31 Mayıs 2023 Çarşamba

Çocuklarıyla tehdit edildi, hayat arkadaşına edilmedik hakaret kalmadı, yıllardır kanuna aykırı bir şekilde tutsak.. Yine de hep sesimizi duydu, sesimize ses oldu, umut oldu.. Her zaman sadece iyi bir insan değil, iyi de bir siyasetçi oldu.. Seçim sürecinde özgür birçok politikacıdan çok çalıştı, çoğundan hatta belki hepsinden yapıcı oldu.. Hep sağlam hep dik durdu.. Şimdi de büyük bir tevazu göstererek "halkımıza layık bir politika ortaya koyamadığımız için içtenlikle özür diliyorum" diyor..

Asıl ben kendi adıma; çocukların tehdit edilirken, Başak kardeşime onca hakaret edilirken, meydanlarda "Selo'ya idam" diye bağırılırken, binlerce kilometre ötede yazı yazmaktan başka hiçbir şey yapmadığım için özür dilerim..

Yarın yazının tam metnini okumadan umutsuzluğa kapılmayacağım, çünkü sen her zaman doğruyu söyledin, eğer gerçekten aktif siyaseti bırakacaksan da; vardır bir bildiği, diyeceğim. Yoldaşça selam ve sevgilerimle, özgür günlerde görüşebilmek dileğiyle.
Selahattin Demirtaş'ın bugün Diken'de (https://www.diken.com.tr/demirtas-hdpnin-neden-geriledigini-yazdi-slogancilikla-daha-fazla-ilerlenenemez/) yazdıkları için "çok sert" diyenler ve tepki verenler oldu.. 
Gerçekten sert mi Selahattin Demirtaş'ın söyledikleri yoksa çoğunuzu, mevcut yönetimin eleştiriye kapalı siyasal ikliminin rüzgarı mı çarptı?
Hani "bizi kimse eleştirmesin ama biz istediğimizi, işimize geldiği gibi eleştiririz" esintisindeki rüzgar ya da bu tavrın başka bir açıklaması mı var?

TİP, Türkiye siyasetine hatta siyasetten uzak gençliğe soluk, ses ve umut oldu, bunun doğru olması TİP'in eleştirilmez olduğu anlamına gelmez. Kılıçdaroğlu'nun özellikle ilk seçimden önce kullandığı yumuşak, saygılı, birleştirici dil çok iyiydi, bunun doğru olması Kılıçdaroğlu'nun ikinci tur önceki tavrını eleştirilmez kılmaz.
HDP'nin belki de Türkiye'de seçmenini en iyi örgütleyen parti olması, HDP'nin, dört duvar ardındaki Selahattin Demirtaş kadar halkın her kesimine ulaşmayı başaramaması, bunun için yeterince çaba sarf etmemesi belki de umursamaması gerçeğini eleştirilmez yapmaz.

Seçim oldu, bitti, geride kaldı. Artık seçim sürecinde "aman, yeter ki mevcut yönetim değişsin" diye dile getirilmeyen her şey konuşulabilir. 
TİP'in toplam seçmen sayısını yüksek tutmak adına, aday olmadığı illerde ve yurt dışında oyların İttifak ortağına yani YSP'e verilmesinin daha doğru olduğunu yeterince anlatmaması, baştan beri yanlış olan altılı masa ve CHP'nin Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı seçilmesi için masadakilere verdiği tavizler, Kılıçdaroğlu'nun ilk tur ardından Oğan ve Özdağ seçmeninin oyunu almak için birleştirici dilden öteye geçen milliyetçi dil, bunların hepsi konuşulmalı. 
Kimsenin de kimseye, yıpranma, yıpratma endişe kalıbında "sus, şimdi eleştirme" deme hakkı yok!

Binlerce insan, meydanda topluca "Selo'ya idam" diye bağırırken kimse ayağa kalkmıyorsa; bu nidaya, seçimden önce sesi gür çıkan politikacılar da ikinci tura kadar sesi kibar çıkan politikacılar da sessiz kalmışsa; değil kendilerini eleştrilmez sananları eleştirmek, küfür bile ederim..

30 Mayıs 2023 Salı

Yazacaklarım çoğunluk tarafından hoş karşılanmayacak* ve yanlış anlaşılmaya müsait olsa da yazacağım her zaman olduğu gibi; 

(*zira çoluk çocuk fotoğrafı paylaşmayı pek seven bir toplumuz)

Sosyal medyada çocukların fotoğraflarının, videolarının vs ne kadar şirin olursa olsun paylaşılmasına karşıyım. "Paylaşan ebeveynse sana ne?" diyebilirsiniz ama öyle değil. Çünkü çocukların görüntülerinin paylaşılmasına sadece ben değil, kanunlar da karşı. 


Çocuğa ait görüntülerin yayılması, BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin 16. Maddesi tarafından güvence altına alınmıştır. Ayrıca, özel hayata ilişkin temel haklar (Madde 7 Temel Haklar Şartı) ve veri koruma (Madde 8 Temel Haklar Şartı) çocuklar için de geçerlidir. Menfaatlerinin vekili olarak çocuğun esenliği, ebeveynlerin görevidir. Ve evet, BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Türkiye'yi de bağlar, ki belki Türkiye'de Çocuk Koruma Kanunu'nda buna ilişkin madde vardır, bilemiyorum, bakmam gerek.


Birçok ebeveynin unuttuğu şey, internette paylaşılan çocuk fotoğraflarının ve hatta videolarının anında kopyalanabileceği, saklanabileceği ve üçüncü şahıslar tarafından kötüye kullanılabileceği gerçeğidir. "İnternet asla unutmaz" cümlesi bu nedenle -birçok durumda- tam anlamıyla alınmalıdır. Çoğu zaman çocuk fotoğrafları ve videoları, sorumluları bulunamayan keyfi hatta pornografik sitelerde kullanılmaktadır.


Ayrıca yayınlanan görseller hiçbir şekilde kötüye kullanılmasa da büyüdükçe çocukları utandırması ve çocukların kendi imajlarına sahip olma haklarının ihlal edilmiş olmasına dayalı ruhsal sarsıntı, endişe, depresyon gibi tehlikeleri barındırır. Yine bu bağlamda çocuğun utanç verici bulduğu anlık görüntüler, yaşıtları arasında siber zorbalığa yol açabilir . 


O nedenle, ebeveyn dahil bir çocuğun görüntüleri ancak gazetecilik, habercilik faaliyetleri kapsamında yayınlanabilir, ki bu da bir çok durumda sansürlemeyi gerektirir. 


Gelelim bugünkü masa üstü dans videosuna; yukarıda yazdıklarıma istinaden tahmin edersiniz ki videonun sosyal medyada olmasına, yorum belirtmek için paylaşılmasına kati ve katı bir şekilde karşıyım. 

Gel gör ki; muhtemelen o videodaki çocuk, o masada oturanlardan birinin çocuğu ve belki de o masada oturanlardan hiçbiri, o çocuk masada dans ederken yorumlarda yazan iğrenç fikirlerden herhangi birini aklına dahi getirmedi ve sadece kendince hünerlerini sergileyen, dans eden bir çocuğu izledi. Belki de o iğrenç fikirler, videoyu ilk izleyenin aklına gelenlerdi, kendi zihni öyle iğrenç çalıştığı için..


Çocukların görüntüleri, iyi niyetle dahi olsa niye paylaşılmamalı anlatabildim mi?..


---○---


Bu arada haber başlıklarına dikkat ettiniz mi? Hepsinde "alkol alınan masada" vurgusu var.. 


---○---


Hadi yine içimde kalmasın, videoya dair "ikiyüzlülük" düşüncelerimi de yazayım..


