yine geldi eylül
ne dersin
aratır mı gideni gelen
yoksa hep arandığı için giden
fark edilmez mi gelen
geldi eylül
yine sular mı iri damlalar
artık güllerin açmadığı yanakları
yoksa solar mı nihayet yürek
kuru gülleri sulamaktan feragat ederek
ve
eylül
ben
derken
yine geldi
sen
sen ne dersin
gün dönmek üzere, "eylül geldi, yine geldi eylül". doğduğun gün müdür bilmiyoruz elbet, belki ağustosun son saatlerinde doğmuştun belki eylülün ilk saatlerinde. ama 1 eylül yazmışlar, son sıraya ekledikleri kütük numaranın yanına. eylülü daha fazla severdin, "kesin eylülün ilk saatlerinde doğmuşumdur ben" derdin. bizse eylülün ilk saniyelerinde doğum gününü ilk kutlayan olma yarışına girerdik. hatta berabersek, ilk ben öpeceğim, diye, birbirimizi kenara itecek, uzaktaysak, ilk kutlayan ben olacağım, diye telefonlara sarılacaktık, ki ben olacaktım ilk arayan, hile yapıp gün dönmeden arayacağımdan. evet, bazen cebren bazen hile ile, hep ilk ben kutladım doğum gününü, hep ilk ben öptüm, ben sarıldım sana. ama artık hiçbir hile, hiçbir sihir, hiçbir mucize yok ki seni geri getirsin. gözlerimi kapatsam hayalin var, sesin yok, sıcaklığın yok. cayır cayır yansa da içim, senin sıcaklığın yok o yangında. kızgınım sana. başka türlüsü gelmediği için elimden, kırgınlık fayda etmediği için belki de, kızgınım işte, kızgınım gidişine.
aslında hepimiz, her daim sanki programlıydık gitmeye. sınırları sevmezdik, dar gelirdi her yer. evler, şehirler, ülkeler dar gelirdi. ev ev, şehir şehir, ülke ülke, hepimiz giderdik, hepimiz dönerdik. bazen birbirimize, bazen kendimize. sen hep bana dönerdin, ben hep sana. ikimiz de başka türlüsünü öğrenemeyenlerdendik. biz kendi seçtiğimiz ailemizin yapışık ikizleriydik. ne kadar uzak olsak da birbirimize, baştan sona ve dahi sondan başa eviydik birbirimizin, yuvası. herkes bir yerlerde sevgilileri, eşleri, çocukları, "ailem" dedikleriyle yaşlanırken, biz, dünyanın herhangi bir yerinde, küçük bir sahil kasabasında, herkes için iyi şeyler dilerken, birbirimizde yaşlanacaktık. daha en az yirmi, otuz yılımız vardı. emekli olacaktık ya da istifa edecektik. bir sahaf açacaktık, kitap kokusu içinde, sohbet ve çay ikram edecektik gelenlere. ben tembellik ederken bile boş duramadığımdan çoraplar örecektim, battaniyeler örecektim, ördüğüm her battaniyede önce "benim olsun mu bu" diye soracaktın sonra vazgeçip çorapla birlikte, dünyanın herhangi bir yerinde ayağa üşüyen herhangi bir çocuğa gönderecektik. daha gerçekten aşık olacaktık. birbirimizin sevgililerinde kusurlar bulacaktık belki paylaşma korkusuyla, belki sevecektik, diğer yarımız sevdi diye. terk edilecektik belki, üzülecektik, omzunda ağlayacaktım, omzumda ağlayacaktın. esperanto öğrenecektik, konuşacak kimseyi bulamadığımız için haftanın belli günlerinde birbirimizle doğru, yanlış esperanto konuşacaktık. Şili'ye gidecektik. Kayseri'ye gidecektik. dünyanın ilk psikiyatri kliniği olarak anılan Gevher Nesibe Şifahanesi'ni görecektik, ki bahanem olacaktı, görmek için kıymetlimi. on, yirmi, otuz, kırk, elli kedimiz olacaktı, ben hepsini sevecektim ve fakat hiçbirini sevmeyecektim, sevemeyecektim Küçük Hanım kadar. sombrero alacaktım sana, renkli