30 Aralık 2022 Cuma

Eylül 2021

 1 Eylül 2021

Çok sevdiğim biri, basitçe anlatmak lazım demişti. “Kilitli bir odadasın, startı verilmiş bir saatli bomba var ve iki kablo. Doğru kabloyu kesersen saat duracak ve kapı açılacak, yanlış kabloyu kesersen patlayacak ve öleceksin ama hiçbir şey yapmadan beklersen de aynısı olacak. Bir ihtimal varken denemeden korku içinde ölmeyi beklemek asıl ahmaklık.”

D.K.

 

 

Ben aşının vicdani bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Ancak yasal yaptırımların başka yasal yaptırımların da önünü açacağı korkusu ılımlı bakmama engel. Özgürlüğe yönelik iyi niyetle uygulanan yasal bir yasak özgürlüğe yönelik kötü niyetli yasakların başlangıcı olabilir.

Ben, seri ve doğru bilgilendirmeden yanayım. Türkiye’de aşı karşıtlığının politik bir geçmişi de var. Yani ilk sipariş edilen aşının öncesinde ülkenin Sağlık Bakanının, biz ne olduğu belirsiz aşıyı değil en iyi aşıyı seçtik, demesi, büyük bir hataydı. Pandeminin erken döneminde verilerin saklanması, kendi meydanlarında her şeyin yolunda ve kontrol altında olduğunun açıklanması insanlara salgının boyutunu küçümseme imkanı verdi. Alınan yanlış ve zamansız kapama-kısıtlama kararları insanları hem ekonomik hem psikolojik çıkmaza sürükledi. Ve daha nice arttırılabilir bu yanlışlar.

Oysa her kesimden insanın ulaşabileceği kanallarla halka doğru bilgilendirme yapılsa, kendin çal kendin söyle tartışma yayınlarından öteye geçilip halka tüm argümanlarla doğru yanlış anlatılsa, karşı görüşler saygı çerçevesinde birbirini dinlese, sorsa, yanıtlasa durum farklı olabilirdi. Elbet karşı çıkacak ve reddedecekler her vakit olacaktır ama bu sayılarda değil. Çünkü insanda kendini ve sevdiklerini koruma güdüsü mevcut.  Ve hep değindiğim husus, doğru ve saygılı bir dille iletişim birçok sorunu alınacak yanlış yasak kararlarından daha çabuk çözüme ulaştıracaktır. Baskıyla değil bilgiyle, çemkirerek değil saygı ve sevgiyle.

D.K.

1 Eylül 2021



2 Eylül 2021

 

Hiç gitmez sevdiklerimiz sanıyoruz. Ayrılık, ölüm yokmuş gibi yaşıyoruz. Düşünmeden konuşuyoruz, ağzımızdan çıkan lafın nereye dokunacağını umursamıyoruz. Kızgınlığı, kırgınlığı, öfkeyi, mutsuzluğu, sevinçten, mutluluktan daha kolay dile getiriyoruz. Biliyordur nasılsa diyerek sevdiklerimize, sevildiklerini söylemiyor, hissettirmiyoruz. Her şeyin vakti var sanıyoruz, her şeye vakit olmadığını unutup...

O yüzden vakit varken, doğru zamanı beklemeden, sevdiklerinize sarılın, sevildiklerini söyleyin. Çünkü, sevginin doğru zamanı olmaz, sevgi her zaman doğrudur...

 

D.K.

2 Eylül 2021 23:12

 

3 Eylül 2021

 

Aşı olmuş ancak maske mesafe kurallarına uymayanları, aşı olmamış ancak maske mesafe kurallarına uyanlar kadar hatta daha tehlikeli buluyorum. Aynı şekilde aşı olun baskısı kuran hatta buradan ayrımcılık unsuru çıkaranlar da en az aşı karşıtları kadar tehlikeli benim gözümde.

Yaşanan salgın global bir sorun olmasa zaten salgın\pandemi adını almazdı. Ancak aşının eşit dağıtılmaması da global bir sorun. Aşı tüm dünyada eşit dağılmadığı sürece virüs kendini yenileyecek, bir süre sonra da aşı olanların da koruyuculuğu kalmayacak.