- O video bir Avrupa ülkesinde çekilseydi, masada oturanlar Avrupalı olsaydı ve masada bir çocuk dans etseydi, değil küfürle ya da salya akıta akıta yorum yapmak, videoyu paylaşan hesabın "like" butonuna tıklamaktan kolunuz yorulur, altını da kalp kalp "ay çok tatlı" yorumlarıyla doldururdunuz. (Avrupa'da olmaz demeyin, Almanya'da olmaz belki ama İtalya, İspanya, Portekiz, Balkan ülkeleri ve dahi Fransa için oldukça mümkün.)


- "Alkol alınan masada" vurgusunu yapanlar ise, o masada alkollü içecek olmasa, başı örtülü birkaç kadın otursa, ettiği onca küfürü etmez, "ne olacak canım, çocuğun canı çekmiş dans etti, sizin içimiz fesat" tepkisi verirdi..


Of neyse.. İkiyüzlülük mü ikiyüzlülük.. Bir kesim, İç Anadolu olduğu için coştu, diğer taraf masada alkollü içecek olduğu için..


İki taraf da patır patır videoyu paylaşıp yorumlarını yaparken masada dans eden çocuğun menfaatlerini, insanlık onurunu gözetmedi ama son noktada ikiyüzlülüğü taçlandırmak için birleşip "çocuk Romanmış zaten" cümlesine sığındıklar.. 

Ha tamam, çocuk Roman ise sorun yok(!)(!)(!)

İkiyüzlülüğünüzde boğulun aslınız yüzsüz olsa da!..



29 Mayıs 2023 Pazartesi

İkinci turda seçime katılım Türkiye'de %3,12 azalmış, yurt dışında ise %2,49 artmış. Türkiye'de azalmaya rağmen geçerli oy sayısı ikinci turda artmış. 

Türkiye'de ikinci turda, ilk tura göre 1.458.763 fazla geçerli oy var, toplamda ise geçerli oy 1.610.475 artmış.

İkinci turda Erdoğan toplamda 700.855 (Türkiye 604.423, yurt dışı 96.432) fazladan oy alırken, Kılıçdaroğlu 909.620 (Türkiye 854.340, yurt dışı 55.280) fazladan oy almış.

AA'dan aldığım verileri karşılaştırırken yurt dışı oylarının Almanya'daki durumuna da baktım; 

Almanya'da ilk turda seçime katılım %53 iken ikinci turda %48,8'e düşmüş. Buna rağmen Almanya'da da geçerli oy sayısında artış var. Geçerli oy sayısı ikinci turda 31.477 artarken, Erdoğan'ın oyları 33.709 artış ile 509.302'ye ulaşmış, Kılıçdaroğlu'nun oylar ise 12.202 artış ile 248.329'a. 

İlk turda yurt dışı toplamında Erdoğan 1.047.740 geçerli oyla %57,47 iken, Kılıçdaroğlu 721.427 geçerli oyla %39,57, Oğan 34.626 geçerli oyla %1.90, İnce 19.313 geçerli oyla %1.06. 

İkinci turda Erdoğan yurt dışı toplamında 1.444.172 geçerli oyla %59,57, Kılıçdaroğlu ise 776.707 geçerli oyla %40,43 almış.

Bu durumda yurt dışı oyları toplamda Erdoğan'a %0,27 +, Kılıçdaroğlu'na aynı oranda - olarak yansımış ve Türkiye seçim sonuçlarında, Erdoğan %51,91, Kılıçdaroğlu %48,09 iken, genel seçim sonucunda Erdoğan %52,18, Kılıçdaroğlu %47,82 olmuş..


Ek olarak; Kendine küskün, kararsız, yılgın diyen %14 sandığa gitseydi bir şeyler değişir miydi? Öte yandan bu seçmenlerin sandığa neden gitmediğini, sekiz buçuk milyon insanın, kendilerini neden küskün, kararsız ve yılgın diye adlandırdıklarını sorgulamak gerekmez mi diye düşünmeden de edemiyorum?..

Sancaktepe'deki kutlamalar esnasında çocuğunu kaybetmiş anneye, aileye, sabır ve dayanma gücü dilerim. 
Ve bilin ki, böylesi tarifsiz bir acı karşısında, aynı görüşte olmadığı için "müstahak" diyecek kadar alçalmış insan suretleri, oyunuzu kime vermiş olursanız olun; sizinle aynı tarafta değilim. 

*Kutlamalarda Sancaktepe,Sarıgazi'de 4 yaşındaki bir kız çocuğunun aldığı kurşun yarasıyla hayatını kaybettiği iddiaları var. İletişim Bakanlığı çocuğun kurşun yarasıyla değil balkondan düşmesi sonucu hayatını kaybettiğini açıklamış. 

28 Mayıs 2023 Pazar

Erdoğan'ın yeniden seçilmesini ilk kutlayan Almanya oldu. Charles Michel'den bile önce. Bir de kızıyordunuz bana Erdoğan'ın yeniden seçilmesini en çok Almanya istiyor dediğimde.

Merkel öncülüğünde başlatılan yanlış göç politikasıyla, Almanya'yı AB'de haklı çıkaracak en temel unsur Türkiye'nin maddi karşılığı ne olursa olsun sığınmacıları Türkiye'de tutmaya devam etmesi ve Avrupa'ya göndermemesi.

Göçmenlerin Türkiye'de tutulmasına AB ortak çıkar olarak bakmaktadır. Ve bu ortak çıkar korunup göçmenler Avrupa'ya geçmediği sürece, AB ülkeleri için; ne sığınma arayan insanların yok sayılan insanlık onurları ne de Türkiye'deki halkın bu durum karşısında yaşadıkları zorlukların değeri yoktur.

Avrupa Parlamentosu neredeyse her toplantısında Göçmen Politikasını (sorunu demekten dikkatle imtina ediyorlar) da görüşüyor. Çok laf sıfır icraatla birbirleri alkışlayıp takdir edip bir sonraki toplantıda görüşülecek maddeleri belirliyorlar. Bu böyle sürüp gidiyor yıllardır.

Avrupa Parlamentosunda, Göçmenlerle ve onların sorunlarıyla ilgilenen belki de tek politikacı Erik Marquardt. Lakin o da partisinin desteğini arkasında hissetmediği için çözüm için yeterli olamıyor. Üstelik unutulmamalıdır ki AB’nin göçmenler konusundaki tutumu da tamamen ikiyüzlüdür. Suriye, Afganistan ve Afrika ülkelerinin sığınma arayan vatandaşlarına ve Ukrayna vatandaşlarına eşit davranışlar sergilenmemektedir.

2018 sonunda düzenlediğimiz ve ancak 2020 başında uygulamaya başlayabildiğimiz Moria Kampındaki sahipsiz (hiçbir yakını olmayan, yakınları ölmüş yahut akıbeti bilinmeyen) 1505 çocuğun Avrupa’ya getirilip yurtlarda insani şartlarda yaşamaları ve koruyucu ailelere verilmesi yönündeki çalışmalarımız tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştı.

Daha önce yazmıştım, kısacık bir hatırlatayım; öneri Parlamento’ya sunulduğunda büyük alkış almıştı. Sonuç için ise tam bir fiyasko dersem az söylemiş olurum. Bütün AB ülkelerinden Almanya kademeli olarak 50, 75, 25 ardından da özel şartlar nedeniyle 3 çocuk ile 153 çocuk aldı. Almanya haricinde çocuk sığınmacı almayı kabul eden tek AB ülkesi 10 çocuk sınırlamasıyla Lüksemburg oldu. Yani diğer çocuklar Moria’da kaderlerine terk edildi. Ki Moria’nın şartları hakkında konuşacak olursak bu günler sürer. Moria için Kutupalong’un daha az donanımlı minyatürü demek doğru olur mu, ona bile emin değilim. Moria kampında yaşayanların neler yaşadığını anlamaları için, orada yaşayan insanların kaderlerini belirleyicilerin o kampta bir hafta dış dünyayla iletişimi kesmiş bir şekilde yaşaması gerekir, ki bu olanaksız.

