30 Nisan 2023 Pazar

Senin bayramın kutlu olmasın çocuk!
1 Mayıs, erişkin, ergin yaşında, özgür iradeyle mesleğini seçene kadar senin bayramın olmasın çocuk!
Ne zaman ki; aynı işe aynı mesaiyi harcayan kadınların erkeklerden az maaş almasından rahatsız olan erkeklerin sayısı artar ve bu adaletsizliğe karşı sesini yükseltir, o zaman bir denge kurulabilir bu evrende ve biz artık "erkek egemen evren" demek zorunda kalmayız. 

29 Nisan 2023 Cumartesi

21 numaralı kampta yine yangın çıkarttı Rohingya gençleri. Geldiğimin üçüncü günü de aynı yerde yangın çıkmış, büyümeden müdahale edilmişti. Bu kez müdahale yine çok çabuk oldu. Kamptaki yangınlar arttığı için BM'nin talimatıyla, Bangladeş hükümeti, kampta itfaiye ekipleri bulunduruyor. Yine de yüzlerce bambudan yapılış konteyner kullanılmayacak halde yandı bir o kadarı da fazlaca hasar aldı. Tam hasar ancak yarın gün ışığında anlaşılacak. 


Yangında yaralanan olmadı. Çünkü Rohingyalar, yangınları birbirlerine zarar vermek için değil, dünya basınında kendilerinden söz ettirmek için çıkarıyor. Yine de can kaybı olmasa da bu yangınların Rohingyalara zararı çok büyük. Sahip oldukları azıcık şey veya daha önemlisi evrakları bu yangınlarda yok oluyor. Bir çok Rohingya evraklarını boyunlarına bağladıkları bez çantalarda korumaya çalışıyor. Üstelik hayatta kalsalarda uzun süre başlarını sokacak yeni bir evleri olmuyor. Oysa bu yangınlar bazı haber sitelerinde ufacık bir haber olarak yer alıyor, basılı yayına ise neredeyse -hele Avrupa'da- hiç yansımıyor. Dünyanın gözü ve kulağı buraya tamamen kapalı. 


[33 yaşında bir baba, "Yangında sığınağımı, tayınlarımı ve Myanmar'dan yanımda getirdiğim tüm belgeleri kaybettim" dedi.

“Kendi çocuklarım dışında barınağımızdan yanımıza hiçbir şey alamadık. Yangından kaçmak için koşmak zorunda kaldık ve çocuklarım bu trajedilerle karşı karşıya kaldıkları için travma yaşıyorlar.” ]


Burada yaşayan insanlar, etnik kıyımdan kaçtıkları için sığındı. Myanmar hükümeti, Rohingyaların kendi topraklarında yaşama haklarını ellerinden aldıkları için. Oysa buradaki yaşantılarına hayat demek çok zor. 


Kutupalong'da çocuk olmak nasıl bir şey diye sorulsa bana; çocukları çok seven ben, keşke hiç doğmamış olsalardı, derim. Buraya gelen, burada doğan çocuklar, oyun parkları, okulları, oyuncakları olsa da aslında hiç çocuk olamamış, ufak tutsaklar. Bu çocuklar, bir gün bu kamptan başka bir yerde yaşama imkanına sahip olursa hayata uyum sağlamakta çok zorlanacaklar. İçim acıyor!

Yangın asıl orada yaşayanların yüreğinde, ruhunda..


Yangını çıkartan gençler Bangladeş polisine teslim edildi, ardından mahkemeye çıkarılacaklar. Bu tür davalarda Bangladeş hükümeti, kundakçıların Myanmar'a geri gönderme taraftarı lakin BM bunu kabul etmiyor. 


Bugünkü yangına değin bu yılın başından bu yana büyük küçük otuz iki yangın çıkmış. En büyüğü 5 Marttaki yangın. O yangında Balukhali 11 nolu kampta 2805 barınak kullanılmaz hale gelmiş ve 15.925 Rohingya evsiz kalmış. Başka kamplara dağıtılan Rohingyalar arasında da yer sorunlarına bağlı ek huzursuzluklar yaşanmaya başlamış. Bloklar arasında çeteleşen Rohingya gençleri var. Bu çete savaşlarına sebebiyet veriyor. Sadece bu yıl bu çete savaşlarında ölen, öldürülen genç sayısı 24. 5 Marttaki yangını çıkaran gençlere ağırlaştırılmış 8 yıl hapis cezası verilmiş. Gençlerden biri hapishanede kendini öldürmeye çalışmış ancak müdahale edilmiş. BM gence haftada bir görüştüğü psikolog tayin etmiş. Tabii tüm bunları burada öğrendim, dediğim gibi, bu haberler basına yansımıyor.


Çoğu Rohingya, Myanmar'ı terk ettiği için pişman ve geri dönmek istiyorlar. Ölmek pahasına da olsa dönmek, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), buna da izin vermiyor. UNHCR, Myanmar'ın kuzeyindeki Arakan Eyaletindeki koşulların "Arakanlı mültecilerin sürdürülebilir dönüşüne elverişli olmadığını" söylüyor. Rohingyalar, Myanmar'dan Bangladeş'e gelirken, burada sadece belli bir süre kalacaklarına, BM'nin Myanmar'daki sorunları çözüp geri döneceklerine ya da buradan başka ülkelere gönderilip özgür yaşayabileceklerine inanıyorlardı. Oysa 6 yıldır, günden güne büyütülen kampta yaşıyorlar. Daha önce de demiştim ya; burası dünyanın en büyük mülteci kampı değil, burası dünyanın en büyük açık hava hapishanesi ve 2 mayıs, salı günü kampa UNESCO tarafından bir ünite daha eklenecek, Kütüphane. 

Ve ben yarın çocuklara kitap okumanın ne güzel bir şey olduğunu anlatacağım.... İçimde, çocukların kitaplarda anlatılan dünyayla gün gelip tanışıp tanışmayacaklarının kaygısı, kitaplarda anlatılan dünyaya dair kuracakları hayaller ve o hayallere ulaşma şanslarının imkansıza yakın olma ihtimalinden kaynaklı yaşayacakları hayal kırıklığının büyüklüğüne dair acı..

Ah!

Ah çocuklar! Canım çocuklar!

Faşizmin milliyeti olmaz. 

Faşizmi, Türk'e Kürt'e Laz'a Çerkes'e ayırmadan karşı durmak gerek. Zaten karşı dururken ayrıştırıyorsan, faşizme olan yaklaşımın "ırkçı değilim ama..." düzeyindedir. 

Ahmet Şık'ın videosunun öncesini sonrasını bilmiyorum hatta orada olanlar dışında kimse bilmiyor. 

Ahmet Şık'ı ne savunacağım ne de yargılayacağım, bu benim işim değil. 

Lakin, kimse de Halkların Demokratik Partisinin içinde (Halkların altını çiziyorum) Kürt milliyetçiliğinin olmadığını savunmasın. HDP'nin hem parti tabanı hem de seçmeni arasında mevcuttur Kürt milliyetçiliği.

Videoda bir cümle kurmuş Ahmet Şık "Selahattin’i çıkar HDP’den, ortada HDP kalmıyor." Ahmet Şık'ın bu cümlesindeki niyeti bilmiyorum. Lakin aynı cümleyi ben de kurabilirim, ki benzerini kıymetlimle ikili sohbetimiz esnasında kurdum. 

Tam olarak şöyle demiştim: "Selahattin Demirtaş eksikliği parti tabanında çok hissediliyor. Demirtaş, tutsaklığında dahi partiden daha çok varlığını hissettirdi halka. Çünkü gerçekte, HDP, halka 6-7 yıl öncesi kadar iyi ulaşamıyor. HDP'nin sabit seçmeni haricinde geçmiş seçimde HDP'ye oy vermiş olanlar arasında şu an azımsanmayacak sayıda insan TİP'e yöneldi." 

Bana bu cümleyi kurduran HDP'nin kendi içindeki tutarsız davranışları ve Kürt olmayan seçmenine yaklaşımı oldu.

Unutulmamalı ki Selahattin Demirtaş'ın tutsaklığı devam ediyor. Ve Demirtaş, bu tutsaklığı esnasında, ailesinden, dostlarından, mesleğinden uzaklaştırılmış haldeyken (bile) hep birleştirici, barışçıl oldu. Tutsaklığının öncesinde de tutsaklığı esnasında da sözünü esirgemedi ve söylediklerinin ardında durdu. 