Yani sadece kendi çemberinde aşı tek çözüm diyerek yeni tür bir ayrımcılığı tetikleyenler bu gerçeği yok saymamalı.  Aşının ve sağlık hizmetlerinin dünyada eşit dağılımı olmadan lokal aşılanma yüzdelerinin pandemiyi sonlandırabileceğine maalesef inanmıyorum.

O yüzden en az ırkçılık kadar yanlış ve tehlikeli olabilecek yeni bir ayrımcılık türünün oluşmasına katkı sağlayacak aşı önerisinin baskıcı bir hale dönüşmesinin karşısında durmak gerektiğini düşünüyorum.

Daha önce defalarca yazdım, bıkmadan yine yazarım, insan insana saygı göstermedikçe, dünyayı kendinden ve küçücük çemberinden ibaret saydıkça hiçbir kötülük son bulmaz. Buna maalesef şu an içinde yaşadığımız süreç de dahil.

Tek sorunu aşı karşıtları olarak görmek, doğru bilgiye ulaşmadığı için aşı olmayı kabul etmeyenleri aşağılamak çözüm değil, baskıcı bir dille aşı olun demek ise hiç değil.

Saygıyla, doğru bir dille ve bilimsel verilerle her görüşe fikir beyanı hakkı verilerek Covid, aşı, LongCovid, PostCovid hakkında konuşulmalı. Bilinenler anlatılırken henüz bilinmeyenlerin de çok olduğu tüm taraflarca hatırlanmalı. Tek doğru diye bir şey yokken tek doğru benimki hiç yoktur.

 

Özetle; günden güne artan ayrımcılığın virüsten daha hızlı yayılmasını tehlikeli buluyorum ve bu beni çok korkutuyor.

D.K.

3 Eylül 2021 19:48

 

  

4 Eylül 2021

 

Ölümleri yarıştırıyorsunuz, acıları yarıştırıyorsunuz. Neden, niçin, niye. Dünyadaki hiçbir kötülüğün sorumlusu olmayan bir çocuk ölüyor. Bana nefes almak zor gelirken, siz amalı cümleleri kurmayı, bu kadar kötü olmayı nasıl beceriyorsunuz.

Daha çocuğa, çocuk diyemezken siz, çocuk üzerinden kininizi kusarken siz, ben hala, barış, özgürlük, eşitlik, sevgi, saygı diyorum. Dünyanın en ahmak insanıyım.

D.K.

4 Eylül 2021 22:48

 

 

5 Eylül 2021

 

Okullar açılıyor..

Keşke “okullar açılmasın” ve “ne olursa olsun, okullar açılsın artık” diye yükselen sesler yerine “okullarda çocukların sağlığını tehdit edecek unsurlar iyileştirilip, her çocuğun eşit eğitim alabileceği koşullar oluşturulsun” sesleri yükselseydi.

Ve yine keşke ülkede, bu sesleri dikkate alacak ve çocukların sağlıkla, eşit eğitim haklarını almalarını sağlayacak siyasiler olsaydı..

Lakin, keşke nedir ki tüm yanılgı cümlelerinin başlangıç sözcüğünden başka?

Okul, pandemi boyunca ve her zaman olduğu gibi çocuklardan yana taraf olduğum bir husus oldu. Çünkü, okul sadece müfredat değildir! Çocuklar için müfredat ne kadar önemliyse yaşıtları ile bir arada olmak bir o kadar önemlidir.

Pandemide çocuklar sadece hakları olan müfredata uzak kalmadı; arkadaşlarından uzak kaldı, hareketsiz kaldı, kimi yaşadıkları ortamda şiddete, istismara maruz kaldı, sağlıksız beslendi, yalnızlaştı, korkular, endişeler biriktirdi, eşitsizliğin en dip noktasıyla tanıştı bazıları.

Peki, çocukları, uzun vadede bırakacağı tahribatı henüz bilmediğimiz bir virüsün, çok kolay yayılabileceği bir ortama bırakmak daha mı doğru olurdu?

Asla!

O yüzden, her daim, çocukları pandemi şartlarına uydurmak yerine, meçhul bir süre hayatımıza eşlik edecek pandeminin şartlarını, çocuklara uygun hale getirilmesini savundum.