Gelelim ikiyüzlülük iddiama; Ukrayna’da savaş başlayıp da Ukraynalı sığınmacılar Almanya’ya geldiğinde havaalanında çiçeklerle, şekerlerle, oyuncak ayılarla karşılandılar. Ki bu çok güzel bir davranış. Lakin sormak gerekmez mi “Ukrayna’dan gelen çocuklar nasıl zulümden kaçıyorsa diğerleri de benzer zulümlerden dolayı vatansız, ailesiz, evsiz kalmadı mı?” diye.

Üstelik Ukrayna’da savaşın başlaması ardından Ukraynalılar henüz sığınma talep etmemişken başta Almanya olmak üzere birçok AB ülkesinden davet aldılar. Ki bu da çok güzel bir davranış. Tam da olması gerektiği gibi. Lakin Ukraynalıların davet edilmesinden 6 ay önce Taliban’ın yönetimi ele geçirmesi ile Afganistan’dan getirilen, geçmişte Afganistan’da Almanya ordusuna yardım etmiş Afganistanlılara, Ukraynalılar yerleştirilecek denilerek onlara tahsis edilen sığınmacı yurtlarını ve evlerini üç ayda boşaltmaları söylendi. Almanya’da akrabası olanlar, onların yanına taşındı, olmayanlar için Türkiye’ye gitmeleri için evrak düzenlendi, çünkü, Kabil’e geri gönderilirlerse hayati tehlikeleri vardı ve Almanya bu sorumluluğu alamazdı.

İşte ikiyüzlülük iddiamdan bahsederken konu da yeniden Türkiye’ye geldi. AB asla Türkiye’ye tam üyelik vermeyecek ama aynı AB, ülkeyi Erdoğan yönettiği sürece Türkiye ile arasını iyi tutacak. Arada göstermelik çıkışlar olsa da bunlar çabucak unutulup konu yeniden sığınmacılar ve paraya gelecek. Erdoğan, asla ve asla tamamını sığınmacıların ihtiyaçlarını karşılamak için harcamadığı parayı alacak karşılığında AB sığınmacıları almayacak yine de dünyada sığınmacıların koruyucusu olarak Avrupa parlamentosunda birbirlerini alkışlamaya devam edecekler.

Almanya’nın Erdoğan’ı ilk kutlayan ülke olması haklı(!) bir sebebi var.  Varsın insanlık onuru pazarlık konusu olsun, Türkiye’de demokrasi elden gitsin, kadının adı hepten yok sayılsın, hukuk ve basın bağımsız olmasın, ne gam Almanya için! Yeter ki sığınmacılar, hele ki AB normlarına uymayan sığınmacılar Türkiye’de kalsın.

şu an hissettiklerimin tarifi yok.. 
eminim çoğumuz için durum bu..
elbette devrim hayaliyle girmedik bu seçime, yolumuzu aydınlatacak umut ve dayanışmaydı istediğimiz..
umudu da dayanışmayı da tattık..
o yüzden uzun cümleler ve kabarık kelimeler yok dilimin ucunda..
yine de; 
"ey herşey bitti diyenler 
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler
ne kırlarda direnen çiçekler 
ne kentlerde devleşen öfkeler 
henüz elveda demediler
bitmedi daha sürüyor o kavga 
ve sürecek 
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek"
Bu sabah seçimle ilgili hiçbir şey demek gelmiyor içimden.. 
Ne "hadi herkes sandığa" ne "değişimden yana kullan oyunu".. 
Şu saat olmuş, herkes biliyordur yapması gerekeni, yok değilse de artık yapacak bir şey yok, hele bunca uzaktan.. 
Yalnız tek bir şey var ki bilinsin isterim; bugün sandıktan ne çıkarsa çıksın bendeki karşılığı "bana ne" değil.. 
Aklım da kalbim de ruhum da orada.. 
Dilerim hepimiz için doğsun güneş.. 
Sandıklarda iradeyi, tercihi yani oyları koruyacak herkese teşekkürler ve kolaylıklar.. 


27 Mayıs 2023 Cumartesi

Sandığa gidip oy kullanarak; yeknesaktan yeki çıkartıp yeni bir nesak kurmak senin elinde.. 

Kimse yazmamış, ben yazayım, içimde kalmasın; "ille de Roman olsun" diye şarkı söylemekle olmuyormuş, diye..

Dün Türkiye'deki Roman dernekleri, İstanbul'da Marmara Bölgesi Roman Dernekleri Federasyonu Dünya Roman Konseyi Türkiye Delegesi çatısı altında bir araya geldi. Toplantının ardından tüm Roman derneklerinin temsilcileri adına, Federasyon başkanı, Sinan Karaca Öztürk basın açıklaması yaptı ve Kılıçdaroğlu'na desteklerini açıkladı.
"Barınma, eğitim ve sağlık gibi temel hak ve hizmetlere erişme gibi pek çok sorunla mücadele ediyoruz. Mevcut hükümet ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sadece seçim dönemlerinde aklına gelen Roman vatandaşların sorunları belliyken verilen vaatler 21 yıllık sürede hayata geçmedi. Geçici çözümler sorunları bitirmedi. Roman Açılımı adı altında gerçekleştirmeyi vaat ettiği her şey ne yazık ki Romanları siyasetin gölgesinde bir yaşama mahkum etti.
Roman mahallelerinde uyuşturucu sorunu çocuklara kadar yayıldı. İçişleri Bakanlığı uyuşturucu sorununu çözmek için hiç adım atmadı. Roman mahallelerindeki bu büyük sorunun görmezden gelindiği bizler tarafından bir kez daha görülmüştür. 
Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun son on yılda defalarca Roman vatandaşlarımızla bir araya gelmesi, sorunlarımızı dinlemesi ve sorunların çözümü için ivedilikle çalışacağına dair söz vermesi umut ışığı olmuştur.
Yüzyıllardır cehennemi yaşayan bizler bu seçimde cehennemin kapılarını kapatacağız."

https://youtu.be/23dW3H9yFSU

26 Mayıs 2023 Cuma

Olaylara dışarıdan bakmak ve içinde olmak aynı şey değildir.
Ben de çoğu zaman çenemi tutamıyorum, bu doğru. Fikirdaşlarım "susma, söyle" derken, diğerleri "kapa çeneni" diyor. İkisi de kendince haklı! 

Yurt dışında yaşayanların oy kullanma hakkının olup olmaması ise çok tartışılan bir konu. Aslında yurt dışı temsilciliklerinde oy kullanma tam anlamıyla 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimiyle başladı, öncesinde TC vatandaşı seçmen sadece sınır kapılarında oy kullanabiliyordu ki o seçimlere de katılım az oluyordu. Akp'nin 2002 yılından beri iktidarda olduğunu düşününce, bu uzun süreli iktidar oluşlarında yurt dışında yaşayanlardan çok, yurtta yaşayıp sandığa gitmemeyi tercih edenlerin payı vardır. Yani şu an yurt dışı sandıklarından, özellikle Avrupa'da daha çok Akp çıkıyor olsa da bunca yıl Akp'nin iktidarda olmasının sorumlusu yurt dışı seçmeni değildir. 

Oy kullanma hakkı, bana, tek oyla da olsa ülke yönetiminde söz hakkı sağlayan bir vatandaşlık görevi olarak göründü yıllarca. Son yıllarda bu düşünceden uzaklaşma sebebim ise yine yurt dışı seçmeninin tavrı oldu. Mantığım sürekli ikametgahı Türkiye dışı olan vatandaşların, Türkiye'de yaşayanların nasıl ve kimler tarafından yönetileceği konusunda söz hakkı olmasını doğru bulmamaya başladı. Lakin, Türkiye'de mevcut yönetimden memnun olmayan büyük bir kesim varken, uzakta olsam da Türkiye'de yaşanan haksız, hukuksuz tutumdan rahatsız olurken ve mevcut yönetimi destekleyenlerin organize bir şekilde dolu otobüslerle sandığa gittiğini bilirken oy kullanmamak ihtimal dahilinde değil benim için. 

