31 Aralık 2024 Salı

Çok çok çok uzaktan havai fişek sesleri geldi, çıkıp bakmaya üşendim, çocuklar ışıkları gördüyse sevinmiştir belki, bilmiyorum. Burada gün ve yıl döndü...

"Her şeye rağmen" diye başlayan cümleler kurmak istiyorum...

Ve fakat soğuk olmasa da



üşüyorum...

Bu sabah ayağım bir taşa takıldı, düştüm, dizim kanadı, pantolonum yırtıldı. Düştüğüm yerde oturup pantolonumu paçasından yukarı sıyırıp dizime baktım. İçimdeki çocuk ne kadar gözyaşı biriktirdiyse o kadar akıtmak istiyordu, bense yetişkinliğin verdiği, doğru olanı yapma dürtüsüyle kalkıp yaramı temizleme telaşına düştüm ve içimdeki çocuğun değil, yetişkinin sesini takip ettim. 

Yaramı temizlerken aklıma, Erich Kästner ve Robert Lembke'nin -kimse yoluma taş koymamış ve dizim anlık dikkatsizliğim sebep yara almış olsa da- "yoluna konan taşlarla da güzel bir şey ya da bir merdiven inşa edebilirsin" sözleri geldi. Hemen ardından konum ve durum gerçeği ile yüzleşen optimist fikirlerim, plastron misali, buruk bir gülümsemeyi yüzüme yerleştirdi. 

Dizime hak ettiği pansumanı yapıp sağlık tesisine doğru yol alırken önünden geçtiğim barakaların bazılarında yılbaşı telaşıyla yapılan hazırlıkları gördüm. Böyle söyleyince, yani yılbaşı telaşı diyince, tipik kent insanının aklına, çam ağacı, hediye paketleri, ışıklar falan gelir herhalde. Oysa benim bahsettiğim hazırlık başka bir şey. Görevli ve gönüllü çalışanların beraberinde getirdiği dış dünya olmasa, bir günü diğer günle aynı geçen, BM verilerine göre, her 102 kişiye 1 musluk düşen bu kampta, su dolu kovalarla yapılan temizlik, ekstradan verilmiş gıda çuvallarıyla hazırlanan yemekler, boş bidonlar, teneke kutular ile yapılmış müzik aletleri eşliğinde doğaçlama icra edilen müzik ve yeni yılı temiz karşılasın diye yaşı küçük olduğu için banyoya götürülmesine gerek görülmemiş, kapı önünde yıkanan ve bundan memnun olmadığı için ağlayan çocuklar. 

Ağlayan çocuklar... Oysa ilginçtir ki benim 'dünyanın en büyük açık hava hapishanesi' dediğim ve tarihe 'en büyük mülteci kampı' olarak geçen Kutupalong'ta gülen çocuk sayısı, ağlayan çocuk sayısından fazla. Belki de burada doğmuş, burada büyümüş çocuklar, kampın ötesi bir hayat hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadıklarından, çocuk akıllarıyla bunu gerçek hayat olarak kabul edip -ki onların gerçek hayatı bu- çocuk olmanın avantajını sonuna kadar kullanıyorlar. Ne mutlu onlara. Anneleri içinse durum çok farklı.. 

Aslında zulüm egemen toplumlarda anneler için durum hep faklı. Onlar hep ağlar. Dünyanın neresinde olursa olsun, anne olsun olmasın, hemen her kadın, zulmün hüküm sürdüğü topraklarda çocuklar için ağlar..

Almanya'da sık kullanılan bir mesel var; ister mutluluktan ister hüzünden, döktüğün gözyaşını hatırlıyorsan, ardında bıraktığın yıl, iyi bir yıldır. Çünkü sadece kalbi kararmamışlar gözyaşı döker ve sadece değer vermeyi bilenler hatırlar. 

Peki çocuğu aç olduğu için, çocuğu öldürüldüğü için, çocuğunun geleceği olmadığı için ağlayan annelerin kalbi gerçekten de kararmaz mı? Kararma sadece kötülüğü mü ifade eder, belki bu meselde öyledir. Lakin hayat, mesel değil, çoğu kadın için mesele..

Bir yıl daha bitti ve biten yılda; çok çocuk aç kaldı, çok çocuk hastalandı,yaralandı, tedavi imkanından uzak ve ilaçsız kaldı, çok çocuk öğretim hakkından uzak ve dahi kitapsız kaldı, çok çocuk ebeveynsiz, evsiz, yurtsuz kaldı, çok çocuk korunmasız kaldı. Çok çocuk öldü. Çok çocuk açlıktan, soğuktan, tıbbi yetersizlikten, kurşundan ve bombadan öldü. Çok çocuk saf kötülükten öldü. Çok çocuk öldü, öldürüldü..

...

Yeni yılı, güzel sözler, iyi dileklerle karşılama adetim tam olarak ne zaman başladı hatırlamıyorum, muhtemelen kendimi bildim bileli. Ve bir yıl daha bitti. Oysa bugün, yıl biterken, gelen yıl için söyleyecek güzel söz bulamıyorum. Dünyada çok fazla acı var!..

31 Aralık 2024, 15:30, Kutupalong 



* Erich Kästner ve Robert Lembke, İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra kurdukları "Die Neue Zeitung"da yayınlanan makalelerinde biraz farklı olarak aynı ifadeye yer verdi. Alıntı daha çok Erich Kästner'in kullandığı haliyle tanındı.

Robert Lembke: "Mit etwas Geschick kann man sich aus den Steinen, die einem in den Weg gelegt werden, eine Treppe bauen." 

Erich Kästner: "Auch aus Steinen, die dir in den Weg gelegt werden, kannst du etwas Schönes bauen."


* "Wenn Sie sich an die Tränen erinnern, die Sie vergossen haben, sei es vor Glück oder aus Trauer, ist das Jahr, das Sie hinter sich gelassen haben, ein gutes Jahr. Denn nur diejenigen, deren Herzen nicht verfinstert sind, vergießen Tränen und nur diejenigen, die zu schätzen wissen, erinnern sich."


11 Aralık 2024 Çarşamba

öyle bir ağlamak, öyle bir ağlamak var ki göğsümün içinde; tüm ihtişamıyla gök gürlese fısıltı kalır. oysa gün başladı. gidip çalışmalı. dinmek için...

7 Aralık 2024 Cumartesi

Avrupa'da ateşkes ilan edildi sanıladursun Gazze'de ambulans yetersizliğinden yaralılar at arabalarıyla hastanelere taşınmaya devam ediyor. 


6 Aralık 2024 Cuma

Az önce Rafah'taki sahra hastanesinde Filistin Kızılayı adına çalışan ambulans görevlisi Alaa Al-Derawi'nin göğsüne aldığı kurşunla öldürüldüğünü öğrendim. 

Oysa güne gülümseyerek başlamıştım. Lanetleyerek devam ediyorum.

Kötülük her zaman mı galip gelmeli?

Saat farkını avantaja çevirerek, yatmadan önce "günaydın" demek için arayan kişiye "biricik" hatta "biriciğim" denir ve eklenir "iyi geceler".

Güne başlangıç notum; iyi üzerinden çok : )

4 Aralık 2024 Çarşamba

2 Aralık 2024 Pazartesi


Çocukların göz kırpmadan öldürüldüğü yerden döndüğümüzde; yaralananları, hayatta kalmayı başaranları, kendi mental sağlığımız alt üst olmuş halde tedavi etmeye çalıştıktan, iyileşenden çok ölen gördükten sonra, çekilen acılara sadece şahit olmayıp bizzat yaşadıktan sonra hayat nasıl devam edecek?

Antisemit ilan edilir korkusuyla sessiz kalanlar, bu makaleyi okuyabilecekler mi yahut okusalar, okuduklarını idrak edecekler mi, hayat onlar için nasıl devam edecek?

Ben, bu gerçeği görmeden yaşamlarına devam eden, Noel kutlamaları ile hayatlarını ışıklandıran, parlatanların ülkesinden kaçıp dünyanın en büyük açık hava hapishanesine geldim, insanın insana zulmünün başka bir formunu görmek için. Ben devam etmek için, beynimin içindeki görüntülerden kaçmak için kendime böyle bir yol seçtim, ya kaçamayanlarımız? 





26 Kasım 2024 Salı

çocuklara tecavüz edilen çocuk yurdunun bağlı olduğu vakıf(!) mecliste alkışlanırken, küçücük kız çocuklarını tesettüre sokan tarikat yuvaları hızla çoğalırken...

milli eğitim bakanı gökkuşağı simgesinde sadece eş cinsellik görürken, küçücük çocukların amcasıyla evlenmesini normal gösteren milli eğitim onaylı kitaplar ilk öğretimde müfredata dahil edilirken...


...belediyelerin açtığı kreşlerin kapatılması!..

25 Kasım 2024 Pazartesi

Tüm dünya turuncuya boyansa da bir şey değişir mi; kadını evin işlerini yapan, icap etmişse ucuz iş gücü olarak kullanan, evlenilecek-eğlenilecek diye kategorize eden, sadece cinsel obje değil genel olarak obje olarak gören ama kadının görülmesini istemeyen, kalıplara, örtülere, süslü-süssüz kafeslere sokan, çocuk doğurmayanına yarım, doğuranına pörsük, evlenmeden doğuranına neler neler diyen, okuyup da ne olacak diye ezen, okudun da ne oldu diye küçümseyen, değersizleştiren, kılık, kıyafetini ve dahi kılını, tüyünü belirleyen, öksüğüne, osuruğuna, gülüşüne desibel sınırı koyan, sadece erkeklerin değil, erkek egemen toplumun rengini almış kadınların hemcinsine zorbalık yapmasını olağan sayan, "sever de döver de", "ama sen de dilini tutsaydın", "aile içinde olan, aile içinde kalır", "kıskandığı için sevinmelisin" diyen, elindeki hamurla karışmaması istenilen, mini değilse de eteği eksik olan ve fakat seçen değil seçilen olduğu için şanslı hissetmesi gerektiği savunulan, senin anana, bacına yapılsa derken başkasının anasını, bacısını düşleyen, kadın haklarını savunduğunu iddia edip ilk sinir anında kurduğu on kelimelik cümlenin yarısını kadın bedeni üzerinden küfürlerle süsleyen zihniyet var oldukça?


Ve fakat her şeye rağmen bu zihniyetle mücadele etmeye devam edeceğiz. Bu zihniyetin kadına karşı uyguladığı fiziksel ve ruhsal şiddetle mücadele edeceğiz.


Çünkü turuncu ve mor bir arada çok güzel.

Çünkü; 🧡 💜




21 Kasım 2024 Perşembe


Im vollen Respekt für Kunst und echte Künstler:innen, jetzt kommt das große Aber; ich habe auch eine leicht braune Banane in der Küche und wenn es sein muss, klebe ich sie auch an die Wand. Falls jemand es möchte, verkaufe ich sie sogar für die Hälfte des Preises als Cattelan's Kunst(!) Banane und ich werde das Geld an Kinder spenden, die kein tägliches Brot haben.

Puh!

Irgendwie finde ich es beängstigend, wofür reiche Menschen ihr Geld ausgeben und was man alles als Kunst bezeichnen kann.

Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin aldığı kararın başta Almanya olmak üzere Netanyahu'ya kayıtsız şartsız destek veren, işlenen insanlık suçlarına ve savaş suçlarına sessiz kalan diğer ülkelerin politikacıları için de bağlayıcı olması gerekmez mi?


Çok mu detaycı yaklaşıyorum? Hayır, çoğu çocuk on binlerce masum insanın öldürülmesine, evsiz, gıdasız, yardımsız bırakılmasına sadece destek vermek değil, sessiz kalmak da suçtur.

Uluslararası Ceza Mahkemesi, İsrail Başbakanı Netanyahu, eski İsrail Savunma Bakanı Gallant ve Hamas lideri Deif hakkında işledikleri savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar için tutuklama emri çıkardı.  

20 Kasım 2024 Çarşamba

Lanet bir nöbetti. Kapıdan çıktığımda kar karşıladı beni. Oysa kar yağışı başlangıcı akşam üstü olarak görünüyordu hava durumu uygulamasında. Durakta otobüs bekliyorum. On beş dakika gecikti. Trafik durumu uygulamasında bildirim yok. Uygulamalara küfrederek beklemeye devam edeceğim. Oysa alışveriş yapıp ardından eve gidip uyumak istiyordum. Ki aslında hava, bir demlik çay, bir kase mandalina eşliğinde koltukta battaniyeye sarılıp MacTavisch & Scott okuma havası. Ama alışveriş yapmadan eve gidersem hayalden mandalinayı çıkartmam gerek. MacTavisch & Scott'ı Agatha Raisin ile değiştirebilirim ama mandalina şart. Otobüs gelmez de önce markete ardından eve yürürsem hayale donma efekti eklemem gerekecek. Güne başlangıç notum -4. 