Bu, öğrenci sayısını yarıya indirip öğretim programını dönüşümlü hale getirmekle, çocukların ihtiyaç duyacağı koruyucu malzemeleri (maske, sabun, dezenfektan) ücretsiz olarak sunmakla, çocukların öğretildiği takdirde kuralları yetişkinlerden daha iyi uyguladıklarını unutmadan, dönüşümlü öğretim esnasında diğer yarının öğrenim materyallerini temin etme kolaylığı sağlamakla mümkün kılınabilirdi.

Tabii benim bu temennim ancak sosyal bir devlet için mümkün. O yüzden kimileri dese de  “pandemiyi siyasete alet etmeyin!” pandemi yönetimi de diğer tüm yaşam hakları kadar siyasetin tam ortasındadır.

Pandemi yönetimi siyasaldır. Eşit eğitim, sağlık, sosyal hakları istemek siyasaldır. Ve hangi haklara ne kadar ulaşacağımızı siyasi görüşümüz, siyasi duruşumuz belirler.

Tüm olumsuzluklara rağmen, çok bilinmezlerle yeni bir eğitim öğretim yılına başlayan çocuklara; sağlıklı, engel tanımayan, ayrıştırmayan, eşit, dayanışmalı, güzel arkadaşlıklar kurup yeni heyecanlar yaşayacakları bir eğitim öğretim yılı dilerim..

 

D.K.

5 Eylül 2021 22:06

 


6 Eylül 2021

 

Kulpsuz fincandan kahve içebilirsiniz, fincansız kulp ise hiçbir işe yaramaz!..

 

D.K.

6 Eylül 2021 04:45

 

  

7 Eylül 2021

 

“Hemen her akşam, duvarlarının daha çok konuştuğu, daha iyi dinlediği bir evi paylaştım, evrakta eş olarak görünen kişiyle. Ne gidebildim ne kalabildim, günden güne kendi yok oluşumu, ruhsal hacmimin azalışını, kitlesel hacmimi artırarak izledim, bunu bile aynadan değil, sanki eski zaman filmlerinin yansıtıldığı boş beyaz bir duvardan yaptım. Kendi kendime konuştuğum, dinlediğim, yazdığım günleri, oyun blokları gibi üst üste dizip ruhumun kafesini, bedenimin hapishanesini inşa ettim. Oysa insanlar yalnız olmamak, kalan ömürlerinde yanında biri olsun diye evlenirmiş. Bense evlilik hayatım boyunca ‘meğer ben yalnızlık neymiş bilmiyormuşum eskiden’ dedim. Çoğu insanın yalnızlık çekmemek için kurduğu evlilik birliğinde, ben, yapayalnız olmak ne demekmiş, onu öğrendim.”

 

Ah!..

D.K.

7 Eylül 2021 23:10

 

 

8 Eylül 2021

 

Meksika, Coahulia de Zaragoza eyaletinde, yüksek mahkeme, anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle kürtaj yasağını kaldırdı. Bu emsal karar ülke genelinde kürtaj yasağının kaldırılmasının önünü açacak gibi gözükse de kilise birliklerinden ilk tepkiler de gelmeye başladı. Ülkenin Sağlık kurumları da ciddi görüş ayrılıkları yaşıyor. Bir kesim istenmeyen gebeliğin sonlandırılmasının hak olduğunu savunurken diğer kesim bu kararın istenmeyen gebeliklerin ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların artacağını savunuyor.

Gebeliği sonlandırma kararı, bir kadının üstlendiği en büyük psikolojik yüklerden biridir. Hangi sebepten ötürü olursa olsun, bu kararı alan kadının öncesinde ve sonrasında psikolojik destek alması çok önemlidir.

Dünyada birçok ülkede kürtaj halen yasaktır. Örneğin Almanya’da kürtaj, Ceza Kanununun 218. Maddesi uyarınca yasaktır. Ancak, gebeliğin 12. Haftasına kadar hekim tarafından ruhsal ve fiziksel olarak gebeliğe hazır olunmadığına dair bir rapor düzenlenirse gebelik sonlandırılabilir. Tıbbi gerekçelerle bu süre 24 Haftaya uzatılabilir. Avrupa’da kürtaj yasağını ilk kaldıran ülke Hollanda’dır (1970’de 12. GH kadar, 1981’de 22. GH kadar, 1984’de 24. GH kadar).