Hülasa; bilirim, olaylara dışarıdan bakmak ve içinde olmak aynı şey değildir. Hatta eskiler "hariçten gazel okumak" derlerdi.. Oysa hariçte olan ben, kendimi çoğunlukla gazelhanın okuduğuyla değil de; Karacaoğlan'ın kuruyup dökülen, rüzgarda savrulan gazeliyle tasımlarım..

Ve kış bitip bahar gelince, yeniden yapraklanır ağaçlar, olmasalar da artık geçmiş güzde gazel gibi savrulanlar..

24 Mayıs 2023 Çarşamba




HDP ve Yeşil Sol Parti Merkez Yürütme Kurulları, bugün Kılıçdaroğlu ve Özdağ'ın imzaladığı protokola ilişkin tutumlarını yarın açıklayacaklarına dair bir bildiri yayınladı. 

HDP ve Yeşiller Sol Parti Merkez Yürütme Kurulları, bugün yayınladıkları bildiride kayyım uygulamaları ile ilgili dördüncü maddeye karşı haklı bir tavır sergiledi.

Protokolun dördüncü maddesi şu şekildedir; "Devletin varlığı ve bütünlüğünü hedef alan başta FETÖ, PKK, IŞİD olmak üzere bütün terör örgütleri ile etkin ve kararlı mücadele edilecektir. Terörle mücadele çerçevesinde, terörle bağlantısı hukuki kanıtlarla sabit olan mahalli idare yöneticileri yerine devlet görevlileri ataması uygulamasına yargı kararı çerçevesinde devam edilecektir. Türkiye'nin milli ve üniter devlet yapısını hedef alan hiçbir siyasi ve hukuki düzenlemeye izin verilmeyecektir."











Halkın iradesiyle göreve gelmiş yerel yönetimlere (şehir ayırmaksızın) kayyum ataması hiçbir şekilde kabul edilemez.
 
Öte yandan; protokolün dördüncü maddesinde "terörle bağlantısı hukuki kanıtlarla sabit olan" ifadesi bulunmakta ve bu husustaki kişisel görüşüm; ülke için, demokrasi ve otokrasi arasında referanduma dönüşmüş bir seçimde, tam da bu maddeye dayanarak seçimi boykot etmek, yıllardır anlatmaya çalıştığımız, HDP'nin yasal bir siyasi parti olduğu ve terörle ilişiği olmadığı gerçeğini zedeleyecektir. Günümüzde, çocuklar da dahil olmak üzere ülke halklarının yarısından fazlasının terörist ilan edildiği bir yönetimin karşısında durmak ve HDP'nin herhangi bir terör örgütü ile ilişiği yoktur tavrını korumak adına, seçim sürecinin başından bu yana sürdürülen kararlı duruş korunmalıdır. 
Biz, artık hiçbirimiz haksız yere terörist ilan edilmeyelim diye sandığa gitmek, mevcut yönetimi değiştirmek istiyoruz. Dilerim görüşmeler sonunda yarınki nihai karar da bu yönde olur.  

Kılıçdaroğlu, Erdoğan'a "erkek gibi karşıma çık" sözleriyle meydan okudu..
Ben, seçim sürecine negatif enerji katmayayım diye içimden "hay sizin bitip tükenme bilmeyen eril dilinize" dedim yüksek sesle söylemem gerekirken, daha ne yapayım?!?..

23 Mayıs 2023 Salı

Türkiye'de etkisi çok yoğun hissedilen, tüm dünyada var olan ve hem BM'nin hem de AB'nin önderliğinde yanlış yürütülen bir göçmen politikası var. Bunu aklı başında herkes görüyor ve biliyor. 
Ve fakat, Türkiye'ye geldikleri günden beri politik çıkarlar için kullanılan sığınmacıların, şimdi yeniden seçimin ana konusu olmasını, hesapların onların üzerinden yapılmasını doğru bulmuyorum. 
Türkiye'de birçok sorun var, yanlış göçmen politikası bunlardan sadece biri ve yürütülen yanlış göçmen politikası ülkedeki diğer sorunların sebebi, kaynağı değil. Lakin sebep ve sonuç ilişkisi her zaman olduğu gibi bilinçli bir şekilde çarpıtılarak sunuluyor, böylece halk, sorunun asıl kaynağından uzaklaştırılıyor.
"Göçmenleri göndereceğiz", "göçmenleri göndermeyeceğiz" gibi ikisi de birbirinden boş cümleler seçim vaadi olamaz. TC'nin, AB ile yapmış olduğu bir göçmen anlaşması var. Bu anlaşmaların yenilenmesi, yenilenmemesi, iptal edilmesi uluslararası politik bir durumdur. Ve bunun kararları seçim alanlarında değil, uluslararası siyasi platformlarda alınır. Bunun için de sağlam bir duruş, ciddi, hakkaniyetli bir dış politika yürütülmelidir. Bu noktada Ocak 2020'de yaşanan "AB taleplerimizi kabul etmez, istediğimiz parayı vermezse Avrupa sınır kapılarını açarız" tehdidini ve otobüslerle sınırlara bırakılan yüzlerce mülteciyi ve ardından yaşanan insanlık dışı olayları hatırlatmak isterim. 
Elbette Türkiye, kapasitesinin üstünde sığınmacı almış hala da almaktadır. Bunun olumsuz etkisi Türkiye'nin her alanında görülmekte ve yaşanmaktadır. Lakin unutmayın, mevcut yönetimin AB ile "göçmenleri Türkiye'de tutma, Avrupa'ya göndermeme" antlaşması vardır. 
O yüzden sığınmacılar üzerinden yapılan seçim propagandaları ve tüm pazarlıklar, yürütülen yanlış göçmen politikasının oluşturduğu olumsuz etkiyle hak etmeyen birçok masum insanı da hedefe koyar, ki bu da insanlık onuruna aykırıdır.. 
Tepkinizi nefret iklimi oluşturmak isteyenlere, çıkarları uğruna yürütülen yanlış göçmen polikasının parçası olmayı seçenlere gösterin..

Göçmen karşıtı, milliyetçi söylemler ardından 11 Ağustos 2021 gecesi Ankara, Altındağ'da yaşananları ve bu fotoğrafı da hatırlayın!..

Ve asıl unutulmaması gereken, dünyada, nefret, hırs, kibir ve buna dayalı ötekileştirme, ayrıştırma ve savaşlar olmasaydı; göç etmek zorunda kalan, sığınma arayan milyonlarca insan olmayacaktı..


22 Mayıs 2023 Pazartesi

kuşa, böceğe şiirler okuruz
ağaca da sarılırız toprağa da
çiçek açar yüzümüzde, gönlümüzde
hele bir bahar gelsin de memlekete
aşık da oluruz, maşuka da..

20 Mayıs 2023 Cumartesi

Oyumu ikinci kez kullandım..
Aslında son üç gündür iki taraftan da sürdürülen, mültecileri hedefe koyan, insan onurunu hiçe sayan milliyetçi söylemleri düşününce; tam da boykot edilmesi gereken bir seçim... 
Ama, çok "ama"sı var maalesef...


