Anserler de yola çıktığına göre; kış uzak değil artık...
13 Ekim 2025 Pazartesi
7 Ekim 2025 Salı
Dilemma kıskacında;
Global Sumud Filosu'nda yer alan, Filistin halkına destek vermek isteyen ve Gazze'ye insani yardım paketlerini ulaştırılmaya çalışanların yaptığı gerçekten saygıyı hak ediyor.
Zihnimdeki dilemma kıskacı ise şu noktada devreye giriyor; gerek sosyal medyada gerek gerçek hayatta böylesi bir organizasyona katılmak bir yana, yaralı parmağa işlemekten erinen ve/veya kaçınanların, katılımcıların sevinçlerine verdiği tepki ile katılımcıların sevinçlerini ifadede büründükleri yer yer aşırıya kaçan zafer sarhoşluğu.
Zira; Filistin halkına, ne oturduğu yerden boş söz savuranların faydası var ne de çok büyük saygıyı hak eden insani yardım çabalarının çözüm için yeterli gücü.
Filistin'de her gün onlarca çocuk, açlıktan ya da tıbbi yardım yetersizliğinden ölüyor. Yapılan yardımlar, çoğu zaman çocuklara ulaşmadan imha ediliyor ya da bir şekilde ulaşsa da bu, İsrail'in saldırıları devam ettiği sürece kalıcı bir çözüm değil.
O yüzden ortada zafer coşkusu yaşayacak bir durum yok ve fakat her şeye rağmen mücadele veren insanlara, konfor alanlarından çıkmayanların kötücül dillerini uzatmalarını gerektirecek bir hak da.
1 Ekim 2025 Çarşamba
22 Eylül 2025 Pazartesi
20 Eylül 2025 Cumartesi
Saha görevinden dönünce, ilk birkaç gün, günlük hayata dönme zorluğu yaşıyorum. Hepimiz yaşıyoruz. Ama o ilk yeniden adaptasyon dönemi geçince hayat akışında devam ediyor. Rafah'tan dönmek ise bambaşka bir şey. Bu sefer, hem 2023 depreminin ardından hem 2024 Temmuzundaki ilk Rafah görevinin ardından yaşadığımdan daha yoğun bir adaptasyon sorunu yaşıyorum. Neredeyse fatigue varan bir asteni hali. Umarım pazartesi işbaşı yapacak gücüm olur.
Bir de ruh halimin böylesi taban yaptığı zamanlarda özlemin tavan yapması durumu var......
12 Eylül 2025 Cuma
2022 yılında araştırmacı gazeteciler, Arne Hell, Niklas Schenk ve Nadja Bascheck'in haberleriyle gündeme gelen "yetmişli yıllarda, bakım evleri ve çocuk koruma yurtlarında farmakolojinin kötüye kullanımı" konusu, Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Sosyal İşler Bakanlığı'nın talebiyle araştırılmaya başlandı. Araştırma, 1946 ile 1980 yılları arasında Kuzey Ren-Vestfalya Eyaletinde bulunan, çocuk-ergen bakım evlerini, engelli çocuk-ergen bakım evlerini, çocuk-ergen koruma yurtlarını, çocuk-ergen yataklı psikiyatri kliniklerini, yatılı rehabilitasyon merkezlerini kapsıyor. Üç yıl süren araştırmanın bittiği birkaç hafta önce açıklandı ve birkaç gün önce de araştırma raporu yayınlandı. Heiner Fangerau, Silke Fehlemann, Sylvia Wagner, Carolin Ehlke, Carolin Oppermann, Wolfgang Schröer'in hazırladığı 260 sayfalık raporu az önce bitirdim.
Biraz soluklandıktan sonra, sıcağı sıcağına bu satırları yazmaya başladım. Okuduklarımı hazmetmek ve ondan sonra kaleme almak gibi bir derdim yok. Çünkü okuduklarım hazmedilecek gibi değil, kaldı ki hazmetmek istemiyorum.
Farmakolojik istismarda, Nazi döneminde kaldığına inanılan yöntemler uygulanmış. Her şeyden önce bu çocuklara numara verilmiş. Ki Almanya'da 2012 yılında vatandaşlık numarası gündeme geldiğinde, "insanlara en son Nazi döneminde numara verildi" şeklinde tepkiler geldi. Görünen o ki, bu tepkiler gerçeği yansıtmıyor.
Düsseldorf Üniversitesi'nden Prof. Heiner Fangerau liderliğindeki araştırma grubu, dönem tanıklarıyla görüşmeler yapmış, kayıtları ve dosyaları incelemiş, çevrimiçi anketler yapmış. Çalışma, Kuzey Ren-Vesfalya'daki birçok kuruluşta farmakolojik istismarın yaygın olduğu sonucuna varmış. Tüm tanıklara ve kanıtlara ulaşılamadığı varsayıldığından, ilaç kötüye kullanımının %15 ile %20 arasında olduğu tahmin ediliyor.
Araştırmalar gösteriyor ki; çocuk felci ve çiçek aşılarının deneme süreci, çocuk yurtlarında kalan kimsesiz çocuklarda gerçekleşmiş. Üretimi Almanya'da gerçekleşmiş nöroleptik Megaphen (Klorpromazin) denemeleri de yatılı çocuk-ergen psikiyatri kliniklerinde gerçekleşmiş. İlaç, yan etkilerini geç gösterdiği için tedavüle sürüldükten birkaç yıl sonra tedavülden kaldırılmış. Araştırmalar sırasında; Megaphen'in üreticisi Bayer, arşivlerini araştırmacılarına açmış, bu sayede, Megaphen'i hangi kliniklerin deney amacıyla kullandığı bulunmuş. Deneyler sırasında Hamm'daki bir klinikte yatılı kalan tanıklardan biri, ilaç kendisine verilirken, her seferinde "şimdi bir fil gibi uyuyacaksın" dendiğini hatırlıyor. 1975 yılında tedavüle giren, Belçika Janssen Farmakoloji'nin ürettiği Penfluridol (birinci nesil antipsikotik) deneyleri de birçok bakım evinde yapılmış. Dosyalara R16341 koduyla girilen Penfluridol, 1970 yılında kullanılmaya başlanmış ve çocuklara, akşam yemeğinden sonra tüm gece uyumaları için verilmiş. Deneyleri çocuk ve gençlerde yapılan farmasötik ürünler arasında gıda takviye ürünleri de yer alıyor. Bu ürünlerin piyasaya sürülüp sürülmemesinde, çocukların ürünlere verdiği tepkiler ve kan testlerinin sonuçları etkili olmuş. Bebek maması dahil birçok ürün piyasaya sürülmeden bir yıl önce bakım evlerinde kullanılmaya başlanmış.
Araştırmacı gazetecilerin yaptığı haberler sayesinde araştırmalardan haberdar olan, doğumundan itibaren tüm çocukluğunu ve gençliğini bakım evinde geçiren bir tanık, ilacı içmeyi reddettiklerinde ilacın burun sondasıyla verildiğini ve buna maruz kalmamak için kendisine verilen ilaçları içtiğini anlatıyor.
1970 yılında Düsseldorf Devlet Hastanesi'nin Psikiyatri bölümünde yatan ve o zaman 14 yaşında olan bir tanık, "psikolojik sorunlarımız kimseyi ilgilendirmiyordu, hepimiz onlar için ağır zihinsel engelliydik, bize verilen ilaçları içmeme gibi bir şansımız yoktu" diyor, aynı tanık, "ilk gün başımın ağrıdığını söylediğimde "neresi" diye sordular, gösterdim, kalın bir boruyla gösterdiğim yere birkaç kez sertçe vurdular, bayılacak gibi oldum, kustum, bir daha ne kadar ağrım olursa olsun, söylemedim."
Çoğu kuruluşta istismar farmakolojinin de ötesine geçmiş. Araştırmalar sırasında; Ratingen'de yer alan bir kız çocuk yurdunda bir dizi şüpheli apandisit ameliyatı da görülmüş, bu ameliyatların, tanıkların güncel sağlık dosyalarına bakıldığında, gizli kısırlaştırma olduğu düşünülüyor. Ayrıca Viersen-Süchteln'deki bir Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesinde deneysel beyin ameliyatları da gerçekleştirildiği de görülmüş.