Dünya’da halen hiçbir istisna olmaksızın kürtajın yasak olduğu ülkeler; Jamaika, Haiti, Dominik Cumhuriyeti, Honduras, Nikaragua, El Salvador, Surinam, Sierra Leone, Senegal, Moritanya, Kongo Cumhuriyeti, Mısır, Irak, Madagaskar, Tayland ve Filipinler. Üstelik, El Salvador’da sadece kürtaj yasağı yok, orada düşük ve ölü doğum da kanunen cinayet olarak sayılıyor.

Her yıl sağlıksız koşullarda illegal kürtaj sebebiyle ortalama 60.000 kadın hayatını kaybediyor. Uzun yıllardır Filipinler ve Tayland bu listenin başında yer alıyor.

Avrupa’da ise Malta, katı kürtaj kanunu sebebiyle gebeliği kendi kendine sonlandırmak isterken hayatını kaybeden kadınlarla ilk sırada yer alıyor.

Polonya’da da çok katı kanunlar olsa da birçok hekim illegal kürtaj gerçekleştirdiği için bu sayı daha düşük.

Dünya Sağlık Örgütünün yaptığı açıklamaya göre katı kürtaj kanunları nedeniyle sonlandırılan gebeliklerin %45’i güvencesiz ve sağlıksız ortamlarda gerçekleşiyor. Bundan ötürü günde ortalama 150 kadın hayatını kaybediyor.

Son 5 yıl içinde kürtaj kanunlarında en büyük değişiklik İrlanda ve Arjantin’de yaşandı. Polonya’da ise kürtaj kanunları tekrar sıkılaştırıldı.

2017 yılına kadar kürtajın istisnasız yasak olduğu Şili’de sadece tecavüz ardı gebeliğin sonlandırılma kararı alındı. Ne acıdır ki kadının tecavüze uğradığını ispat etmesi ve bunun mahkemece onaylanması gerekiyor.

Türkiye’de ise, 1983 yılından bu yana 10. Gebelik haftasına kadar kürtaj yasaldır. Ancak, kadın evli ise eşin rızası gerekmektedir. Ayrıca tıbbi zorunluluk hallerinde 10 hafta kısıtlaması yoktur. Gebelik rıza dışı (*) gerçekleşmişse 20. Gebelik haftasına kadar TCK göre kürtaj izni verilir.

(*) Nitelikli cinsel saldırı, tecavüz suçu kapsamında.

Türkiye’de birçok kadın, düşük, ölü doğum, kürtaj öncesi ve sonrasında psikolojik destek hakkına sahip olduğunu bilmediği için bu yükü uzun süre tek başına omuzlar.

Hiçbir kadının kürtaj olmasını gerektirecek bir durumda kalmamasını dilerim. Ve fakat kürtaj gerektiren hallerde de kadın, "benim bedenim, benim kararım" diyebilmeli.

Ve mutlaka psikolojik destek almalı.

D.K.

8 Eylül 2021 23:34

 

  

12 Eylül 2021

Sabah sabah, üstelik Pazar bile değildi! Cayır cayır yanıyordu banyo kazanı, elinde hamam tası ile oturan çocuk, niye yıkamıyorsun, diye sordu. Parmağını dudağına götürdü, sus demek için, yüzü terli kadın.

Kapı tekmelendi sanki, üst üste. Rap rap sesler geldi, hızlı hızlı.

Kadın tastaki suyu çocuğun başına döktü, tasta eriyen sabundan gözleri yandı çocuğun. Kapısı açıldı banyonun. Destur, dedi kadın, çocuğu yıkıyorum. Sesinde keskin bir sertlik vardı kadının.

Kapının arkasına baktı üniformalı, geri adım attı. Arkadan, temiz komutanım, sesi geldi. Çocuk kendisine söylendi sandı, daha bitmedi banyom, dedi sabun yanığı kısık gözlerle baktığı üniformalıya. Olsun, sıhhatler olsun, dedi üniformalı. Hızlı hızlı uzaklaştı rap rap sesleri, kapı sesi gelmedi.

Çocuğu havluya sardı kadın. Çocuk, ama bitmedi daha banyom, ne oldu, diye sordu. Darbe, dedi kadın. Anlamadı çocuk. Asker yönetime el koydu, dedi kadın, çocuk yine anlamadı.