Bu kez oyumu Almanya'da, Kemal Kılıçdaroğlu'na en az oy çıkan (RE %77,6 - KK % 20,7) yerde kullandım. Sırada beklerken sakince bazı seçmenlerle konuşmaya çalıştım. Üzüldüğüm birçok şeyin yanında beni en çok üzenin 50 yaşın üstündeki birçok kadının oylarını eşlerinin isteği üzerine Erdoğan'a verdiğini duymak oldu. "Peki, özgür iradenizle verseniz kime verirdiniz?" sorusuna ise maalesef "bilmem ki" türevi cevapları aldım. Anlatmaya çalıştım kısacık sürede, göz uçlarıyla eşlerine bakarak dinlemeye çalıştılar. Bazılarının eşleri "ne oluyor burada" minvalde yanımıza geldi, bazıları başlarını salladı, bazıları "hadi kardeşim, bak işine" diye yanlarından uzaklaştırdı. Kadınlara söyleyebileceğim tek şey vardı, onu söyleyip ayrıldım yanlarından; "Hayatta hiçbir zaman yalnız kalmayın ama o kabinde yalnız olduğunuzu da unutmayın. Vereceğiniz oy kime olursa olsun, kendi kararınız, özgür irademiz olsun." İşe yarar mı bilmiyorum ama yaramayacağına dair hissim fazla..
Neyse.. şimdi biraz dinleneceğim sonra 36 saatlik nöbetim var..
Oyumu verirken aklımdan geçenleri ise mutlaka ve mutlaka 29 Mayıs'ta yazacağım..

18 Mayıs 2023 Perşembe

Aykut Erdoğdu, sabah dokuzda Twitter'da uzun bir yazı paylaşmış, tweet(*) şu ana kadar yaklaşık dört milyon görüntülenme, yaklaşık on üç bin retweet ve yaklaşık yirmi yedi bin beğeni almış... 

(*Aykut Erdoğdu'nun tweetindeki yazıyı, kendi yazdıklarımın altına ekledim.)

Bu yazıyı okuyup paylaşan ve paylaştığında ulaştığı kişiler zaten üç aşağı beş yukarı bu yazıda anlatılanları biliyor ve oyunu halihazırda Kılıçdaroğlu'na verdi ve yeniden verecek.

İşin aslı, Twitter'da paylaşmak yetmiyor, çünkü gerçekten ulaşması gerekene ulaşmıyor. Ki bunu 14 Mayıs'ta gördük. Twitter çevreniz Türkiye geneli olsa Kılıçdaroğlu %80+ oyla Cumhurbaşkanı, Emek ve Özgürlük İttifakı en az 150 sandalyeyle meclisteydi. 

Benim ne burada ne de Türkiye'de oyunu AKP'ye, Erdoğan'a vermiş tanıdığım yok.

Yine de Türkiye'deki eski komşularımı aradım, onlardan fikir aldım, kendi fikrimi söyledim. Komşularıyla, tanıdıklarıyla konuşmalarını rica ettim. Sağ olsunlar kırmadılar. Hatta canımın içi biri, börek, çörek, kısır yapmış evi doldurmuş, çocukları bilgisayarı televizyona bağlamış, bir sürü video da izlenmişler. 

Hem çabası takdire şayan canımın içinin hem de diğerlerinin ikna ettikleri olmuş ama genel geri dönüşlerden birkaç örnek vereceğim.

- Mümkün değil başkasına vermezler, 2018'de İnce'ye oy vereceğim diyen kızlarını eşek sudan gelene kadar dövdüler. Kız ailesinden kurtulmak için evlendi.

- Teröristlerle ortaklık ediyorlar, diyorlar. Videoları gösteriyorlar, videolar, montaj diyoruz, gerçeğini gösteriyoruz, asıl bu montaj deyip inanmıyorlar.

- İmam hatipleri kapatacaklar, oruç tutmayı yasaklayacaklar, dini bayramları kaldıracaklar, din düşmanı hepsi, diyorlar. Yok öyle bir şey, diyoruz. Var, var sizi de kandırmışlar, adam Alevi zaten, diyorlar.

- Erdoğan başımızda olmasa ülkenin hali berbattı. Onun sayesinde bir saygınlığımız var dünyada, diyorlar.

- Kılıçdaroğlu ve diğer dinsiz teröristler ortalığı bu kadar karıştırmasa ekonomi bu durumda olmazdı. Sorumlusu Erdoğan değil, ortalığı karıştıranlar, diyorlar.

Tahmin edersiniz ki bu minvalde açıklamalar benim örneklerimden çoktur.

Ama bir de "oy kullanmayacağım" diyenler var.

- İlk seçimde oyumuza sahip çıkmadılar, ikincisinde mi sahip çıkacaklar. 

(En çok verilen cevap buymuş, ardından gelenler de çokluğa göre sıralı.)

- Zaten gönülsüz vermiştik, şimdi oy toplamak için ülkücülerin diliyle konuşuyorlar.

- İlk seçimde Kılıçdaroğlu'na vermemiştim, benim gibi düşünenler sayesinde seçimi ilk turda kaybetmediler, şimdi baksınlar başlarının çaresine.

- Meclis çoğunluğunu elde edemediler, meclise girecek sandalyelerin çoğunu, eski akplilere ve milliyetçilere verdiler.

- Kendi ittifakındakiler ona oy vermedi, biz harıl harıl çalıştık, sözümüzü tuttuk ve %5'lik oyu almak için bir kez daha gördük ki ilk gözden çıkarılan yine biz olduk. 

Özetle; ulaşılması gereken insanlar Twitterda değil, sokakta, evde, işte..

Üstelik sanılanın aksine; anlatmak, dinlemelerini, anlamalarını sağlamak hiç de kolay değil. 


(*)

"DEVLETİN GENEL DURUMU…

Bundan bir ay önce Genel Başkanımız Kemal Bey beni çağırdı.

“Seçimi kazanmamız halinde neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Ankara’ya geç ve bütün kurumlardan uzmanları çağır. Bir heyet kur ve devletimizin durumunu, ilk ve ivedi işleri ve hasar tespitini çıkar” diye talimat verdi.

Ankara’da üç hafta süren çalışmalarımız sonucunda vahim bir tabloyla karşılaştık.

Normalde bu çalışmanın sonuçlarını kesinlikle paylaşmayacaktık.

Çünkü sonuçlar ürkütücüydü.

Elden geldiğince sessiz sedasız halletmeye çalışacaktık.

Ancak geldiğimiz aşamada yaptığımız çalışmanın bazı sonuçlarını paylaşmak zorunda hissediyorum.

Çalışmamızın sonuçlarının tamamını devletimizin ve milletimizin bekası için paylaşmayacağım.

Bu çalışmamızın çoğunu açık kaynaklarla yaptık.

Bu yazdıklarımın öneminin ve benim ve çalışma arkadaşlarım adıma yarattığı tehlikenin farkındayım.

Sadece şunu hatırlatayım bizim genlerimizde Kuvay-i Milliye var.

Ve biz bu ruhla gurur duyuyoruz.

Bedel ödemek istemeyiz. Ama ödenecek bir bedel varsa da korkup kaçmayız.

15 TEMMUZ SONRASI…

15 Temmuz Hain Darbe Girişimi sonrası FETÖ’den boşalan kadroları dolduracak nitelikli kadroları olmadığı için Milliyetçi ve Atatürkçü kadrolarla çalışmak zorunda kalmışlar.

Ancak bu kadrolara asla güvenmedikleri için herbir kuruma aileden gördükleri tarikat ve cemaatlerden personel yerleştirmişler.

Mahrem işlerini yerleştirdikleri bu personel eliyle yürütüyorlar.

Bu personel aynı zamanda hiç güvenmedikleri ama çalışmaya mecbur oldukları Milliyetçi ve Atatürkçü personeli sürekli izliyor.

Şu an devletimizin en mahrem bilgileri bu tarikatların elinde.

En güçlü ekip HAKYOLCULAR. Devlet adamlarını en çok rahatsız edense atanan “küçük prensler”

MİLLİ GÜVENLİK…

Bu konuda yaptığımız çalışmanın bütün sonuçlarını paylaşamam. Ancak şu kadarını söyleyeyim. Genel Kurmay Başkanlığımız, MİT Müsteşarlığımız ve Emniyet Genel Müdürlüğümüz’de her kademede el üstünde tutmamız gereken kahramanlar var.

Bu kahramanlar siyasi baskılara direnerek ellerinden geldiğince görevlerini yapmaya çalışıyorlar. Zaten devletin güvenliğini bu kadrolar sağlıyor. Devletin düşürüldüğü durumdan çok rahatsızlar. Her fırsatta bu durumu en üst makamlara iletiyorlar.