Çalışmanın lideri Prof. Heiner Fangerau, araştırma ile ilgili yaptığı açıklamada "çocukların bakım gördüğü hemen her tesiste bir tür ilaç kötüye kullanımı tespit ediyoruz" dedi. Ki raporlar da gösteriyor ki istismara en çok; ailesiz çocuklar ve aileleri tarafından bakım evlerine verilmiş engelli çocuklar maruz kalmış.
Korkunç değil mi? Evet, korkunç! Üstelik bu araştırmanın sadece bir eyalette gerçekleştiği düşünülecek olursa daha da korkunç.
Raporu okurken zihnim sık sık birkaç yıl önce izlediğim bir belgesele kaydı. Batılı (Batı Almanya) bilim insanları, Demokratik Alman Cumhuriyeti'ni kibirli bir dille eleştiriyordu. O dönem Doğu Almanya'da yapılan ilaç deneyleri inceleniyordu. Ki Stasi Raporları da DDR'de 50 klinikte ilaç deneyleri yapıldığını ortaya koyuyordu. Ancak aynı raporlar yaşanan iki ölüm vakasının ardından 1968 yılında deneylerin sonlandırıldığı bilgisini de içeriyordu. Batılı bilim insanları, Stasi'nin her ayrıntıyı raporladığını bilse de; deneylerin 1968'de sonlandığına inanmadıklarını söylüyor, Almanya'da deneylerin 1964 Helsinki Bildirgesi'nden bile önce 1960 yılında "deneklere doğru fayda" ilkesiyle gerçekleştiğini ve aksinin ceza kanunuyla korunduğunu söylüyorlardı. Aynı şekilde birçok sporcunun anabolik steroid kullandığı da biliniyordu. Çoğumuzun çocukluğunda hayranlıkla izlediği Katarina Witt, anabolik steroid kullandığı açıklanan ilk sporculardan biri idi. Katarina Witt, herhangi bir doping maddesi kullandığını ne kabul etti ne de inkar ancak Katarina Witt'in "Batı'da yaşayan sporculara ne verildiyse bize de o verildi ama Batı'da yaşayan sporculardan farklı olarak biz her gün günde 9 saat antrenman yapıyorduk" açıklaması çok konuşuldu. Çünkü, Batılı bilim insanlarına göre Batılı bir sporcunun doping kullanma ihtimali de yoktu.
Konuyu dağıttım, farkındayım. Belki de okuduklarımın etkisiyle zihnim çok hareketli. Bugüne bir faydası olur mu bilmiyorum, fakat, belki Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde yapılan araştırmalar Almanya genelinde yapılacak araştırmalara öncü olur. Öyle sanıyorum ki buz dağının görünmeyen kısmı eridiğinde yaşanacak asıl tufan. Tıpkı kiliselerde ve kilise yetimhanelerinde olduğu gibi.
11 Eylül 2025 Perşembe
10 Eylül 2025 Çarşamba
AB Komisyonu, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki eylemlerinin ve bunun sonucunda ortaya çıkan insani felaketin, insan haklarını ve uluslararası insani hukuku ihlal ettiği ve bunun mevcut Ortaklık Anlaşması kapsamında AB ile İsrail arasındaki temel iş birliği ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle, İsrail'e yaptığı ödemeleri durdurma kararı aldı.
Kararın yürürlüğe girmesi için, 27 AB üye devletinden 15'inin onayı gerekiyor. Şu ana kadar sadece Almanya ve İtalya kararı desteklemiyor. Diğer tüm büyük AB üye devletleri ve birçok küçük devlet cezalandırıcı önlemden yana.
Oylamanın ne zaman yapılacağı henüz açıklanmadı. Oylama sonuçlanana kadar AB'nin İsrail'e verdiği destek askıya alındı.
8 Eylül 2025 Pazartesi
Aslında henüz memlekette yaşananlara dair düzgün cümleler kuracak haletiruhiyede değilim.
İlk kayyumda sesini çıkarmayanlara söyleyecek sözüm hep oldu, o günden bu güne gelen ayak seslerini duymayanlara. Bugünlerde CHP'nin yaşadıkları da sadece CHP'nin ve CHP seçmeninin sorunu değildir. Yaşananlar tüm vatandaşların sorunudur. Memleket meselesidir. Demokrasinin yok edilmesidir. Cumhuriyeti yıkma çabasıdır. Bugün yaşananlar siyasi partiler kavramından ötedir. Herkesin mücadele etmesi, birlik olması, eyleme geçme vaktidir. Yanılıyor olabilirim, lakin şu ana kadar DEM partiden değil destek hiçbir açıklama gelmedi. "DEM artık benim HADEP'im değildir!" demiştim 21 Mart'ta, ne yazık, sözlerimin haklı olması, çok yazık! Çünkü şu an yaşananlar, DEM parti seçmenini ilgilendirmeli. Çünkü şu an yaşananlar, memlekette nefes alan herkesin meselesi. Dilerim çok geç olmadan...
6 Eylül 2025 Cumartesi
Tarihe not: Çarşamba sabaha karşı gerçekleşen hava saldırısının ardından alınan ani dönüş kararı nedeniyle, planlanan dönüş tarihi, varış tarihi oldu. Ama dönüş nasıl oldu, bu da orada yaşananlar gibi tarihe düşülmesi gereken bir not olarak gerçekleşti.
Rafah sınır kapısından çıkış, Mısır'ın İsrail ile yaptığı anlaşma nedeniyle hala kapalı. Giriş çıkış sadece İsrail güçlerinin kontrolünde. Üstelik Oslo Antlaşması'na göre Philadelphia Rotası'nda kontrolün Mısır'da olması gereken yerde yani Rafah'ın hem Mısır hem de Filistin tarafında bu böyle. Girişte de bazı sorunlar yaşanmıştı lakin dönüş ile kıyaslandığında onlara sorun demek absürt kalıyor.
Rafah'tan çıkıp El-Ariş'e varmamız 54 saat sürdü. Minibüslerimizde aranmayan yer kalmadı. Motor, lastik ne varsa söküldü, takıldı. Erkek meslektaşlarımıza çıplak arama yapıldı. Biz kadınlar verdikleri kıyafetleri giymeye zorlandık. Tüm bu yaşananlar kelimenin tam anlamıyla silah zoruyla yapıldı. El-Ariş'te teslim edilmek suretiyle pasaportlarımıza, telefonlarımıza, tabletlerimize hatta suyumuza, yemeğimize, sigaramıza, çakmağımıza bile el kondu. Yola silahlı askerler eşliğinde devam ettik. Hava otuz küsür derece olduğu halde su içmemize dahi izin verilmedi. El-Ariş'e vardığımızda bizi almaya gelen uçağımıza direkt uçuş izni çıkmadı. Kahire'ye uçuş izni verildi. Çantalarımız El-Ariş'te bize verilmiş olsa da kendi kıyafetlerimizi giyme izni Kahire'de verildi. Uçağımız Kahire'de uçuş izni çıkana kadar beş saat daha bekletildi.
Geride kalan, gerçekte ise asla geride bırakmayacağım yaşanmışlık ile bu satırları yazdığım şimdiki zaman arası derin bir bocalama. Birkaç kuş cıvıltısı duyduğum bahçem ile geldiğim yerin aynı dünyada olduğunu kabul edemiyor zihnim henüz. Kendimi bir bilinmezden başka bir bilinmeze ışınlanlanırken başka bir bilinmezde kaybolmuş gibi hissediyorum. İçimde ne hüzün var ne huzur. Sadece boşluk, ne kara ne ak.
3 Eylül 2025 Çarşamba
2 Eylül 2025 Salı
29 Ağustos 2025 Cuma
Bu sabah bir çocuk bana kardeşini iyileştirmem için şeker verdi.
Bu sabah bir çocuk bana Fransa yardım paketlerinden çıkan şekerini kardeşini iyileştirmem için verdi.
Bu sabah bir çocuk bana avucunda sımsıkı tuttuğu için jelatininin rengi solmuş şekeri kardeşini iyileştirmem için verdi.
