonu tanıdığım iki Nedim’i de isimlerine yaraşır bir yakınlıkla sevdim. Biri Nedim Hoca, diğeri Nedim Usta. Her ikisi de baş karakter değil yan kahramandı. Çünkü her ikisi de okuduğum iki kitapta -tesadüfen aynı isme sahip- en sevdiğim kişiler oldu.

 

İlk Nedim Hoca ile tanıştım. Vedat Türkali’nin ‘Yalancı Tanıklar Kahvesi’nde çıktı karşıma. Öğrencilerine, “Kendinize güvenin, Allah’a değil!” dediği için görevden alınan psikoloji ve felsefe öğretmeni.

 

Kısa süre tutukluluk döneminin ardından Ankara’da FİDE diye bir kitapçı açan, günlük gazetelerde okuduklarını bir deftere not alan, okuyan, yazan, düşünen, kendisi gibi Hataylı olan çok sevdiği eşi ile çocuk yapmama kararı almış, saygı ve sevgiyi adına yaraşır yaşayıp, adına yaraşır hak eden bir nedim, Nedim Hoca. 

 

Nedim Hoca, kendini hiçbir örgüte dahası siyasi çizgiye yakın görmüyor.

 

“Yıllardır ortalarda dolanıp duran bir sürü boyalı kuklayı, oynatanlarından ayırıp rafa diziyorum yan yana. Kafam hep asıl bunları oynatanlarda.” Bu cümle ile özetliyor kendini.

 

Kendine korkak denmesinden hiç rahatsız olmuyor.

 

“Gözüm her şeyin üstünde. Gülünecek kadar iğreti, yalan geliyor hepsi bana! Sağ’ından korkuyorum, Sol’undan korkuyorum; ortasından, kıyısından korkuyorum. Sizler için korkuyorum. Belki de alay edeceksiniz benimle. Ne diyeyim, kendimden de korkuyorum!”

 

Devrim tarihi hakkında, Mao’dan Tito’ya, Küba’dan Bolivya’ya, Nurhak’tan Kızıldere’ye, Ankara’dan İran’a, TUDEH’den Molla’ya, Che’den Deniz’e; her konuda bilgi ve fikir sahibi olan Nedim Hoca: “Devrim şiir gibi oğlum; başka dile çevrilmesi güç iş!” derken devrimin olabileceğine inanmadığını vurguluyor.

 

Günün siyasetini tarif ederken, “Alalım, sayalım, satalım! Kimi laiklik diye dolandırıyor milleti. Kimi Allah diye! Tüccarının derdi o. Aydınım diye çıkanın da! Ondan ötesine gidilmesin! Kanlı cinayetlerle istedikleri de bu!” cümlesini kuruyor.

 

Halkla iletişim kurarken, Allah konusunda dikkatli olunması gerektiğini savunuyor. Devrime inanan gençlere de bunu öğütlüyor. Bu zor günlerde tek dayanağı dini inanç olan insanlara, Allah’tan uzak sözlerle yaklaşırlarsa halka asla ulaşamayacaklarını anlatmaya çalışıyor ve ekliyor; “Bir gün, İslam’la kandırılmışların yığınsal desteğini alacak asıl sinsi hırsız tayfası başa geçerse şaşmayın!” Sadece din değil etnik kökene yaklaşım konusunda da uyarıyor gençleri; “Çözümsüzlük üretmeye yazgılı bu ülke. Düzenin besin kaynağı çözümsüzlük. Kürdü, Türkü, Ermenisi çözümsüzlüğümüzün acılarına batmış! Aptalca uzaktan bakıyoruz bugün; soyguncu egemenler, halkı o yanından vurup sandıkta dolandırır da devletin başına sarıkla otururlarsa bir, şaşmayın!” diye.

 

FİDE, Nedim Hoca’nın çocuğu gibi. İş bulmakta zorlanan Kürt çocuklar çalışıyor yanında, Sağ yayınların kitaplarını satmıyor, Ülkü Ocaklarının gençleri tarafından tehdit ediliyor. Korkuyor ama çok da aldırmıyor.

 

Bir gün FİDE’yi bombalıyorlar. FİDE, Nedim Hoca’nın çocuğu. Çocuğunu o halde görmeye kalbi dayanmıyor. Geçirdiği kalp krizinin ardından toparlanıyor toparlanmasına da eskisi gibi olamıyor. Biricik sevgilisi, can yoldaşı, kıymetli eşi ile Hatay’a yerleşiyor.

 

Ardında bir sürü bilgi, fikir, saygı ve sevgi bırakarak.

 

Giderayak Muhsin’e (Muhsin, romanın baş karakteri -zaman zaman Bir Gün Tek Başına’nın Kenan’ı geldi gözüm önüne- aileden zengin) son bir öğüt veriyor: “Derinliğine oku; varsıllaştır kafanı! Bir işin üstüne kapan! O mala mülke yazgılısın sen! Sınıfını beğenmiyorsun! Evet, beğenilecek sınıf değil! Emekçi sınıflarına karışmak kolay mı sanıyorsun? Gerçek devrimci olmanın iki temel koşulu var. Tutarlı, köklü teorik bilincin olacak ya da aydınlanmış, kopmadığın sağlam sınıfsal kökenin! Sende hangisi var? Kime, neye dayanıyorsun? Delikanlılık güzel de burada kuyunu kazar! Biliyorum, tatsız konuşuyorum oğlum! Ama gerçek! İstersen dinleme!”

