Bu hafta sonu kendime mükafaten köşe yastığı olma keyfiyetini uygun gördüm.
Ara ara yağsa da gök, genel anlamda bunaltıcı, yapış yapış bir hava vardı.
Nedimlerle böyle bir havada, kendimi balkondan bahçeye, bahçeden koltuğa
dönüşümlü olarak taşırken tanışmış olmamın, onlara duyduğum yakınlıkla bir
alakası olduğunu sanmıyorum. Arapça kökenli bir isim Nedim, arkadaş, yakın dost
anlamına geliyor.
Ve evet bu hafta sonu tanıdığım iki Nedim’i de isimlerine yaraşır bir
yakınlıkla sevdim. Biri Nedim Hoca, diğeri Nedim Usta. Her ikisi de baş
karakter değil yan kahramandı. Çünkü her ikisi de okuduğum iki kitapta
-tesadüfen aynı isme sahip- en sevdiğim kişiler oldu.
İlk Nedim Hoca ile tanıştım. Vedat Türkali’nin ‘Yalancı Tanıklar
Kahvesi’nde çıktı karşıma. Öğrencilerine, “Kendinize güvenin, Allah’a
değil!” dediği için görevden alınan psikoloji ve felsefe öğretmeni.
Kısa süre tutukluluk döneminin ardından Ankara’da FİDE diye bir kitapçı
açan, günlük gazetelerde okuduklarını bir deftere not alan, okuyan, yazan,
düşünen, kendisi gibi Hataylı olan çok sevdiği eşi ile çocuk yapmama kararı
almış, saygı ve sevgiyi adına yaraşır yaşayıp, adına yaraşır hak eden bir
nedim, Nedim Hoca.  
Nedim Hoca, kendini hiçbir örgüte dahası siyasi çizgiye yakın görmüyor.
“Yıllardır ortalarda dolanıp duran bir sürü boyalı kuklayı, oynatanlarından
ayırıp rafa diziyorum yan yana. Kafam hep asıl bunları oynatanlarda.” Bu cümle ile özetliyor kendini.
Kendine korkak denmesinden hiç rahatsız olmuyor.
“Gözüm her şeyin üstünde. Gülünecek kadar iğreti, yalan geliyor hepsi bana!
Sağ’ından korkuyorum, Sol’undan korkuyorum; ortasından, kıyısından korkuyorum.
Sizler için korkuyorum. Belki de alay edeceksiniz benimle. Ne diyeyim,
kendimden de korkuyorum!”
Devrim tarihi hakkında, Mao’dan Tito’ya, Küba’dan Bolivya’ya, Nurhak’tan
Kızıldere’ye, Ankara’dan İran’a, TUDEH’den Molla’ya, Che’den Deniz’e; her
konuda bilgi ve fikir sahibi olan Nedim Hoca: “Devrim şiir gibi oğlum;
başka dile çevrilmesi güç iş!” derken devrimin olabileceğine
inanmadığını vurguluyor.
Günün siyasetini tarif ederken, “Alalım, sayalım, satalım! Kimi laiklik
diye dolandırıyor milleti. Kimi Allah diye! Tüccarının derdi o. Aydınım diye
çıkanın da! Ondan ötesine gidilmesin! Kanlı cinayetlerle istedikleri de bu!”
cümlesini kuruyor.
Halkla iletişim kurarken, Allah konusunda dikkatli olunması gerektiğini
savunuyor. Devrime inanan gençlere de bunu öğütlüyor. Bu zor günlerde tek
dayanağı dini inanç olan insanlara, Allah’tan uzak sözlerle yaklaşırlarsa halka
asla ulaşamayacaklarını anlatmaya çalışıyor ve ekliyor; “Bir gün, İslam’la
kandırılmışların yığınsal desteğini alacak asıl sinsi hırsız tayfası başa
geçerse şaşmayın!” Sadece din değil etnik kökene yaklaşım konusunda da
uyarıyor gençleri; “Çözümsüzlük üretmeye yazgılı bu ülke. Düzenin besin
kaynağı çözümsüzlük. Kürdü, Türkü, Ermenisi çözümsüzlüğümüzün acılarına batmış!