O günden çok şey kaldı bugüne, sadece çocukta değil, tüm yurtta!..

 

D.K.

12 Eylül 2021

(Twitter için

Eylül Notları, 12 Eylül Sabahı’ndan alıntı)

 

 

16 Eylül 2021

 

Hayat şu an, şimdi yani bugünde!..

 

Aslında uzun uzun yazsam ne olacak diye soruyorum kendime ve cevabın “hiçbir şey” olduğunu bildiğim halde yazıyorum.

SARS-COV2, 22 aydır hayatımızda. Virüsle temasa geçmiş veya hastalanmış olalım yahut olmayalım hepimizin hayatını etkiledi. Kimi sevdiklerini kaybetti, kimi kendi hastalandı, kimi hala hastalığın etkilerini taşıyor. Lakin virüse maruz kalmayan ya da kalsa da hasta olmayanlar, hafif atlatanlar da az değil. Yine de onların da gerek sosyal gerek ekonomik gerekse psikolojik olarak derinden etkilendiğini asla inkar edemeyiz. Hayat bir nevi virüs öncesi ve virüs sonrası diye ayrıldı.

Evet, VÖ ve VS bu günlerin simgesidir.

Ve tabii aşı...

Zifiri karanlıkta yanmaya başlayan bir mumun sevinci gibi geldi aşı. Kimileri hiç çekinmeden kolunu uzattı, kimi tüm tereddüdüne rağmen, kimi hala tereddütte, kimi ise kolumu keserim ama uzatmam diyor.

Vicdani açıdan aşı olmanın toplumsal bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Ancak bunun bana kimseye “aşı ol” deme hakkını vermediğini de düşünüyorum. Ve bu ‘gönül ister ki’ den ayrılan bir durum, sadece s\m harfinin z\n ile değişmesi değil.

Her ne kadar -aşının ilk günlerindeki düşünceden farklı olarak-, aşılı olmanın, bulaşa engel olmadığını artık biliyor olsak da bu ihtimali azalttığını da biliyoruz. Yani aşı olan her birey önce kendini ardından kısmen yakın çevresini korur. Ve yine görüyoruz ki aşı, salgın sürecinde uzaklaştığımız eski yaşam alışkanlıklarınızı zamanla geri almamızı sağlayacak tek çıkış şu an için.

‘Zifiri karanlıkta yanan bir mumun sevinci gibi geldi’ dedim ya; gerçekten öyle. Nasıl ki mum ancak dar bir alanı, kısıtlı bir süre aydınlatırsa öyle.

Şu an birçok ülke kendi özelinde hızla aşılama yapıyor ancak bu aşılama global bir boyuta ulaşamadıkça belki pandemi boyutundan epidemi boyutuna geçilecek ama virüs, küçük-büyük değişikliklerle hayatımızda olmaya devam edecek. Bunun aşılar üzerindeki etkisi henüz bilinmiyor.

İnsanların tıbbi imkanlara ulaşma eşitsizliğinin varlığı da tıpkı aşı imkanı olup olmayanlar ve imkanı olsa anında aşı olacakların varlığı gibi bizimle yaşayacak.

Aşı karşıtlığı, sadece Türkiye’de değil, Almanya’da hatta tüm Dünya’da artışta. Kişisel görüşüm, bu artışta, kişileri muallakta bırakan söylemlerin, politik hataların etkisi olduğu kadar yeterli bilgilendirme olmadan kurulan acil aşılanma baskısının da etkisi oldu. Radikal aşı karşıtlarından ve aşı karşıtı propagandalardan çıkar sağlayanlardan bahsetmiyorum. Zira, baskıcı aşı olun söylemleri onlar için bulunmaz fırsata dönüştü. Aynı şekilde gerçekte aşı karşıtı olmayıp aşı tereddüttü yaşayanlara karşı kullanılan dil zaman zaman öyle buyurgan bir boyuta ulaştı ki insanların korkuları azalacağına arttı. Bu da aşı karşıtlarına, tereddütlüleri yanlarına çekme imkanı sağladı.