Bu sabah bir çocuk bana çaresizlik nedir hatırlattı.
Bu sabah bir çocuk bana yüce gönüllülük dersi verdi.
Bu sabah bir çocuk bana kardeşini iyileştirmem için şeker verdi.
Bu sabah bir çocuk bana ölmüş kardeşini iyileştirmem için şeker verdi.
Ben ona hiçbir şey veremedim.
19 Ağustos 2025 Salı
17 Ağustos 2025 Pazar
12 Ağustos 2025 Salı
Balıkesir depreminde sadece(!) bir bina yıkıldı, bir kişi öldü, yirmi dokuz kişi yaralandı diye sevinmek! O sadece bir'in gerçekte çok olduğunu, gerçekte olmaması gerektiğini anlamamak; insan değerinin ne seviyede olduğunun göstergesi değil mi? İnsan değeri, üstünden iki buçuk yıl geçmiş depremin sağ kalanları halen konteynerlerde, çadırlarda yaşarken, barınaklarında yazın kavurucu sıcağını yaşar ama aslında içlerinde sağanak yağmurların, gelecek kışın korkususuyla kavrulurken, evet, kavrulurken, insan değeri tam olarak nasıl ifade edilir?
Korkusuz bir yaşam ne, bunu bilen kaç kişi var ülkede? Geçim korkusu, işsizlik korkusu, gelecek korkusu, tutuklanma korkusu, kadın olma korkusu, evet, Türkiye'de kadın olmak dahi korkmak için yeterli bir sebep.Ülkede adalet, eğitim, sağlık, basın özgürlüğü, fikir özgürlüğü sadece esami, karşılığı yok. Hukuk artık adalete değil, kişiye hizmet ediyor, düğmesiz cübbelerin önü ilikleniyor, ülkede suç sayılanlar ve sayılmayanlar değişmiş durumda. Bir söz, hürriyetin kısıtlanmasına hatta elden alınmasına yetiyor. Gerekçesiz tutuklu olan siyasi rehinelere varmadan, sokak röportajlarında söyledikleri için tutuklananlar mesela, üç, dört gün sosyal medyada gündem oluyor sonra, sonrası yok, çünkü gündem değişiyor, değiştiriliyor ve çok büyük bir kitle bu bilinçli gündem değişikliğine herzevekillik ediyor ve gerçek meseleler unutuluyor.
Barış, deniyor mesela, hem de derdi asla barış olmamış kişiler bunu gündeme taşıyorlar. Hem de o kadar başarılı bir şekilde gündeme taşıyorlar ki gerçekten barış isteyenleri dahi birbirlerine düşman edebiliyorlar.
Bir siyasetçinin diploması delilsiz iptal edilirken, ülkede olmayacak yerlere, olmayan diplomalarıyla gelenler günü belirleyip yarını karartıyorlar.
Hukukun doğru işlemediği bir ülkede; şeriat sesleri yükseliyor, linç girişimleri artıyor, idam talepleri dillendiriliyor. Yetişkinlerin adil yargılanmadığı bir ülkede, çocuklar yetişkin gibi yargılansın isteniyor, hem de hiç düşünmeden. Düşünmeden, bir çocuğun doğuştan potansiyel suçlu olmadığını, toplumun, sistemin çocuğu suça sürüklediğini, suçlu kıldığını. Sormadan, çocuklarda son yıllarda artan öfke nöbetlerinin sebebini, artan uyuşturucu kullanımını. Sorgulamadan çocukların uyuşturucuya ve silaha nasıl ve de kolay ulaştığını.
Kadınlar öldürülüyor, ne kadınları öldürenler hak ettiği cezayı alıyor ne de kadınlar öldürülmesin diye toplumsal önlemler alınıyor. Ölen kadınlar suçlu bulunuyor, yaşam tarzlarıyla yargılanıyorlar. Sadece kadınlar değil, küçüğünden büyüğüne, kadınından erkeğine çoğu insan kendinde, bir diğerinin yaşamına müdahale hakkını görüyor. Totaliter bir düzende, doğanın, doğalın renklerinin, seslerinin bütüncül hali yok sayılıyor. Doğa yok ediliyor, hayvanlar öldürülüyor, her yer betonlaşıyor, beraberinde vicdanlar da.
Tüm bunlar yaşanırken, karşı çıkan, "dur" diyen sesler de var elbet, değiştirmeye, düzeltmeye, güzelleştirmeye çalışan. Lakin sesler tek tek, ayrı ayrı yükseliyor. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de bölünerek çoğalmanın tek hücrelilere has olduğunu hiç anlamayan bir sol var. Oysa birleşip ufak nüanslarla ayrılan fikirlerini özgürce tartışabilecekleri bir zemin oluşturmaları mümkün. Sosyal açıdan eşit olan insanların, insana dair farklılıkları anlaması, kabul etmesi çok daha kolaydır.
Çocuklar, derim hep, çocuklar. Sadece işim olduğu için değil, rengine, diline, dinine, yetisine aldırmadan hepsini sevdiğimden. Ve hep derim ki; çok şey var, çocuklardan yeniden öğrenmemiz gereken. Çünkü çocuklar biz onlara aksini öğretmediğimiz sürece; cinsiyet, din, dil, ırk, renk, sınıf ayırmadan sevmeyi biliyor! Ve dünyada sevgi ve saygıdan daha güçlü hiçbir yaptırım yoktur. Aslında sadece hatırlamamız ya da yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Ki Balıkesir depreminde sadece(!) bir kişi öldü diye sevinilmesin, bir katil hak ettiği cezayı aldığı için sevinilmesin, haksız yere, fikrini dillendirdi diye tutuklanan biri özgür kaldı diye sevinilmesin. Gerçekleşen umutlara, eşit yaşantılara, gerçek mutluluklara rengarek, cıvıl cıvıl sevinilsin!
10 Ağustos 2025 Pazar
8 Ağustos 2025 Cuma
Almanya'da; Başbakan Friedrich Merz, Gazze Şeridi'nde kullanılabilecek askeri teçhizatın İsrail'e ihracatını ikinci bir duyuruya kadar askıya alındığını açıkladı.
Bu açıklama, Almanya hükümetinin İsrail devletinin kuruluşundan bu yana aldığı en sert karar ve bu nedenle Almanya için tarihi değeri olan bir karar.
Türkiye'de ise; İletişim Bakanlığı "İnsan hakları ihlalleri ve insani krizlerin daha da derinleşmesine yol açacak olan, İsrail’in Gazze’yi işgal kararını şiddetle kınıyoruz. İsrail'in planları, saldırıları; tüm insanlığı, barış ve istikrarı hedef almaktadır." Muhtemelen, soranlara, "tepki verdik" diyebilmek adına bu açıklamayı yapmış.
"Tepki vermek" bu eylemin Türkiye'de uzun zamandır karşılığı yok, iktidar da zaten yok, muhalefette etkili hali yok ya halk, tüm yaşananları kanıksamış gibi, dünü umursamayan, yarını yok sayan ama günü de yaşamayan, yaşayamayan halk, ya onlar?
Desem ki; Filistin uzak, o yüzden bu sessizlik. Sanmam. Daha dün, 16 yaşında, okulda olması gereken yaşta bir çocuk, çalıştığı tamirhanede, tamir etmek için altında yattığı tırın hareket etmesi sonucu ezilerek öldü. Üstelik o çocuk, o tamirhanede 8 yıldır çalışıyormuş, ömrünün yarısını çalışarak geçirmek bu olmamalı.
Kaç kişi düşünür bu çocuğu, kaç kişinin kabusu olur, kaç kişi memlekette açlıktan, iş kazasında, uyuşturucudan ya da bir çocuğa hiç yakışmayacak başka nedenler ölen çocukların yasını tutar? Kaç kişi ismini, isimlerini merak eder.
Mevcut sistem, dün, 16 yaşındaki Emir'i, 8 yıldır çalıştığı tamirhanede öldürdü.
Tepki?