Aptalca uzaktan bakıyoruz bugün; soyguncu egemenler, halkı o yanından
vurup sandıkta dolandırır da devletin başına sarıkla otururlarsa bir,
şaşmayın!” diye.
FİDE, Nedim Hoca’nın çocuğu gibi. İş bulmakta zorlanan Kürt çocuklar
çalışıyor yanında, Sağ yayınların kitaplarını satmıyor, Ülkü Ocaklarının
gençleri tarafından tehdit ediliyor. Korkuyor ama çok da aldırmıyor.
Bir gün FİDE’yi bombalıyorlar. FİDE, Nedim Hoca’nın çocuğu. Çocuğunu o
halde görmeye kalbi dayanmıyor. Geçirdiği kalp krizinin ardından toparlanıyor
toparlanmasına da eskisi gibi olamıyor. Biricik sevgilisi, can yoldaşı,
kıymetli eşi ile Hatay’a yerleşiyor.
Ardında bir sürü bilgi, fikir, saygı ve sevgi bırakarak.
Giderayak Muhsin’e (Muhsin, romanın baş karakteri -zaman zaman Bir Gün Tek
Başına’nın Kenan’ı geldi gözüm önüne- aileden zengin) son bir öğüt veriyor: “Derinliğine
oku; varsıllaştır kafanı! Bir işin üstüne kapan! O mala mülke yazgılısın sen!
Sınıfını beğenmiyorsun! Evet, beğenilecek sınıf değil! Emekçi sınıflarına
karışmak kolay mı sanıyorsun? Gerçek devrimci olmanın iki temel koşulu var.
Tutarlı, köklü teorik bilincin olacak ya da aydınlanmış, kopmadığın sağlam
sınıfsal kökenin! Sende hangisi var? Kime, neye dayanıyorsun? Delikanlılık
güzel de burada kuyunu kazar! Biliyorum, tatsız konuşuyorum oğlum! Ama gerçek!
İstersen dinleme!”
Evet, Nedim Hoca ile tanışmam böyle oldu. Ve sevdim Nedim Hoca’yı. Kitabın ikinci
bölümünde İslami kesimde oluşan Sosyalist fikirleri anlatıp örnekler verirken
soluksuz okudum diyebilirim. Yalancı Tanıklar Kahvesi, Vedat Türkali’nin alışık
olduğum akıcı dili ile yazılmış her zamanki gibi. Yine de en hızlı okuduğum
Vedat Türkali romanı diyebilirim. 
Diğer Nedimle yani Nedim Usta ile tanışmam planlamadığım bir şey idi.
Aslında hafta sonunun kalan kısmında maske dikecektim. Kumaşları ütüleyip,
çizmiş ve dikime hazırlamıştım. Dikiş makinesine doğru giderken; gözüm,
sıradaki kitap olarak sehpaya bıraktığım, Hüsnü Arkan’ın ‘Gülhisarlı Terziler’
kitabının kapağındaki kırmızı dikiş makinesine takıldı. Elime alıp söyle bir
bakayım derken…
Ayhan Demir’in hikayesinde; Ayhan’ın ustası, Lütfü’nün çırağı, Nedim Usta
ile tanıştım. Nedim Usta’nın Nedim Hoca ile sadece isim benzerlikleri yoktu.
Nedim Usta da tıpkı Nedim Hoca gibi okuyan, yazan ve düşünen bir dosttu. Tüm
ömrü Gülhisar’da geçmiş, maddi imkansızlıklar yüzünden Ortaokuldan sonrasını
okuyamamış, Lütfü beyin yanına çırak olarak verilmiş Gülhisar’ın imamının oğlu
Nedim.
Nedim Usta’nın sadece ömrü değildi Gülhisar’da geçen. Yaşı da derin bir
aşkla bağlandığı kadının hayaliyle ömrünün yanında geçip gitmişti.