Her kargaşada kendini parlatıp öne çıkaranlar, aşıyı ya yücelttikçe yüceltti ya da alçalttıkça alçalttı. Ve aşı, ayrımcılığın yeni bir boyutu oldu. Hele sosyal medyada…

İçten inanıyorum ki, insanlara aşı olmaları yönünde baskıcı bir dil kullanılmayıp yeterli bilgi, doğru bir dille, güvenilir kanallarla sunulsaydı aşı karşıtlığı bu boyuta gelmeyecekti.

Buna benzer bir cümleyi geçenlerde de yazmıştım, karşılığında bunca veriye bunca kanıta rağmen hala aşı olmayan varsa aptaldır, cümlesi gelmişti. Hayır, aptal falan değildir. Unutmamak gerekir, hem aşı olun hem de aşı olmayın diyenlerin çoğu unvan sahibi, çoğu doğru ya da yanlış ellerindeki verileri, bilgileri paylaşıyor, bir taraf diğer tarafın fikirlerini çürütmek için çeşitli yayınlara katılıyor. Eğitimi, bilgisi, bunları anlamaya yetmeyen (ki bu kimilerinin küçümsediğinin aksine; çok olağan) kişiler arada kalıyor, kararsız kalıyor, tereddütleri büyüyor. Pandemi sürecinde birçok kişi yeni tıbbi terimler öğrenmiş olsa da herkes bilimsel\tıbbi makale okuyup anlayamaz, bilginin çarpıtılıp değiştirildiğini de fark edemez, hele ki bunu yapanlar içinde mesleğini, unvanını kullananlar da olunca bu daha da zorlaşır ve haliyle tereddüt artar. Katiyetle unutmamak gereken diğer husus, Covid aşısına yönelik tereddüt yaşayan herkes, genel anlamda aşı ya da bilim karşıtı değildir, aptal ya da cahil de. O yüzden, sosyal medya üzerinden, aşı olun, diyen bazı kişilerin de iletişim dilini düzgün ve saygılı kullanmasını dilerim.

Benim çok önemsediğim bir diğer konu ise; uzmanlık alanlarında çok iyi olduğundan şüphe duymadığım kişilerin, kendilerine yönlendirilen, şu hastalığım var, aşı olmalı mıyım, sorusuna, tereddütsüz, evet yanıtı vermeleri. Bu büyük bir yanlış, nasıl ki vakti zamanında kalp krizi ve aspirin önerisine karşı çıktıysam bu tereddütsüz evet’e de karşıyım. Olması gereken; soruyu yönelten kişinin hastalığı, aşı öncelik sırasındaysa aşıyı önermek ancak bu konuda en doğru kararı takibi yapan hekimle beraber alması gerektiğini söylemek olur.

Aşı öncelikle, akut kanser hastalarına, metabolik hastalığı olanlara (obezite, diyabet gibi), ciddi akciğer, böbrek, karaciğer, bağırsak hastalığı olanlara, organ nakli olanlara, ek rahatsızlıklara dayalı bağışıklığı baskılanmış yahut zayıflamış hastalara, otoimmün hastalıkları olanlara ve bazı kalp hastalıklarına önerildi. Öneriden anlamamız gereken ise şu; bu hastaların aşı olmak için önceliği vardır ve takibini yapan hekimin önerisi ile aşı olması tasviye edilir. Yoksa teşhisi koyup reçeteyi sosyal medyadan yazan hekim ya da hekimcilik oynayanların ‘doktor google’a kızma ve sövme hakları olmamalıdır. Demem o ki, hasta bu kararı takibini yapan hekim ile bizzat almalıdır, sosyal medya üzerinden bir öneri ile değil. Ve elbet, benim gözümde, tereddütsüz evet diyen kadar bu sorunun cevabını takibinde olduğu hekimden değil de sosyal medyadan almaya çalışan da hatalıdır.

Nereden başladım, nereye vardım. Yine çok dağınık bir yazı oldu. Toparlamaya çalışayım;

- Virüs hayatımızda ve belirsiz bir süre daha hayatımızda olacak.

- Aşı olarak öncelikle kendimizi kısmen de çevremizdekileri koruyabiliriz.

- Aşılanmış olmak virüsü almayacağımız, taşımayacağımız, bulaştırmayacağımız anlamına gelmez. Ancak hastalanma ve dolayısıyla virüs vasıtasıyla ölme riskini azaltır, bulaştırmayı da büyük ölçüde azalttığı yönünde araştırma verileri mevcut.