7 Ağustos 2025 Perşembe
Netanyahu, Gazze Şeridi'ni tamamen ele geçirmeyi hedeflediğini kamuoyuna şu sözlerle açıklıyor: "Plan, öncelikle kıyı şeridinin kuzeyindeki Gazze şehrinin ele geçirilmesi. Tahminlere göre, tüm bölgenin kontrolü yaklaşık altı ay sürebilir."
Almanya resmi medya kuruluşları, bu açıklamaya rağmen "ancak" ve "ama" gibi bağlaçlarla durumu yumuşatmak yarışına giriyor.
Bir soykırımı affettirme çabası başka bir soykırıma göz yummak olmamalı. Almanya artık geçmişi kabul etmek zorunda, Filistin halkına yaşatılanlar Holokost gerçeğini yok kılmayacak!
31 Temmuz 2025 Perşembe
"yol arkadaşım gördün mü, duydun mu olup bitenleri? kıskanıyor insan bazen basıp gidenleri. yalnızlaşmışız iyice, üstelik de alışmışız. hiç beklentimiz kalmamış, dosttan bile. korkular basmış dünyayı, şimdi bir semt adı vefa, kutsal kavgalardan bile, kaçan kaçana. anlaşılır gibi değiliz, tek bedende kaç kişiyiz, hem yok eden hem de tanık. ne esaslı karmaşa.
sen esas alemi seçtiğinden beri, ben o saniyede bittiğimden beri, dünya bildiğin dünya, dönüp duruyor işte. uzun uzun konuşuruz bir gün son istanbul beyi.
ben sana küsüm aslında, haberin yok. koyup gittiğin yerde kötülük çok. kime kızayım, nazım senden başka kime geçer? benim sensiz, kolum, bacağım, ocağım yok!
yol arkadaşım nerdesin?"
çok özledim...
25 Temmuz 2025 Cuma
19 Temmuz 2025 Cumartesi
2023 yılının Mart ayında, Freudenberg'de, iki kız çocuğu, Luise adında bir kız çocuğunu çok defa bıçaklayarak öldürdü. "Fall Luise" diye adlandırılan dava hala devam ediyor. Fail durumundaki çocukların kimliği kamuya asla açıklanmadı, basın çok hassas davrandı, kişisel haklara zarar verecek tüm sosyal medya paylaşımları mahkeme kararıyla silindi, çocuklar devlet korumasına alındı ardından koruyucu ailelere verildi, çocuklara psikolojik destek sağlandı ve bu destek halen sürüyor.
O günlerde kamuda bölünme yaşandı. Evlat acısının tarifsizliği fikriyle Luise'nin ailesi ile empati kuranlar, çocukların, çocuk mahkemesinde değil yetişkin mahkemesinde yargılanmasını istedi. Savcılar ve hakimler, benim de destekleklediğim şekliyle, kanunların hiçbir şartta sıkılaşma veya esneme yaşamasına izin verilemeyeceği kararını açıkladı.
Bir aile için, çocuğun ölümünden büyük bir afet yoktur. Bu asla tartışılamaz. Çocuğunu tekrar görememek, koklayamamak, sarılamamak hiç ama hiçbirinin tarifi yoktur. Ben düşünürken, yazarken acı çekiyorum.
Ölen, bir daha asla geri gelmeyecek bir çocuk var. Ve tüm yaşanan, yaşatılan acının beraberinde, artık asla çocuk olmayacak, olamayacak, işledi suçu ömür boyu taşıyacak, bu suçla ömür boyu yaşayacak iki çocuk daha var. İşledikleri suç, bardağı devirmek değil, kırıkları toplayıp bezle silince unutulacak bir şey değil. Ne Luise'nin ailesi için, ne kendi aileleri için, ne kendileri için ne de toplum için. Hepsi, hepimiz bu suçla yaşayacağız. Ve hepimizin sorması gereken bir soru var? Bu çocuklar, böylesine geri dönülmez, böylesine unutulmaz, böylesine korkunç bir suçu niye işledi? Bence asıl tartışılması, üzerinde düşünülmesi, konuşulması gereken; çocuklara ne ceza verileceği değil, çocukların, ne ceza verilmeli, diye düşündüren suçları işlememesi nasıl sağlanır olmalı. O iki çocuk ne oldu da, ne yaşadı da böylesine vahşi bir eylemi gerçekleştirdi? Bu soru sorulmalı ki başka çocuklar da böylesi bir eyleme meyil etmesin.
Türkiye'de, çok üzüldüğüm, Minguzzi davasının hararetle konuşulduğu günlerde, belki de emsal olduğu için, önümüzdeki hafta yeni bir duruşması görülecek olan "Fall Luise" aklıma gelince yazma ihtiyacı duydum...
14 Temmuz 2025 Pazartesi
12 Temmuz 2025 Cumartesi
"Günlerce evden çıkmazdım utancımdan, ufak tefek alışverişi telefonla yakındaki marketten yapardım ya da online marketlerden sipariş verirdim. Sonra haftalarca çıkmamaya başladım, sonra aylarca, derken yıllardır çıkmıyorum. Şehirde ne değişti ne değişmedi bilmiyorum."
"Evde banyo lavabosunun üstünde asılı küçük aynadan başka ayna yoktu."
"Facebook'ta kendime başka bir isimle hesap açtım. Hayal ettiğim hayatı yaşayan bekar bir kadın. Bir sürü insanla tanıştım. Hiçbiri gerçekte kim olduğumu bilmedi. Ben başarılı, dünyayı gezen, çok arkadaşı olan, öz güveni bol, güzel bir iş kadınıydım. Oysa değil çalışmama izin vermek, evden çıkmama izin vermezdi. Gündüz o evde yokken ve gece o uyuduktan sonra başka bir kadının hayatını, hayali bir hayatı yaşıyordum."
"Hayatımda hiç bana "ne istersin" diye soran erkek olmadı, ne babam, ne kocam ne de oğlum. Hiçbir zaman "ne istersin" diye sorulmadı bana."
"Başkaları görmesin diye değil, kendim görmek istemediğim için uzun ve kalın kıyafetler giydim."
"Kazaklarım hep en az bir beden büyük, bol, koyu renk ve baseni geçecek uzunlukta olmak zorundaydı."
"Makyaj yapmayı yaşıtlarıma göre geç öğrenmiştim yine de rimel ve açık renk ruj haricinde pek makyaj yapmadım. Şimdi ruj ve rimel kullanmıyorum ama en iyi en kalıcı kapatıcıları biliyorum."
Tekme, tokat, yumruk ya da kırık, çürük, kan ile başlamak istemediğim için bu cümleleri seçtim.
Çevrenizdeki kadınları görmezden gelmeyin.
Komşunuz olan kadın hiç evden çıkmıyor mu, kendi rızasıyla mı evde yoksa ardında -yoksulluktan şidddete- başka sebep var mı düşüncesiyle çalıp kapısını, şüphelerinizi ona aktarmadan, onu rahatsız etmeyecek, korkutmayacak sorular sorun.
Mesela; bilmem nereden uzak bir akrabanız gelecekmiş, bir yemek varmış, hiç pişirmemişsiniz, o biliyor muymuş, internette çok farklı tariflere rastlamışsınız, kafanız karışmış.
Mesela bir düğmeniz kopmuş, evde kahverengi ipiniz yokmuş, siyah belli olur, beyaz çok sırıtırmış.
Çevrenizde bir kadın yaz kış uzun kollu kıyafetler mi giyiyor, yanına biri yaklaştığında kıyafetinin kolunu aşağı, yakasını yukarı mı çekiyor, yüzünde korku gibi, utanç gibi orada olmaması gereken bir ifade mi var, korkutmadan, incitmeden, şüphelerinizi belli etmeden sorular sorun.
Mesela benzer bir bluza, kazağa ihtiyacınız varmış, nereden almış, kısa kollu ya da yakası biraz daha açık olsaymış kendinize ya da kendisine daha çok yakıştırırmışsınız.
Mesela fondöten ile makyajı mükemmelleştiren kadınlara hayranmışsınız ama cildiniz hassas olduğu için kullanamıyormuşsunuz, onun cildi etkilenmiyor muymuş, hiç olmazsa arada sırada kullanmanız için bildiği doğal, cilde fazla hasar vermeyen markalar var mıymış.