Ve tüm bunlar yazıya dönüşürken zihnimde Türkçe dublaj kötü bir amerikan sitcomu sahnesi gibi dolanıyor. Şu an yazdıklarımı bile "hadi ama J*..."diye bitiresim var. Otobüs hala gelmedi beş dakika daha bekleyeceğim. Sonra...



* Co, cak, cek, caklin, ceklin, cen, cennıt, ceyms hatta cizıs. fark etmez, nedense J ısrarındayım..

Bu gece fark ettim ki sadece yurdu ve çocuklarımı değil, eski kliniğimi de özlüyorum. Şehir ve dahi eyalet farklı olsa da iki klinik arasında bu kadar fark olabileceğini tahayyül edemezdim, hele nöbet zamanı. Demem o ki; saha görevi vaktim gelmiş benim.. 

19 Kasım 2024 Salı

"Putin nükleer silah kullanımını onayladı."

"Putin nükleer silah kullanacağını açıkladı."

"Rusya nükleer silah kullanacak."

şeklinde açıklamalar bazı haber kanallarının acele servis ettiği haberlerle, sosyal medyayı sarmış durumda.


Aslında protokolde gerçekte yazanlar, bu iddialardan daha iyi olmasa da Rusya'nın hemen bugün nükleer silah kullanmaya başlayacağı anlamına da gelmiyor. Zira kararnamede, 'Rusya nükleer gücü olmayan hiçbir ülkeye nükleer güç kullanmayacak' maddesinde genişletme ile değişiklik yapıldı, şöyle ki; Rusya, nükleer gücü olan ancak kullanmama sözleşmesi olan, nükleer gücü olan ancak kullanmama sözleşmesi olan bir ülkeden yardım alan, nükleer gücü olmayan hiçbir ülkeye nükleer güç kullanmayacak.


Lakin dediğim gibi en basit haliyle özet "sen vurmazsan ben de vurmam" olsa da durumun iyi bir yanı yok. Çünkü kullanılan silahtan bağımsız; savaşın iyi hiçbir yanı yok olamaz ve her şartta, her daim ilk ve tek doğru BARIŞ!


18 Kasım 2024 Pazartesi

Jan-Carl haklı.. 

Şöyle ki; özlem yoğun olarak hissettiğim bir duyguyken, hasret, yaşantımın özeti..

Değişen hiçbir şey yok. Geçmişte rakı masasında memleketi kurtaracağını sanan zümrenin yerini sosyal medyada rakının fiyatından şikayet eden zümre aldı. Kimsenin gerçekte memleketi kurtarmak gibi bir derdi yok. Çünkü hiç durmadan şikayet etmek, aktif bir şekilde, çözüm odaklı bir eyleme geçmekten çok daha kolay...


15 Kasım 2024 Cuma

Geçen yıl Ekim ayında BirGün gazetesinde yayınlanan Timur Soykan'a ait konusu hukukun işleyişi ve rüşvet olan haber erişime engellenmişti. Bu haber bugün Sedat Simavi ödülüne layık görüldü. Lakin habere erişim yok. 

Çünkü Türkiye'de haber alma özgürlüğünün adı 404 olarak değiştirildi.

Ve Türkiye'de hala haber alma özgürlüğünün değerini bilmeyen, anlamayan kişiler çoğunlukta.

Oysa Walter Cronkite; "Basın özgürlüğü demokrasi için yalnızca önemli değildir, basın özgürlüğü demokrasidir." sözleriyle durumu özetlemiş vakti zamanında.


Yani 404 şöyle de okunabilir; Aradığınız demokrasi bulunamadı. Yönetim şekli değiştirilmiş, kaldırılmış veya adalet sarayı -pardon- saray adaleti kararıyla zorunlu olarak uygulamadan çıkarılmış olabilir.



14 Kasım 2024 Perşembe

"bir minicik kız çocuğu, 

bak, duruyor orada hala. 

anlatamam gördüklerimi, 

o neşeli çocuğa."

Nicedir dinlemiyordum, tesadüfi çalma listeme geldi. Ve işte yine ruhumda geçmişin metcezri..

"artık beni asla yaralayamaz hayat, eğer istemezsem."

Değil işte.. Öyle olmadı.. Öyle olmuyor..

İstemesem de hayat beni hala yaralıyor..



13 Kasım 2024 Çarşamba

sadece an'ı kurtarmak hesabıyla yaşayıp geleceği kurtarmak için hiçbir şey yapmayanlar bir sonraki an'ın da geleceğe ait olduğunu kavrayamayanlar değil midir?

11 Kasım 2024 Pazartesi

Kendi hayatını riske atıp gönüllü olarak Rafah'a saha görevine giden kadın arkadaşımıza, bir kadının baş örtüsü takması gerektiğini yoksa orada olmasının Allah katında hiçbir değeri olmadığını söyleyen aklıevvel, hadsiz, saygısız, vicdansız... bilin bakalım nereliymiş!?!

Bunu da unutmayacaklarım arasına ekledim..

Cumhuriyet kutlaması için konser veren bir şarkıcının belediyeden sahne görevlileri haricinde para alması benim aklımca yanlış. E, o da mesleğini icra ediyor, emeğinin karşılığını alıyor, diyen sesleri duyuyorum. Ve sıradan bir konser değil, orada sahnede olmasına imkan veren cumhuriyetin kutlaması, diye düşünerek, bu seferlik kulak ardı ediyorum. Ayrıca, memleketteki yoksulluğu düşündükçe; günlerdir tartışması süren 69 milyon ve 44 milyon gibi rakamlar sinir sistemime iyi gelmiyor. O paralarla kaç çocuğa okulda yemek verilebileceğini düşünüyorum. Ve soruyorum; hangisi halkı kollayan öncelik; halkı umursamayan bir şarkıcının konseri mi bizzat halk ve dahi memleketin geleceği olan çocuklara sunulacak bir öğün yemek mi? Ben cevabı biliyorum ve bilmeyenlerin çoğunluk olması canımı çok yakıyor.

9 Kasım 2024 Cumartesi

İsrail hükümetinin, başta Almanya olmak üzere çoğu Avrupa ülkesinin ve tüm dünyada yaşayan Yahudilerin büyük bir kısmının, Filistin'de son bir yılda, on binlerce insan ölmüşken ve her gün çoğu çocuk ve kadın olmak üzere onlarca, yüzlerce insan öldürülmeye devam ederken ya da bilinçli bir şekilde gıdaya, tıbbi desteğe erişimleri engellenirken; tarihin asla unutulmaması, asla affedilmemesi gereken karanlık ve acı yaşanmışlıkların iziyle, her olaydan mağduriyet çıkarmalarına tahammülüm kalmadı.

Geçmişte Nazilerin yönetiminde yaşanan korkunç soykırımın, katliamların, büyük, küçük insanlık suçlarının özrü asla olamaz, lakin, o günlerde yaşananların bedeli, bugün yaşatılanlarla, yaşatılanlara sessiz kalmakla ödenemez. 

Geçmişte yaşananları, yaşatılanları unutmadan, unutturmadan devam etmenin tek yolu barıştır. Masum insanların öldürülmesine kökenine, soyuna göre karar veriliyor ve bu bağlamda sessiz kalınıyorsa "bir daha asla" sözü hiçbir anlam ifade etmiyor. 

Artık milliyeti, dini ne olursa olsun, kendine "insan" diyen herkesin, Filistin'de yaşananlara "dur" deme zamanı gelmiştir!


8 Kasım 2024 Cuma

..... onurlu bir meslektir. 

Hayır! Boşluk hangi meslek adıyla doldurulursa doldurulsun, yanlış bir önermedir. Bir mesleği onurlu kılan, o mesleği icra edenin ne kadar onurlu olduğuyla alakalıdır.


6 Kasım 2024 Çarşamba

Bir yandan Gallant'ın muhtemelen -geç olsa da- Netanyahu'nun emirlerini -artık- yerine getirmek istemediği için görevden alınışı, bir yandan ABD-Trump, bir yandan Scholz'un Lindner'i görevden alması üzerine erken seçim isteyen Lindner ve Ocak ayında güven oylaması yapılacağını ve erken seçime oylama sonucunda karar vereceğini açıklayan Scholz ile trafik ışığı koalisyonunun -geç kalmış- sönüşü. 

"Ne hafta ama!" dedirten olaylar, dünyada siyaseten yeni bir başlangıç olacak. Bu başlangıcın götürüleri getirilerinden çok olacak şüphesiz ki. 

Söyleyecek çok şey yok aslında..

İrdeleyerek, tüm yaşananlardan anlam çıkararak, günü görerek yaşanamıyorsa; yaşayarak 'gününü görme' devri son sürat ilerlemeye devam eder. Hep etti. Bu, bir kanun olmasa da hayatın akışına dahil bir gerçektir ve aynı zamanda, kocaman bir 'maalesef'tir..



3 Kasım 2024 Pazar

Stanotte c’era più luce nel cielo..

Il mondo tace. Spegni le luci!


Questa notte dormirò..

2 Kasım 2024 Cumartesi

 "Ancak, bana asıl teselli verecek olan, ülkemde hukuk devleti yönünde gelişmeleri görmek olacak.

Bunun olacağına ve gerçekten özgürlüğü teneffüs edebileceğime inanıyorum."

Bu sözler haksız ve hukuksuz bir şekilde 7 yıldır tutuklu olan Osman Kavala'ya ait. Hal böyleyken; koskoca bir milletin umutsuzluğa kapılması, boyun eğmesi haksızlık değil mi? Gezi parkı kurtuldu, ülkenin geri kalanını da kurtarmak gerekmez mi? Birileri özgürlükleriyle bedel öderken, evlatlarına, ebeveylerine, sevenlerine, sevdiklerine sarılamazken; -iktidara ve dahi muhalefete rağmen- gelecekten, ülkeden ümidi kesmek, örgütlenememek ihanet değil mi?



"Yargıda insan hayatına değer vermeyen anlayışın yaygınlaşmasının, kamuoyunda infial yaratan birçok olayda olduğu gibi, temel etik değerlerle ilgili bir aşınmayı da yansıttığı düşüncesindeyim."

Osman Kavala

Keşke aç-kapa kullanabileceğim bir "aman bana ne" düğmem olsa..

Yok..

Ve fakat "gözlerini kapa, uyu" seçeneğim var, onu kullanacağım şimdi..

"Harris neden seçilmeli?" sorusuna yanıt olarak fazlaca gerekçe yokken "Trump neden seçilmemeli?" sorusuna yanıt olarak verilecek oldukça fazla gerekçe var. Yine de bu durum seçim sonuçlarını etkiler mi, emin değilim. 

31 Ekim 2024 Perşembe

Dün Filistin Kızılayı Deyr El Balah mülteci kampına yapılan saldırıların ardından ambulansla yaralıları hastaneye getirdiklerinde Aziz (Abdulaziz El-Bardini) kendi hastasını hastaneye taşırken kendinden önce hastaneye varan ambulanstaki yaralının öldüğünü duyup başını çevirince sedyeki kadının annesi olduğunu görmüş. Tanıyamamış ilk bakışta annesini. Sonrası...

Sonrasını tesadüfen kayıt alan bir amatör videosunda izledim.



Aziz daha önce Cibaliye kampına düzenlenen saldırılarda babası ve iki kardeşini kaybetmiş. Annesini Deyr El Balah'a hemşire olan teyzesinin yanına göndermiş. Annesi orada hem yemek pişiriyormuş hem de hafif yaralılara ilk müdahale ya da pansuman yapıyormuş.


Dünya niye sağır?

Dünya niye Aziz'lerin sesini duymuyor?

Dünya niye suskun?

Almanya, Almanya vatandaşı olan iranlı Cemşit Şarmahd'ın bir buçuk yıldır süre gelen tutukluluk halini müteakip salı sabahı idam edilmesinin ardından bugün Almanya'daki üç başkonsolosluğu kapattığını duyurdu. Berlin'deki büyükelçilik ise diplomatik görüşmeleri sürdürmek adına göreve devam edebilecek. Bu durumda 32 konsolosluk çalışana -çifte vatandaşlık hakkı yoksa- ülkeyi derhal terk etmek zorunda kalacak. Dış işleri bakanı Baerbock açıklamasında, Şarmahd'ın idamı nedeniyle İran'a karşı daha fazla önlem alma haklarını saklı tuttuklarını da belirtti. 