ponponlu, pompom diyecektin sen, sombreronun şerefine, tam zamanı, diyerek, tekila içecektim ömrümde ilk defa. T1 alacaktık, korkmayacaktık yolda kalmaktan, "Özlem tamir ediverir" diyecektik. haftada en az bir gün ve her bayram ve her doğum günü ve her noel ve her paskalya, domatesli makarna ve çikolatalı puding yiyecektik. her noel, her paskalya ve her uzun tatilde tüm kardeşler yine bir araya gelecektik ve Tarık'ın içindeki koruyucu hekim baba başladı mı karbonhidrat, şeker, tuz saymaya tuvalete kilitleyecektik. Leati'nin büyüdüğünü görecektik ve Teatro dell'Opera di Roma'da sahneye çıktığında en önde oturacaktık. yanımızda olmasa da Deniz'in büyüdüğünü görecektik, onunla sevinecek, onunla üzülecek, onu özleyecek ama yaptığı her şeyle gurur duyacaktık. (elbette ikimizin yerine sevmeye devam edeceğim Deniz'i, ikimizin adına paylaşacağım sevinçlerini, ikimiz adına hüzünlerini ve ikimizin yerine gurur duyacağım her başarısıyla. diğerlerini değilse de ikimiz adına yaşayacağım Deniz'de senin yaşaman gereken her şeyi.)
dayanabildiğim sürece...
pembe bir taş bıraktım az önce hatıralar kutusuna. sen hediye etmiştin. 98'e girdiğimiz yılbaşı gecesi. özlem üstüne çiçekler çizip boyamıştı. yer yer kalktı boyalar, renkleri de soldu biraz ama hala çok güzel. sırt çantamda getirdim onu, benim kadar yabancı o da hala buraya. kutuyu, babamın aldığı son doğum günü hediyesi olan ve kaybederim korkusuyla takmadığım bilekliğimi koymam için aldığını söylemiştin. aynı gece koymuştum bilekliği içine, hatta özlem, bileklik içindeyken boyamıştı. sonra başka şeyler de girdi o kutuya. babaannemin mor taşlı yüzüğü, İbrahim'in hediyesi dolma kalem, Sevil'in lens kutusu, Tarık'ın ilk maaşıyla hepimize uğur getirsin diye aldığı bir dolar, Deniz'in ilk saçı, ilk düşen süt dişi, Asfur'un hediyesi saksağan tüyü, Dudu'nun haçı, senin künyen. şimdi de sahilde bulduğum bu pembe taş. pembe, en sevdiğin renk.
gün dönüyor, birkaç dakika sonrası eylül. ağustos'un son saatleri mi, eylülün ilk saatleri mi ne fark eder, doğmuşsun, iyi ki doğmuşsun.
hiçbir şey çıkmamış üstünden, ne bir belge ne bir mektup. beyaz bir beze sarılıymışsın, onun üstüne de -belki de battaniyeleri bu derecede sevmene sebep- mavi bir battaniye sarmışlar. tutanağa geçecek üç malzemeyi dahi bir araya getiremediklerinden, fotoğrafını çekip onu eklemişler, cümle bile kurmaya zahmet etmeden "erkek, birkaç saatlik" diye not düştükleri dosyana. "Sinan" demişler adına, soyadına Koca. ÇEK Kocasinan Belediyesi'ne bağlı diye. ismini severdin. ben de severdim, hepimiz severdik. hala seviyorum. hem seni hem ismini. hep seveceğim. hem seni hem ismini. bir keresinde "ya durağın adından esinlenip ismimi Siyavuş, soy ismimi Paşa koysalardı ya da tam tersi" demiştin. Sonra da önce "Siyavuş Paşa" sonra "Paşa Siyavuş" diyerek basmıştın kahkahayı. arada Özlem, rahatlığına takılmak için "Sinan Paşa" diye seslendiğinde, "alıştım artık 'Koca'ya değiştiremem" derdin gülerek. sen ne güzel gülerdin ve sen hep içten gülerdin, dudaklarınla, gözlerinle, yüreğinle. gülüşün, içinde -sevinç, mutluluk, isyan, hüzün, muziplik, haylazlık- ne barındırırsa barındırsın hep içtendi, her şeyin gibi.