Çevrenizdeki kadınları merakıyla sıkan, boğan bir kadın olun, demek değil bunlar. Sorular dikkatli seçilmeli; size sorulsa, rahatsız olmayacağınız sorular olmalı, sorular asla eril dil içermemeli, yargılıyor hissi vermemeli. İncitmeden, kırmadan, yormadan çevrenizdeki kadınların hayatları hakkında bilgi sahibi olmaya çalışın.
Kadına şiddet günümüzde hala en çok hane içinde oluyor ve kadına şiddetin yüzlerce farklı çeşidi var. Şiddet mağduru her kadına yardım etmeniz elbette mümkün değil lakin belki en yakın çevrenizdeki kadınlara ulaşabilirsiniz.
Çevrenizdeki kadınları görmezden gelmeyin, bakın ve görün! Onların da sizi görmesini sağlayın. Çevrenizdeki bir kadının şiddet mağduru olduğu düşünüyorsanız ona; yalnız değilsin, ben varım, buradayım, yanındayım hissini verecek yakınlığı gösterin.
Bazen sözcüklerdeki bir tını anlamaya yettiği gibi güven vermeye de yeter. Bazen bir bakış anlamaya yettiği gibi güven vermeye de yeter.
9 Temmuz 2025 Çarşamba
Ülkede herkese terörist derken; kelimenin ve hayata etkisinin gerçek anlamının hafifletildiğini hatta anlamını yitirdiğini söylediğimizde de terörist ilan edildik. Bugün ise o günleri yaşıyoruz.
Türkiye'de halklar bilinçli bir şekilde çok kolay manipüle edilir hale getirildi!
Barış!
İllaki barış!
Lakin kiminle barış?
Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasası’nı değiştirmeye çalışanlar, millet, yapılan yolsuzluklarla, adaletsizlikle, yoksullukla uğraşırken, yaşam değil, hayatta kalma mücadelesi verirken amaçlarına yardımcı olacak taraftar bulamadığı ve bulamayacağını bildiği için, yıllardır tu kaka bulduğu sözcükleri (barış, kardeşlik) kullanmaya başladı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasası’nı değiştirmeye çalışanlar, ülkenin doğusunda, güneydoğusunda ve sınırlarında hala hem Türk hem Kürt halklarının evlatları ölürken, şimdi barış ve kardeşlik sözcüklerini kullanmaya başlamışsa bunun tek bir nedeni vardır; diktatörlüğe giden yolda yeni kullanışlı bir kitleye duyulan ihtiyaç.
Ve Kürt kardeşim; sanma ki yeni anayasa sana şimdi var olan anayasadan fazla ayrıcalık sağlayacak. Sanma ki herhangi başka bir rejimde, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nde olduğundan daha fazla vatandaş olacaksın. Sanma ki sen, mevcut hükümetin kullanıldıktan sonra kenara atılacak yeni yae'cileri değilsin!
21 Martta DEM artık benim HADEP'im değildir, yazmıştım!
Cümlemin arkasındayım!
Benim gözümde, mevcut iktidarın yerini sabitleme arzusuyla başlattığı manipülasyona eşlik eden DEM, değil Türkiye'de yaşayan tüm halkların, Kürt halkının bile menfaatini gözetme derdinde değildir.
Bu şartlar altında sağlanacak şey BARIŞ değil, diktatörlüktür!
6 Temmuz 2025 Pazar
5 Temmuz 2025 Cumartesi
"Rejim, toplumu yolsuzluk operasyonlarına ikna etmek gibi bir derdinin kalmadığını ilan ediyor. Halka ‘Benim dışımda bir iktidarı seçemezsin. Esirimsin’ diyor. Halk ya bu baskıya boyun eğerek rejimin kölesi olacak, daha da yoksullaşacak ya da özgürlüğünü, haklarını, ülkesini savunacak."
Bu cümleler Timur Soykan'a ait. Timur Soykan gözaltına alındı. Sebebi bu cümleler...
11 Eylül 2016 tarihinden sonra; HDP'nin seçimle kazandığı 3 büyükşehir, 5 il, 33 ilçe ve 7 belde belediyesine kayyum atandı.
İlk kayyumda sesini çıkarmayanlar, Selahattin Demirtaş'ın 2016'da tutuklanmasından bir ay önce söylediklerini de duymazdan geldi.
Bugünlerde yaşanan gözaltılar, tutuklamalar, gökten zembille inen kararların sonucu değildir ve sessiz sedasız gelmemiştir. Aksine kendilerini gümbür gümbür duyuracak şekilde yürüdüler bugüne....
4 Temmuz 2025 Cuma
İznim bitti.
Sabahın ilk saatlerinde, evimin serin duvarları "hoş geldin" diye karşıladı beni. Çamaşır makinesinin ilk turu bitti, ikinci dönüyor. Bahçede günün ikinci kahvesini içiyorum. Burnumda temiz çamaşır ve fesleğen kokusu.
Aslında ancak romanlarda ya da filmlerde var olabileceğine inandığım güzelliklere şahit oldum şu son birkaç hafta. İnsanların güneşten de sıcak candanlığı olmasa, renkler, tatlar ve kokular olmasa "rüya gördüm" diyebileceğim güzellikler...
Ve fakat tüm bu güzellik kendimi berbat hissetmeme engel değil hatta belki de kendimi berbat hissetme sebebim.
Ben rüya gibi bir tatilden evimin serin ve güvenli duvarlarına döndüm. Savaşlar devam ediyor, çocuklar ölüyor, Türkiye'de ağaçlar yanıyor, hukuksuzluk devam ediyor, nefret büyütülüyor, maddi sorunlar hızla çoğalıyor, yatağa aç giren çocukların sayısı günden güne artıyor.
Ben ise....
Neyse... Öyle işte....
2 Temmuz 2025 Çarşamba
1 Temmuz 2025 Salı
Dün gece LeMan Dergisi'nin 26 Haziran'da yayınladığı karikatürün ardından yaşananlar dağarda sadece acı bir iz bırakmıyor, beraberinde çok fazla soru işareti de var.
Her zaman fikir ve ifade özgürlüğünü savundum. Bu demek oluyor ki; siyasal -İslam kısıtlaması getirmeden- din olgusuna tutunanları, gerçekten inananlardan ayırarak, inanç özgürlüğünü ve dini inanca dayalı yaşam tarzını da savundum.
LeMan dergisinde yayınlanan karikatürde herhangi bir dine (ne İslam ne de Yahudilik) saldırı, bu dinlere inanan (gerek Müslüman olsun gerek Yahudi) insanlara hakaret ya da bu dinlerin kabul ettiği peygamberlere yönelik aşağılama görmedim.
Peki sen bu karikatürde ne görüyorsun? diye sorsalar; barış arzusu, derim. Savaşın anlamsızlığını sorgulayan ve barış adına uzatılmış iki el görüyorum ben o karikatürde. Ben o karikatürde inanç sömürüsü yapanların, masum insanlar üzerine yağdırdığı bombaların eleştirisini görüyorum.
Benim bu karikatürde gördüğümü görenlerin sayısının az olduğunu sanmıyorum. Hatta halkı galeyana getirenlerin de benim gördüğümü gördüğünü ancak yıllardır bilinçli bir şekilde ekilen cehalet ve nefret tohumlarını kurnaz bir bilinçle biçtiklerini düşünüyorum. Çünkü onlar da biliyorlar, Türkiye bir şeriat ülkesi değil, hala laik bir cumhuriyet! Biliyorlar ki; resmedilen İslam dininin peygamber saydığı Muhammed değil, olsa da Türkiye Cumhuriyeti şeriatla yönetilmediğinden resmedilmesi suç değil.
Bu karikatürün çizilmesi şart mıydı? diye sorsalar; ben çizmezdim, derim. Belki de o karikatürde anlatılmak istenenlerin, -benim bu konuda hiç yeteneğim olmasa da- başka bir şekilde de çizilebileceğini düşündüğümden. Lakin bu düşünce, ne karikatürü çizenin fikrine ne kaleminin yeteneğine saygısızlık hakkı vermez bana, verse de ben bu hakkı, kişisel değerlerime ters düşeceği için kullanmam.