Demirtaş asla "bildiklerimizi anlatırsak" cümlesini kurmadı. Çünkü Demirtaş, varsayımla konuşmaz, söyleyeceği varsa dolandırmadan, tehdit etmeden söyler. Kaldı ki neyin hesabı yapılmıştı da "bildiklerimizi anlatırsak", "beklediğimiz şeyler var, anlatacağız bildiklerimizi" cümlesi kuruldu ve sonrasında -ülkece girdiğimiz çıkmazdan kurtulmaya çalışırken, arkası yarın fragmanlarından bıkmışken- ne oldu da susuldu. 

Demirtaş asla başka halklardan insanların da olduğu bir ortamda ısrarla sadece Kürtçe konuşmadı ve asla "Kürtçe bizim ana dilimiz ve HDP bir Kürt partisidir, o yüzden Kürtçe konuşacağız" demedi. Kürtçe ana dildir. Ana dil haktır. Lakin ana dili Kürtçe olmayanların yanında herkesin anlayacağı bir dilde konuşmak yapıcıdır, adildir, eşitlikten, barıştan, kardeşlikten yana duruşun ifadesidir.

Demirtaş asla "HDP'nin Türk (eş) başkanı olamaz, biz mecliste Kürt halkını temsil ediyoruz" demedi. Demirtaş her zaman halkların kardeşliğine vurgu yaptı.

Demirtaş, HDP'nin kendi içinde yaşadığı sorunları asla dışarı, basına, fesata malzeme etmedi. 

Demirtaş hem HDP'nin içinde dengeyi korudu hem halkları kalbindeki yerini.

Tekrar Ahmet Şık'a dönecek olursam; Ahmet Şık'ın o kısacık videodaki sözleri ve dahi sonrasındaki iki satırlık özür twitine söyleyecek fazla sözüm yok. Ancak dünden bu yana, Ahmet Şık, Kürtlere "faşist" dedi, minvalinde -büyük- tartışmalara neden olan "Bu ülkenin Türk faşisti var bir de Kürt faşistiyle uğraşamam" cümlesinden ne 'Türklerin tamamı faşisttir' ne de 'Kürtlerin tamamı faşisttir' anlamını çıkarılamaz. Gel gör ki; ben bu cümleyi, faşizmle her anlamda, milliyet ayırmadan uğraşmayacaksan; mecliste beni temsil edemezsin, diye karşılarım. 

27 Nisan 2023 Perşembe

Adıyaman'da bugün, depremde eşini, iki çocuğunu kaybeden biri, önce hayatta kalan 12 yaşındaki kızını ardından da kendini öldürmüş..

Ama hala barınma, tuvalet, duş, yemek, su gibi temel ihtiyaçlara yönelik sorunları tam anlamıyla çözememiş, bölgedeki halka yeterli psikolojik desteği ulaştıramamış, milyarlarla telaffuz edilen bağışların hesabını vermemiş üstüne utanmadan "depremin izleri silindi" diyen siyasetçiler hayatta..

Kuş lokumu.. 

Rengarenk, küçücük, yumuşak şekerlemeler.. 

Yıllar var yemedim.. 

Bugün bulsam yer miyim, onu da bilmiyorum. Herhalde yemem, yiyemem.. 

Bende anısı, kendisinden tatlı.. 

Ufacık bir paketi arasında bölüşen kardeşler.. 

Hatta herkese eşit pay olsun diye bıçakla ufacık lokumu bile bölüp pay eden.. 

Artık beşe bölemeyiz ki bir avuç lokumu..



Kendime sorduğum soruyu Tarık ve Özlem'e de sordum.. 

En son ne zaman kuş lokumu yediniz, diye.. 

Onlar da yememiş.. 

Olsa, dedim, olsa yer miydik?.. 

"Sanmam" dedi Özlem, "Üçe bölemeyiz" dedi Tarık..

Yanınızda olmak, size sarılmak için neler vermezdim.. 

Önümüz yaz, geleceğiz yine bir araya.. Sevilsiz.. Sinansız.. 

Biz yiyemeyiz biliyorum ya, bu yaz çocuklara kuş lokumu hediye edelim..

Sabah dokuzda elçilikte olmak için; hakkında çok az şey bildiğim bir ülkede, kendimi pek de güvende hissetmediğim halde, dün gece 11'de yola çıktım. Elçilikte oyumu kullanıp neredeyse dokuz buçuk saat süren yolu geri döndüm. Aşırı uykum olduğundan otobüste gözümü kapamama mücadelesi verdim. 1 oy için, 1 karşı oy için; yirmi saat yollardaydım. Kendimi yol boyunca; ülkemin geleceğinin ampul karanlığından kurtulup gün ışığına kavuşması için, diye avuttum..

Çünkü farkındayım, çünkü biliyorum, bu seçim; aydınlık ve karanlık arasında, iyi ve kötü arasında, hürriyet ve sonsuz tutsaklık arasında. Bu seçim; demokrasinin, laikliğin, hukukun, basın özgürlüğünün son şansı. Bu seçim; çocuklarımızın geleceği. Bu seçimin grisi yok; ya katran karası ya güvercin beyazı...

Çünkü, bu seçim; ya istibdat ya hürriyet!..
O yüzden, bir kez daha ve dilerim son defa "Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet!"..

26 Nisan 2023 Çarşamba

Yarın, yurt dışında ve gümrük kapılarında oy kullanmak için ilk gün. 
Seçim sandığınızın yeri, oy kullanacağınız gün ve saat, adresinize tebliğ edilmediyse henüz, bu bilgilere e-devlet üzerinden ulaşabilir, seçmen çağrılığınızın çıktısını alabilirsiniz. 
Seçim sandığına gittiğinizde yanınızda kimlik kartınızın ya da pasaportunuzun olduğuna emin olun. Zira oy kullanabilmek için kimliğinizi ibraz etmek zorundasınız. 
Yurt dışında ve gümrük kapılarında, Parlamenter seçim için kullandığınız oy, Türkiye'de nüfusa kayıtlı olduğunuz ya da son ikamet ettiğiniz ile yansımaz.
Yurt dışında kullanılan oylar, tüm illere oransal olarak yansır yani oy verdiğiniz partinin lehine her ilde artı payı vardır. 
Oy verdiğiniz parti, her ilde aday çıkaramamışsa; oyunuzun, aday çıkarılmayan illere katkısı olmaz ve bu artı başka illere de yansımaz. 
Bu kuralı da dikkate alarak oy vermeden önce bir kez daha düşünüp nereden, ne kadar katkı sağlarım hesabı yapıp, listeleri tekrar gözden geçirip oy kullanmakta fayda var. 
Unutmayın, bu seçim sadece gönül bağı işi değil, akıl yürütme ve matematik bu seçimin zorunlulukları dahilinde.. 


21 Nisan 2023 Cuma

Almanya'da Corona -koruma- önlemleri artık tamamen sonlandı ve üç yılın ardından Almanya'da Paskalya tatili süresince bunun kutlamaları yapıldı. Peki, her şey yolunda ve pandeminin izleri tamamen hayatımızdan çıktı mı? 

Tabii ki bu sorulara cevap bulmak o kadar basit değil. 

Pandemi süresinde milyonlarca insan, kendilerinden geriye, sevenlerine büyük üzüntüler, bilime ve siyasete de yüzlerce soru bırakarak hayatını kaybetti.

Bu yaşanan öyle bir süreçti ki neredeyse iz bırakmadığı kimse kalmadı. Kimilerinin  fiziksel ya da ruhsal sağlığında kaldı bu izler kimilerinin  ekonomik durumunda. Öyle ki virüsle birebir teması olmayanlar dahi etkilendi.

Ve pandemi aslında çok önemli bir sorunu hatırlattı; Almanya'nın sağlık sistemi tıpkı dünyadaki bir çok ülke gibi böylesi büyük bir sağlık sorununa hazır değilmiş. Bu sorun, sağlık sistemine yeni bir bakış gelmesi gerekliliğini ortaya koydu. Mesele, suçlu aramaya indirgenmeden yüzleşmeyi gerektiriyor. Çünkü pandemi, halk sağlığı sektöründe hem tıbbi hem siyasi büyük açıklar olduğunu açıkça ortaya koydu. 

Almanya, salgını ilk süreçte iyi yürütse de pandemiye eşlik eden siyasi tedbirlerde çözümlemeye dair hızlı karar alma yönünde eksiklikler yaşadı. Ayrıca; Gizlilik politikası (DSGVO-EU-2016/679) veri koruma yasası gereği, bilimsel araştırmaların bürokratik engellere takılması nedeniyle; enfeksiyonlar, aşılar veya bağışıklık durumu hakkında nüfus çalışmaları -doğru- yapılamadı. Bu sebeple Almanya'da alınan çoğu bilimsel kararlar, İsrail ve Büyük Britanya'dan gelen veriler doğrultusunda alındı.