Ama Nedim Usta her iki durumdan da şikayetçi değil, sevgiyle andığı
babasından “azla yetinmeyi”, saygıyla ve özlemle andığı ustasından “anlayışı”
eksiksiz öğrenmişti.
Günnur Hanım’a duyduğu sevdayı, karasevda diye adlandırıyor, kendini
Günnur’un güzelliğine layık görmediği için açılamıyordu. Ustası Lütfü Bey’den
edindiği yazma alışkanlığı ile defterine yazmıştı aşkını:
“Aşk-ı sevda dendiğinde aklıma yalnızca kelimeler geliyor. İnsan
kelimelerin dünyasında yaşayabilir mi? Yemin kasem olsun; ben yaşadım.”
Bir kere, sadece bir kere, o da Don Kişot’tan konuşurken; “Aşkın hayali,
belki kendisinden daha tatmin edicidir” demişti, Dülsinya gibi başını öne
düşüren Günnur Hanım’a. Bir daha da romanlarda aşk hakkında söylenenleri ağzına
almamaya tövbe etmişti.
Nedim Usta hakkında daha yazmak istiyorum. Ama burayı okursanız ve kitabı
okumamışsanız hevesinizi kırmak istemiyorum.
Ve okumadıysanız mutlaka okuyun Gülhisarlı Terziler’i. O kadar akıcı bir
dille, o kadar güzel bir duygu ile yazılmış ki ne zaman başladığınızı ne zaman
bitirdiğinizi hatırlamayacaksınız. 
Yine de birkaç alıntı eklemeden yapamayacağım. 
Maskeleri yarın dikerim artık!
“İnsanın çekirdeğinde ne var? Edebiyat, hep bunu anlamamıza yardım eder.
Bunca sene kitap okudum, biriktirdim, dükkanımı çocuklara, gençlere açtım.
Niye? O çekirdeğe vasıl olup içlerinde ne olduğunu anlasınlar diye.”
“Eskiler birbirlerini göre göre unutup tüketirler ama yeni gelenleri arşive
kaldırmak biraz zaman alır.”
“İnsan, dünyaya, hakikatlere tahammül edebilmek için değişik yollar
buluyor. Benimki de bu; okumak! Bazılarına bu da kifayet etmiyor; okuduğumuz bu
kitapları yazıyorlar.”
“Benim bir çırağım oldu. Çocuk. Hiç konuşmuyor. Geldiğinin ikinci günü
önüne bir kitap attım; Pinokyo!
“Daha önce okudun mu?” dedim.
“Okumadım” dedi.
“O zaman oku!” dedim.
Öyle ya, önce kaçmayı, kaderini yaratmayı öğrensin. Sonra dönmeyi nasılsa
öğretirler.”
“İnsanın hayatı öğrenmesi için okumak şarttı. Düşünmeyi öğrenmesi için de
yazmak şarttı.”
“İnsan yavaş yavaş yok olduğunun farkına varabilmeli, ölüme alışabilmeli.
Başkalarının hayatına değer vermeyenler, kitaplardan öğrenmeyenler bunu
beceremez. Ölüme hazırlıksız yakalanırlar. Birden. Araba çarpmış köpek gibi.”
“Bazen birbirimize, birbirimizin düşüncelerine, hatta yüreğimizi titreten
muhabbet kelimelerine dokunduğumuz olmuyor değildi. Dokunduğumuzda, o
kelimelerin can çekişircesine kıpırdanması, bize bir aydınlık vaadinin
fısıltısıymış gibi geliyordu.”
“Benim aşktan ne anladığımın bir kıymet-i harbiyesi yok. Muhtemelen bir şey
anlamıyorum; düşüncelerim geviş getiriyor.”
“Yalnızlık koyu bir renktir. Ama boş kalabalıklardan daha koyu değildir.”
D.K.
15 Ağustos 2020 23:55
