"Tahmin etmiştim, hissetmiştim hatta biliyordum" demedi. "Ben söylemiştim" demek zaten yapmadığı bir şeydi, o yüzden demedi. Derin derin iç çekti. Biriken yaşları savuşturmak için gözlerini kırptı, sesini kontrol etmeye çalışarak "üzgünüm" dedi, "çok üzgünüm".
Bu satırlar hüzünlü bir hikayenin giriş cümlesi olabilirdi. Değiller. Ülkede ve dahi dünyada hızla arttırılan teessür dozu, tıpkı hasta olmayan bünyeye zamansız verilen ilaçların ihtiyaç halinde kifayetsiz kalıp direnç göstermemesi gibi bir tesir gösteriyor.
Doğa katlediliyor, hukuk yok sayılıyor, fikir beyan edenler hapsediliyor, haber alma özgürlüğü kısıtlanıyor, eğitim hakkı zorlaştırılıyor, fakirlik sıradanlaştırılıp açlık yüceltiliyor, çocuklar ölüyor, öldürülüyor...
Her gün biraz daha ağır haberler alan insanlar her gün biraz daha hafif tepkiler gösteriyor.
Türkiye'de ve dahi tüm dünyada milliyetçi, ırkçı yaklaşımlar taraftar kazanıyor. Üstelik bu taraftarlar, milleti aç bırakan, zulüm eden, öldüren, Türkiye'de vatan topraklarını, kıyı, orman, dağ ayırmadan satan yapılanmaların milliyetçilikten ne anladıklarını sorgulayamayacak kadar cahil bırakılmış, gerçek manada millet ve ülke sevgisinden bihaberler. Üstüne bir de inançlarının sömürüldüğünü fark etmeksizin din(!) ile terbiye ediliyorlar.
Üzgünüm. Teessür direncim yüksek olduğu için değil, bünyem hiçbir haksızlığı, felaketi, cinayeti sıradanlaştırmadığı için, dünyanın neresinde olursa olsun, hiçbir çocuk ölümünü kabullenemediği için üzgünüm, çok üzgünüm.