Eyaletler arasında uyumsuz bir politika izlendi. Pandemide alınan kararların topluma yansıması Federal boyutta olmayınca halkta pandeminin etkisini algılama sorunları yaşandı. Eyaletler kendi aralarında açık verileri dahi paylaşırken iletişim sorunları yaşadı ya da birbirlerinden bilgi gizledi. Örneğin; atık su izleme ülke çapında yapıldığı ve bilim insanları bu sayede patojenleri belirleyip daha hızlı çözüm üretebileceklerini belirttikleri halde doğru ve eş zamanlı veri akışı sağlanamadı.

Yine eyaletler arasında yaşanan politik uyumsuzluklar nedeniyle hastaneler triyaj sınırına gelmeden karşılıklı yardımlaşma olmadı.

Halk arasında, belirsizlik ve yetersiz bilgilendirilme zaman zaman dezenformasyonu arttırdı. 2020 başında kurulan, Ulusal Sağlık Portalı'nın yaratmaya çalıştığı farkındalık zayıftı (hala da öyle) ve Federal Sağlık Eğitimi Merkezi (BZgA) salgın döneminde ortadan kayboldu. Bunun nedeni, Federal Sağlık Bakanlığı'nın kampanyaları bizzat Ulusal Sağlık Portalı'na aktaracağını belirtmesiydi. Dönemin muhalefet, günümüzün koalisyon ortağı olan partiler, BZgA'nın birleştirileceği bir Halk Sağlığı Enstitüsü kurulması talebinde bulunmuşlar, kabul ettirememişlerdi. Kendilerininse şu ana kadar bu konuda mevcut çalışmaları yok. Oysa iklim krizinin Dünya genelinde yaratacağı değişiklikler etkisiyle yeni pandemilerin de olabileceği düşünülüp bu konuyu Covid-19 pandemisinin ötesine taşıyıp ön hazırlık yapmaları halk sağlığı için önemli bir adım olabilirdi.

Pandemi, -Almanya'da tıpkı Türkiye ve diğer bir çok ülkede olduğu gibi- sağlık çalışanlarının ne kadar özverili olduğunu gösterdi. Almanya'da pandemi süresince hayatını kaybeden sağlık çalışanları için sadece lokal boyutta anma yapıldı. Hayatını kaydebenler, ülke çapında adlandırılıp anılmadı. Ayrıca her kademeden birçok sağlık çalışanı ya sağlık sorunu ya da stres nedeniyle işini bıraktı. Özellikle uzman hekim sorunu yaşanan bir ülkede, bu konu acilen ele alınmalıyken; mevcut koalisyon hükümeti sağlık çalışanlarının sorunlarına çözüm üretme görevini Federal Maliye Bakanlığı'na bıraktı ve insan sağlığının Maliye Bakanlığı'na teslim edilmesi başlı başına yanlışken Maliye Bakanlığı'nın bu konuda bütçe ayıramayacak olmasını açıklaması tam bir felakettir. Üstelik mevcut Federal Maliye Bakanlığı, acil durumlarda maskeler ve ilaçlar için ulusal bir sağlık koruma rezervinin oluşturulmasını bütçe yetersizliği gerekçesiyle durdurmuştur. Öyle ki ülke, altı ayı aşkın süredir en acil ilaçlara ulaşma sorunu yaşıyor. Eczaneler çoğu ilacı satamaz hale geldi, birçok hastanenin rezervinde en basit ilaçlar bulunmuyor. Şu an yeni bir salgın olsa, hastaneler sağlık çalışanları nedeniyle yeterli bilgiye sahip olsa da yeterli donanıma sahip olmayabilir.

Son olarak; sağlık sisteminin pandemi sonrasında öncesinden iyi bir durumda olduğunu söylemek maalesef mümkün değil. Maddi ve manevi vasıf topluca gözden geçirilmeli, veri alışverişleri şeffaf ve hızlı olmalı, sağlık çalışanlarına hak ettikleri değer madden ve manen verilmeli. Ve Covid-19 geride kalmış gibi görünse de; post covid, long covid, post vac gibi gerçekler yok sayılmamalı, veri toplanmasının önündeki bürokratik engel kaldırılmalıdır. Her anlamda pandemi bitmiş bir daha asla olmazmış gibi rehavete kapılmadan çalışmalara devam edilmeli ki iklim krizinin çıkarımı olabilecek yeni bir pandemi kimseye sürpriz olmasın..

20 Nisan 2023 Perşembe

Aşure

Bir tepsi aşure vardı Çetin’in elinde apartmanın kapısında karşılaştığımda, biraz utanmıştı sanki onu aşure dağıtırken gördüğüm için. Onu daha fazla utandırmamak için bir şey demedim, apartmanın ağır kapısını itip onun geçmesini sağladım. Giriş katındaki kapıya geldiğinde tepsiyi tek eliyle tutmaya çalıştı, olmadı, dirseği ile zile uzanmaya çalıştı yine olmadı. Gülümsedim, “dur, ben basarım zile” dedim, yüzü kızardı. Kapıya Asiye abla açtı. İkimize baktı, Çetin kısık bir sesle “annem aşure yaptı, buyurun” dedi. Asiye abla, “sağ ol evladım, istemez” dedi, kapıyı kapattı. Şaşırdım ama bir şey demedim. Metin merdivenlere doğru ilerledi, “bekle biraz, otomatik söner şimdi, yeniden yakıp öyle devam edelim” dedim, durdu. Otomatik düğmesine tekrar basınca önde o arkada ben çıktık ilk kata. İlk Cemile teyzenin ziline bastım, Cemile teyzenin ayaklarını sürüyerek ilerlediğini belli eden terlik sesi duyuldu. Daha kapı açılmamıştı ki karşı kapıdan Esra Hanım’ın sesi duyuldu, Çetin o yana döndü, tepsiyi uzattı ve “annem, aşure yaptı, buyurun” dedi. Esra Hanım ikimizi de tepeden tırnağa süzdü, “aman yok” dedi kapadı kapıyı, Cemile teyze açmadı, ters istikamette terliklerinin yere sürtme sesi duyuldu. Tam merdivene yönelmiştik ışık döndü, yeniden bastım düğmeye. İki kapının da ziline basıp ortada bekledim, yanımda Çetin, kimse açmadı. Bir üst katta bizim daire ve Mercan ablanın dairesi vardı. “Mercan abla iştedir” dedim, otomatiğe basmak için bekledik ve bir üst kata çıktık. Tantik Martha’nın ziline bastım, karşı daire boştu. Biraz bekledik açtı tantik Martha. Yüzünde kocaman bir gülümseme, “hoş geldiniz, hoş geldiniz, aşure mi dağıtıyorsunuz?” diye sordu “evet, Çetin’in annesi yapmış ama kimse almadı” dedim. “Oh oh ne ala bize kalmış hepsi demek ki” dedi. Tepsiyi Çetin’in elinden aldı, “gelin içeri çocuklar, kaseleri boşaltıp yıkayayım” dedi. Çetin “yok, biz bekleriz” dedi bense “gel çekinme, tantik Martha benim teyzem, girelim” dedim. Utana sıkıla terliklerini çıkardı, girdik, ardım sıra tantik Martha’nın mutfağına geldi. Ben alışık hareketlerle mutfak masasının sandalyelerinden birine oturdum, Çetin önce sırtı bize dönük tantik Martha’ya sonra bana bakıp oturdu. Tantik Martha kaselerin içindeki aşureleri tek tek büyükçe bir kaseye boşaltırken sanki kendi kendine söylermiş gibi “pek sever Agop aşureyi, pek iyi oldu, pek ala oldu” diyordu. Aşureyi döktüğü kaseyi buzdolabına koyarken dolaptan dikdörtgen bir kap çıkardı, tekrar tezgaha dönüp başının üstündeki dolaptan iki tabak çıkardı. Bize döndüğünde iki elinde içinde çikolatalı pasta olan birer tabak tutuyordu. “Madem biz tatlı olarak aşure yiyeceğiz, pastayı siz yiyin” dedi gülümseyerek. Çetin çekingen bir sesle “teşekkür ederim, ben tokum” dedi. Bunun üstüne tantik Martha, “e daha iyi ya, yemek üstüne tatlı niyetine olur” dedi sıcacık gülümseyerek. Kalktım, tantik Martha’nın yanağından öptüm sonra Çetin’e dönüp “bu dünyanın en müthiş pastası, yemezsen pişman olursun” dedim ve ekledim “ama illa da huysuz komşular gibi ‘aman yok, istemez’ diyeceksen, ben seninkini de yerim” dedim. Aman yok, derken sesimi Esra Hanım’a, istemez, derken de Asiye ablaya benzetmeye çalıştım. Çetin güldü. Gülmesine sevindim, tabağı önüne çekip yemeğe başladı, ilk çatalı yavaşça götürmüştü ağzına, sonra hafif hızlandı, son lokmada daha ağzındakini yutmadan “çok güzeldi gerçekten, elinize sağlık tantik Martha teyze” dedi. Güldüm ve “ya teyze ya tantik demelisin, çünkü tantik zaten teyze demek. Hem demedim mi sana, dünyanın en güzel pastası” derken, tantik Martha gülerek “afiyet, şeker, bal olsun çocuklar” dedi. Biz pastalarımızı yerken o çoktan kaseleri yıkamış, kurulamış, üst üste tepsiye koymuştu. En üsttekinin içinde leblebi şekeri vardı. Bana “istersen sen Çetin’i yolcu et, baban gelene kadar burada otur” dedi. “Olur” dedim. Lakin Çetin’in aklı tantik ve teyze ikileminde kalmıştı, “niye tantik?” diye sordu. Tantik Martha gülümseyerek, “çünkü biz Ermeni’yiz ve Ermenicede teyze, tantik demek” dedi. Çetin anlamış olmanın memnuniyetiyle gülümsedi. Çetin, “biz de Zaza’yız, Zaza dilinde teyze halti demek” dedi. Halti (Xaltî) derken Çetin h harfine benzeyen ama sanki r ile yuvarlanmış bir ses çıkarmıştı. “Benim dilim dönmedi ama istersen Martha halti diyebilirsin, ben de duya duya alışırım” dedi tantik Martha sevimli bir şekilde. Çetin kapıda terliklerini giydikten sonra başıyla onayladı. Tantik Martha tepsiyi Çetin’e uzattı, Çetin’in leblebi şekerlerine baktığını görünce “adettir, komşudan gelen tabak geri boş verilmez, anneciğine teşekkürlerimi ve selamımı ilet çocuğum” dedi. Gülümseyerek “peki” dedi Çetin. Birkaç basamak inmişti ki arkasına dönüp “pasta için tekrar teşekkür ederim halti Martha” dedi. Ona “Zaza dilinde de önce teyze sonra isim mi söyleniyor?” diye sordum, “yok, tantik Martha gibi olsun istedim” dedi. Apartman kapısına geldiğimizde demir kapıyı açtım, Çetin çıktı, karşı apartmanın açık kapısından içeri girene kadar bekledim. Tam arkamı dönüp yukarı çıkacakken Çetin seslendi “teşekkür ederim” diye. Gülümsedim ve el salladım.