gün dönüyor, birazdan eylül, ben yine yazıya sığındım. Tarık "gel" demişti, Özlem "geleyim". gitmedim, gidemedim, Özlem'e "gel" diyemedim, onun yerine yeni bir saha görevine "evet" dedim. sen gideliden beri çok şey oldu, aslında son dört yıl çok zordu ama hiç olmazsa yarısında sen vardın. Sevil'in ardından sen sarıldın, Deniz'in mahkemesinde sen tuttun beni. "2020 lanetle geldi" demiştin. ben son çektiğin fotoğrafımda güneşi tutmuş olsam da -batmasın diye- avucumda, 2020'de, lanetin tam orta yerinde kaldım sanki. ne yaparsam yapayım, nereye gidersem gideyim, o lanetin ortasında tuttuğum güneş, doğmadı sanki bir daha. sen gittin, huzurlu gittin, gülerek gittin ve ben hala buradayım Sinan.
hayat dört duvar değil. türkiye'de yaşananlar, dünya'da yaşananlar, katliamlar, savaşlar, işkenceler, sürgünler, öldürülenler, öldürülenlere sessiz kalanlar. hayat dört duvar değil. kalbimin sınırları da duvarları da yoktur, bilirsin ve dört duvar arasına hiç sığamasam da bilirdim kendimi sığdırmayı kendi kalbime. artık oraya da sığmıyorum, ona da sığamıyorum. çok acı, çok ayrılık, çok ölüm girdi kalbime. şişti, büyüdü iyice. yine de kendime yer bulamıyorum içinde. eskiden sadece evlere, şehirlere, ülkelere sığamazdım, giderdim. geri de dönerdim. sığamasam da içine, gidemiyorum kalbimden. oysa bırakabilseydim hatıralar kutusuna pembe taşın yanına, hatta yerine.
gün dönüyor. birazdan eylül.
oysa ben artık saymıyorum. ne günleri, ne ayları, ne yılları. belki bir koridorda kaldım, belki çalmayan bir telefonun başında, belki bir mahkeme salonunda, belki bir ağıtta, belki umutla sarılan bir çocuğun bakışında, belki güneşi tuttuğum yerde, belki de soğuk sularında okyanusun. gitsem de dönsem de kaldım Sinan, belki de sende.
gün dönüyor. birazdan eylül ve ben sığamadığım için hiçbir yere, eylülün ilk gününün son saatlerinde yine yollara düşeceğim. o kadar yorgunum ki, o kadar yoruldum ki kendimden, zihnimdekilerden, dinlenmek için çalışacağım, öldürenlere inat yaşatmak için çalışacağım, zulmedenlere inat şefkatle çalışacağım.
gün dönüyor birazdan eylül, ağustos'un son saatleri mi, eylülün ilk saatleri mi ne fark eder, doğmuşsun, iyi ki doğmuşsun. iyi ki doğmuşsun da keşke gitmeseydin, gitmeseydin benden önce. bırakmasaydın beni geride, hayallerimiz, hayal kalmasaydı ve ben kalmasaydım yarım.
gün dönüyor.. birazdan eylül...
sesini duymasam da, sıcaklığını hissetmesem de, öpemesem de, sarılamasam da yine ilk ben kutlayacağım doğum gününü...