Polisimiz ve askerimiz sürekli bir soruşturma baskısı altında. Maalesef personel arasında ailevi sorunlar, geçim sıkıntısı, borçluluk, psikolojik sorunlar ve intiharlar çok yaygın.

Milli güvenliğimizi yakın tehdit altına sokan riskler var. Bu riskleri azaltacak diplomasi zayıf kalıyor. Özellikle ekonomimizin iyice güçsüz düşmesini ve devletimizin daha da çürümesini bekleyen odaklar var. En zayıf anımızda en olmaz taleplerle karşımıza çıkacaklar. Durumun farkındayız. Ve sürekli takipçisi olacağız.

Bu konuda son söz bizim Mehmetçiğimizin kanını satın alacak para daha basılmadı.

Biz vekalet savaşlarının lejyoneri olacak Millet değiliz.

MALİYE…

Maliye tarafında çok fazla sorun yok. Vergi toplanma konusunda alt yapı kurulmuş. Ancak vergi ödemeyen imtiyazlı şirketler var. Bunlara göz yumulması, vergi inceleme raporları sonuçlarının uygulanmaması, uzlaşma komisyonlarında bazı grupların vergilerinin silinmesi konusunda teknokratlarda büyük rahatsızlık var.

MASAK tamamı ile kör edilmiş. Uzmanlar çalıştırılmıyor. MASAK’ın izleme yetkisi sadece siyasi işler için kullanıyor.

HAZİNE…

Hazine’de tablo çok ağır. Kadrolar tarumar edilmiş. Bakan Yardımcıları işleri birkaç devşirme danışman ile götürüyor. Teknik kadrolar işlere karıştırılmıyor.

Hazine’de gelir yönünden sorun yok vergi gelirleri gayet iyi. Ancak giderlerde, borçlarda ve koşullu yükümlülüklerde korkunç bir artış var.

Seçim dolayısıyla Hazine boşaltılmış. Yıllık bütçede öngörülen açığın neredeyse tamamı harcanmış. Sadece BOTAŞ’ın birikmiş görev zararı 300 milyar liranın üzerinde. EYT’den gelecek yük yaklaşık 200 milyar. KKM pimi çekilmiş el bombası gibi bekliyor.

Deprem için en az 600 milyar lira ek kaynağa ihtiyacımız var. Gelirlerin çoğu garanti ödemelerine gidiyor.

Hazinenin nakit parası var gibi görünüyor. Ancak bu mevduat kamu bankalarından çekilemiyor. Çünkü kamu bankaları kara deliğe dönmüş. Hazine parayı çekse faizler zıplıyor. Kamu bankaları ile ilgili detayları yazamıyorum. Şu kadarını söyleyeyim. Kurda veya faizde bir hareket olursa (ki olmak zorunda) yandık. Hem de ne yandık.

Mevcut bütçe ile Eylül başını görmemiz mümkün değil. En az 1,5 trilyon liralık ek bütçe gerekiyor. Hepiniz ek vergilere hazırlıklı olun.

Özel bankalar kendilerini KGF ve KKM ile bir miktar garanti altına almışlar. Ancak yaşanacak bir kur veya faiz şoku hazinenin kapısına birkaç tane kurtarılacak banka bırakabilir.

Bankalarla ilgili son sözüm takipteki kredi rakamının doğru olmadığı. Bundan daha fazlasını söylememe Bankalar Kanunu engel teşkil ediyor.

MERKEZ BANKASI…

En ağır tablo Merkez Bankasında. Döviz rezervlerimiz -70 milyar dolara kadar inmiş. Üstelik 100 milyar doların üzerinde KKM olmasına rağmen bu rakama ulaşılmış.

Şu an zorunlu ithalatımızı karşılayacak kadar dahi dövizimiz kalmamış durumda. Dış ticaret açığımız tarihin en yüksek seviyesinde bir yıl içinde 200 milyar dolar finansman bulmak zorundayız.

CDS tarihin en yüksek seviyesinde. Yani tefeci faiziyle borçlanıyoruz. Buna rağmen döviz bulamıyoruz. Şu an döviz satışı ve altın ithalatı fiilen durmuş durumda. Çünkü döviz yok. Merkez Bankası teknik olarak iflas etmiş görüntüsü veriyor. Her an dış borç ödeme krizine girebiliriz.

KRİZ DEĞİL İFLAS…

Devletin kalanı ile ilgili bir şey yazmaya gerek görmüyorum. Devletimizin kolonları çürütülmüş. Sütunları kesilmiş. 6-9 ay içerisinde yaşanacak deprem ile ekonomimiz yıkılacak. Erdoğan ve ekibi Milletimizi bu enkazın altında bırakacak.

Deprem ne kadar şiddetli yıkım ne kadar büyük olursa baskı ve yıldırma o kadar yüksek olacak. Ama aç bir Milleti hiçbir güç bastıramaz. Bu yüzden Erdoğan kazansa dahi 5 yıl ülkeyi taşıyamayacak ve erken seçim yapılacak.

KURTULUŞ VAR ANCAK BEDELİ AĞIR

Şimdi soracaksınız. Nasıl kurtuluruz? Sözü eğip bükmeden söyleyeyim. Kurtuluşun bedeli var ve bu bedeli hep beraber ödeyeceğiz. Sorun kimin ne kadar bedel ödeyeceği.

Bu dönem çalıp çırpanlar mı bu bedeli ödeyecek yoksa fakirlikten kırılan Milletimiz mi? Şimdi anlıyor musunuz neden 418 milyar doların peşine düştüğümüzü. Çünkü başka çaremiz yoktu. Peki bu para tahsil edilebilir mi? Çok zor. Ama elimizden geleni yapacağız. Ne kadar kurtarabilirsek.

Gelelim diğer meseleye mecbur ek vergi alacağız. Azdan az, çoktan çok vergi alacağız. Yoksa milyonlarca depremzede kışa evsiz barksız girecek. Bunu göze alamayız. Ayrıca ekmek gibi su gibi dövize muhtacız. Mecbur dışarıdan kaynak getireceğiz. Başka yolu yok.

Türkiye ekonomisini hali pür melali budur.

Şimdi anlıyor musunuz Mehmet Şimşek neden görevi kabul etmiyor.

ERDOĞAN BUYURSUN KAZANSIN…

Bütün kalbimle söylüyorum. Erdoğan içten içe Kılıçdaroğlu’na oy verip enkazı üzerine yıkmayı istiyordur. Ama yapamıyor. Birgün dahi iktidarı devredemiyor. Sebebini siz biliyorsunuz. Bu koşullar altında ikinci tura gidiyoruz. Biz bedelini bile bile bu seçimi kazanmak için çırpınıyoruz.

Ateşe uçan kelebekler gibi…

Karar Yüce Türk Milletinin…"

17 Mayıs 2023 Çarşamba

Bu ülkenin özet ifadesi; "kendi imkanlarıyla"...
Deprem dayanışmasında bu ifade vardı, şimdiyse kullandığı oyun takibinde..
"Kendi yağında kavrulmak" diye bir deyim vardır.. Oysa bizim coğrafyada bu, dökülen kızgın yağda cayır cayır yanmak.. Sanki biz "kavrulalım" dedikçe üstümüze kızgın yağ döküyorlar..
Ha ama evet, pardon, umutsuzluk yoktu değil mi?!?