Tekrar yukarı çıkarken az önce bize kapıyı açmayan Cemile teyzeyi kapıda bekler buldum, bana suratında anlamlandıramadığım bir ifadeyle bakıyordu “yedin mi kız o aşureden?” diye sordu. Sahi, kendimize aşure almayı unutmuştum, tüh, babam da sever aşure. Bunları düşünürken “yok, yemedim” dedim, dalgın. “İyi ki yemedin” dedi, ben de içimden, iyi ki yemedim, babam da yiyemeyecek çünkü diye düşünürken, o, “onlar Alevi, Alevilerin elinden yemek yenmez, pis olur onlar, hem aşureye dede idrarı katıyorlar” dedi. Neye uğradığımı şaşırdım, bir anda buz kestim, midem bulandı. Koşarak tantik Martha’nın katına çıktım, ben zile basmadan kapıyı açtı “ne oldu çocuğum sana, yüzün bembeyaz olmuş, ne oldu?” diye sordu. İçeri girdim, mutfak masasında az evvel Çetin’in oturduğu sandalyeye oturup alt katta bana söylenenleri anlattım. Omzumu tuttu tantik Martha, elini omzumdan koluma, kolumdan elime indirip, elimi bırakmadan, az önce benim oturduğum sandalyeye oturdu. “Bak çocuğum, yüzüme bak” dedi, baktım, başını iyice yüzüme eğip “bazı insanlar, kendileri gibi olmayan ya da kendilerinden görmek istemedikleri insanlara karşı ön yargılı davranırlar. O insanları tanımadıkları gibi tanımak için de çaba göstermezler. Kendilerine anlatılan hurafelerden uzaklaşmak zor gelir ama o hurafelere inanmak hatta birine bin katmakta zorlanmazlar. Benim için, Agop amca için hatta baban için de durum farklı değil. Biz onların çizdiği çemberde değiliz ama bu iyi bir şey, bu sayede çemberin dışını da bilen, o çemberin içinde de dışında da yaşamaya cesaret eden insanlarız. Bak benim mutfağıma, pis mi, babanın mutfağı pis mi? Değil, eminim Çetin’in annesinin mutfağı da pırıl pırıl.  Siz elinizdeki tepsi dolu kapımı çaldığınızda, ben, tahmin ettim ne olduğunu, o yüzden, Çetin’in annesi üzülmesin, diye tüm kaseleri boşalttım, oysa iki kişiyiz, iki kase yeterdi. Ama Çetin o kaseler dolu dönseydi eve, annesi çok üzülürdü. Ve emin ol, Agop amcan da ben de gönül rahatlığıyla, seve seve yiyeceğiz o aşureyi ve yerken Rab’a ve Çetin’in ailesine bizi düşündükleri, ayrı tutmadıkları için minnetle dua edeceğiz.” Tantik Martha derin bir iç çekti, yanağından bir damla yaş sürülüyordu, boşta olan elimle onu sildim, o ise avucunda tuttuğu elimi dudaklarına götürüp öptü. “Sen iyi bir çocuksun, babam iyi bir adam, eve gelince ona bunları anlat, onun da söyleyecekleri olur sana, o daha doğru anlatır.” Başımı salladım ve “anlatırım elbette, ben zaten her zaman, her şeyi anlatırım babama” dedim. “Aferin sana güzel çocuğum” dedi tantik Martha.

Bir süre daha oturduk mutfak masasında elim tantik Martha’nın elinde. Sonra kalktı ayağa, “hadi sen ödevlerini yap, ben de akşamın yemeğini hazırlayayım” dedi. “Peki” dedim ama daha kitaplarımı, defterlerimi çantamdan çıkartmadan kapı çaldı, tantik Martha’nın açtığı kapıdan babamın sesini duydum, “Merhaba Martha Hanım, rahatsız ediyorum ama benim tavşan burada mı?” diye soruyordu. Kapıya koştum, “burada” diye seslenip eğilmesi için karnına dokunup yanağına koca bir öpücük kondurdum, ardından çantamı aldım, tantik Martha’yı da öpüp teşekkür ettikten sonra yaşananları bir an evvel babama anlatmak için merdivenleri çabucak inip kapıda beklemeye başladım. Babam da teşekkür etti tantik Martha’ya ve “Agop Bey’e sevgi ve selamlarımı iletin lütfen” dedi. Kapının önünde beklerken sabırsızlığım üst düzeye varmış olmalı ki babam gülerek “birisinin tuvaleti gelmiş anlaşılan” dedi, “yok” dedim ve sanki içeri girmemizin hızlanması buna bağlıymış gibi babamın kolunu çektim.

İçeri girer girmez çantamı koridorda bırakıp oturma odasında kendimi koltuğa attım ve babamı yanımdaki boş yere elimi vurarak çağırdım, babam bu hareketi nedense komik buluyordu, o yüzden bende alışkanlık olmuştu. Geldi oturdu yanıma “çıkar bakalım dilinin altındaki baklayı” dedi. Ona her şeyi, ta apartman kapısında Çetin’le elinde tepsiyle karşılaştığım andan itibaren yaşananları sırasını bozmadan, hiç atlamadan anlattım. Babam derin bir nefes aldı, nefesi bir süre tuttu ve “huh” diye bir sesle nefesi geri saldı. “Hadi kalk” dedi. “Nereye?” diye sordum. “Çetinlere” dedi. Elini tuttum, nedenini almamıştım ve bir açıklama bekliyordum. “Bize aşure almamışsın, Gülsüm Hanım’a soralım aşure kalmış mı diye, kalmışsa birer kase de kendimize alalım” dedi. Güldüm ve “hadi” dedim. Cemile teyze ve Esra Hanım’ın oturduğu kattan geçerken babam yüksek sesle “Bize aşure almayı nasıl unutursun, kim bilir ne güzel olmuştur, kalmıştır umarım” diyerek bana göz kırptı. Çetinlerin oturduğu apartmana girerken bizim apartmana baktım, babam sesini duyurmuştu anlaşılan, Esra Hanım pencereden bize bakıyordu, benim baktığımı görünce perdenin arkasına geçti.