- Belli bir aşılanma oranına ulaşana dek maske, mesafe kurallarına dikkat etmek önemlidir.

- Pandeminin sonlanması ancak global aşılama ile mümkündür. Yine de lokal aşılama oranları yüksek olursa ciddi hastalık boyutuna engel olup ölümleri azaltabilir.

- Aşı karşıtları ile aşı tereddüttü yaşayanları birbirine karıştırmamak da gerekir. Ve mutlaka hayatın her kesitinde olduğu gibi hitap dilini düzgün, doğrudan yana ve saygılı kullanmak önemlidir.

- Bilinen tıbbi geçmişi olan kişileri, takibini yapan hekime yönlendirip aşı kararını onunla alması gerektiğini söylemek olması gerekendir.

- Aşı tereddüttü yaşayanlara, hakarete varan yahut buyurgan bir dille hitap etmek, o kişileri, aşıya değil, karşıtlığa yönlendirir.

Ve son olarak, yaşadığımız süreç gerçek!..

Yok sayanları, hafife alanları affetmem mümkün değil. Bu süreçte, ben de birçok insan gibi sevdiklerimi kaybettim, ben de hem günlük hem meslek hayatımda çok zor günler yaşadım, yoruldum, yıprandım, yıldım.

Ve fakat biliyorum ki; herkes yoruldu, bıktı. Kimsenin ne virüs ne pandemi ne de aşı duyacak hali kalmadı. Ve aşı karşıtları ile aşı olun diyenlerin zaman zaman seviyesini düşüren ve dahi niyetini aşan konuşmalarına da. Dilerim ki olması gerekenler ve imkanı olanlar aşısını olur. Ha, aşının on yıl sonraki etkilerini bilmiyorum diyenlere söyleyecek tek ve çok basit olan cümlem; on yıla kim öle kim kala, bakalım sabahı görecek miyiz? Ölüm her yerden, her an gelebilir ve hayat şu an, şimdi.

Yazının başında VÖ ve VS demiştim; tam da bu noktada, ikisinin arasında olduğumuzu hatırlamak gerekir. Hava kadar su kadar önemli iki temel ihtiyacı, sevgi ve saygıyı unutmadan yaşamak. Hala yanımızdayken sevdiklerimize, sevildiklerini söyleyerek.

Yani bugünde, şimdide.

O yüzden, gerek görürsem Almanya için haber niteliği taşıyan yazılar haricinde, kendi adıma, yorum içeren son yazımdır.

Tüm dağınıklığıma rağmen sabırla okuduysanız teşekkür ederim. Yine uzun ve dağınık oldu, o yüzden okumadıysanız da teşekkür ederim.

Sevgilerimle…

 

D.K.

16 Eylül 2021 01:36

 

 

 

17 Eylül 2021

 

"Bir kere de o beni fark etse. Bir kere de o beni görse."

Ah çocuk!

D.K.

17 Eylül 2021 15:16

 


19 Eylül 2021

 

Kiminin dönüşe geçtiği yola diğeri yeni çıkmışken,

Aydınlıktan ve ilerlemekten bahsetmesi;

Kiminin ekmeğe muhtaç kalışını diğerinin şaşalı sofrasına meze etmesi;

Kiminin “ah!” dediğine diğeri “oh!” derken,

Hak ve adaleti diline dolaması;

Kalıbına uyuyor diye insan yapmaz!..

 

D.K.

19 Eylül 2021

 


21 Eylül 2021

 

Koltukları sildim bugün. Zorum neydi muğlak...

Deniz'e “oturma, nemli” dedim...

“Oturacak hiç koltuk yok mu?” diye sordu...

 

Bu soru yıllar öncesine götürdü. Götürdü demeyeyim de attı, savurarak attı.

Kafamda film sahnesi, kulağımda Guido'nun sesi: "Koltuk mu? Bir trende? Daha önce hiç binmediğin belli. Hayır, trende herkes toplu halde ayakta durur." "Treni sevmedim." "Ben de, ben de sevmedim. Dönüş için otobüsü tercih etmeliyiz."

Nasıl böyle bir geçiş yaptı belleğim bilmiyorum. Ama o zamandan şimdiye filmden kesitler ve diyaloglar bırakmadı zihnimi.