15 Mayıs 2023 Pazartesi

Deprem fotoğraflarını paylaşıp "buna rağmen" diyenler; kendinizi eleştirdiklerinizden iyi sanıyorsunuz, öyle mi?
Deprem bölgesinde yaşayan insanlara bunca hakaret ve beddua edenlerin, deprem bölgesinde seçim sonuçlarını kornalı, davullu, zurnalı kutlayanlardan gerçekten farkı var mı?
şiirlerimizi okur, türkülerimizi söyler içleniriz ancak böyle.. kenetlenmedikçe, karşı durduklarımıza bırakmadan birbirimizi ezdikçe, küçümsedikçe, bir diğerimizin açığını bulalım da köşeye sıkıştıralım dedikçe, dahası "bir diğeri" deme alışkanlığından vazgeçmedikçe, kendi içimizde diğerinin dilini, inancını, ten rengini, cinsiyetini özleştirmedikçe de devam eder bu.. özetle; eleştirir dururuz da bi halt olmaz bizden ve "dön başa" devam ederiz..
davet edilmediğimiz masanın adayı için "emanet oy" desek de canla başla çalıştık, sözümüzü (istanbul seçimlerinde olduğu gibi) tuttuk.
masaya davet edilmemizin önünü kesen, masadan bir hışımla kalkıp yeniden oturan partinin seçmeni azımsanmayacak oranda masanın adayına oy vermedi.

8 Mayıs 2023 Pazartesi

Varsın bu kez oyunuz emanet olsun, varsın bu kez gerçekten içinize sinmesin, bir dahaki seçimde oyunuzu içinize sinen adaya, partiye verirsiniz. 

Lakin, hiçbir zaman bireysel olmasa da bu kez hepten bireysel değil kullanacağınız oy. 

Bu kez ülkenin geleceği, çocukların, özellikle kız çocuklarının özgür yarınları için, gelecekte onların oy kullanmalarını engelleyecek rejim değişikliğine izin vermemek, cumhuriyetin yüzüncü yılında yönetimin adına yaraşır şekilde yeniden cumhuriyet olması için kullanın oyununuzu. 

Bu kez, bizim yıllardır duymaktan bıktığımız hakaretlere çocuklarımız da maruz kalmasın diye, çocuklarımız da "bu kadarı da olmaz dediğimiz her şey oldu" demesinler diye, çocuklarımızın başına, yayın yasağı getirildiği için gazete haberi bile olmayacağı felaketler gelmesin diye, tacize uğramasınlar, öldürülmesinler, kaybedilmesinler, sosyal medyada adalet arayan etiketteki isim olmasınlar diye, çaresizlikten, umutsuzluktan, bilmeden ya da mecburen suça bulaşmasınlar diye kullanın oyunuzu. 

Çocuklarımızın geleceği için, "şu an elimizden gelen tek şey bu" düşüncesiyle; bir oy Kemal Kılıçdaroğlu'na bir oy bulunduğunuz bölgede gönül verdiğiniz ittifakın en güçlü partisine verin oyunuzu.

Lütfen!..


4 Mayıs 2023 Perşembe

Yerlerinden, yurtlarından edilmiş, üstlerinde taşıyabildiklerinden fazla hiçbir şeyi olmayan, öldürülme korkusu olmadan ülkelerine yeniden dönebilme ya da kendilerine kimlik verecek herhangi bir ülkede insanca yaşamaktan başka arzusu olmayan bu insanları düşündüğümde ve sonra burada, dünyanın en büyük, en modern mülteci kampı diye adlandırılan yerdeki korku dolu, umuttan uzak, gelecek için hiç plan yapamadıkları, kendilerine verilenlerle yetinmek zorunda kaldıkları, tel örgüler arasındaki yaşantılarına baktığımda şu soruyu soruyorum kendime; insanlık onuru daha fazla nasıl ayaklar altına alınır..  


İstemsiz yurdum geliyor aklıma.. "Keşke kurtulmasaydık" diyen insanlar..


Her gün sosyal medyada onlarca etiket görüyorum, depremi unutma, unutturma, diye.. Acı acı gülümsüyorum; benim felaket bilinciyle ilk algıladığım, bine yakın insanın öldüğü 92 Erzincan depremi ya da 95 Dinar, 98 Ceyhan, 3 Bingöl, 11 Van depremi ve hatta yılda bir kez anılsa da onbinlerce insanın öldüğü, yüz binlerce insanın evsiz kaldığı 99 Marmara depremi unutulmadı mı?


Unutuldu, demek belki acımasız ve ağır bir itham, o yüzden "alışıldı" demeliyim belki de.. 


Böyle büyük felaketlerde yurdum insanının yüce gönüllü dayanışmasını her zaman bir onur nişanı olarak taşırım göğsümde. Çünkü gerçekten de günlük yaşamda birbirine taban tabana zıt insanlar acıda kenetlenir, kimse kimsenin kimliğini sorgulamaz yardım elini uzatırken. Ve fakat günlük hayatın harareti o kadar çabuk sarar ki acının ateşi önce cılızlaşır sonra söner. Hatta buna "normal hayata dönmek" denir. Ki her bireyin idame ettirmesi gereken bir hayatı vardır, hayat, devamlılık ilkesiyle sürer zaten. Yine de dilerdim ki felaketlerin ilk günlerindeki dayanışma ihtiyaçla sınırlı tutulsa ve böylece uzun süre dayanışmanın mümkünlüğü sağlansa..


Neyse öyle işte.. Yine harman ettim acıları.. Ve yine ruhumun derinliklerinde o ezgi "sareri hovin mernem"...

3 Mayıs 2023 Çarşamba

Yine uyku tutmuyor. Oysa o kadar yorgunum ki...

Türkiye'deyken de böyle olmuştu. Depremin, gördüklerimin, duyduklarımın etkisi dedim, doğal karşıladım. Döndükten sonra da uzunca bir süre devam etti. Ne zaman gözümü kapatsam deprem bölgesinden insan yüzleri, sesleri kaplıyordu zihnimi. Buraya gelmeden kısa bir süre önce başlamıştım yeniden uyumaya. Şimdi burada yaşananlar, insanların çaresizlikten kendilerine, birbirlerine zarar verişleri, dünyanın bu insanları, yaşadıklarını, burayı yok sayışları, yine aldı uykuyu benden. 

Aslında uykusuzlukla baş edebilirim, alışığım uykusuzluğa. Ancak uykusuzluğa yaşananlar eklenince ruhumun yorgunluğu artıyor. Ruhumun yorgunluğunda zihnim canlanıyor. Tezatlar çıkmazında salınıp duran bir sihirbaz oluyor uykusuzluk, elinde sihirli, sihri ağılı bir değnekle. Zihnimse silindir şapkası sihirbazın.. 

Ve naftalinleyip mazi sandığına kaldırdığım ne varsa teker teker çıkarıyor, naftalinlemediklerimi de, gelişi güzel sandığa bıraktıklarımı da, itinayla yerleştirdiklerimi de. Özlemlerimi, özlediklerimi çıkarıyor, kendilerini değil ama acılarını tanıdıklarımı çıkarıyor, tuttuğum elleri, kolumun yetmediği elleri çıkarıyor, göğsümü delen akmayan göz yaşlarımı.. Çıkan her şey, yeni bir şeyleri daha çıkarıyor.. 

Bir tek uyku, uyku çıkmıyor.. Sihri ağı olmuş sihirli değneğiyle uykusuzluk sihirbazı, bağrıma, böğrüme onca şey bırakırken, bir tek uykuyu çıkartıp gözlerime kondurmuyor..


Bugün birçok haber sitesinde manşetteki haber, 2 Mayıs 2023, Recep Tayyip Erdoğan imzalı, 7219 sayılı, resmi gazetede yayınlanmış kararla ilgiliydi. 
Ve dün seçim meydanında "dinsiz, bayraksız, vatansız teröristler" diyen zatın, din, vatan, bayrak şürekası, bilmiyor ki; o, onların duygularını sömürüp sözlerine "Kandille ortaklık yapanlar" diye başlarken; Kandil, kendisinin teklifini kabul etmediği için bugünkü resmi gazetede Mehmet Emin Alpsoy'un isminin yanında Abdullah Öcalan yazmıyor..
bu gece de uyku yok.. 
ne kaldı sabaha..

gidip çalışmalı biraz..
biraz daha..
daha fazla..