Babam ikinci kata geldiğimizde hangi kapı Çetinlerin diye sordu, kapının önündeki terliklere bakıp soldakini gösterdim. Saçımı okşadı ve kapı ziline bastı. Kapıyı Gülsüm teyze açtı. Gülsüm teyze önce bana sonra babama baktı, o sırada Çetin de Gülsüm teyzenin arkasında belirdi. Babam “Gülsüm Hanım kusura bakmayın rahatsız ediyoruz, çocuklar bugün aşure dağıtırken dalgınlıkla benim payımı unutmuşlar, eğer kaldıysa bir kase ve ayıp saymazsanız iki kase rica edebilir miyim?” diye sordu. Gülsüm teyze güldü. “Hiç ayıp olur mu? Gelin, içeri buyurun, burada beraber yiyelim” diyerek içeri buyur etti. Babam ikiletmeden çıkardı ayakkabılarını ve içeri girdi, ben de arkasından. Bizi oturma odasına yönlendirirken Gülsüm teyze Çetin’e “terlik ver oğlum” dedi. Babam “hiç gerek yok, iyi böyle” dedi. Gülsüm teyze “nasıl rahat edecekseniz” dedi ve kısa bir süre sonra elinde bir tepsi içinde dört kase aşure ile döndü. Babam daha ilk kaşığın ardından “ellerinize sağlık Gülsüm Hanım” dedi. Gülsüm teyze mahcup “afiyet olsun” dedi. Ben kasemdeki aşureyi bitirince boş kaseyi tepsiye koymak üzere ayağa kalktım, kase elimde Gülsüm teyzeye “elinize sağlık Gülsüm xaltî” dedim ve onay bekleyen gözlerle Çetin’e baktım, Çetin gülümsedi, Gülsüm teyze de “afiyet olsun kuzum” dedi, ikinci hecedeki u harfini uzatarak. Sonrasında babam ve Gülsüm teyze arasında havadan sudan diye tabir edilecek konuşmalar geçti. Babam ayağa kalktı ve “tekrar teşekkür ederiz Gülsüm Hanım, zahmet verdik size, lakin çok güzel olmuş aşureniz, ellerinize sağlık” dedi. Gülsüm teyze de kalktı ayağa, “çay koydum, demleniyor, Hasan’la Gonca da gelir birazdan, oturun” dedi. Babam bana baktı, “ödev durumun nasıl, yetiştirebilir misin?” diye sordu, “tabii” dedim. “Peki o zaman” dedi ve oturdu tekrar. Şimdi de Çetin’le konuşuyordu, okulu, arkadaşlarını sordu, biraz da Beşiktaş’tan bahsettiler. Çetin gururla, “ablam, Ali’yi tanıyormuş, o da ablamın fakültesinde öğrenciymiş ama her zaman gelmiyormuş okula” dedi sonra da üzgün ilave etti “ablamdan benim için imza almasını rica ettim, olmaz, dedi, ayıpmış”. Babam gülümsedi, “vardır ablanın bir bildiği” dedi. Çok geçmeden kapı çaldı, önden Hasan amca girdi odaya, ardından Gonca abla. Babam ayağa kalktı, Hasan amca babama elini uzattı, çok içten bir şekilde “hoş geldin can, çok memnun ettin bizi” dedi. Babam ise “hoş bulduk, teşekkür ederim, asıl ben memnun oldum” dedi. Gonca abla da geldi önce babama sonra bana “hoş geldin” dedi. Gonca abla, Gülsüm teyzeyle mutfağa gitti, sonra iki tepsiyle döndüler, hemen masayı kurdular tepsidekilerle, Hasan amca seslendi, “hadi herkes elini yıkasın sonra sofraya” dedi. Önce babam kalktı ve Hasan amcanın gösterdiği yöne ilerledi ben de ardından, ellerimizi yıkadık, Çetin kapıda bize havlu uzattı. Sonra masaya geldik, Gülsüm teyze bardaklara çay doldurdu, Çetin ve benim bardağıma çok az dem koydu, üstüne de sürahiden su ekledi. Hasan amca babama şekeri uzattı, “kıtlama istersen o da var” dedi, babam “bu iyi, teşekkür ederim” dedi ve şekerlikten bir küp şekeri ortadan bölmek için eline aldı. Hasan amca eline bir küp şeker aldı ve babama dönüp “şekeri dudağının arasına al, tam ortasına üfle sonra kır, daha kolay kırılır” dedi ve elindeki şekeri kırdı. Babam, Hasan amcanın gösterdiği gibi yaptı, gülümseyerek “gerçekten kolay kırıldı” dedi ve bir yarımı bardağa atıp diğer yarımı bardağın tabağına koydu.

Masada yuvarlak bir tepside üst üste dizilmiş börek gibi bir şey vardı. Bir tabakta biber, bir tabakta domates, bir tabakta peynir, bir kasede de zeytin. Ama kimse uzanıp tabağına bir şey almayınca Gülsüm teyze “e hadi buyurun” dedi. Benim tabağıma börek sandığım şeyden koydu ve “kete bu” dedi, “ye bakalım sevecek misin?”. Sevmek ne kelime, bayıldım. “Eline sağlık Gülsüm xaltî” deyince ben, Hasan amca yüksek sesle güldü, ben yanlış mı söyledim endişesiyle Çetin’e baktım, bunu fark eden Hasan amca “xaltî demeyi ne zaman öğrendin, hem ne güzel söyledin” dedi, içim rahatladı, “bugün öğrendim, Çetin öğretti” dedim. Çetin de gülümsedi ve ben de “tantik” demeyi öğrendim dedi. “Öyle mi, peki neymiş tantik” diye sordu, Çetin “xaltî” diye cevap verdi, hep beraber güldük, o söyleyince daha farklı geliyordu kulağa, ilk harfi doğru telaffuz etmek için biraz çabalamam gerekecekti. Yemeğimizi yiyip sofra toplandıktan sonra da bir süre oturduk. Sonra babam tekrar müsaade istedi. Hasan amca, “müsaade sizin, ama bilin ki bizi çok memnun ettiniz, yine gelin lütfen, malum burada pek komşumuz yok bizim, gelen gidenimiz ancak akrabalarımız” dedi. Babam “çok memnun oldum ve niye daha önce birbirimizi ziyaret etmemişiz üzüldüm” dedi ve ekledi “biz de bekleriz, Gülsüm Hanım kadar gelmez elimden elbet ama ben de isterim sizi ağırlamayı.” Hasan amca, “başım gözüm üstüne can ama önce hanım ve beyi kaldırsak mı aradan” dedi. Babam “memnuniyetle” diyerek elini sıktı Hasan amcanın, ardından da Gülsüm teyze ve Gonca ablanın, Çetin’in de başını okşadı. Kapıdan çıkarken Gülsüm teyze babamın eline bir poşet tutuşturdu, “biraz aşure ve kete koydum size” dedi, babam elini poşete uzattı “niye zahmet ettiniz, teşekkür ederim” dedi. Sonra Gonca ablanın elinde tuttuğu peçeteye sarılı paketi de bana uzattı, “bunu da tantik Martha’ya verir misin, ona da kete sardım” dedi. Gülümsedim, kim bilir nasıl sevinir diye düşündüm ve bunu hemen ona da söyledim “teşekkür ederim, çok sevinecektir tantik Martha.”

Apartmandan çıktığımızda babam bizim apartmana baktı, Esra Hanım yine perdenin arkasına geçti, babamla birbirimize bakıp güldük ve onların katına geldiğimizde adımlarımızı yavaşlatıp sesimizi yükselterek ne kadar doyduğumuzu, her şeyin ne kadar lezzetli olduğunu söyledik birbirimize. Babam kapıyı açarken ben yukarı çıktım, Tantik Martha’nın ziline bastım, önce elimdekini uzattım, sonra da kapı ağzında hemen Çetinlerde geçirdiğimiz zamanı özetledim. Tantik Martha gülümsedi ve yanağımı okşadı. “Pek memnun oldum çocuğum, pek memnun oldum” dedi.