Kaldı ki ülkede ve dahi dünyada daha ciddi sorunlar var. Devam eden savaşlar, katliamlar var. Ölen çocuklar! Bombalardan, kurşunlardan kurtulmuşsa; açlıktan, tıbbi destek eksikliğinden ölen çocuklar, masum insanlar var. Afette, tren kazasında, tarikat yurdunda, öğrenci yurdunda, okulda olması gereken yaşta iş makinesinde, şantiyede, tarlada, zırhlı araç altında, asansör boşluğunda, açlıktan, soğuktan, nereden bulduğu meçhul uyuşturucudan, üç kuruşa tamah eden sağlık çetesi elinde, tecavüzcüsünün elinde ölen çocuklar var.
Sadece Türkiye'de değil, Dünya genelinde uzun yıllardır süregelen bir kaostan beslenme hali mevcut.
Bir toplumu yok etmeye yarayan en kötü özellikler ne? diye sorsalar; kendi gibi düşünmeyeni dışlamak, ötekileştirmek, başına gelenlere sessiz kalmak daha da kötüsü sevinmek, derim. Ve ne hazindir ki, benim en kötü diye adlandırdığım özellikler, -benim ömrümden de- uzun süredir siyasetin temeli haline gelmiş durumda. Üstelik bu hali, tiranlara, faşistlere has sanmak yanılgı, en çok onlarda görülse de.
Dün geceye dair çok soru işareti var, demiştim. Bunlardan biri, tekbir getirerek LeMan binasına saldıranlara gösterilen daha doğrusu gösterilmeyen tutum. Yıllardır hele son birkaç yıldır hatta son birkaç aydır anayasal haklarını kullanan, eylemleri şiddet içermeyen insanlara, en çok da kadınlara, eş cinsellere, trans bireylere, öğrencilere, gazetecilere uygulanan şiddet nedense dün gece uygulanmadı. Bu cümle şiddet uygulanmalıydı anlamına gelmiyor elbet. Bu cümle, anayasal haklarını hiçbir şekilde şiddet içermeyen eylemlerle kullanan hiçbir vatandaşa şiddet kullanılmamalı anlamını içeriyor. Oysa dün geceki eylemlerde şiddet vardı, olmasa "LeMan binasına saldıranlar" ifadesini kullanmazdım, buna rağmen engellemek adına hiçbir girişimde bulunulmadı. Aksine ülkenin İç İşleri Bakanı sosyal medya hesabından, karikatüristi, çok tehlikeli bir suçluymuş ve derdest edilmesi gerekiyormuş gibi gösterip emniyet güçleri tarafından şiddet kullanılarak ve ters kelepçe takılarak tutuklandığı anı yayımlamış. Bu, dini duyguları sömürme, toplumda kutuplaştırmayı arttırma, nefreti büyütme arzusu değildir de nedir?
Bir soru işareti daha; karikatür, dört gün önce yayımlanmış dergide yer almış olsa da saldırının dün gece gerçekleşmesini, hemen akabinde valiliğin eylem ve miting yasağı getirmesini, bugün İstanbul Saraçhane'de Ekrem İmamoğlu'nun hukuksuz tutukluluğunu 100. gününde protesto etmek amacıyla gerçekleşecek mitingle ilişkilendirmemek mümkün mü?
Kuma avuç avuç çakıl taşı atılıyor. Tek tek ama hep farklı yere. Amaç kumun dokusunu bozmak. Bu, Gezi Direnişi'nden beri böyle. Haksız hukuksuz tutuklamalar, gözaltılar, suçlamalar, hiçbiri için kanuna uyan sebep yokken hepsi ama hepsi belli bir sebebe hizmet ediyor. Ne bir anda meşrulaşan barış görüşmeleri, ne bir anda Bay Kemal'den, Kemal Bey'e dönen söylemler, ne orman yangınlarını söndürecek yeterli uçak yokken satın alınan\alındığı iddia edilen milyar dolarlık savaş uçakları, ne madenciler için koruyucu maske dahi yokken bulunan doğalgaz, ne selde insan kurtaracak bot, depremde canlı tespit edecek kameralar yokken ihasınsan togguna yerli milli itibar, ne her gün tekrarlanan "Türkiye bir hukuk devletidir" söylemleri ve daha niceleri sebepsiz değil, tıpkı bir karikatürün şu an memleket meselelerinin merkezine çekilmesi gibi.
Velhasıl konu karikatür değil, konu dini değerleri savunmak hiç değil. Çünkü korunmaya çalışılan gerçekten dini değerler olsaydı karikatüre gelene kadar nice dini değer ihlali var. Çizilen karikatürün dini değerlere değil savaşa karşı geldiğini anlamak için belki LeMan'ın daha önceki çizimlerinden de haberdar olmak gerek. LeMan dün gece sokağa dökülenler susarken de Gazze'de yaşananları çizmiş kalemleri tutanların dergisi. Kaldı ki "çocuğun rızası var" diyenlerle çocukların üstüne bomba yağmasına sessiz kalanlar, çocukların üstüne bomba yağdıranlara yardım eli uzatanlar, çocukları ölüme terk edenler aynı kişiler ve her biri, bir karikatürden çok daha tehlikeli!
29 Haziran 2025 Pazar
27 Haziran 2025 Cuma
19 Haziran 2025 Perşembe
Miki Zohar: “Ancak, yeryüzünün en aşağılık insanları hastane yataklarında yatan sivillere füze atabilir.”
BM raporu; İsrail son bir yılda 137 hastane ve sağlık merkezini bombaladı.
Konu kimin daha çok bombaladığı olmamalı, tek bir gerçek çözüm var, o da; BARIŞ!
Öldürülenlerin kimliğinin değil hayatlarının değeri tek bir gerçeğe bağlı, o da; BARIŞ!
Savaşta ne ölenler kaybeder ne öldürenler kazanır. Çünkü savaşın insani açıdan, insanlık adına kazananı yoktur! O yüzden her dem sadece ve sadece BARIŞ!
18 Haziran 2025 Çarşamba
Ne yaşıyoruz biz, ne yaşatıyorlar bize, artık hiçbir şey anlamak mümkün değil!
Basında Tayfun'un Cerrahpaşa hastanesine sevk edildiği haberi var, lakin eşi Meriç de tıpkı biz gibi bu haberi basından öğreniyor. Değil biz, eşi bile bilmiyor, Tayfun hastaneye rutin kontrol için mi sevk edildi, acil bir durum mu var, hastanede mi kalacak, geri mi götürülecek. Hiç ama hiç bir açıklama yok. Bu duygusal şiddet değildir de nedir?
16 Haziran 2025 Pazartesi
12 Haziran 2025 Perşembe
https://t24.com.tr/yazarlar/ceren-onder-kandemir/gule-gule-canim-benim,50273
Boğazımda yerini sık sık gözyaşlarına bırakan bir yumru eşliğinde Ceren Önder Kandemir'in yazısını üst üste iki kere okudum az önce. Ceren Önder'in de tıpkı benim gibi babasıyla, annesiz ve babaannesinin yardımıyla büyüdüğünü öğrendim.
Çok sevilen bir babanın gidişi her zaman erken olsa da Ceren'in benden 18 yıl daha şanslı olmasını biraz kıskanmış olabilirim.
Yazdıklarını, yazarken hissettiklerini çok iyi bildiğimi düşündüm.
Özlemi içimde asla bitmeyen babama bir an daha yoğun özlemle sarılma isteğiyle sarsıldım.
Ölümle gidişlerin en kötü yanı, bir daha asla gözler açıkken güldüğünü görmemek, video ya da ses kaydı yoksa hafızada kalandan öte sesini duyamamak, dokunamamak, sarılamamak.
Ceren Önder'in acısını, hissettiklerini çok iyi bilsem de; çok iyi bildiğim bir şey daha var, Ceren de benim gibi şanslı bir kadın, şanslı bir evlat. Çünkü bir evladın, hele de kadının toplumdaki varlık mücadelesi hiç bitmemişken, bir kız evladın baba sevgisini doyasıya yaşamış olması kadar değerli bir şey olamaz.