 

Evet, Nedim Hoca ile tanışmam böyle oldu. Ve sevdim Nedim Hoca’yı. Kitabın ikinci bölümünde İslami kesimde oluşan Sosyalist fikirleri anlatıp örnekler verirken soluksuz okudum diyebilirim. Yalancı Tanıklar Kahvesi, Vedat Türkali’nin alışık olduğum akıcı dili ile yazılmış her zamanki gibi. Yine de en hızlı okuduğum Vedat Türkali romanı diyebilirim.

 

Diğer Nedimle yani Nedim Usta ile tanışmam planlamadığım bir şey idi. Aslında hafta sonunun kalan kısmında maske dikecektim. Kumaşları ütüleyip, çizmiş ve dikime hazırlamıştım. Dikiş makinesine doğru giderken; gözüm, sıradaki kitap olarak sehpaya bıraktığım, Hüsnü Arkan’ın ‘Gülhisarlı Terziler’ kitabının kapağındaki kırmızı dikiş makinesine takıldı. Elime alıp söyle bir bakayım derken…

 

Ayhan Demir’in hikayesinde; Ayhan’ın ustası, Lütfü’nün çırağı, Nedim Usta ile tanıştım. Nedim Usta’nın Nedim Hoca ile sadece isim benzerlikleri yoktu. Nedim Usta da tıpkı Nedim Hoca gibi okuyan, yazan ve düşünen bir dosttu. Tüm ömrü Gülhisar’da geçmiş, maddi imkansızlıklar yüzünden Ortaokuldan sonrasını okuyamamış, Lütfü beyin yanına çırak olarak verilmiş Gülhisar’ın imamının oğlu Nedim.

 

Nedim Usta’nın sadece ömrü değildi Gülhisar’da geçen. Yaşı da derin bir aşkla bağlandığı kadının hayaliyle ömrünün yanında geçip gitmişti.

 

Ama Nedim Usta her iki durumdan da şikayetçi değil, sevgiyle andığı babasından “azla yetinmeyi”, saygıyla ve özlemle andığı ustasından “anlayışı” eksiksiz öğrenmişti.

 

Günnur Hanım’a duyduğu sevdayı, karasevda diye adlandırıyor, kendini Günnur’un güzelliğine layık görmediği için açılamıyordu. Ustası Lütfü Bey’den edindiği yazma alışkanlığı ile defterine yazmıştı aşkını:

 

“Aşk-ı sevda dendiğinde aklıma yalnızca kelimeler geliyor. İnsan kelimelerin dünyasında yaşayabilir mi? Yemin kasem olsun; ben yaşadım.”

 

Bir kere, sadece bir kere, o da Don Kişot’tan konuşurken; “Aşkın hayali, belki kendisinden daha tatmin edicidir” demişti, Dülsinya gibi başını öne düşüren Günnur Hanım’a. Bir daha da romanlarda aşk hakkında söylenenleri ağzına almamaya tövbe etmişti.

 

Nedim Usta hakkında daha yazmak istiyorum. Ama burayı okursanız ve kitabı okumamışsanız hevesinizi kırmak istemiyorum.

 

Ve okumadıysanız mutlaka okuyun Gülhisarlı Terziler’i. O kadar akıcı bir dille, o kadar güzel bir duygu ile yazılmış ki ne zaman başladığınızı ne zaman bitirdiğinizi hatırlamayacaksınız.

Yine de birkaç alıntı eklemeden yapamayacağım.

Maskeleri yarın dikerim artık!

 

“İnsanın çekirdeğinde ne var? Edebiyat, hep bunu anlamamıza yardım eder. Bunca sene kitap okudum, biriktirdim, dükkanımı çocuklara, gençlere açtım. Niye? O çekirdeğe vasıl olup içlerinde ne olduğunu anlasınlar diye.”

 

“Eskiler birbirlerini göre göre unutup tüketirler ama yeni gelenleri arşive kaldırmak biraz zaman alır.”

 

“İnsan, dünyaya, hakikatlere tahammül edebilmek için değişik yollar buluyor. Benimki de bu; okumak! Bazılarına bu da kifayet etmiyor; okuduğumuz bu kitapları yazıyorlar.”

 

“Benim bir çırağım oldu. Çocuk. Hiç konuşmuyor. Geldiğinin ikinci günü önüne bir kitap attım; Pinokyo!

“Daha önce okudun mu?” dedim.

“Okumadım” dedi.

“O zaman oku!” dedim.

Öyle ya, önce kaçmayı, kaderini yaratmayı öğrensin. Sonra dönmeyi nasılsa öğretirler.”

 

“İnsanın hayatı öğrenmesi için okumak şarttı. Düşünmeyi öğrenmesi için de yazmak şarttı.”

 

“İnsan yavaş yavaş yok olduğunun farkına varabilmeli, ölüme alışabilmeli. Başkalarının hayatına değer vermeyenler, kitaplardan öğrenmeyenler bunu beceremez. Ölüme hazırlıksız yakalanırlar. Birden. Araba çarpmış köpek gibi.”

 

“Bazen birbirimize, birbirimizin düşüncelerine, hatta yüreğimizi titreten muhabbet kelimelerine dokunduğumuz olmuyor değildi. Dokunduğumuzda, o kelimelerin can çekişircesine kıpırdanması, bize bir aydınlık vaadinin fısıltısıymış gibi geliyordu.”

 

“Benim aşktan ne anladığımın bir kıymet-i harbiyesi yok. Muhtemelen bir şey anlamıyorum; düşüncelerim geviş getiriyor.”

 

“Yalnızlık koyu bir renktir. Ama boş kalabalıklardan daha koyu değildir.”

 

D.K.

15 Ağustos 2020 23:55