"Bu oyunda üç şeyden herhangi birini yapanlar puan kaybeder;

1 Ağlayanlar

2 Annesini görmek isteyenler,

3 Acıkıp atıştırmalık isteyenler."

"Diğer çocuklar kuralları bilmiyor. Birincilik ödülünün bir tank olduğunun doğru olmadığını söylediler.  Puanlar ve puanlama hakkında hiçbir şey bilmiyorlar."

"Tilki kadar kurnazlar. Seni yemek istediklerinden. Şaka mı yapıyorsun? Tank yokmuş! Kanma onlara!.."

"Amcamı nereye götürüyorlar."

"A, o başka bir takımda oynuyor. Hadi amcaya hoşça kal diyelim."

"Hoşça kal amca!"

 

La vita è bella ya da Türkçeye çevrilen adıyla Hayat Güzeldir, tüm yaşantımda beni en etkileyen filmlerden biri olmuştur. Ve babam demiştim filmi ilk izlediğimde, babam da aynı böyle yapardı... 🖤


"Sen çok iyi bir çocuksun. Şimdi uyu. Güzel rüyalar gör. Hem belki de her şey sadece bir rüyadır!  Evet Giosuè, rüya görüyoruz. Yarın sabah annen bizi süt ve kurabiyeyle uyandıracak. Oyun, yarın bitiyor."

 

"Abbiamo vinto!" "Biz kazandık!"

 

Kazandık mı gerçekten? Faşizm, antisemitizm, rasizm ve diğer ayrımcılıklar bitti mi?

 

Abbiamo vinto babbo? Penso di no!..

 

D.K.

21 Eylül 2021 00:35

 


22 Eylül 2021

 

Zaman zaman bazı şeyleri görmemek, duymamak, bilmemek daha iyi...

Mi gerçekten?

Belki?!..

Lakin, görmemezlikten gelmek, isteyerek kulak tıkamak, bilmiyormuş gibi yapmak katıksız kötülük değil mi?

 

Dün, bugün, yarın; ne yaşanmış ve ne yaşanacak olursa olsun, diğerine, insanca yaşamayı hak görmemek, hiçbir sol ideolojiye uymamalı. Yok eğer uyar diyorsa da bence yanlış yönde ve yanlış yerde duruyordur...

 

D.K.

22 Eylül 2021

 

 

26 Eylül 2021

 

Cevabını bilmediğimiz değil, cevap vermek istemediğimiz için atladığımız bir soru olur bazen hayat!..

 

D.K.

26 Eylül 2021 01:07

 

30 Eylül 2021

 

76 yılında 16 Temmuz tarihli, Politika gazetesindeki köşesinde, şöyle yazmış Sevgi Soysal: “Bizim sol muhalefet, memleketi karabatak gibi görüyor. […] Karabatak seyirciliği sol muhalefete statik bir görünüm veriyor. Sağ iktidar girişimciliği ele almışken, zenginin hovardalığını dert eden züğürtler gibi çene yorup duruyorlar.”

Geçmişte ve bugün yaşananlar çok da farklı değil aslında…

Ölen, öldürülen çocuklar, gençler, kadınlar, doğa...

Bir yanda işsiz, metelik hesabı yapan, başında dam, karnında aş olmayan insanlar, diğer yanda şaşalı hayatlar...

Kayıp insanlar, yerini başka renk başka marka araçlara bırakan toroslar...

Yöntemler değişse de kısmen, haksız özgürlük gaspları, gözaltılar, işkenceler, saldırılar...

Nasıl ki geçmişte “Memleket batıyor!” dan öteye geçmemişse (sözde) sol muhalefet, bugün de aynı karabatak avında...

Ve siyasi platformda yer alan muhalefetten farklı olarak, nasıl ki geçmişte, gelecek nesil, bizim yaşadıklarımızı yaşamasın diye mücadeleyi seçenler, bugüne denk gelen günlere dair “güzel yarınlar için” demiş ise bugün de gelecektekilerin yarınları için, karabatak izleyicisi olmamak adına mücadele edenlerin aynı cümleyi kuruyor olması; geçmişin bugünden farklı olmadığı gibi, yarının da bugünden farklı olmayacağını düşündürüyor...

 

Ve bu çok umut kırıcı!..

D.K.