Babam elindekileri mutfakta yerleştirdikten sonra oturma odasına geçip panjurları indirdi sonra da kısık sesle televizyonu açtı, bana da “hadi oyalanmadan ödevlerini yap” dedi şefkatle. “Tamam baba” dedim ama odama gitmek yerine babamın yanına oturdum “baba, Cemile teyze niye böyle bir yalan söyledi bana?” diye sordum. Babam yüzüme bakıp “Martha Hanım çok güzel açıklamış tavşanım, çember, ön yargılar ve hurafeler. Oysa bugün yaşanmasaydı biz Çetinlerin Alevi olduğunu bilmeyecektik, şimdi biliyoruz ve bunun bizim için bir önemi yok ama onların yaşadığı zorlukları öğrendik, güzel yanı ise geç kalmış olsak da çok iyi, yeni komşularımız oldu” dedi. Gülümsedim ve “senin için yeni, ben Çetinle zaten arkadaştım” dedim. Babam beni kendine çekti, saçımın üzerinden başımı öptü “hadi artık odana, ödevlerini yap” dedi. Güldüm, “baba, Gülsüm teyzeden kete yapmayı öğrensene” dedim, güldü ve “tamam” dedi sonra daha yüksek sesle gülüp “şeker kırmak kadar kolay olacağımı sanmıyorum” diye ekledi. Ben de güldüm ve odama gittim…

Yıllar sonra bana bu anıyı hatırlatıp yazdıran Kemal Kılıçdaroğlu’nun dün Twitter’da paylaştığı “Ben Aleviyim” videosu oldu.

https://twitter.com/kilicdarogluk/status/1648755862905708551?t=RPWofXNpLlj2AJ3dVZsGvA&s=09

 

 

 

 


19 Nisan 2023 Çarşamba

Sanki zamanla yarışıyorum, yola çıkmama yaklaşık 60 saat kalmış.. 

Bir yandan günlük hayatın olağan koşturmaları bir yandan yolculuk hazırlığı ve bir yandan da son sefer Kutupalong'dan apar topar dönüş nedenim ve o günden itibaren yaşananların ruhuma etkisi..

Yola çıkmak, yolda olmak, yolculuk..

Gesualdo Bufalino, "kimileri kaybolmak için seyahat eder, kimileri kendini bulmak için" der. 

Ya ben, istediğim kaybolmak mı yoksa kendimi bulmak mı? 

Belki hem ikisi de belki ikisi de değil.. Hala aradığım bir "kendim" var mı ya da kaçmak istediğim bir "kendim"?

Var olandan öte bir "kendim" varsa da onu aramak için artık çok yorgunum, ondan kaçıp kaybolmak için de..  

Eğer Budist olsaydım, bir sonraki yaşantımda kedi olarak dünyaya gelmek için dua ederdim. Ve fakat Buda bana özgür bir kedi olabileceğimin garantisini veremez. O yüzden kedi olmak yerine kendim olmaya devam ederken Bufalino'dan uzaklaşıp yola cebimde Lillo Gullo'nun sözüyle çıkmalı..

"Benimki sadece durmak için seyahatti." 


"C'è chi viaggia per perdersi, c'è chi viaggia per trovarsi." Gesualdo Bufalino

"Il mio fu un viaggiare, solo per sostare." Lillo Gullo



Hemşireler sağlık sisteminin en önemli ikinci adımıdır. Bu, yüzyıllardır böyledir. Hemşirenin olmadığı bir sağlık sistemi çöker. Bu gerçeği hepimiz bilirken hemşirelik mesleğini aşağı görmek, değerini azımsamak sadece kibir göstergesidir. 

Twitte paylaşılan video, muhtemelen çok daha uzun bir görüşmeden kısa bir kesit. Ki bu kesitte de hemşirenin sözlerinde yanlış yoktur, hemşire orada kendisi ve meslektaşları için taleplerde bulunmuş. 

Ve Türkiye'de hemşirelerin de sağlık sisteminin tüm negatif yanlarından fazlaca etkilendiğini düşünecek olursak bunda hata yoktur, aksine, Erdoğan'ın sözleri üzerinden, hemşireler "doktor yetkisi" istemiş gibi tepki vermek hatadır. 

Hele ki hemşireler "sağlıkta şiddet" konusunda hekimler kadar muzdarip ve mağdurken kalkıp bazı hekimlerin hemşireleri kısacık bir video kesitine dayanarak hedefe koyması kabul edilemez. 

Ve tekerrürden ibaret olsa da son söz; her meslekte işini alasıyla yapanlar olduğu gibi işini kötü yapanlar da vardır. Meslek kişinin yaptığı iştir, karakterinin niteliği değil. Mesleğini hakkıyla yapan, üstüne insanlık vasıflarını da hakkaniyetli taşıyan herkes değerlidir. 
Bazen nezaket gereği açıklama yaptığınız kişilerin, sizin hesap verdiğinizi sanmaları ne kötü..

Daha da kötüsü, nezaket gereği açıklama yaptığınız ama sizin hesap verdiğinizi sanmış kişilere bu tutumlarından dolayı açıklama yapmak istemediğiniz başka durumlarda da size hesap sormaya çalışmaları ve dahi buna hakları var sanmaları..

17 Nisan 2023 Pazartesi

16 Nisan 2023 Pazar

"Hiçbir şey söylemeden de çok şey anlatılabilir" dedi.
"Belki bazen, karşındaki seni çok iyi tanıyorsa olabilir" dedim. 
"Ama illa ki doğru yolun bu olduğuna inanmıyorum. Sen susarken, karşındaki senin söylemek istediklerini değil de kendi duymak istediklerini anlayabilir suskunluğundan ve belki de senin söylemek istediklerinle onun duymak istedikleri o kadar farklıdır ki o suskunluktan yanlış çıkarımlar yapabilir" demedim, hiçbir şey söylemeden de çok şey anlatılabilir diyene, sustum. 
Ve o, hiçbir şey söylemediğim halde çok şey anlatmış olsam da hiçbir şey anlamadı. 
Anlamadı çünkü, "sustun, ne düşünüyorsun?" diye sordu. 
Güldüm, "anlamadın sustuklarımı" diyerek. 
Yüzünün şekli değişti, söylemediklerini anladım.
Yine de "ben kelimelerin gücüne inanıyorum" dedim, "çünkü, kelimelerle iletişim kurmak hayatı kolaylaştırır."
Yüzüme baktı. 
Hiçbir şey söylemedi, hiçbir şey anlamadım... 

15 Nisan 2023 Cumartesi

Çin ve Hindistan, iki ülkenin de nüfusu 1,4 milyardan fazla. BM'nin bilimsel araştırma ve bilgi merkezinin dün yaptığı açıklamada Hindistan nüfusunun Çin'i geçtiğini söyledi. Her iki ülkenin nüfusu için tam bir sayı verilmese de dün itibarıyla Hindistan, dünyanın en büyük nüfusa sahip ülkesi olarak açıklandı. 

14 Nisan 2023 Cuma

"Namus bekçiliği yapıyor" dediklerinize "namussuz" dediğinizde siz de namus bekçiliği yapmış olmuyor musunuz?
Bence evet, oluyorsunuz. Ne zaman ki toplumun her kesiminde eleştiri özel hayat boyutundan çıkıp fikir, üretim, icraat boyutuna gelir o zaman belli bir medeniyet seviyesine ulaşılabilir.

12 Nisan 2023 Çarşamba

Dün WDR ana haber bültenindeki konulardan biri de Türkiye'deki seçimlerdi. Duisburg'da Türkiyelilerin en yoğun yaşadığı Marxlohn ilçesinde seçimlere yönelik yapılan röportajı yayınladılar. Oyunuzu kime vereceksiniz sorusuna en çok "tabii ki Erdoğan" yanıtı geldi, hatta soruyu yanıtlayanlardan biri "Erdoğan benim dinimi benim vatanımı benim bayrağımı koruyor" dedi ki ben bu cevaba "e sen niye senin bayrağının olduğu ülkende dinini korumak için yaşamıyorsun" diyerek küfrettim. Soru yöneltilenler arasından sadece bir kadın "Yeşil Sol" cevabı verdi. Avukat Gönül Örs, Konsolosluklarda Kürt asıllı vatandaşların seçmen kütüğü oluşturulmasında sorunlar yaşadığını, bu şekilde oy kullanmalarının engellediğini söyledi, ayrıca Örs, Almanya'da yaşayan çoğu Kürt'ün ilticacı konumunda olduğunu bu yüzden de oy kullanma hakkı olmadığını ya da Türkiye'de devam eden davaları olduğu için konsolosluğa başvurmaya çekindiklerini de belirtti. Siyaset bilimci Kemal Bozay'ın açıklaması ise DITIB'in seçimler üzerindeki etkisi hakkındaydı. Almanya'da DITIB'e bağlı camilerde vaazların din içeriğinden uzak olduğunu, vaazların akp lehine propaganda niteliğinde olduğunu belirtti. Ayrıca Bozay, seçim günü DITIB'in organize ettiği otobüslerle seçmenlerin seçim sandıklarına götürüldüğünü, öncesinde ve yol boyunca oy pusulası üzerinden kime, nasıl oy kullanmaları gerektiğinin tekrar gösterildiğini de söyledi.
Ve haberin en acı yanı, Almanya'nın, yurt dışı seçimlerde akp'ye en yüksek oyu kazandıran ülke olduğu gerçeği..