29 Ekim 2024 Salı

Bu arada dün BM'nin Filistin'deki (kendi vatanında mülteci edilmiş) mültecilere yardım eden kolu UNRWA'nın faaliyetlerine son verecek olan yasa, İsrail meclisinde yapılan oylamayla kabul edildi. Kendi vatanlarında yerlerinden edilmiş insanların yurtlarından da edilmesi için yapılan çalışmalar son sürat devam ederken dünya en çok da batı hala sessiz. 

Ülke çoktan cumhuriyet kurulmadan önceki şartlara geldi. Ülke, cemaatlerin, cemiyetlerin, tarikatların, parayı güç sayıp ona tapanların, hem dini hem milli duyguları sömürenlerin, hukuku, eğitimi kendi tekellerine alanların işgali altında. Lakin ülkede ne yeni bir kurtuluş mücadelesini başlatacak ne de cumhuriyeti koruyacak birlik ve beraberlik var. 

Koruyup kollamadan, varlığının sürekliliği için emek harcamadan, cumhuriyetin cumhuru olmak için mücadele vermeden, bayramını süslü sözlerle kutlamanın 14 şubattan çok da farkı yok.

Belki de cumhuriyeti gerçek anlamı ile kutlamak için; bir kez daha inanarak, örgütlü bir şekilde "kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet" deme, "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" olmayı hatırlama zamanıdır. 


25 Ekim 2024 Cuma

DSÖ Gaza'daki Kamal Adwan hastanesi ile bağlantının tamamen kesildiğini bildirdi. Hastaneye dün gece El Şifa hastanesinin bombalaması ardından, hastaneden çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 200 hasta ve 26 sağlık çalışanı transfer edilmişti. DSÖ Kamal Adwan hastanesinin de bombalanmış olacabileceğine dair endişelerini açıkladı. 

DSÖ ayrıca resmi hesabında dün geceye ait görüntüler de paylaşmış.


Fotoğraflara bakmak dahi zorken orada o insanların yaşadıklarını ifade edecek söz var mı?

Bazen bir el değil de bir ses, bir tek sözcük seni iki omzundan birden tutup silkeler ve sen tuttuğun nefesi salıp yeniden nefes almaya devam edersin. 

Bazen...


24 Ekim 2024 Perşembe

para için bebekler öldürüldü. çocuklar gerçeklerin karartıldığı cinayetlerin kurbanı oldu. failini haklı çıkartacak bahanelerle kadınlar öldürüldü. küçücük çocuklara tecavüz edildi. tecavüze uğrayan kadınlara suç bulundu. çocuklar, gençler bile isteye uyuşturucu maddelerle tanıştırıldı, bağımlı edildi. koruma altındaki çocuklar yok edildi. kazalarda, depremlerde türlü türlü suçun üstü örtüldü.


bugünün işini yarına bırakmamak için yarın yok edildi. 

daha ne olsun. 

ya da daha ne olursa halk inisiyatif alır.

Ortada cevapsız sorular yok, cevabı verilmek istenmeyen sorular var. Ki bu sorular da ikiye ayrılıyor; cevapsız bırakılacağı halde sorulması istenen sorular, zaten cevapsız bırakılacağı için sorulmamasını istedikleri sorular. 


Kendi varlığının güvenliği sağlamak için verilen güvenlik açıkları, korku ikliminin dozunu arttırma, beteri unutturmak için daha beteri, hal böyleyken savunmasının önünü açma ve tüm bu ve benzerleri için asla niyette olmayan barış ifadesi kullanma. 


Üstüne, her güne yeni bir kaosa başlar gibi başlayan cumhurun gözlerini karanlığa alıştırmak için, ihtiyacın en göz önünde olduğu zamanlarda cumhuriyetin varlığını korumak yerine, cumhuriyetin varlığını kutlamaya engel olma.


Ve yaşananlara asla aymayan koca bir boşluk.. halk demeye dilim varmıyor..





23 Ekim 2024 Çarşamba

- bir mucize olsa, tüm iyiler bir anda ölse.

- neden kötüler değil de iyiler?

- çünkü kötü olup iyi görünmek daha kolay, gerçek iyiyi görmek zor, bir süre sonra iyinin kötü olmayacağını bilmek zor, kötü zaten kötü.

- peki iyiler yok olup sadece kötüler kalınca ne olacak?

- hiçbir şey, kötüler artık iyilere zarar veremeyecek, birbirlerine saldırmaya başlayacaklar.

- iyilerin kötülerle mücadele etmesi daha doğru değil mi?

- hayır, iyilerin kötüler karşısında şansı yok, kötüleri ancak benzerleri yok edebilir.

- iyilerin kötülere karşı hiç şansı yok mu?

- yok, tıpkı beyazın siyah karşısında şansı olmadığı gibi.

- ama sadece siyah ve beyaz yok ki.

- evet, gri var, en sevmediğim, onlar iyi gibi görünen kötüler.

- bu durumda mantıken kötü görünen iyi de diyebiliriz.

- hayır, siyah ve beyaz karışınca gri olur, griye beyaz karışınca tekrar beyaz olmaz ama siyah karışınca siyah olur, siyah her zaman beyazı yutar, siyah her zaman beyazı örter.



Bu diyaloğu da hiçbir zaman unutmayacaklarım arasına ekledim çocuk.


22 Ekim 2024 Salı

Konu çok hassas ve birilerinin, kendilerince yargı dağıtma hevesiyle, meslek grubundaki tüm emekçileri töhmet altında bırakacak şekilde yaptıkları açıklamalar, halihazırda şiddet dahil birçok zorlukla mesleğini hakkaniyetli bir şekilde yapan sağlık çalışanlarını daha da zorda bırakabilir, sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti arttırabilir. Durumun vahametine dikkat çekerken hassasiyetini göz ardı etmemek gerek. Zira sağlık çalışanları, istisnalar hariç, ömürlerini, tedavi etmeye, hayatta tutmaya, hayat kurtarmaya adamış insanlardır. Elbette her meslek grubunda işini çok iyi, iyi, kötü, çok kötü yapanlar vardır. Lakin her meslek grubunda mesleği icra eden kişiler arasında iyi insan ve kötü insan da vardır. Kişilerin iyi ya da kötü olması ile kişinin mesleğinde iyi ya da kötü olması arasında fark vardır. Ortada onlarca, belki de yüzlerce bebeğin canına kast etmiş, o bebeklerin ailelerine onulması en güç acıyı yaşatmış korkunç bir çete var. Fakat tam tersi, herbir çocuk sağlıklı olsun, hayata tutunsun diye çalışan, çabalayan, kendinden ödün veren sağlık çalışanları her zaman katbekat fazladır. Ve bu, kelimenin tam anlamıyla; milyonlarca "iyi ki"dir.

Ve illaki tüm bu yaşananlara, bu kötülere zemin hazırlayıp bu kötülüklere sebep olan, sistemin ta kendisidir. Çünkü her ne kadar "sağlık para ile satın alınamaz" dense de sağlık hizmetleri satılık hale getirilmiş, insan sağlığı (ve dahi eğitim öğrenim hakkı) rant malzemesi edilmiştir. Oysa sağlık hizmetleri (ve dahi eğitim öğretim) her yurttaşın eşit şartlarda sahip olması gereken bir haktır. 

akp olmasaydı da fethullahçılar olacaktı ve fakat fethullahçılar olmasaydı akp böyle büyüyemeyecekti yine aynı şekilde akp olmasaydı fethullahçılar devlete bu kadar sızamayacaktı yani iki ucu boklu değneğin bile kendi içinde bir dengesi var. biri olmadan diğeri olmazdı, diyemeyiz ama biri olmadan diğeri bu kadar büyüyemezdi diyebiliriz..


neyse, son söz, adını sanını bilmediğim gençlerden gelsin.. duvara "the fact is the fuck" yazmışlar..

21 Ekim 2024 Pazartesi

Kadınlar öldürüldü, suçlu öldürülen kadın oldu.

Çocuklar öldürüldü, suçluları korundu.

Hayvanlar öldürüldü, "oh" dendi, alkışlandı, kimse suçlu bulunmadı.

Ağaçlar kesildi, dereler kurutuldu, doğa talan edildi suçlular ihalelerle ödüllendirildi. 

Şimdi bebeklerin öldürüldüğü ortaya çıktı, göstermelik birkaç suçlu ortaya atıldı.

Oysa kadınların da, çocukların da, hayvanların da doğanın da, bebeklerin de katili bizzat sistem. Ve bunu bir türlü idrak edemeyen mahlukat hala çoğunlukta ve hala katiller alkışlanıyor.

18 Ekim 2024 Cuma

Tüm bu yaşananlar neden "kamulaştırma" dediğimizi açıklamıyor mu? Neden "özel" hastane, okul istemediğimizi, neden sağlıkta ve eğitimde fırsat eşitliği talep ettiğimizi bir kez daha hem de çok acı bir şekilde açıklamıyor mu?

neden hiçbir mesleğin kutsallaştırılmaması gerektiğini yeni doğan ünitesinde yaşananlar çok ama çok acı bir şekilde insanlığın yüzüne vurmuş. 12 bebek ölümü. ki geçmiş tarihli ihbarlar da değerlendiriliyormuş. bu da bu canilerin elinden başka bebeklerin ölmüş ya da zarar görmüş olabileceği ihtimalini yükseltiyor.

çocuklar yaşasın, iyileşsin, diye kendi hayatını tehlikeye atmış insanlar tanıdım. o nedenle daha da zor okuduklarımı idrak etmem. ve bazı durumlarda hislerin kelimeye dökülmesi mümkün değil.



15 Ekim 2024 Salı

ne oldu şimdi, ne yaşadık biz?

ya da onur, duruş, onlara ne oldu?

evet barış!

hepimizin istediği bu.

yoksa bunca acı neden çekildi?

bunca yıllık esaret neden?

barış için.

lakin pis hatta kanlı bir el sırf uzatıldı diye tutulur mu?

barış bu mu? barış böyle mi sağlanacak?

"derin kuyu yoktur, kısa ip vardır" öyle mi?

her iple kuyuya inilir mi ve dahi herkesin ipiyle kuyuya inilir mi?

daha önce verilen barış sözleri tutuldu mu?

bunca yıllık esaret boşuna mıydı?

lanet olsun ya!

derhal; amasız, fakatsız, süssüz kelimelerle, dolanmadan, direkt bir açıklama bekliyoruz!..


10 Ekim 2024 Perşembe

Evveliyatı olsa da, son bir yıldır aralıksız devam eden, başta Gaza olmak üzere, on binlerce çocuğun, masum insanın ölmesine sebep veren saldırıların karşısında olmak, derhal ateşkes ve barış istemek; 7 Ekim'de yaşananları onaylamaz ve antisemit bir tutum değildir. 

Hiçbir savaş yoktur ki; ölüsü, yaralısı, yetimi, öksüzü, evsizi, işsizi, yoksulu, yıllarca taşınacak acısı olmadan sonuçlansın. O yüzden devletler vardır, o yüzden diplomasi vardır. 

Barış istemenin, barıştan yana olmanın "ama"sı yoktur. 

Barış istemek hiçbir dini, milleti, ülkeyi kayırmaz, karşısında da olmaz. 

Bu nedenle, barış istemek ne Yahudilerin ne de İsrail halkının karşısında olmak değildir, tıpkı Hamas ve benzer zihniyetlerin yanında olmamak gibi. 

Barış istemek; umuttan yana, gelecekten yana, sevgiden, saygıdan yana, insanlıktan yana olmaktır. 


9 Ekim 2024 Çarşamba

Avrupa Parlamentosu Milletvekili Lucia Yar, temel özgürlükler ve insan hakları kapsamında görüşülen ve yarın oylamaya sunulacak olan, Bülent Mumay'ın hüküm giymesine ilişkin dava hakkındaki oturumda, konuşmasını Türkçe bir cümleyle bitirdi. 

"Haksız yere mahkum edilen gazeteciler, sizi unutmadık ve yanınızdayız."

3 Ekim 2024 Perşembe

maktulü çocuk olan bir cinayetin araştırılması millet meclisinde oy çokluğuyla engelleniyorsa; o meclisin milleti tek tek maktul olmaya adaydır. 

2 Ekim 2024 Çarşamba

abi sözü dinleyen kardeş modelinde devam ediyorum. bu gidişle yanınıza koşarak geleceğim. lakin nabzı kontrol altına almayı öğrenmem şart. sakinleşmek için bodoslama koşmak sanki benimki. işe de yaramıyor. bilinsin isterim : p

dipsiz not: yağmur yağıyor... 