2 Mayıs 2023 Salı

Gece uyuyamadım, blokta ciddi bir hareketlilik vardı. Polikliniğe geçeyim dedim, orada da herkes huzursuzdu. Ben de sessiz sedasız onlar gibi dosya ayıklayıp sıralamaya başladım. 

Bir süre sonra AFAD ekibinden bir arkadaş da katıldı bize. Ona sordum, neler oluyor, diye. 21 numaralı kampta yine yangın çıkartmaya çalışan gençler, kamp sakinlerinden birine yakalanmış, kavga seslerine başka Rohingyalar da uyanınca kavga büyümüş. Kimin kimi olduğu bilmiyormuş ama biri bıçaklanmış, polisler hastaneye götürmüş. 

"Bıktım,"dedi arkadaş, "ne işe yarıyor yangın çıkarmaları, sadece daha çok zarar veriyorlar buradaki insanlara." 

"Haklısın," dedim ve sordum "ama bir de şöyle düşün; bir kuyuya düşsen, o kuyunun dibinde ölmemek için kendine zarar versen de çıkmaya çalışırsın, kimsenin sesini duymayacağını tahmin etsen de bir ümit bağırmaya devam edersin, öyle değil mi?" 

"Evet, sanırım öyle" dedi.

"İşte," dedim "tam da o 'sanırım' seni, beni, bizi ifade ediyor. Biz sadece onları anladığımızı sanıyoruz, gerçekte ne yaşadıklarını bilmiyoruz. Çünkü biz o kuyuya güvenli iniş yapan ve istediği zaman çıkacağını bilenleriz."

"Doğru diyorsun. Ama sizin ekipler bir kaç hafta kalıp dönüyor, biz aylarca buradayız, psikolojimiz alt üst oluyor" dedi.

"Sizde ne kadar oluyor görev süreleri?" diye sordum. 

"Altı ayla iki yıl arası. Ama işin aslı, ben buraya gelene kadar anlatılanların abartılı olduğunu düşünüyordum. Döndükten sonra, lanet gelsin verecekleri paraya, gitmem bir daha oraya, diyenleri şımarıklıkla suçluyordum. İnan bana, akli dengemi kaybetmeden dönersem Türkiye'ye ben de gelmem bir daha ve özür dilerim şımarık dediğim insanlardan. Bilmeden, yaşamadan yargıladım onları, pişmanım çok" dedi.

"Haksızlık etme kendine. Dediğin gibi yaşamadığımız şeyi bilemeyiz, üstelik sizin görev sürevleriniz gerçekten uzunmuş, rejenerasyon imkanınız olmuyor, o yüzden ruhsal anlamda daha çok etkileniyorsunuz" dedim.

Başını salladı, konuyu değiştirmek iyi gelecekti ona ve öyle yaptım. Türkiye'den, politikadan, kitaplardan konuştuk, çay içtik, bisküvi yedik, güldük, sabahı ettik.

Oyun, eğitim sahasına geçmek üzere ayrılacakken poliklinikten, haber geldi. Öğleden sonra yapılacak kütüphane açılışı, güvenlik nedeniyle, tarihi belirsiz ertelenmiş. Herkes birbirine baktı, kimse bir şey demedi. Ne diyecektik zaten. 

"Sonra görüşürüz" diyerek ayrıldım ve oyun, eğitim sahasına gittim. Çocuklara kitap okumanın güzelliklerini anlattım, oyun eğitim sahasındaki kitaplıktaki birkaç kitaptan birini seçip, onlara, içimde, az önce Mehmet'e söylemediğim gerçeğin pişmanlığıyla bir şeyler okudum..

""Buraya son gelişim olduğunu bile bile niye çocuklara kitap getirmedim?!?..""

1 Mayıs 2023 Pazartesi

Evinizi çok sevdiğinizi düşünün, itinayla her köşesini güzelleştirmişsiniz, dostlarınız da katkıda bulunmuş ve eviniz sizin için en sevdiğiniz, vakit geçirmekten büyük haz aldığınız yer olmuş. Evden her çıkışınızda geri döneceğiniz, evinizin rahatına, huzuruna kavuşacağınız anı dört gözle bekler olmuşsunuz..


Derken... 

Bir gün size denmiş ki; artık bu evden çıkmayacaksın, biz senin her türlü ihtiyacını karşılayacağız. Kendine yemek hazırlaman için malzemeleri biz seçeceğiz, sen ihtiyacın kadar alacaksın. Hastalanırsan doktoru evine getireceğiz. Bazı konularda cahil olduğunu düşünüyorsak bu eksikliğini kapatabilmek için senin için seçtiğimiz eğitmenler gelecek evine. Yeni kitaplar ekleyeceğiz kütüphanene, okumanın senin için doğru olduğunu düşündüğümüz kitaplar olacak bunlar. Canın sıkılmasın diye, el işi yapabil diye, dikiş makinesi, ipler, kumaşlar, yünler, şişler, tığlar tahsis edeceğiz sana, yaptıklarını beğenirsek, onları satıp gelir elde edeceğiz, yaptıklarını beğenmezsek doğru düzgün yap diye bu konuda da eğitmen tahsis edeceğiz. Sadece bizim izin verdiğimiz günlerde ve saatlerde yıkanabilecek olsan da banyonda çeşit çeşit sabunların, şampuanların olacak, hangi gün hangisiyle yıkanmanın doğru olacağını da öğreteceğiz sana. Görüyorsun ya; her şeyi düşündük, hiç eksiğin olmayacak, dense ve sen evinden bir daha hiç çıkamasan, çünkü evinden çıkmana izin verilmese, bu dört duvar artık senin yaşam alanın olsa; o çok sevdiğin evini hala sevebilir misin yoksa bir zamanlar hasretle geri dönmeyi beklediğin yer senin hapishanen mi olur? 


Dünya'nın en büyük en modern mülteci kampında olsanız da insanlık onurunuz zedeleniyor hatta yok sayılıyorsa orada geçen süreye hala yaşam denebilir mi?


Kutupalong'a dünyanın en büyük en modern mülteci kampı derken bu örneği düşünün, hayatlarını yaşamadığınız insanları yargılarken de..


Unutmayın, mültecilik bir tercih değil mecburiyet. Ve kinin, nefretin, çatışmaların, savaşların, silahların, sermayenin evreninde, değişen iklim şartlarını da göz önünde bulundurursak aslında her birimiz potansiyel mülteciyiz..


Kutupalong, 1 Mayıs,  19:30

Yarınki Kütüphane açılışı için yoğun bir telaş var. Birçok hazırlık yapılıyor. Açılışa katılacakların kimler olduğunu bilmesem de mevki sahibi kişiler olduğu belli. Kamptaki yangınları, intiharları, çeteleşmeyi, cinayetleri, kaçma teşebbüsünde yaşatılanları haber yapmayan basın muhtemelen kütüphane açılışını haber yapacaktır, yarın göreceğim kişilerin isimlerini ve mevkilerini öğrenirim böylece. Hatta bu haber büyük puntolarla UNESCO'nun internet sitesinde de yer alacaktır. Başlığı şimdiden görür gibiyim "Dünya'nın en büyük mülteci kampının artık çok büyük, çok modern bir kütüphanesi var."

Kutupalong'da her çocuk en az üç dil biliyor. Ailelerinden Rohingyaca ve Bengalce öğreniyorlar. Kampın hangi bölümde yaşadıklarına bağlı olarak blokta yoğunlukta olan ülke görevlilerinin dili de illa ekleniyor. Okul çağına gelen çocuklar daha ilkokulda dersleri Bengalce ve İngilizce görüyor. 

Ve ben yine ümitsizliğimi çocuklara belli etmeden şunu düşünüyorum "bu çocuklar, öğrendikleri bu dilleri bu kampın sınırları dışında da konuşabilecekler mi?"