10 Nisan 2023 Pazartesi

Yurt dışından gelen yardım ekipleri, deprem bölgesine periyodik olarak gönderildi. Bazı ülkeler için sınır 10 bazıları için 15 gündü. Çünkü bölgede çalışmanın yaratacağı psikolojik etkinin bilincindeydiler. Oysa deprem bölgesinde yakınlarını kaybetmiş, evini kaybetmiş, kendisi depremden etkilenmiş insanlar görevlendirildi. Onlar soluk almadan, acılarını yaşayamadan, psikolojik durumları hiçe sayılıp çalıştırılırken; yurt dışından gelen bazı ekipler "sağlık çalışanı talep etmedik, ihtiyaç yok" diye geri gönderildi. Bunu da unutmayın!..
Rahşan affı 1 yıl 8 ay..
Bu yürek susmayacak!.
Ve birileri yine polis günü kutlayacak..
Bu yürek susmayacak!.
Oysa kutlanamayan doğum günü 28 yıl..
Bu yürek asla susmayacak!.

Ne zaman umutsuzluğa düşse biri "senin sesin yenilgi tanımaz" derdi Metin.

Ve biz Ahu Sağlam'ın eşsiz sesinden Hüznün Kollarını ilk dinlediğimizden bu yana, onu bu şarkı
https://youtu.be/_jDWZW2zxS0 
ile andık..

Çünkü; 
"Hüznün kollarına düştüğünü görmedik
Öfkeyse hiç terk etmedi seni
Nereye yağacağını bilirdin
Ve sen bizimleyken
Tebessüm hiç eksilmedi gözlerinden"
Şiir: Hıdır Aslan
"senin sesin yenilgi tanımaz" Hıdır Aslan'ın Bu Abluka Dağılacak şiirinden alıntı.

9 Nisan 2023 Pazar

Almanya'da seçmenler oy kullanıyor, kullandı vs başlığıyla birçok fotoğraflı ve videolu paylaşıma rastladım. Ancak bunların hepsi geçmiş seçimlerden olmalı. Zira yurt dışı seçim takvimi şu şekildedir;

17 Mart: Seçmen kütüklerinin güncelleştirilmesi için son gündü.
18 Mart: Oy kullanılacak gümrük kapılarının ve yurt dışı temsiciliklerinin ilanı başladı.
20 Mart: Yurt dışı seçmen kütüğünün YSK'nin resmi internet sitesinde ilanı ve itiraz süresi başladı. 
2 Nisan: Yurt dışı seçmen kütüğüne itiraz için son gündü.
6 Nisan: Yurt dışı seçmen kütüğünde askı süresinde yapılan değişikliklere itiraz için son gündü.
12 Nisan: Kütüğü kesinleşmiş seçmenlerin yurt dışında oy kullanacakları sandık yerlerinin ve tarihlerinin açıklanacağı gün.
27 Nisan: Yurt dışında ve gümrük kapılarında oy kullanmak için ilk gün. 
9 Mayıs: Yurt dışında sandıkta oy kullanmak için son gün.
14 Mayıs: Gümrük kapılarında oy kullanacaklar için son gün. (TSİ 17.00'a kadar)
20 Mayıs: Cumhurbaşkanı seçiminin ikinci tura kalması durumunda yurt dışında ve gümrük kapılarında oy kullanmak için ilk gün. 
24 Mayıs: İkinci tur için yurt dışında sandıkta oy kullanmak için son gün.
28 Mayıs: İkinci tur için gümrük kapılarında oy kullanacaklar için son gün. (TSİ 17.00'a kadar)

Ayrıca; YSK'nin resmi sitesinde yaptığı açıklamaya göre yurt dışı oylarının seçime katkısı şöyle hesaplanıyor; https://ysk.gov.tr/doc/genelge/dosya/77668/2018CBMV-Genelge136.pdf

Özetle; yurt dışı kayıtlı seçmenlerin, seçim sonuçlarına etkisi azımsanamaz. 

Gönlüm yurt dışında hayatını kurmuş ve gelecekte Türkiye'de yaşama planı olmayan kişilerin, Türkiye'de yaşayan insanların hayatlarına, geleceklerine etki edecek biçimde oy kullanmamasından yana. Lakin yurt dışında yaşayan vatandaşların seçme hakkı devam ettiği sürece sandığa gidip oy kullanmaları da çok önemli. 


8 Nisan 2023 Cumartesi

9 yaşında bir çocuğa tecavüz ediliyor ardından boynuna briket bağlanmış halde bir kuyuya atılıp öldürülüyor ve bazı insan görünümlüler sadece çocuğun milliyetinden bahsediyor. 

Milliyetçi damarı o kadar kabarık olsa bu insan görünümlülerin maktulun değil failin milliyetinden rahatsız olurlardı. 

Hangi milliyetten insanın ruhu vicdanı bu yaşananı kabul eder. Ediyorsa zaten insan değildir. 
mütevazi=> paralel
mütevazı=> alçak gönüllü, tevazu gösteren, tevazulu
naif=> saf, deneyimsiz, acemi
nahif=> ince duygulu, hassas 

aklıma geldi! öylesine yazdım.. 

var mı sizin de aklınıza gelen bir harfle anlamın değiştiği sözcükler?

aklıma geldi, demişken; sahi, o şaşaalı yayınlarda toplanan bağış paraları ne oldu?..

7 Nisan 2023 Cuma

Mevcut iktidara yahut Kızılay'ın mevcut yönetimine sitem amaçlı, tepki amaçlı kan vermeme eylemine hiçbir anlam veremiyorum, kimse kusura bakmasın.
Bağışlanmış bir ünite kan, belki bir gün sizin ya da sevdiklerinizin hayatını kurtarabilir.
Ya da bakın kusura.
Böyle bir tepkinin karşılığı yok bende. 
umut diyorum, göğün mavisi diyorum, hemen ardından aklım, yüreğim deprem bölgesine gidiyor, oradaki insanların acılarını, çaresizliklerini tüm benliğimde hissediyorum. ruhumda zifiri bir karanlık zihnimde "sareri hovin mernem"...

...çocuğuna bir daha sarılamadan kokusunu içine çekemeden yaşamak... var mı bunu aydınlatacak gök?

Kriz dönemlerinde yani kendimizi çıkmazda hissettiğimiz anlarda umut belirtileri ararız. Umut, insanın doğasına aitmiş, bir parçası gibiymiş düşünürüz. Ancak böyle midir? Umut gerçekten de bizim bir parçamız mıdır? Ya da umut tam olarak nedir ve kimliğimizde nasıl bir rolü vardır? Umut bizi "her şeye rağmen"lerimizle çabalamaya, yaşamaya devam etmeye teşvik eden bir güç müdür yoksa "yaşama sevinci" adını verdiğimiz, anlık, aldatıcı iyimserliği olan bir ilham mı?


Türkiye'de insanlar o kadar uzun zamandır kriz modunda yaşıyor ki; çoğu insan artık umut hayatlarının neresinde duruyor bilemiyor. Gelecek korkusu Türkiye'de her kanaldan besleniyor. Siyasetteki belirsizlik, ekonomideki çöküş, eğitim, öğretimdeki yetersizlik, hukuktaki işlemezlik, basındaki hürriyet eksikliği, sağlık sistemindeki adaletsizlik, sosyal hayattaki iletişimsizlik ve daha nice nice sebep günden güne gelecek korkusunu besleyip sağlıksız, hastalıklı, ölümcül bir şekilde büyütüyor.

Ve insanlar bu gelecek korkusuyla baş edemeyeceklerini anladıkları anda umut mefhumuna sarılıyor. Kimisi için bu açan bir çiçek, çalan bir şarkı, söylenmiş güzel bir söz, kimisi için din, dua, ibadet. Ama şu günlerde çok büyük bir kesim için seçim ve seçimin sonuçları.

Frankfurt am Main, Goethe Üniversitesi Felsefe Kürsüsü Başkanı Claudia Blöser, "umut etmenin en kötü yanı, umut edilen gerçekleşmezse, insan umut etmeye başlamadan önceki halinden daha derin noktaya düşer" diyor. Ancak, insan hiç umut etmeden yaşayabilir mi? Gece simsiyah bir gökyüzüne bakan insanın, ertesi gün güneşli bir güne uyanıp göğü mavi görme isteği de bir umut değil midir?