Bir kız evladın babayla konuşabilmesinin, babaya yüreğini açabilmesinin, babanın yüreğini şeffaf görebilmesinin, babaya güvenebilmesinin hayatı göğüslemesi üzerinde masif etkileri vardır.
Ve fakat baba sevgisini doyasıya yaşamış kadınlar, ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, baba kaybını daha yoğun yaşarlar. Bunu da biliyorum, çok iyi hem de. Belki de bu yüzden, yazıyı okuduktan sonra babama sarılma arzusu ile sarsılırken bir yandan Ceren'e de sarılmayı diledim. Sarılıp teselli etmeye çalışmadan, sarılıp teselli bulmadan ağlamak...
4 Haziran 2025 Çarşamba
Hasan Akgün, halkın yüzünü asla görmediği belediye başkanlarından değildir. Kimin hangi partiye oy verdiğiyle ilgilenmez, odasının kapısı herkese açıktır, tüm sorunlarla çözüm odaklı ilgilenir. Seçilmiş olmanın bilinciyle hareket eden hizmet insanıdır.
Hasan Akgün Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca belki de en temiz kalmış siyaset insanıdır.
2 Haziran 2025 Pazartesi
Birleşmiş Milletler araştırma verilerine göre Dünya çapında her 6 dakikada bir kadın, kadın olduğu için öldürülüyor. Öldürülen kadınların çoğu faili tanıyor. (Femicide / Feminicide)
2024 yılında Türkiye'de, sadece gazete haber kayıtlarına göre 446 kadın; kocası, eski kocası, dini nikahlı(?) kocası, sevgilisi, eski sevgilisi, yakın akrabası ya da reddettiği bir erkek tarafından öldürüldü. (Kadın Cinayeti)
2024 yılında Almanya'da BKA verilerine göre 285 kadın öldürüldü. Kadınların 155'i evli ve beraberliğin sürdüğü ya da boşanma aşamasında olduğu erkek tarafından öldürüldü. 103 maktul kendisini öldüren erkeği, sosyal çevre ya da aile (akrabalık ilişkisi) içinden tanıyordu. (Femizid)
2024 yılında İtalya'da 113 kadın öldürüldü. Öldürülen kadınların 61'i halen beraber olduğu ya da ayrıldığı erkek tarafından öldürüldü. 38 maktul kendisini öldüren erkeği, sosyal çevre ya da aile (akrabalık ilişkisi) içinden tanıyordu.(Femminicidio o femicidio)
2024 yılında İspanya'da hiçbir kadın, kadın olduğu için öldürülmedi. Kadına şiddet vakaları sıfırlanmamış olsa da İspanya'da 2011 yılından 2025 yılına kadar kadın cinayeti (feminicidio) kaydı yok. 9 Şubat 2025 tarihinde uzaklaştırma başvurusu reddedilen bir kadın eski sevgilisi tarafından kendi evinde öldürüldü. Bu haber İspanya'da haftalarca protesto edildi. Uzaklaştırma kararını çıkartmayan görevliler meslekten men edildi, para cezası aldılar.
22 Aralık 2004 tarihinde İspanya Parlamentosunda "cinsiyete dayalı şiddete karşı kapsamlı koruma önlemleri" yasasını oy birliği ile kabul edildi. İspanya, Avrupa'da cinsiyete dayalı şiddet ile mücadeleyi yasal olarak başlatan ilk ülke oldu. Yasanın kabul edilmesinin hemen ardından İçişleri Bakanlığı VioGen (violencia de genero yani cinsiyete dayalı şiddet) sistemini kurdu. İhbarda bulunan bulunan tüm kadınlar bu sisteme kaydedilip risk seviyeleri hesaplandı. Aşırı risk seviyesinde yer alan kadınlara tam koruma sağlanmaya başladı.
İçişleri Bakanlığı bu sistemi kadınları korumak için yeterli bulmadığı için ihbar merkezleri kurdu, ihbar telefon hattı (016) oluşturuldu ayrıca toplumda "maço davranışlar" diye adlandırılan ve normal algılanan; aşırı kıskançlık, tehdit, fiziksel ısrar gibi davranışlar hakkında kamu bilgilendirme sistemleri kuruldu. Bunun için devlet radyo ve televizyonlarında, gazetelerde ve reklam panolarında spotlar oluşturuldu. İlkokuldan başlayarak "cinsiyete dayalı şiddet" hakkında okullarda eğitim verilmeye başlandı.
2009 yılında VioGen koruma yöntemlerine "tobillera española yani ispanyol halhalı" diye adlandırılan bir gözetleme sistemi ekledi. Buna göre veri tabanında aşırı riskli olarak sınıflandırılan şiddet suçlularına elektronik ayak bilekliği takıldı ve takibe alındılar. Ayrıca aynı bileklik talep etmesi halinde kendini tehdit altında hisseden kadına da takılabilmekte ancak psikologlar günlük hayata engel getiren bu uygulamayla zaten mağdur olan kadına, yaşadıklarından kendini sorumlu tutup suçlu hissettirebileceği düşüncesiyle sıcak bakmamaktadır. Onun yerine kola takılan ve dijital saat görünümünde olan, kendini tehdit altında hisseden kişilerin kolayca aktif hale getirip polise konum bilgisi verebileceği bileklikler üzerinde çalışmalar sürüyor.
İspanya cinsel saldırılarda da kadının beyanını esas alıyor. Cinsel saldırılarda "solo sí es sí" yani "sadece evet, evet demektir" yasası geçerlidir. İspanya mahkemelerinde cinsel tacize uğrayan kişiler hayır dediklerini, direndiklerini kanıtlamak zorunda değildir. İspanya'da cinsel ilişki için karşılıklı rıza gerekmektedir, aksi tüm durumlar tecavüz olarak kabul edilir ve İspanya'da tecavüzün cezası 15 yıla kadar çıkabiliyor.
18 Mayıs 2025 Pazar
"Yıllar geri dönülmez bir şekilde geçip giderken, "yaşamamış" olmanın, size nasıl bir acı verdiğini hissediyorum. Ama sabır ve cesaret! Daha yaşayacağız ve harika deneyimlerimiz olacak. Şimdilik, eski bir dünyanın nasıl tümden battığını görüyoruz. Günbegün yek pare kayıp giderken gelen devasa yekpare batış... Ve en tuhaf olanı, insanların çoğunun, farkına dahi varmadan hala sağlam bir zeminde yürüdüklerine inanmaları..."
Rosa Luxemburg'un 12 Mayıs 1918'de Sophie Liebknecht'e yazdığı mektuptan.
16 Mayıs 2025 Cuma
11 Mayıs 2025 Pazar
Çocukların öldürüldüğü, özgürlüklerinin kısıtlandığı, geleceklerinin muammaya sürüklendiği, hayallerine ket vurulduğu bir düzende; çiçekli, böcekli, rengarenk mesajlarla anneler günü kutlamak ikiyüzlülüktür.
Ayrıca anne olmak için doğurmak gerekmediği gibi her doğuran da anne olamadığı için anneliği kutsallaştırmak da haksızlıktır.
Kadını -tercih de olsa zaruret de olsa- anne değilse "yarım" saymak ise saf kötülüktür.
9 Mayıs 2025 Cuma
"Benim misyonum "insan olun" demek. Ne Hristiyan ne Müslüman ne de Yahudi kanı vardır. Kan aynı kan, insan kanı. Hepimiz aynıyız, hepimiz eşitiz."
Margot Friedländer, bugün, 103 yaşında -kendi deyişiyle- yaşamdan emekli oldu.
O, ailesine, kendisine, dostlarına, Yahudilere, Romanlara, Komünistlere, homoseksüellere kısacası Nazilerin "ari" saymadığı insanlara yapılanları hiç unutmadı, unutulmasın diye de hep anlattı.
Yıllar sonra Filistin halkına yaşatılanları da hiçbir zaman kabullenmedi. Her daim insandan, eşitlikten ve barıştan yana oldu.