1 Ekim 2024 Salı

Diab(o)lo gibi dialog...

- Birbirimizi kırmıyoruz inşallah.

- Yok yok efendim.

- Üzülme bazen siyaseten söylememiz gerekenler oluyor, siyasetin gereği olarak.

- Efendim, önemli olan (Celal Bey gibi dostlarımız, duygularımız bir önemli olan o). Herkes doğru bildiğini savunuyor, saygıda sevgide eksik yok. Hürmet ederim.


30 Eylül 2024 Pazartesi

"yol arkadaşım gördün mü, duydun mu olup bitenleri? kıskanıyor insan bazen basıp gidenleri. yalnızlaşmışız iyice, üstelik de alışmışız. hiç beklentimiz kalmamış, dosttan bile. korkular basmış dünyayı, şimdi bir semt adı vefa, kutsal kavgalardan bile, kaçan kaçana. anlaşılır gibi değiliz, tek bedende kaç kişiyiz, hem yok eden hem de tanık. ne esaslı karmaşa.

sen esas alemi seçtiğinden beri, ben o saniyede bittiğimden beri, dünya bildiğin dünya, dönüp duruyor işte. uzun uzun konuşuruz bir gün son istanbul beyi.

ben sana küsüm aslında, haberin yok. koyup gittiğin yerde kötülük çok. kime kızayım, nazım senden başka kime geçer? benim sensiz, kolum, bacağım, ocağım yok!

yol arkadaşım nerdesin?"


Bu da yetmedi işte içimdeki öfkeyi atmaya..

Daha ne diyebilirim?..

Yetmiyor!..

29 Eylül 2024 Pazar

Taraftan bağımsız, masum insanları öldüren hiçbir dava, benim vicdanımda "haklı" değildir. Ölen masum insanlardan "dava zayiatı" diye bahsetmek, üstelik bunu yüze yayılan kibirli bir gülümseme ile yapmak ancak katil bir ruhun yetisidir. En acısı ise; tarih, tüm yaşananları, "katliam" olarak değil, "başarı" diye yazacak. 

26 Eylül 2024 Perşembe


Almanya'da son seçimlerin ardından Yeşiller'in (Bündnis 90/Die Grünen) politik başarısızlığı konuşuluyor. Oysa ortada bir başarısızlık varsa bunun faturası tek başına Yeşiller'e kesilemez. Elbette bu Yeşiller'i masuma çıkartmak değil. Lakin mevcut koalisyon yani trafik ışığı koalisyonu başarısızdır. Ve bu başarısızlıktaki en büyük pay, koalisyondaki en küçük parti olmasına rağmen finans yönetimini elinde tutan ve sınıf bilincinden uzak tutumuyla FDP ile silahlanma ve savaş konusunda teşvik edici olan Başbakan Scholz'un tutumudur. Yeşiller'in -son seçimlerin sonucuna da yansıyan- en büyük başarısızlığı, FDP'nin ekonomide verdiği, halkı gözetmeyen kararlara ve SPD'nin barıştan uzak kararlarına; olması gerektiği tonda karşı duramamış olmasıdır. Yeşiller, koalisyon ortakları karşında pasif kalmış, vaatlerini tutmamış, yenilenebilir enerji, ucuz toplu taşıma, her bütçeye uygun organik gıda, mülteci hakları ve en önemlisi barış konusunda ağırlığını koymamıştır. Yine de parti yöneticileri, onurlu bir davranış sergileyip başarısızlığı kabul edip -istifa etmesi gereken nice başka polikacı varken- istifa etmiştir. Bu dahi günümüz şartlarında siyasi bir başarıdır. Umarım Yeşiller, yeniden ve daha kararlı bir şekilde yapılanıp genel seçimlere hazırlanır. Yoksa sağın hızla ilerleyen büyümesinin önünü almak daha da zorlaşacak.


21 Eylül 2024 Cumartesi

Görecek korkusuyla(!) evlatlarının yanında öpüşmeyen, birbirlerine sarılmayan, birbirlerine sevgi dolu sözler söylemeyen ebeveynlere sinir oluyorum. Tamam, siz öyle görmüş, öyle büyütülmüş olabilirsiniz ama bu demek değil ki çocuğunuzu da böyle büyütmelisiniz. Bırakın da çocuklarınız bilsin ebeveynin birbirini sevdiğini, bilsin sevginin, elle tutulan, gözle görülen, kulakla duyulan, tenle hissedilen yanları da olduğunu. 


Hatta başlamışken; çocuğunuzla cinsellik üzerine konuşmaktan çekinmeyin. Çocuğun bedenini tanımak için aldığı yolda ona ışık tutun. Cinsiyet farklılıkları hakkında bilgi verin. Bedenin yaş ilerledikçe uğradığı değişiklikleri sizden öğrenmesini sağlayın, hem de kız çocuğu anneden, erkek çocuğu babadan tabularını yıkarak. Çocuklarınıza kati surette öğreteceğiniz en mühim doğru; kendi bedeni hakkında kendi kararını verme yetisi olsun. Ne akrabanın, ne komşunun ne de akranının, eğer kendi istemiyorsa -masumca dahi olsa- bedenine dokunma hakkı olmadığını bilsin, bunu öğretin. Çocuklarınıza, "hayır" demeyi de "istemiyorum" demeyi de öğretin. Ve aynı şekilde "hayır" diyene, "istemiyorum" diyene saygı duymasını da. Yani çocuklarınıza, eğer istemiyorsa kimsenin ona dokunamayacağını öğretirken, onun da dokunulmak istemeyen birine dokunmaması gerektiğini. 

Çocuklarınızı koruyun, hem de sadece fiziksel olarak değil. Çocuğunuza her daim el uzatın. Fakat çocuklarınıza kendilerini korumalarını da öğretin. Ve bunu yaparken, en etkili korunma yöntemlerinin, öz güven ve öz saygı olduğunu unutmayın. Kendine güvenen, kendine saygı duyan birey, her zaman kendini korumakta daha başarılıdır. O yüzden çocuklarınızı büyütürken sadece size değil, kendisine güvencesini de sağlayın. Ki bu çok mühim bir denge gerektirir. Çocuk kendisine güvenmeyi öğrenirken, size de her daim güvenebileceğini hep bilmeli. 

Bir aileyi aile yapan her zaman kan bağı değildir. Lakin bir ailenin aile olabilmesi için, ailedeki bireyler birbirlerine sevgiyle, saygıyla, güvenle bağlı olmalıdır. Birbirlerine korkusuz, kuşkusuz, koşulsuz sığınabilmelidirler. Bir geminin limana yanaşması gibi, ki gemiler limanda güvendedir. Ve fakat John Shedd'in dediği gibi "elbette bir gemi limandaysa güvendedir ama gemiler limanda dursun diye yapılmamıştır." O yüzden, çocuklarınız her zaman bilsin ki sizin kollarınız her zaman konabilecekleri en güvenli dal ve aynı zamanda bilsinler ki uçmak için kendi kanatları var.

Ve en başa dönersem; evlatlarınızın yanında birbirinize duyduğunuz sevgiyi göstermekten çekinmeyin. Evlatlarınız birbirinizi sevdiğinizi bilsin. Hele evlatlarınıza sevginizi göstermekten hiç çekinmeyin, sakınmayın. Evlatlarınız sevildiklerini bilsin, mutlaka bilsin. 


Neyse öyle işte, diyeceğim, lakin, bu kez ne neyse ne de öyle işte. Sevgisiz büyüyen o kadar çok çocuk var ki ve sevgisizlik belki de şu hayatta onması en güç durum ve nice illetin temel kaynağıdır. 



19 Eylül 2024 Perşembe

Belki de en büyük sorun dinlemeden konuşmaktır, anlamadan yorum yapmaktır, okumadan, araştırmadan bilgi sahibi olduğunu sanmaktır, sahibi olduğunu sandığı bilgiyle eğrisini doğrusunu düşünmeden davranmaktır, diyeceğim, yanlış olacak. Çünkü cümledeki 'belki de' fazlalık, maalesef.

18 Eylül 2024 Çarşamba

Bizzat içinde yaşamak ve uzakta, görmeden yaşamak çok farklı biliyorum. Bilmediğim ise; bizzat içinde olmanın, değişimi görmeye imkan sağladığı mı, imkansızlaştırdığı mı?

Hani bir çocuk yanınızda büyürken, büyüdüğünü fark etmezsiniz fakat yıllarca görmediğiniz bir çocuğu gördüğünüzde, ne kadar büyüdüğünü, değiştiğini fark edersiniz ya... biraz öyledir, dışarıdan, uzaktan bakmak. 

Tabii bu, kapısı ve pencereleri kapalı bir evde ne olduğunu bilmemektir de aynı zamanda. Dört duvar arasında olanları; gölgelerden, seslerden bazen de doğruluğu şüphe uyandıran anlatımlardan tahmin etmektir.

Ben o dört duvara uzaktan bakıyorum. Ama içeriden gelen sesleri net duyuyorum. Koca koca balyozlarla duvarlar yıkılıyor, kolonlar yıkılıyor. Evin sadece dış cephesi duruyor. İçerde bağıran insanlar, eyleme geçmeyen, balyoz sallayanları durdurmayan, bir arada müdahale etmedikleri için durduramayan insanlar var. Evin yıkılacağını bildikleri halde, hiçbir şey yapmayan, tek tek güçsüz oldukları için yapamayan ama bir araya gelmeyi de başaramayan insanlar. 

Ben o dört duvara uzaktan bakıyorum. İçeride olan bitene müdahale etmiyorum, görüyorum sadece, tıpkı uyurken rüya görmek, rüya görürken gördüklerinin rüya olduğunu bilmek ama uyanamamak gibi. 

Uzaktan bakar ve görürken balyoz sallayanları ve dahi çığlık çığlığa bağıranları, hiçbir şey yapmıyorum, yapamıyorum. Kendime hem uyuduğum için, hem rüya gördüğüm için, hem uyanmadığım için kızıyorum. Fakat o evin içinde bir araya gelip de o balyoz sallayanları durdurmayanlara kızmıyorum, kızamıyorum. O eve girmedikçe, sadece uzaktan bakarken buna hakkım olmadığını düşünüyorum. 

Tıpkı yıllarca görmediğim bir çocuğun ne kadar büyüdüğünü fark ettiğimde beni artık tanımamasına isyan etmemek gibi. O çocuk büyürken yanında değildin, diyorum. O eve balyozlu insanlar girmeye başladığında sen o evden çıkmıştın, ilk balyoz duvara vurulduğunda orada değildin..

Ben o dört duvara uzaktan bakıyorum. "Dört duvar arasında olan dört duvar arasında kalır"dan öte bir şey bu. Anahtarım yoktu, eve giremiyordum. Rüya gördüğümü biliyordum, uyanamıyordum. 

Sadece üzülüyorum. Sadece özlüyorum. Özlediğimin geçmiş, çok zaman, çok olay, çok insan geride bırakan bir geçmiş olduğunu bilerek hem de...

14 Eylül 2024 Cumartesi

Bir diyalogda taraflar arasında, gerek maddi gerek kültürel gerek bilgi birikimi gerek eğitim imkanı olarak farklılıklar varsa buna dayalı olarak toplumda seviye(!) farkı olarak adlandırılan aralık, dikkat çekecek ölçüde çoksa; karşısındakinin anlamayacağını düşündüğü için kelimeleri onun anlayacağı şekilde seçmek mi kibirdir yoksa karşısındakinin anlamayacağını düşündüğü halde her zaman kullandığı kelimeleri kullanmaya devam etmek mi?


Tıp eğitiminde öğretilenler arasında, hastayla anlayacağı dilde konuşmak da yer alır. Hastayla konuşurken tıbbi terimlerin konuşma diline uyarlanmış haline çevrilmesi bu mümkün değilse de hastaya terim hakkında anında, sanki parantez açmış gibi, açıklama yapması tembih edilir. Peki bu tembih bazı hekimler tarafından dahi kulak ardı edilirken böyle bir tembihi hiç almamış kişiler için durum nedir? Üstelik çizgi çok inceyken. Çünkü aslında karşısındakini yeterince tanımadan anlamayacağını düşünmek de kibir değilse bile ön yargı değil midir?

Toplumda, seviye farkı, diye dillendirilen, kimilerini diğerlerinden üst bir yere koyan düşünce yapısının sahipleri; toplumda, seviye farkı, diye dillendirilen koşulların nasıl oluştuğunu sorgulayamayacak acizlikte olduklarının farkında dahi değildir. 

