2 Ağustos 2024 Cuma

"[...]Küçüğüm, lütfen bana yazdıklarını, kelimesine dokunmadan, fotoğraflarla birlikte blogda yayınla. Belki savaşa girmeyi çok kolay sanan birileri için iç muhakeme referansı olur.[...]"


Biriciğim,
Yazarım uzun uzun, demiştim, yaz artık, diyorsun. Lakin, yok biriciğim, burada gördüklerimi anlatacak, acıyı tarif edecek söz varlığı yok dağarcığımda, ruhumda. Her şey ama her şey, bize anlatılanlardan, gördüğümüz fotoğraflardan, izlediğimiz videolardan çok daha kötü. Tarifi yok. Buraya gelmeden önce bildiklerim, burada gerçekte yaşananları kısmen dahi yansıtmıyor. Kelime yok. Canım yana yana birkaç fotoğraf çektim ki onlar da gerçek acıyı yansıtmıyor. Burada gerçekte yaşananı anlatacak hiçbir kelime hiçbir fotoğraf yok. Tek kareye sığan, karenin dışında kalanları anlamaya, anlatmaya yetmez. Getirilen çocuklar bazen öyle bir halde oluyor ki neresinden tutacağımı bilemiyorum. Bazı çocukları gördüğümde ölmüş olmalarını istiyorum bir yandan yaşatmak için elimden geleni yaparken. Zihnimde bir çocuğa ölümü yakıştırabiliyorsam ben, var düşün burada yaşananın ne olduğunu. Düşün yaşadığım çaresizliği. Dördüncü gündü, kontrolümü kaybettim, kucağında batın altında tüm uzuvları parçalanmış ölü çocuğunu muayene etmemi isteyen anneye, çocuğun ölü olduğunu anlatamayınca, o da anlamayınca bağırmaya başladım. Corinna uzaklaştırdı beni. O an yanımda olsaydın, dedim. Sadece dinginliğine değil hekimliğine, tecrübene de ihtiyacım var. Belki de sadece sarılmana. Gitme, demiştim, diyebilirsin, belki de demezsin, bilmiyorum. Ama geldim, buradayım, elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Sadece hekim olarak değil. Ve o günkü olay olmasa aslında iyi işliyorum. İşlemekten başka isim bulamadım hissettiklerimi hissetmiyormuş gibi çalışmaya devam etme haline. Dedim ya işliyorum, sadece hekim olarak değil, mesela mısır irmiğinden polenta yapıyorum, senin o dinlensin diye kapağını kapatmadan evvel koyduğun bir kaşık tereyağının eriyişi geliyor her sefer gözümün önüne. Tabii ben sadece su ve tuzla yapıyorum. Zaten yemek için çok da fazla bir şey yok. Çocuklar günde bir kez, o da işte lapa, çorba gibi şeyler yiyebiliyor. Yetersiz beslenmenin etkisi hemen her çocukta görünür hale gelmiş durumda, her gün en az üç dört çocuk ya açlıktan ya da dehidrasyondan ölüyor. Bana telaffuz etmesi, yazması zor geliyor. Sebep olanlar karnı tok uyuyor. Sahi uyuyabiliyorlar mıdır? Ben uyuyamıyorum. Anneler uyuyamıyor. Bazı anneler ya da büyük kardeşler, çocuklara kalsın diyerek güçten düşecek hale gelene dek hiçbir şey yemiyor. Bilirsin ben de günlerce bir şey yemeden durabilirim ama su, o da burada büyük sıkıntı. Bebeği olan, emziren anneler var. Kendi çocuklarından gayrı çocukları da yaşlarına bakmadan emzirebildikleri kadar emziriyorlar. Yıkıntılar arasında kağıt bulmuş çocuklar, uçak yapıyorlardı. Uçakları uçururken de bomba sesleri çıkarıyorlardı. Ne diyeceğimi bilemedim. Onlara turna ve zıplayan kurbağa katlamayı öğrettim. Sonra savaş ve bomba fikrinden uzaklaşsınlar diye katladıkları kurbağalarla zıplama yarışı yaptırdım, en yükseğe ve en uzağa zıplayan kurbağa. Çocuklara çocuk olduklarını hatırlamak mı? Çocuklar her yerde çocuk sadece çocukların çocuk olmaktan anladıkları farklı. Burada doğmuş, bu yaşa gelmiş çocuk, ancak burada doğmuş, bu yaşa gelmiş çocuk kadar çocuk olabiliyor. Güvenli ülkelerde, güvenli şehirlerde, güvenli evlerde büyüyen çocukların çocukluğundan çok farklı bir çocukluk. Belki yarın hayatta olmayacağını bilen bir çocukluk. Savaş uçaklarını, silahları, bombaları oyunlarına sıradan bir şeymiş gibi alan bir çocukluk. Ve gerçekte her çocuk gibi güvende, sağlıkla, umutla, mutlulukla büyümesi gerekirken hepsinden uzak bir çocukluk.