O yüzden benim Blöser'e katılmam mümkün değil, ancak ve ancak şu kadarına eşlik edebilirim, gerçekleşme ihtimali hiçe eşit olan arzu ve hevesler için büyük umut beslemek acı verir, içinde bulunan çıkmazı büyütür. Umut hayattaki her şey gibi beraberinde çaba yoksa anlamsız kalır.

Ve madem şu an çoğu insan için en büyük umut seçim, o zaman bu umut için de çaba sarf etmeli, elden hiçbir şey gelmiyorsa da seçim günü sandığa gidip oy vermeli.

Umut hiç kimseyi terk etmesin, kim bilir, belki yarın gök gülümser ve güneşli bir havada pırıl pırıl parlayan mavi bir göğün gülümsemesine gülümsemeyle karşılık vermek güzeldir.. 

4 Nisan 2023 Salı

YSP'ye oy vermek isteyen YSP'ye, TİP'e oy vermek isteyen TİP'e verir. Ama oluşmuş, uyumlu ve güçlü bir ittifaka kendi iç hesaplaşmasını bitirememiş insanların bok atmasına aklım ermiyor. Karşılıklı konuşmayı, dinlemeyi başarmak çok önemli. Biz kendi içimizde birbirimize saygıdan uzak yaklaşırken nasıl saygı bekleyeceğiz ve dahi ayrıştırırken, ötekileştirirken nasıl ayrıştırmanın, ötekileştirmenin karşısında olduğumuza ikna edeceğiz. Seçime 40 gün kalmışken hala liste tartışması yapmanın anlamı nedir? Bu tartışmalara harcanan enerji artık Emek ve Özgürlük İttifakını daha da güçlendirmek için harcanmalı. Ve tüm bu seçim koşturmacası içinde deprem bölgesinde yaşananlar, orada yaşayan insanlar ve onların dertleri, sorunları ihmal edilmemelidir. 




3 Nisan 2023 Pazartesi

2 Nisan 2023 Pazar




Canım Ayşe Twitter’da, "Bir röportajda "ampulü akepe buldu" diyen kadın buna inanıyor." demiş.


Maalesef ve yine maalesef ki seçim sonuçlarını Twitter'a göre değerlendirip her şeyi toz pembe görenler, bu insanların varlığından habersizmiş gibi, seçim yapılmış, kazanılmış gibi şimdiden kutlama yapıyorlar.

Umut işte, diye kestirip atılamayacak bir durum aslında bu. Çünkü, büyük bir umut yüklenen TİP'in adını dahi duymamış olan, ülkedeki ekonomik krizin nedeninin Kılıçdaroğlu ve CHP olduğuna inanan, tüm HDP'lilerin evlerinde silah deposu var sanan insanlar var. Akp olmazsa dinin elden gideceğine, ülke sınırlarının tehdit altında olduğuna inananlar ve kutsal kitapların basımevinde, bayrakların dikimhanelerde üretildiğini bilmeyenler de. Üstelik ezkaza bu insanların varlıklarından haberdar olanlar, o insanların bilinçli olarak bilgiden uzak bırakıldıklarını sorgulamadan, onları cahillikle suçlama kolayına kaçıyorlar.

Ülkede her şey son yirmi yılda bu hale geldi, diyenler de aslında cahillikle suçladıkları insanlardan çok farklı değil. Çünkü onlar da ülke tarihine ilgisiz, bilgileri ise kendi bakış açıları kadar. 80 darbesinden itibaren sistematik bir şekilde örülen ağların sorumluluğunu son yirmi yıla yüklemeleri bundan.

Misal, eğitim, öğretimde fırsat eşitliğinin kaldırılması yeri geldiğinde alkışlarla yeri geldiğinde "düz lise" aşağılamasıyla kucaklandı. Ülkede eğitim, öğretimin ulaşmadığı köyler, okutulmayan kız çocukları varken, mantar gibi çoğalan özel eğitim-öğretim kurumlarına sessiz kalındı. İmam hatipler artarken ya da müfredatları değiştirilirken değil, imam hatipler eğitim, öğretim amacından sapıp tehlike unsuru olmaya başladıktan ses vermeye başladılar. Üstelik bu çıkan sesler de "imam hatipler kapatılsın" yönünde oldu. Yani yine tek taraflı, yani yine yok saymak istenilenlere tehdit havasında. Oysa çözüm, imam hatiplerin kapatılması değil, nüfusa oranla sayı sınırı getirilip mevcut müfredata uyumlu hale getirilmesi ve meslek okulları statüsünde yer almasında yatıyordu belki de.

İmam hatiplerde verilen eğitime paralel olarak, din elden gidiyor, nidalarının yükselişinde suçu biraz da laikliği sadece kendi yaşam tarzı sayan insanların aşırılığa kaçan tutumlarında aramak gerekmez mi? Kendi kılık kıyafetine, içkisine, yaşam tarzına -doğal olarak- karışılmasını istemeyen insanlar, inananların yaşam tarzına müdahaleyi (örneğin, dans eden başı örtülü bir kadınla dalga geçmek) kendine hak gördü çoğu zaman. Oysa laiklik, yaşam tarzına yahut dini inanca müdahale hakkı vermez.

Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirine karıştırılmaması gerektiğini vurgulayan bir ilkedir. Laiklik hem dini inancı olanları hem de olmayanları temsil eder ve de savunur. O yüzden laikliği korumak her kesimin sorumluluğu dahası zorunluluğudur. Bu anlaşılır olmadığı sürece, bugünün örneği olan seccade gibi konular hep gündemde yer alacaktır. Ve bunun anlaşılır olması için çözüm, yine eğitim, öğretimdeki fırsat eşitliğindedir.

O yüzden bu seçim belki de Türkiye tarihinin en mühim seçimlerinden biridir. Ülkede yıllardır süre gelen bilinçli, sistemli cahilleştirmenin önünü kesmek için bir şanstır. 15 Mayıs'tan itibaren her şeyin bir anda düzelebileceğine inanmak naiflik olsa da büyük bir umuttur. Yeter ki o tarihten sonra yeniden eğitim ve öğretimde çocuklara, gençlere fırsat eşitliği tanınsın.

Bunları yazarken aklıma, Vedat Türkali’nin Yalancı Tanıklar Kahvesi romanındaki en sevdiğim karakter olan Nedim Hoca geldi. Halkla iletişim kurarken, Allah konusunda dikkatli olunması gerektiğini savunuyordu Nedim Hoca. Devrime inanan gençlere de bunu öğütlüyordu. Tek dayanağı dini inanç olan insanlara, Allah’tan uzak sözlerle yaklaşırlarsa halka asla ulaşamayacaklarını anlatmaya çalıyor ve ekliyordu: “Bir gün, İslam’la kandırılmış yığınsal desteğini alacak asıl sinsi hırsız tayfası başa geçerse şaşırmayın!” Günün siyasetini tarif ederken de şu sözleri kullanıyordu: “Alalım, sayalım, satalım! Kimi laiklik diye dolandırıyor milleti. Kimi Allah diye! Tüccarın derdi o.”

En başa dönecek olursam; doğru, yetkin, eşit eğitim, öğretim hakkına sahip nesil, ampulü kimin icat ettiğini, önünde gidenlere, ardından gelenlere öğretebilir. Eğitim, sağlık, beslenme, barınma gibi temel hakların herkes için olduğu, basının tarafsız ve özgür olduğu, hukukun adil işlediği, dinine, diline, ırkına, engelliliğine, ten rengine, cinsiyetine bakmaksızın herkesin eşit olduğu bir gelecek inşa edebilir. İş ki; kendi kendini aydın ilan etmiş kesim, laikliği kendi tekeline almadan, laikliğin herkes için olduğunu hatırlayıp ülkeyi din tacirlerinin eline hepten teslim etmesin ve vatandaşlık sorumluğunun bilinciyle ülkenin geleceği için 14 Mayıs günü sandığa gitsin. 


 









1 Nisan 2023 Cumartesi

Yiten on binlerce can, annesiz, babasız, evlatsız kalmış yüz binlerce insan, hem fiziksel hem ruhsal sağlığı kısmen onulmaz bozulmuş milyonlarca insan. 
Ama sizin hassasiyetiniz seccade!
Başlarını sokmak için verilen çadırlar rüzgarda uçarken, yağmurda ıslanırken, hala rahatça duş alamaz, tuvalete gidemezken, canının çektiğini değil de önüne konulanı yerken, çocuklarının ayaklarını elleriyle ovalayarak ısıtırken, gelecek kaygısı yaşarken ve "keşke kurtulmasaydık" derken; sizin hassasiyetiniz seccade!
hassasiyetinize sizin!..