Örneğin, varoş kelimesi, dillerinden hiç düşünmeden, sorgulamadan dökülür. Çoğu bu kelimeyi, hakaret amaçlı, üsten bakan bir edayla kullanır ve ilginçtir ki çoğu varoş kelimesinin gerçek anlamını dahi bilmez. Bazı sosyal ortamlarda hatta hayatı öğrendiklerini sandıkları televizyon dizilerden aşina "varoşluk yapma", "varoş olma", "çok varoş" gibi arttırılabilecek örneklerde yer verir, varoş kelimesine. Belki bayağı belki de banal demek istiyorlardır, varoş kelimesini kullanırken, hem de kendileri bayağı, banal bir duruma düşerken. Ve fakat bunun tam tersi de yok mudur? Bilfarz "plaza insanı" ifadesini "varoş" ifadesinden çok da farklı bir yere yerleştirmek mümkün müdür?

Uyandım, zihnim yine kalabalık.  Zihnimdeki dünya ile gerçek dünya yine birbirine uzak. İnsanın insana sadece insan olduğu için değer vereceği bir dünya ve bu dünyada yaşayan mutlu çocuklar. Böyle bir dünya gerçekten mümkün değilse niye adına bir ömür dediğimiz süreyi geçiriyoruz ki üstünde.

Neyse öyle işte! 

11 Eylül 2024 Çarşamba

ABCÇDEFGĞHIİJKLMNOÖPRSŞTUÜVYZ

abcçdefgğhıijklmnoöprsştuüvyz




Gerçekten anlam veremediğim şeyler oluyor. Bu fikir sadece akademik bir çalışmaysa ve günlük yaşama etkisi olmayacaksa; âlâ. Fakat alfabedeki harfler gerek yazarken gerek telaffuz ederken doğru kullanılmıyorken böyle bir değişikliği genele yaymak gibi bir fikir mevcutsa; abesle iştigal eder, diye düşünüyorum. Zira düzeltme imi ya da bizim zamanımızdaki adıyla şapka, çoğunlukla yazıda -doğru olmasa da- kullanılmıyor. Ğ kullanımındaki hatalara değinmek ise saatler alır. Hal böyleyken, Türkiye Türkçesini korumak ve doğru kullanılması için çaba sarf etmek yerine, alfabeye; Q, X, W, Ň, Ä harflerini eklemek gerçekten mantıklı mıdır?

Zannetmiyorum ve giriş cümleme dönüyorum; gerçekten anlam veremediğim şeyler oluyor. 


 

8 Eylül 2024 Pazar

"Tahmin etmiştim, hissetmiştim hatta biliyordum" demedi. "Ben söylemiştim" demek zaten yapmadığı bir şeydi, o yüzden demedi. Derin derin iç çekti. Biriken yaşları savuşturmak için gözlerini kırptı, sesini kontrol etmeye çalışarak "üzgünüm" dedi, "çok üzgünüm".


Bu satırlar hüzünlü bir hikayenin giriş cümlesi olabilirdi. Değiller. Ülkede ve dahi dünyada hızla arttırılan teessür dozu, tıpkı hasta olmayan bünyeye zamansız verilen ilaçların ihtiyaç halinde kifayetsiz kalıp direnç göstermemesi gibi bir tesir gösteriyor.

Doğa katlediliyor, hukuk yok sayılıyor, fikir beyan edenler hapsediliyor, haber alma özgürlüğü kısıtlanıyor, eğitim hakkı zorlaştırılıyor, fakirlik sıradanlaştırılıp açlık yüceltiliyor, çocuklar ölüyor, öldürülüyor...

Her gün biraz daha ağır haberler alan insanlar her gün biraz daha hafif tepkiler gösteriyor.

Türkiye'de ve dahi tüm dünyada milliyetçi, ırkçı yaklaşımlar taraftar kazanıyor. Üstelik bu taraftarlar, milleti aç bırakan, zulüm eden, öldüren, Türkiye'de vatan topraklarını, kıyı, orman, dağ ayırmadan satan yapılanmaların milliyetçilikten ne anladıklarını sorgulayamayacak kadar cahil bırakılmış, gerçek manada millet ve ülke sevgisinden bihaberler. Üstüne bir de inançlarının sömürüldüğünü fark etmeksizin din(!) ile terbiye ediliyorlar.

Üzgünüm. Teessür direncim yüksek olduğu için değil, bünyem hiçbir haksızlığı, felaketi, cinayeti sıradanlaştırmadığı için, dünyanın neresinde olursa olsun, hiçbir çocuk ölümünü kabullenemediği için üzgünüm, çok üzgünüm.

1 Eylül 2024 Pazar

 yine geldi eylül

ne dersin 

aratır mı gideni gelen 

yoksa hep arandığı için giden

fark edilmez mi gelen 


geldi eylül

yine sular mı iri damlalar 

artık güllerin açmadığı yanakları

yoksa solar mı nihayet yürek

kuru gülleri sulamaktan feragat ederek 


ve 

eylül

ben

derken 

yine geldi

sen

sen ne dersin



gün dönmek üzere, "eylül geldi, yine geldi eylül". doğduğun gün müdür bilmiyoruz elbet, belki ağustosun son saatlerinde doğmuştun belki eylülün ilk saatlerinde. ama 1 eylül yazmışlar, son sıraya ekledikleri kütük numaranın yanına. eylülü daha fazla severdin, "kesin eylülün ilk saatlerinde doğmuşumdur ben" derdin. bizse eylülün ilk saniyelerinde doğum gününü ilk kutlayan olma yarışına girerdik. hatta berabersek, ilk ben öpeceğim, diye, birbirimizi kenara itecek, uzaktaysak, ilk kutlayan ben olacağım, diye telefonlara sarılacaktık, ki ben olacaktım ilk arayan, hile yapıp gün dönmeden arayacağımdan. evet, bazen cebren bazen hile ile, hep ilk ben kutladım doğum gününü, hep ilk ben öptüm, ben sarıldım sana. ama artık hiçbir hile, hiçbir sihir, hiçbir mucize yok ki seni geri getirsin. gözlerimi kapatsam hayalin var, sesin yok, sıcaklığın yok. cayır cayır yansa da içim, senin sıcaklığın yok o yangında. kızgınım sana. başka türlüsü gelmediği için elimden, kırgınlık fayda etmediği için belki de, kızgınım işte, kızgınım gidişine.

aslında hepimiz, her daim sanki programlıydık gitmeye. sınırları sevmezdik, dar gelirdi her yer. evler, şehirler, ülkeler dar gelirdi. ev ev, şehir şehir, ülke ülke, hepimiz giderdik, hepimiz dönerdik. bazen birbirimize, bazen kendimize. sen hep bana dönerdin, ben hep sana. ikimiz de başka türlüsünü öğrenemeyenlerdendik. biz kendi seçtiğimiz ailemizin yapışık ikizleriydik. ne kadar uzak olsak da birbirimize, baştan sona ve dahi sondan başa eviydik birbirimizin, yuvası. herkes bir yerlerde sevgilileri, eşleri, çocukları, "ailem" dedikleriyle yaşlanırken, biz, dünyanın herhangi bir yerinde, küçük bir sahil kasabasında, herkes için iyi şeyler dilerken, birbirimizde yaşlanacaktık. daha en az yirmi, otuz yılımız vardı. emekli olacaktık ya da istifa edecektik. bir sahaf açacaktık, kitap kokusu içinde, sohbet ve çay ikram edecektik gelenlere. ben tembellik ederken bile boş duramadığımdan çoraplar örecektim, battaniyeler örecektim, ördüğüm her battaniyede önce "benim olsun mu bu" diye soracaktın sonra vazgeçip çorapla birlikte, dünyanın herhangi bir yerinde ayağa üşüyen herhangi bir çocuğa gönderecektik. daha gerçekten aşık olacaktık. birbirimizin sevgililerinde kusurlar bulacaktık belki paylaşma korkusuyla, belki sevecektik, diğer yarımız sevdi diye. terk edilecektik belki, üzülecektik, omzunda ağlayacaktım, omzumda ağlayacaktın. esperanto öğrenecektik, konuşacak kimseyi bulamadığımız için haftanın belli günlerinde birbirimizle doğru, yanlış esperanto konuşacaktık. Şili'ye gidecektik. Kayseri'ye gidecektik. dünyanın ilk psikiyatri kliniği olarak anılan Gevher Nesibe Şifahanesi'ni görecektik, ki bahanem olacaktı, görmek için kıymetlimi. on, yirmi, otuz, kırk, elli kedimiz olacaktı, ben hepsini sevecektim ve fakat hiçbirini sevmeyecektim, sevemeyecektim Küçük Hanım kadar. sombrero alacaktım sana, renkli ponponlu, pompom diyecektin sen, sombreronun şerefine, tam zamanı, diyerek, tekila içecektim ömrümde ilk defa. T1 alacaktık, korkmayacaktık yolda kalmaktan, "Özlem tamir ediverir" diyecektik. haftada en az bir gün ve her bayram ve her doğum günü ve her noel ve her paskalya, domatesli makarna ve çikolatalı puding yiyecektik. her noel, her paskalya ve her uzun tatilde tüm kardeşler yine bir araya gelecektik ve Tarık'ın içindeki koruyucu hekim baba başladı mı karbonhidrat, şeker, tuz saymaya tuvalete kilitleyecektik. Leati'nin büyüdüğünü görecektik ve Teatro dell'Opera di Roma'da sahneye çıktığında en önde oturacaktık. yanımızda olmasa da Deniz'in büyüdüğünü görecektik, onunla sevinecek, onunla üzülecek, onu özleyecek ama yaptığı her şeyle gurur duyacaktık. (elbette ikimizin yerine sevmeye devam edeceğim Deniz'i, ikimizin adına paylaşacağım sevinçlerini, ikimiz adına hüzünlerini ve ikimizin yerine gurur duyacağım her başarısıyla. diğerlerini değilse de ikimiz adına yaşayacağım Deniz'de senin yaşaman gereken her şeyi.) 

dayanabildiğim sürece... 

pembe bir taş bıraktım az önce hatıralar kutusuna. sen hediye etmiştin. 98'e girdiğimiz yılbaşı gecesi. özlem üstüne çiçekler çizip boyamıştı. yer yer kalktı boyalar, renkleri de soldu biraz ama hala çok güzel. sırt çantamda getirdim onu, benim kadar yabancı o da hala buraya. kutuyu, babamın aldığı son doğum günü hediyesi olan ve kaybederim korkusuyla takmadığım bilekliğimi koymam için aldığını söylemiştin. aynı gece koymuştum bilekliği içine, hatta özlem, bileklik içindeyken boyamıştı. sonra başka şeyler de girdi o kutuya. babaannemin mor taşlı yüzüğü, İbrahim'in hediyesi dolma kalem, Sevil'in lens kutusu, Tarık'ın ilk maaşıyla hepimize uğur getirsin diye aldığı bir dolar, Deniz'in ilk saçı, ilk düşen süt dişi, Asfur'un hediyesi saksağan tüyü, Dudu'nun haçı, senin künyen. şimdi de sahilde bulduğum bu pembe taş. pembe, en sevdiğin renk. 

gün dönüyor, birkaç dakika sonrası eylül. ağustos'un son saatleri mi, eylülün ilk saatleri mi ne fark eder, doğmuşsun, iyi ki doğmuşsun. 

hiçbir şey çıkmamış üstünden, ne bir belge ne bir mektup. beyaz bir beze sarılıymışsın, onun üstüne de -belki de battaniyeleri bu derecede sevmene sebep- mavi bir battaniye sarmışlar. tutanağa geçecek üç malzemeyi dahi bir araya getiremediklerinden, fotoğrafını çekip onu eklemişler, cümle bile kurmaya zahmet etmeden "erkek, birkaç saatlik" diye not düştükleri dosyana. "Sinan" demişler adına, soyadına Koca. ÇEK Kocasinan Belediyesi'ne bağlı diye. ismini severdin. ben de severdim, hepimiz severdik. hala seviyorum. hem seni hem ismini. hep seveceğim. hem seni hem ismini. bir keresinde "ya durağın adından esinlenip ismimi Siyavuş, soy ismimi Paşa koysalardı ya da tam tersi" demiştin. Sonra da önce "Siyavuş Paşa" sonra "Paşa Siyavuş" diyerek basmıştın kahkahayı. arada Özlem, rahatlığına takılmak için "Sinan Paşa" diye seslendiğinde, "alıştım artık 'Koca'ya değiştiremem" derdin gülerek. sen ne güzel gülerdin ve sen hep içten gülerdin, dudaklarınla, gözlerinle, yüreğinle. gülüşün, içinde -sevinç, mutluluk, isyan, hüzün, muziplik, haylazlık- ne barındırırsa barındırsın hep içtendi, her şeyin gibi. 