Yazamıyorum biriciğim, Brandenburg'da bir hekim, aynı zamanda yaşadığı eyalette plastik cerrahlar birliği başkanı, inisiyatif almış, birçok hastane ile görüşme yapmış, birçok gönüllü bulmuş ve Gaza'da tıbbi tedavi imkanı sağlanamayacak durumda olan ama yaşama ümidi olan çocukların Almanya'ya getirilmesi için başvuruda bulunmuş. Tüm masrafların gönüllüler tarafından karşılanacağına, çocukların sağlıklarına kavuştuktan sonra ülkelerine geri döneceğine kefil olmuş. Buna rağmen Federal Meclisten vize onayı çıkmamış. Gerekçe; güven endişesi, çocukların ailelerinin hamasla bağlantası olabilirmiş. Scholz yönetimindeki hükümet birçok kez her şartta İsrail'in yanında duracağını zaten açıklamıştı, yine de bu kötülükte başka, bambaşka bir boyut var. Ve benim ruhum, vicdanım o boyuta hiç ama hiç sığmıyor. İnsan olmaktan utanmak ya da insan olmaktan utanmamak. Utanmak nasıl bir şey? Utanç kime ait? Utanç diye bir şey gerçekten var mı? Vicdan olmayan yerde utanç bulunur mu? Uyunur mu? Utanmıyorlar ama uyuyabiliyorlar. Utanmıyorlar, uyumakla kalmayıp uyutuyorlar da.
Yazamıyorum biriciğim. Sen, gitme, dediğinde, bunca şey gördükten sonra burada da soğukkanlılıkla işimi yapacağımı düşündüm ama burada göreceklerimi tahayyül etmem mümkün değilmiş. Hani sen bana, sen bu dünya için çok hassassın, diyorsun ya, değilim abim, hassas olan ben değilim, hassasiyetsiz olanlar hatta haysiyetsiz olanlar, insan hassasiyetini ve haysiyetini yok sayanlar çoğunlukta. Ben hassas değilim, olması gerektiği gibiyim. Barış istemenin, huzurlu, onurlu bir yaşam istemenin neresi hassasiyet? İnsan insanı, insan hiçbir canlıyı öldürmesin istemenin neresi hassasiyet? Çocuklar aç kalmasın, çocuklar acı çekmesin, çocuklar ölmesin istemenin, çocuklar gülsün, çocuklar oynasın istemenin neresi hassasiyet? Ben hassas değilim biriciğim. İnsanım sadece, olabildiğim, kalabildiğim kadar insan. Olması gerektiği kadar, kendim kadar. Burada gördüklerimi kalan ömrümde unutmayacağım. Ve anlamayacağım. Anlamayacağım, ataları bunca zulüm çekmiş, korkunç muamelelere maruz kalmış, vahşice katledilmiş bir toplumun çocukları, torunları bunu nasıl yapabilir. Tüm dünya yıllardır hele de son dokuz aydır nasıl tüm bu yaşananlara sessiz kalabilir. José diyor ki; buradan döndüğümüzde öncesinde olduğumuz insanlar olmayacağız. Hep bir kızım olsun isterdim ama gördüklerimi anlatamayacağım, açıklayamayacağım bir dünyaya nasıl bir çocuk getirebilirim. O pembe elbisesi içinde gökkuşağı saçlı unicorniosuna sarılmış bana gülümserken, ben, gördüğümüz, hep gözümün önünde olacak çocukları nasıl unutabilirim. José için, onu avutmak için, onu sakinleştirmek için de kelimelerim yok. Ona, hiç olmazsa senin ülken Filistinli çocukları tedavi için kabul etti, diyebiliyorum sadece. Ama gerçekte onu teselli edecek, ona iyi gelecek kelimelerim yok. Çünkü artık kelimelerim yok.
Yani biriciğim, yaz artık, diyorsun ya, ne yazabilirim sana. Burada gördüklerimi anlatacak kelimelerim yok. İnsan olmaktan nefret ettim, yaşamaktan yoruldum. Burada ölsem, burada kalsam, kendimden yana, kendim için tek bir şikayet götürmem yanımda. Çünkü José'nin dediği gibi, ne burada gördüklerimi unutabilirim artık ne de görmemiş gibi yaşayabilirim. O yüzden biriciğim, yaz diyorsun ya hani "iyiyim ben, beni merak etme, dönünce uzun uzun konuşuruz" yazmaktan başka çarem yok, yoktu. Ama söz, bu cuma dönüyoruz ve ben döndüğümüzde bu yazdıklarımı sana göndereceğim. Şimdi değil, henüz değil. Affet.