gün dönüyor, birazdan eylül, ben yine yazıya sığındım. Tarık "gel" demişti, Özlem "geleyim". gitmedim, gidemedim, Özlem'e "gel" diyemedim, onun yerine yeni bir saha görevine "evet" dedim. sen gideliden beri çok şey oldu, aslında son dört yıl çok zordu ama hiç olmazsa yarısında sen vardın. Sevil'in ardından sen sarıldın, Deniz'in mahkemesinde sen tuttun beni. "2020 lanetle geldi" demiştin. ben son çektiğin fotoğrafımda güneşi tutmuş olsam da  -batmasın diye- avucumda, 2020'de, lanetin tam orta yerinde kaldım sanki. ne yaparsam yapayım, nereye gidersem gideyim, o lanetin ortasında tuttuğum güneş, doğmadı sanki bir daha. sen gittin, huzurlu gittin, gülerek gittin ve ben hala buradayım Sinan. 

hayat dört duvar değil. türkiye'de yaşananlar, dünya'da yaşananlar, katliamlar, savaşlar, işkenceler, sürgünler, öldürülenler, öldürülenlere sessiz kalanlar. hayat dört duvar değil. kalbimin sınırları da duvarları da yoktur, bilirsin ve dört duvar arasına hiç sığamasam da bilirdim kendimi sığdırmayı kendi kalbime. artık oraya da sığmıyorum, ona da sığamıyorum. çok acı, çok ayrılık, çok ölüm girdi kalbime. şişti, büyüdü iyice. yine de kendime yer bulamıyorum içinde. eskiden sadece evlere, şehirlere, ülkelere sığamazdım, giderdim. geri de dönerdim. sığamasam da içine, gidemiyorum kalbimden. oysa bırakabilseydim hatıralar kutusuna pembe taşın yanına, hatta yerine. 

gün dönüyor. birazdan eylül. 

oysa ben artık saymıyorum. ne günleri, ne ayları, ne yılları. belki bir koridorda kaldım, belki çalmayan bir telefonun başında, belki bir mahkeme salonunda, belki bir ağıtta, belki umutla sarılan bir çocuğun bakışında, belki güneşi tuttuğum yerde, belki de soğuk sularında okyanusun. gitsem de dönsem de kaldım Sinan, belki de sende. 

gün dönüyor. birazdan eylül ve ben sığamadığım için hiçbir yere, eylülün ilk gününün son saatlerinde yine yollara düşeceğim. o kadar yorgunum ki, o kadar yoruldum ki kendimden, zihnimdekilerden, dinlenmek için çalışacağım, öldürenlere inat yaşatmak için çalışacağım, zulmedenlere inat şefkatle çalışacağım. 

gün dönüyor birazdan eylül, ağustos'un son saatleri mi, eylülün ilk saatleri mi ne fark eder, doğmuşsun, iyi ki doğmuşsun. iyi ki doğmuşsun da keşke gitmeseydin, gitmeseydin benden önce. bırakmasaydın beni geride, hayallerimiz, hayal kalmasaydı ve ben kalmasaydım yarım. 

gün dönüyor.. birazdan eylül... 

sesini duymasam da, sıcaklığını hissetmesem de, öpemesem de, sarılamasam da yine ilk ben kutlayacağım doğum gününü...

30 Ağustos 2024 Cuma

Tayfun Kahraman'ın özgürlüğü, Meriç Demir Kahraman'ın da belirttiği gibi; Kahraman ailesinin şahsi meselesi değildir. 

Özgürlüğü hukuka aykırı şekilde gasp edilen her şahıs, özgürlüklerin hukuksuz olarak gasp edilebildiği ülkelerde yaşayan herkesin meselesidir. Çünkü bir ülkede, bir kişi dahi hukuka aykırı şekilde özgürlükten men edilmişse; diğerlerinin de her daim özgür olacağına dair güvencesi yoktur.

Ve dün yaşananlar, asla normalleştirilmemesi gereken, insanlık suçu kapsamında bir muameledir.  





29 Ağustos 2024 Perşembe

Xwitter'a her göz attığında en az bir kez Narin'in fotoğrafı geliyor akışa ve yaşanmışlıkların öğrettiği tam tersi olsa da her seferinde "adından da güzelsin çocuk, umarım iyisindir" diyorum. "Umarım bulunursun, umarım ruhunda ve bedeninde sarılmayacak yaralar yoktur, umarım sadece kötü bir anı olarak kalır yaşadığın günler."

Okuduğumu doğru mu anladım bilmiyorum ancak rezerv alan yasasıyla insanların evine, arazisine, geri dönüşümsüz el koymak mümkünmüş gibi görünüyor. Çiftçi toprağını işlemezse -ki çiftçiyi tarım yapamaz hale getiren de hükümet- çiftçinin toprağının da rezerv alanı olarak gösterilmesi mümkün görünüyor. 

28 Ağustos 2024 Çarşamba

Dün gece Batı Şeria'da başlayan ve hem Cenin hem de Tulkarim'deki kamplarda sivilleri yok sayarak yapılan kara saldırılarına yine sessiz kalınmakta.

Tubas şehrindeki Filistin Kızılayı'nın binasına da saldırı düzenlenmiş. Yaralılara müdahale eden ve genel merkeze bilgi veren ambulans görevlileri rehin tutulurken, ambulanslara da el konulmuş.
Öte yanda BM'nin gıda TIR'larını Gazze'ye girişine izin verilmiyormuş.

Ölen masum insanların değerinin öldürenin kim olduğuna bağlı olması "savaş suçu" ifadesini boşa çıkarıyor. 

27 Ağustos 2024 Salı

Bugün konuk olduğum okulda bir duvar yazısı ilgimi çekti. Fotoğraf çekme imkanım yoktu, o yüzden gördüğüm gibi aktarmak istedim.


#Hashtag 

The real fight requires more than just digital activism.


Oysa, 

-duvardaki yazı haklılığının güzelliğiyle orada dursa da- 

nicedir; 

# digital life knocked out real life.

20 Ağustos 2024 Salı

yoruldum. susanlardan, çok ve boş konuşanlardan, sesten, sessizlikten, egoistlerden, iradesizlerden, saygısızlardan, saygısızlıktan, sevgi yoksunlarından, kötülerden, kötülükten, silahlardan, savaştan, kandan, bayraklardan, sınırlardan, kutsadıklarından, insan onurunu yok sayan gerçek onursuzlardan, başkalarının hayatı üzerinden pazarlık yapanlardan, yaşatmak içşn değil öldürmek için sebep arayanlardan, bahane üretenlerden, bahanelere inananlardan, öldürenlerden, ölümden yoruldum. yoruldum karanlıktan, yıldızlardan yoruldum. çok yoruldum.



19 Ağustos 2024 Pazartesi

Han Yunus'tan gelen haberleri ve görüntüleri yürek kaldırmaz.

İsrail'in savunması; Han Yunus'tan ayrılıp El-Mawasi'ye gitmeleri için uyarı yapıldı.

Bu yaşananlara, yaşatılanlara dur diyecek hiçbir güç yok mu? Bu vahşet, bu katliam ne zaman son bulacak? 

18 Ağustos 2024 Pazar

"AB ülkeleri, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere kırk bini aşkın insan öldükten, üç yüz bine yakın insan yaralandıktan, milyonlarca insan evsiz barksız kaldıktan sonra fark etti İsrail'in amacını aştığını ve acil ateşkes talep ediyor." yazmıştım beş gün önce. Ateşkes çağrıları giderek artıyor. ABD'nin ateşkes sağlanması için İsrail'e baskısı da artıyor. 

Peki, çok merak ediyorum, 9 Ekim'de ilk bombalama videosunu büyük bir şevkle sosyal medya üzerinden yayınlayan Netanyahu'nun gerçek amacı hiç mi bilinmiyordu? ABD ve AB gerçekten de sivil halka yönelik tüm saldırıların sadece 7 Ekim'in sorumlularının bulunması için yapıldığına inanıyor muydu? 

Filistin daha önce de çok yıkım yaşamıştı, Filistin halkı daha önce de yüzlerce, binlerce ölmüştü, lakin, sivil yerleşim merkezlerine 9 Ekim'de düzenlenen ilk hava saldırısından bu yana yapılan saldırıların, gerçekleştirilen katliamın ve yıkımın boyutu bu kez bambaşka. 

İnsanlar evlerinden edildi, berbat şartlarda mülteci kamplarına yerleştirildi, sonra da bu mülteci kamplarına hava saldırısı düzenlendi. Han Yunus'u bombalarken hiçbir insaniyet gözetlemediler, uluslararası savaş hukukunu yok saydılar, sağlık merkezlerini, öğretim alanlarını, ibadethaneleri bombaladılar. Tıbbi malzemeleri, gıda, su gibi temel ihtiyaçların insanlara ulaşmasını engellediler. Şimdi her şeye rağmen Han Yunus'ta hayatta kalmaya çalışan insanları, yeni bir açıklamayla -daha önce defalarca bombalanan (en son dün)- El-Mavasi'ye gitmeye zorluyorlar. İnsanlar ellerinde üç beş parça bohça ile oradan oraya sürülüyor. Bu yaşatılana "soykırım" demek Almanya'da suç sayılırken; insanların öldürülmesi, yaşam alanlarının tahrip edilmesi, insanların aç, susuz bırakılması, tıbbi yardım almalarının engellenmesi ise suç sayılmıyor, "bedel" deniyor.

ABD'nin ve başta Almanya olmak üzere çoğu AB ülkesinin İsrail'e verdiği destek sonucu, Filistin öyle tahrip edildi ki, bir şekilde hayatta kalmayı başarmış halk fiziken ve ruhen o kadar zayıflatıldı ki; Filistin halkı, kendilerini manen toparlayıp yeniden kentlerini kurmak istese de madden bu gücü sahip görünmüyor. 

Bugün ateşkes ilan edilmesini talep edenler bu görüşle, Filistin halkının, toparlanmak için, Filistin'in bu hale getirilmesine göz yumanlardan destek almak zorunda olduğunu kur(gul)uyorlar. Tabii aynı şekilde, Filistin bombalanır, Filistin halkı katledilirken sesini çıkarmayan İslam ülkeleri için de geçerli bu görüş. 

(Aradaki fark -kulağa komple teorisi gibi gelse de- bir taraf İsrail'in çıkarlarını gözetirken diğeri İsrail'e fiziken yakın olma isteğinde.)

Dilerim bir an evvel, içinde barındırdığı niyete bakmaksızın, ateşkes ilan edilir ve ateşkesin ardından Filistin halkı, yıkımın, katliamın boyutuna rağmen, bir kez daha tek başına ayağa kalkmayı, tek başına toparlanmayı başarır. 

Başarır da; ölü sandıkları Filistin halkının, manevi güç maddi güçten büyüktür, diyerek, yaşadıkları tüm yıkıma, vahşete, katliama rağmen, ayağa kalktığını gören leş kargaları bakakalır.





16 Ağustos 2024 Cuma

Ruhen ve fiziken mevcut güne dönme çabası veriyorken öğlen yayınlanmış bir rapora gözüm takılıyor. Ve ben yeniden normal ne hayat ne mevcut ne karıştırmaya başlıyorum...


Filistin Kızılayı, mama talebinde bulunan bir babaya, mamanın geldiğini, gelip alabileceğine dair bildiri mesajı atar. Babanın verdiği cevap: "çocuğumuz altı gün önce şehit oldu. Umarım mamayı ihtiyacı olan başka biri alabilir."


Bebek Yousef Ramzi Hweila, 9 Ağustos 2024'te İsrail işgal ordusunun düzenlediği, aralarında Ramzi ailesinin evlerininde olduğu saldırıda hayatını kaybetmiş.

Bazı konularda fikrin hangi kelimelerle ifade edildiğine çok önem veriyorum. Örneğin; Gezi'den bahseden kişinin "Gezi Olayları" mı "Gezi Direnişi" mi dediği, benim için, Nazi Almanyası'ndan bahseden bir kişinin "Führer" mi "Hitler" mi dediği kadar kesin ve keskin bir ayrım gösterir. 





Ahmet Şık'a kürsüdeyken saldırıldı. Saldırıya engel olmaya çalışan Gülistan Koçyiğit darp edildi. 

Söylenecek çok şey var. Lakin ben sadece Newroz Uysal Alan'ın sözlerini buraya not etmek istiyorum.

"Bu kan, halkın iradesinin kanıdır."

"Mecliste kan döken, her yerde kan döker."

"Niye siliyorsunuz? Yaptığınızı niye siliyorsunuz? Buraya siz kan döktünüz. Temizleyince geçecek mi?"



Sırrı Süreyya Önder'in 9 Kasım 2023'te söylediklerinin;  

“Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin Hatay Milletvekili Can Atalay hakkındaki AYM kararını uygulamayıp, üzerine bir de TBMM’ye 'Hükmü okutup, vekilliği düşürün' şeklindeki hukuk dışı yaklaşımını, Anayasal düzene dönük bir darbe girişimi olarak değerlendiriyorum.

Halk iradesine, Anayasa'ya ve hukuka karşı geliştirilen bu fütursuzluk, başta siz olmak üzere bütün Meclis tarafından yok hükmünde sayılıp hak ettiği cevabı almalıdır.

Bu itibarla, anılan hüküm Meclis Genel Kurulu’nda okutulmayıp iade edilmelidir. Aksi halde, kendi nöbetimde bunu okutmayı kabul etmeyeceğimi bildirmek isterim. Bunun Anayasaya, Evrensel Hukuk İlkelerine ve ettiğim görev yeminine en uygun tutum olduğunu düşünüyorum.”  

tüm yaşananlara rağmen oturumun kapatılmamasında etkisi olabilir. "Can Atalay kararını Bozdağ okusun" buyrulmuş olabilir.



14 Ağustos 2024 Çarşamba

Almanya'nın Rheinland-Pfalz eyaletinin Neuwied şehrindeki Oberbieber belediyesinde bulunan Protestan Kilisesi'nin papazına ilginç bir öneri gelmiş. Konu; komşu restoranın, kilise bahçesini, bira bahçesi olarak kullanıp kullanamayacağı.

Kilise cemaatini bu konuyu tartışmak ve ardından oylamaya sunmak için toplama kararı alan Papaz Philip Horn ve yardımcısı Jörg Röder, komşu restorandan gelen öneriyi önce kendi aralarında konuşmuş. Her ikisi de kilisenin ve bahçesinin herkese açık olduğu konusunda zaten hemfikir olduklarından karar vermekte zorlanmamışlar. Nihayetinde kilise bahçesi daha önce de okulların, huzur evlerinin toplantılarına, spor, sanat, edebiyat, müzik kulüplerinin etkinliklerine ve çeşitli festivallere ev sahipliği yapmış. O yüzden bira bahçesinin de her zaman değil ama belli zamanlarda kurulması için kendi aralarında onay vermişler.

Kilisenin cemaati yapılan çağrıya neredeyse tam sayı katılmış ve uzun uzun artı ve eksilerini tartıştıktan sonra oylamaya geçmiş ve kilise bahçesinin, diğer etkinliklere etki etmeyecek şekilde düzenlenecek bir takvimle belli zamanlarda bira bahçesi olarak kullanılabileceğine karar vermişler.

Kilise cemaati, sonbaharda restoranın -deneme amaçlı- kilise bahçesini, bira bahçesi olarak kullanacağını açıkladığında hem cemaat hem kilisenin papazı, Protestan Kilisesi cemaatine dahil olmayanlardan, kilisenin konumuyla ve tutumuyla ilgili sert eleştiriler içeren, yer yer tehdide varan tepkiler almaya başlamış. Bunun üzerine Papaz Philip Horn, Protestan Kilisesi'nin, kilise dahil, hiçbir mekanı kutsal saymadığının, önemli olanın birlik ve paylaşım olduğunun altını çizmiş. Papaza tam destek veren cemaat ise, toplumda ayrımcılık yapmaya çalışanların çokluğununa dair üzüntülerini belirtirken, öfke kültüründen uzak bir toplum için, sonbahardaki deneme süresinde itirazı olanları soğuk bir bira eşliğinde konuşmaya davet etmiş.



Biliyorum, hem dünya hem memleket sorun dolu. Lakin, bir masalmış gibi okuduğum bu haberi paylaşmak istedim.. 

Haberin kaynağı; Neuwied yerel gazate NR-Kurier, 12.08.2024

Haletiruhiyem; tası tarağı toplayıp verdello toplamak için Siraküza'ya gitme eşiğinde..

Haletiruhiyemde bugün, dün gibi hatırlanan an'ların, çoktan birer geçmiş zaman anısı olduğunu kavrama hali var.. 

13 Ağustos 2024 Salı

AB ülkeleri, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere kırk bini aşkın insan öldükten, üç yüz bine yakın insan yaralandıktan, milyonlarca insan evsiz barksız kaldıktan sonra fark etti İsrail'in amacını aştığını ve acil ateşkes talep ediyor. 


Dilruba için; "fikir beyanından değil, halka hakaret ettiği için tutuklandı" demiş birileri..

Demek ki; süfli, sürtük, cibiliyeti bozuk, edepsiz kadın gibi hitapların her biri sevgi sözcüğüymüş..

Ve dahi bir zaman milletvekili olan bir zat vekili olduğu halkı öyle sevmiş ki; sapık ve fahişe, demişti..

6 Ağustos 2024 Salı


Her gün yeni bir şey öğreniyorum. Bugün de "ev zencisi" neymiş onu öğrendim. Her gün yeni bir şey öğrenmek güzel de; insan "çok şükür bunu da öğrendim" demek istiyor. 




Hayatımda, herhangi bir kimseye "ev zencisi" diye hitap eden hatta bu hitabeti değil diline, aklının ucuna getirecek insan olmadı ve mutluyum ki; bi kırk küsür yıl daha yaşasam yine olmaz. 




5 Ağustos 2024 Pazartesi

Halka hitap listesine "cibilliyeti bozuk" da eklendi..


"süfli"

"sürtük"

"kadın mı kız mı"

"nikahsız kocasıyla yaşayan edepsiz kadın"

"ananı da al git"

"İsrail dölü"

"afedersin Ermeni"


Örneklerin hepsini değil, sadece birini, halktan biri iade etse kalan ömrü ziyan olur..


Öte yanda, örneklerin hepsini değil, sadece birini, batılı bir siyasetçi, halka hitaben sarf etse, siyasi kariyeri yerle bir olur. Üstelik halk dava konusu etse, hukuk, halktan yana olur..

4 Ağustos 2024 Pazar

Üşengeçlik falan değil, üst üste iki noktanın yanına parantez iliştirmeye dahi isteğim yok.

Haletiruhiyem sanki bulut ama çoktan yağmış özü toprağa karışmış bir bulut..

 

Evet, Can Bonomo çalıyor hala.. 


"rüyamda buluttum

sensizliği unuttum

yağmur oldum ağladım seni

dizlerimde uyuttum

uyandım gecenin bir vakti

ne havadan ne sudan

yağmur oldum ağladım seni

bir nehrin yatağından"


Ve sonra...


"ağladım 

ağlamaklar yetmedi


mutsuzum çok hastayım 

güldür beni doktor 

öldüm ama hayattayım

tarifi çok zor

çıkmaz bir sokaktayım

gel bul beni doktor

sanki çocuk yaştayım 

bana bilmeceler sor"


Hemen ardından...


"ben yağmur olsam

ister miyim bulutlar ağlasın

ey görkemli fırtına es 

beni rüzgar anlasın

yollarımız çiçekten aman aman

masum bir öpücükten

sabırmız saf çelikten aman aman

sevmişiz hep yürekten

sar hüzünleri başa

doldu kalbimiz taşar"


Neyse, öyle işte...

Çıkarım elbet yine düzlüğe..

İşim ne..



 

2 Ağustos 2024 Cuma

"[...]Küçüğüm, lütfen bana yazdıklarını, kelimesine dokunmadan, fotoğraflarla birlikte blogda yayınla. Belki savaşa girmeyi çok kolay sanan birileri için iç muhakeme referansı olur.[...]"


Biriciğim,
Yazarım uzun uzun, demiştim, yaz artık, diyorsun. Lakin, yok biriciğim, burada gördüklerimi anlatacak, acıyı tarif edecek söz varlığı yok dağarcığımda, ruhumda. Her şey ama her şey, bize anlatılanlardan, gördüğümüz fotoğraflardan, izlediğimiz videolardan çok daha kötü. Tarifi yok. Buraya gelmeden önce bildiklerim, burada gerçekte yaşananları kısmen dahi yansıtmıyor. Kelime yok. Canım yana yana birkaç fotoğraf çektim ki onlar da gerçek acıyı yansıtmıyor. Burada gerçekte yaşananı anlatacak hiçbir kelime hiçbir fotoğraf yok. Tek kareye sığan, karenin dışında kalanları anlamaya, anlatmaya yetmez. Getirilen çocuklar bazen öyle bir halde oluyor ki neresinden tutacağımı bilemiyorum. Bazı çocukları gördüğümde ölmüş olmalarını istiyorum bir yandan yaşatmak için elimden geleni yaparken. Zihnimde bir çocuğa ölümü yakıştırabiliyorsam ben, var düşün burada yaşananın ne olduğunu. Düşün yaşadığım çaresizliği. Dördüncü gündü, kontrolümü kaybettim, kucağında batın altında tüm uzuvları parçalanmış ölü çocuğunu muayene etmemi isteyen anneye, çocuğun ölü olduğunu anlatamayınca, o da anlamayınca bağırmaya başladım. Corinna uzaklaştırdı beni. O an yanımda olsaydın, dedim. Sadece dinginliğine değil hekimliğine, tecrübene de ihtiyacım var. Belki de sadece sarılmana. Gitme, demiştim, diyebilirsin, belki de demezsin, bilmiyorum. Ama geldim, buradayım, elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Sadece hekim olarak değil. Ve o günkü olay olmasa aslında iyi işliyorum. İşlemekten başka isim bulamadım hissettiklerimi hissetmiyormuş gibi çalışmaya devam etme haline. Dedim ya işliyorum, sadece hekim olarak değil, mesela mısır irmiğinden polenta yapıyorum, senin o dinlensin diye kapağını kapatmadan evvel koyduğun bir kaşık tereyağının eriyişi geliyor her sefer gözümün önüne. Tabii ben sadece su ve tuzla yapıyorum. Zaten yemek için çok da fazla bir şey yok. Çocuklar günde bir kez, o da işte lapa, çorba gibi şeyler yiyebiliyor. Yetersiz beslenmenin etkisi hemen her çocukta görünür hale gelmiş durumda, her gün en az üç dört çocuk ya açlıktan ya da dehidrasyondan ölüyor. Bana telaffuz etmesi, yazması zor geliyor. Sebep olanlar karnı tok uyuyor. Sahi uyuyabiliyorlar mıdır? Ben uyuyamıyorum. Anneler uyuyamıyor. Bazı anneler ya da büyük kardeşler, çocuklara kalsın diyerek güçten düşecek hale gelene dek hiçbir şey yemiyor. Bilirsin ben de günlerce bir şey yemeden durabilirim ama su, o da burada büyük sıkıntı. Bebeği olan, emziren anneler var. Kendi çocuklarından gayrı çocukları da yaşlarına bakmadan emzirebildikleri kadar emziriyorlar. Yıkıntılar arasında kağıt bulmuş çocuklar, uçak yapıyorlardı. Uçakları uçururken de bomba sesleri çıkarıyorlardı. Ne diyeceğimi bilemedim. Onlara turna ve zıplayan kurbağa katlamayı öğrettim. Sonra savaş ve bomba fikrinden uzaklaşsınlar diye katladıkları kurbağalarla zıplama yarışı yaptırdım, en yükseğe ve en uzağa zıplayan kurbağa. Çocuklara çocuk olduklarını hatırlamak mı? Çocuklar her yerde çocuk sadece çocukların çocuk olmaktan anladıkları farklı. Burada doğmuş, bu yaşa gelmiş çocuk, ancak burada doğmuş, bu yaşa gelmiş çocuk kadar çocuk olabiliyor. Güvenli ülkelerde, güvenli şehirlerde, güvenli evlerde büyüyen çocukların çocukluğundan çok farklı bir çocukluk. Belki yarın hayatta olmayacağını bilen bir çocukluk. Savaş uçaklarını, silahları, bombaları oyunlarına sıradan bir şeymiş gibi alan bir çocukluk. Ve gerçekte her çocuk gibi güvende, sağlıkla, umutla, mutlulukla büyümesi gerekirken hepsinden uzak bir çocukluk.
Yazamıyorum biriciğim, Brandenburg'da bir hekim, aynı zamanda yaşadığı eyalette plastik cerrahlar birliği başkanı, inisiyatif almış, birçok hastane ile görüşme yapmış, birçok gönüllü bulmuş ve Gaza'da tıbbi tedavi imkanı sağlanamayacak durumda olan ama yaşama ümidi olan çocukların Almanya'ya getirilmesi için başvuruda bulunmuş. Tüm masrafların gönüllüler tarafından karşılanacağına, çocukların sağlıklarına kavuştuktan sonra ülkelerine geri döneceğine kefil olmuş. Buna rağmen Federal Meclisten vize onayı çıkmamış. Gerekçe; güven endişesi, çocukların ailelerinin hamasla bağlantası olabilirmiş. Scholz yönetimindeki hükümet birçok kez her şartta İsrail'in yanında duracağını zaten açıklamıştı, yine de bu kötülükte başka, bambaşka bir boyut var. Ve benim ruhum, vicdanım o boyuta hiç ama hiç sığmıyor. İnsan olmaktan utanmak ya da insan olmaktan utanmamak. Utanmak nasıl bir şey? Utanç kime ait? Utanç diye bir şey gerçekten var mı? Vicdan olmayan yerde utanç bulunur mu? Uyunur mu? Utanmıyorlar ama uyuyabiliyorlar. Utanmıyorlar, uyumakla kalmayıp uyutuyorlar da.
Yazamıyorum biriciğim. Sen, gitme, dediğinde, bunca şey gördükten sonra burada da soğukkanlılıkla işimi yapacağımı düşündüm ama burada göreceklerimi tahayyül etmem mümkün değilmiş. Hani sen bana, sen bu dünya için çok hassassın, diyorsun ya, değilim abim, hassas olan ben değilim, hassasiyetsiz olanlar hatta haysiyetsiz olanlar, insan hassasiyetini ve haysiyetini yok sayanlar çoğunlukta. Ben hassas değilim, olması gerektiği gibiyim. Barış istemenin, huzurlu, onurlu bir yaşam istemenin neresi hassasiyet? İnsan insanı, insan hiçbir canlıyı öldürmesin istemenin neresi hassasiyet? Çocuklar aç kalmasın, çocuklar acı çekmesin, çocuklar ölmesin istemenin, çocuklar gülsün, çocuklar oynasın istemenin neresi hassasiyet? Ben hassas değilim biriciğim. İnsanım sadece, olabildiğim, kalabildiğim kadar insan. Olması gerektiği kadar, kendim kadar. Burada gördüklerimi kalan ömrümde unutmayacağım. Ve anlamayacağım. Anlamayacağım, ataları bunca zulüm çekmiş, korkunç muamelelere maruz kalmış, vahşice katledilmiş bir toplumun çocukları, torunları bunu nasıl yapabilir. Tüm dünya yıllardır hele de son dokuz aydır nasıl tüm bu yaşananlara sessiz kalabilir. José diyor ki; buradan döndüğümüzde öncesinde olduğumuz insanlar olmayacağız. Hep bir kızım olsun isterdim ama gördüklerimi anlatamayacağım, açıklayamayacağım bir dünyaya nasıl bir çocuk getirebilirim. O pembe elbisesi içinde gökkuşağı saçlı unicorniosuna sarılmış bana gülümserken, ben, gördüğümüz, hep gözümün önünde olacak çocukları nasıl unutabilirim. José için, onu avutmak için, onu sakinleştirmek için de kelimelerim yok. Ona, hiç olmazsa senin ülken Filistinli çocukları tedavi için kabul etti, diyebiliyorum sadece. Ama gerçekte onu teselli edecek, ona iyi gelecek kelimelerim yok. Çünkü artık kelimelerim yok.
Yani biriciğim, yaz artık, diyorsun ya, ne yazabilirim sana. Burada gördüklerimi anlatacak kelimelerim yok. İnsan olmaktan nefret ettim, yaşamaktan yoruldum. Burada ölsem, burada kalsam, kendimden yana, kendim için tek bir şikayet götürmem yanımda. Çünkü José'nin dediği gibi, ne burada gördüklerimi unutabilirim artık ne de görmemiş gibi yaşayabilirim. O yüzden biriciğim, yaz diyorsun ya hani "iyiyim ben, beni merak etme, dönünce uzun uzun konuşuruz" yazmaktan başka çarem yok, yoktu. Ama söz, bu cuma dönüyoruz ve ben döndüğümüzde bu yazdıklarımı sana göndereceğim. Şimdi değil, henüz değil. Affet. 


1 Ağustos 2024 Perşembe

"Gençler, pek çabuk pes ediyorsunuz. Sanki dünyanın en ağır işini yapmış gibi yorulup kenara çekiliyorsunuz. Sanki yaptığınız işin daha ağırı, hissettiğiniz yorgunluğun daha büyüğü yokmuş gibi. Daha ömrünüzün ilk baharlarındasınız oysa. Ve ömrünüzün kaçıncı baharında olursanız olun, en, diye bir sınır koymayın hayatınıza. En güzeli, en çirkini, en iyisi, en kötüsü, en ağırı, en hafifi, bunlar hep sınır. Hayat su gibi akarken bent çekmek niye? Bırakın su aksın. Su gibi yaşayın hayatınızı." demişti Genco Erkal. 

Birebir kelimeleri aynı dizememiş olabilirim zihnimde, geçmiş zaman. Üsküp'te Türk Tiyatrosu'nda, Mehmet Hoca'nın bana henüz "sesin ve diksiyonun çok iyi çocuk, fakat sahne sana göre değil, sen başka bir meslekte insanlığa daha faydalı olursun" demediği lakin beni çok sevdiği için çaycılık(!) yaptırdığı ve Sevdalı Bulut'u sahneye koyduğu zamandı. Ömrümün kaçıncı baharında olduğumu bildiğim, kaç baharım daha kaldığını düşünmeye henüz başlamadığım zamanlar. Bana kısacık bir sürede çok şey katmış, çok değerli insanlarla tanışmamı sağlamış, yolumu çizmeme yardımcı olmuş Üsküp günlerimden. Mehmet Ulusoy'un da, Ayla Algan'ın da, Kenan Işık'ın ve Genco Erkal'ın henüz hayatta olduğu zamandan. Bana asırlar öncesiymiş gibi gelen zaman.  

Seslerine, alçak gönüllülüklerine, çılgınlıklarına, hayatı algılayışlarına hayran olduğum bu insanlar, oldukları yere ne zorluklarla geldiler, her biri için "per aspera ad astra" ve onlar artık sonsuzlukta yerini almışken, zaman bana bir kez daha en'lerin olmadığını hatırlattı. 


Ve fakat umutsuzluğu her hücremde hissettiğim şu günlerde; "En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız" demiş olsa da Nazım Hikmet; ben, kendi ömrüm adına, o, en güzel günlere inanmıyorum artık. Daha da kötü günlerimiz henüz yaşanmadı, diyor umutsuz, yorgun, yılgın, kırgın ruhum..


Özür dilerim...





30 Temmuz 2024 Salı

Ağaçları yakan, ormanları yok eden, gözünü kırpmadan köpekleri topluca öldürenleri gülerek alkışlayanlar; yarın öbür gün çekilen ipin, kendi ipleri olmayacağından nasıl bu kadar emin oluyorlar?

Daha düne kadar el pençe divan durduklarını terörist ilan edenler, dün söylediğini bugün inkar edenler, giydiği elbisenin kalıbını alanlar, suyuna gittiklerinin huyunu alanlar, yarın sizin alkış tuttuğunuz katliamın sorumluluğunu alacaklar mı yoksa sizi katliamın sorumlusu tutup namluyu size mi çevirecekler?

Heinrich Heine, 1823'de "Kitapların yakıldığı yerde sonunda insanlar da yakılır." demişti. Ve maalesef Heine haklı çıktı. Hukukun işlemediği, demokrasiyi kaybetmiş, tek adam rejiminde; köpeklerin topluca öldürüldüğü yerde sonunda; kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi giyinmeyen, kendileri gibi konuşmayan, kendilerinden saymadıkları yani saraya, saray eşrafına ve şürekasına boyun eğmeyenlerin de öldürülmeyeceğine kim emin olabilir?

Var oluşundan sorumlu olmadığı bir canlının yok oluşundan sorumlu olmak hakkı, diye bir hak var mıdır?

Bir canlının, herhangi bir canlının katledişine sevinen kişi gerçekten insan mıdır?

Ya da insan aslında nedir?




“Dort wo man Bücher verbrennt, verbrennt man auch am Ende Menschen.” Heinrich Heine, Almansor, 1823



28 Temmuz 2024 Pazar

Küçücüktüm, babam "kalbin yumruğun kadardır" dediğinde. Son günlerde aklımda devamlı bu cümle, ellerime bakıyorum hep, küçücükler.. Küçücüktüm hayaller kurarken.. Küçücüktüm umudum varken.. Küçücüktüm mutlu sonlara inanırken.. Küçücüktüm babam yanımdayken.. Küçücüktüm bilmezken aslında ne büyükmüşüm.. Küçülmekmiş büyümek ve kocamanmış meğer küçücükken insan...

İki güzel söz, üç gülümseme, ruhsal gücüm yükseliyor, derken; IFRC'nin yeni raporlarını okuyorum ve gerçek hayat, o yükseldiğim yerden alıp beni, son sürat alaşağı ediyor. Elimden hiçbir şey gelmemesi kahrediyor. Oradayken de gelmiyordu, burada hiç gelmiyor. Kendi bireysel gücümü son gıdımına kadar harcasam da çabalasam da değiştirmek, iyileştirmek için, biliyorum, okyanustaki kum tanesi bile değilim. Gördüğüm maviyi gök sanıyorum, oysa sudayım, boğuluyorum, çıkış, şeffaflığı yanıltıcı bir tabaka ile kaplı, bulamıyorum. Karanlık, kötülük, nefret o kadar kaplamış ki dünyayı, bu tabaka kalkar mı, kalksa da altından aydınlık, iyilik ve sevgi çıkar mı hiç bilmiyorum. 

27 Temmuz 2024 Cumartesi

Duygularımı, küçücük ellerimle, küçücük yüreğime istifledim. 

Korkuyorum yine de, bir şey ya da biri çarpsa dökülüp dağılacaklar diye.

Ve döksem yüreğimi, dökülse yüreğimdekiler, yok gücüm yeniden toplamaya.

26 Temmuz 2024 Cuma

Sabah Jost dedi ki "dün dinlediğin neşeli şarkıyı çalsana". Anlamadım, dahası dün ne dinlediğimi bile hatırlamıyorum, telefonda kayıtlı şarkılar oynatıcıda rastgele ayarında, zaten mevcut ruh halimde dinlemekten çok, ses olsun düşüncesiyle müziğe sığınıyorum. "Anlamadım, hangisi?" diye sordum. "Gaza ile ilgili olan ama hüzünlü değil, hatta son derece keyifli" dedi. Çok şaşırdım. "Telefonumda Gaza hakkında şarkı yok ki" dedim. "Var" dedi, "dün dinledim, çok eminim, İstanbul ve Gaza hakkında". İstanbul ile ilgili şarkıları hızla aklımdan geçirmeye çalıştım, ki İstanbul ile ilgili çok şarkı var ama yok, herhangi bir bağlantı kuramadım. Bagaj beklerken kulağımda Can Bonomo'nun Gazapistan'ı çalmaya başlayınca Jost'un bu şarkıyı kastettiğini düşündüm, yanına gidip, şarkıyı çaldım. Kocaman bir gülümseme ile "işte bu" dedi. Bu kez ben güldüm ve açıkladım: Gaza değil, gazap. Gazap, öfke demek, öfke ülkesi, öfke yeri. -istan eki, Farsça'dan gelir, ülke, yer anlamındadır. Afganistan, Hindistan gibi. Afganülkesi, Hintülkesi. Gazapistan var olan bir yer hatta var olan bir kelime değil. Can Bonomo kelime oyunu yapmış. Sonra sözleri çevirdim. "Çok güzel" dedi, "hem müzik hem sözler." Gülümsedim "öyle" dedim. Düşündüm, dili bilmeyen birinin Gazapistan ve Gaza arasında bağlantı kurduğunu bilse ne hissederdi Can Bonomo. Bilmiyorum tabii ama sevinirdi sanki ve fakat onun için de düşündürücü olabilirdi. 


Neyse, işte böyle... Bir Can Bonomo şarkısı daha an'lar ve anı'lar hanesine işlendi..

Bense hala; sanma acıtmaz dünya seni o kafeste. Her gün aynı tebessüm her gün aynı beste... Lakin ben; tutuyorum cebimde ne kaldıysa hatalarımdan, kendimi kendi yerime koyuyorum, korkarsam adım almaktan ya da tut ki derinlere dalmaktan, kendime "sen korkma yeniden doğar güneş" diyorum.