Dünyanın Margot Friedländer'in hayal ettiği gibi bir yer olabileceğine dair ümidim yok ama son nefesine kadar "barış" demiş bir insana "güle güle" demek yerine "şalom" demek ve huzurlu bir emeklilik dilemek isterim.
Şalom Margot Friedländer!..
05.11.1921-09.05.2025
8 Mayıs 2025 Perşembe
Ekrem İmamoğlu'nun X hesabının kapatıldığını Bluesky'da öğrenmiş biri olarak naçizane bir soru yöneltme ihtiyacındayım; "hala Xwitter kullanmanızın iletişim olanakları ile alakalı olduğunu anlasam da premium aboneliğinizi iptal etmemenizin sebebi ne ya da şöyle sorayım boykot nerede başlayıp nerede bitiyor?"
4 Mayıs 2025 Pazar
28 Nisan 2025 Pazartesi
Bir deyişten alıntı olsa da altı çizilerek hatırlatma yapılmalı;
Türkiye krallık değildir, bu nedenle ne kralı ne tacı ne de tahtı vardır.
91 yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanlarına konut olmuş Çankaya Köşkü dururken, cumhuriyetin kuruluşunun ikinci yılında Türkiye'de tarıma yön vermek ve çiftçiyi desteklemek için kurulan Atatürk Orman Çiftliği'nin orta yerine, halkın hakkı olan paralarla yapılan çirkin bir binaya Saray dendiği için, orada halkın oylarıyla -ki bu oyların gerçekliği de muamma iken- oturan en üst düzey olsa da nihayet devlet memuru olan kişi kral olmaz. Kendi kendisini kral sansa da olmaz.
Cumhurbaşkanının tahtı değil, makam koltuğu olur. Devlet kademesinde üst düzey memurların makamı ve bu makamda memuriyetlerini icra ederken oturdukları koltukları olur. Yine halkın hakkı olan paralarla yaptırılmış altın kaplama koltuk da bu gerçeği değiştirmez.
Cumhurbaşkanının tacı da olmaz. Türkiye Cumhuriyeti'nin Türkiye Cumhurbaşkanlığı forsu vardır ve bir cumhurbaşkanının ülkesini temsil ederken kullanabileceği yegane sembol taç değil, Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan Cumhurbaşkanlığı armasıdır.
26 Nisan 2025 Cumartesi
24 Nisan 2025 Perşembe
Trump: Barış sağlanması için Ukrayna, Kırım, Herson, Donetsk'i tamamen Rusya'ya bırakmalı.
Almanya basını: Bu bir barış antlaşması değil, kapitülasyon talebi.
Trump: Savaşı bitirmek için en doğru yol, Filistinlileri Gazze Şeridi'nden alıp Ürdün, Mısır gibi ülkelere yerleştirmek ve Gazze'yi yeniden inşa etmek.
Almanya basını: Filistinlilerin de hakkını savunan barışçıl bir çözüm.
23 Nisan 2025 Çarşamba
"Son beş yılda ne yapıldı?" diye soranlar, ne yazıktır ki; önceki 20 yılda her boş alanı inşaata açanlara, 99 depreminden sonra toplanan vergilerin nereye gittiğini açıklamayanlara hesap soranlardan, 6 Şubatta ve akabinde yaşananları çoktan unutmuş olanlardan fazla.
Ve ne vahimdir ki; olası büyük İstanbul depremi, 2019'a kadar yönetimin kimde olduğunu hatırlamıyormuş gibi yapanların, görevini ciddiye alanları hapsedelerin, görevini layıkıyla yapacak olanlara iş vermeyenlerin, her boş alanı betona çevirenlerin, İstanbul'un ortasına bilime inat kanal planlayanların inisiyatifinde.
"Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir."
Bu cümleler işgal altındaki bir ülkenin halkına ithaf edilmişti.
Bugün egemenlik milletin değildir. Egemenlik kayıtsız şartsız belli bir zümrenin elindedir ve bu zümre; laiklikten, adaletten tamamen uzaklaşmış, baskıcı bir rejimle halkın büyük bir kısmını yok saymaktadır.
Bugün egemenlik belki milletin değildir, lakin biz, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!" düsturu ile büyüdük ve egemenlik, yeniden kayıtsız şartsız milletin oluncaya dek; susmadan, yılmadan, korkmadan mücadele etmeye devam edeceğiz. Çocuklarımızın özgür geleceklerinden vazgeçmeyeceğiz.
Aslında ölen, öldürülen, eğitim hakları elinden alınan, sağlık hizmetlerine ulaşamayan, çalışmak zorunda kalan, zorla evlendirilen çocuklar hakkında yazmak gerekirdi, dedim. Fakat egemenlik yeniden kayıtsız şartsız milletin olmadıkça, çocukların geleceği aydınlatımadıkça, çocukların hakları için mücadele edilmedikçe; söylenen her söz, boş bir romantizmden ibarettir.
21 Nisan 2025 Pazartesi
Arkadaşımın 15 yaşındaki kızı YouTube'da Acil Aşk Aranıyor isimli bir diziyi hayran hayran izlerken dizide bazı sahneler dikkatimi çekince diziye birinci bölümden başlayarak on sekiz bölüm izledim. Dizi hakkında alışılagelmiş tıp eleştirilerinde bulunmayacağım, hiçbir doktor dizisinin hekimlik eğitimi vermek gibi bir görevi yok. Ben, kadın-erkek ilişkilerine takıldım. Vıcık vıcık diyaloglar, eril dil, kontrolsüz ses düzeyinin hakim olduğu sıradanlaştırılmış şiddet. Erkek bir hekim, hem sevgilisi hem şefi olan kadın bir hekime sinirlendiği için duvara yumruk atıyor. Dizide sevimli gösterilmeye çalışılan ve bunun için çocukça konuşturulan asistan bir doktor, kendisine sürekli bağıran, hem komşusu hem yönderliğini yapan bir hekime aşık oluyor. Üstelik bu hekim de sakarlığından sürekli şikayet ettiği, sesini her fırsatta yükselttiği asistanına aslında aşık olan romantik prens gibi öne sürülüyor.
Yapmayın canım ebeveyler! Çocuklarınızı 7/24 kontrol edin, demiyorum elbette lakin çocuklarınızın internette ne ile vakit geçirdiğinden haberdar olun. Kadın-erkek ilişkilerinde, erkek dominantlığının, kıskançlığın, şiddetin normalleştirildiği hatta sevimli hale getirildiği yayınların çocuklarınızı manipüle etmesine izin vermeyin. Çocuklarınızın özgüvenini zedelemeden, onlarla her zaman konuşarak ve daha da çok onları dinleyerek romantizm makyajıyla sunulan gizli şiddetten koruyun.20 Nisan 2025 Pazar
Ticaret Bakanı Ömer Bolat dün Malatyalı İş İnsanları Derneği'nin toplantısında söylediği nice nice şeyin yanında şunları da söylemiş: "1999 Marmara Depremi'nde devlet ortada yoktu. Bizim bakanlarımız depremden sonra 3 ay evlerine gitmedi. Hepsi saç sakal karışmış, günde 20 saat deprem bölgesinde görevlerini yaptılar."
Birincisi; bir bakan "bizim bakanlarımız" diyemez. Bakanlar halk için yani herkes için vardır, hangi yılda olduğu fark etmez.
İkincisi; 1999 depreminin ilk saatlerinden itibaren TSK sahadaydı, 2023 yılında askerin sahaya inmesi devlet eliyle engellendi.
Üçüncüsü; biz saat farkından dolayı Türkiye'nin batısında yaşayan birçok insandan önce durumun vahametini öğrenmiş ve yola çıkma hazırlıklarına başlamışken, Murat Kurum basın açıklamasında depremin şiddetli olduğunu ancak can ve mal kaybı olmadığını söylüyordu. Açıklamanın yapıldığı haberi izlemiş biri olarak Google araması yaptım, lakin internette ne hikmetse yok olan birçok şey gibi bunu da bulamadım.
Dördüncüsü; dahil olduğum ekip saatlerce havaalanında bekletilip sonra da plansızca oradan oraya gönderilirken depremden birinci derecede etkilenmiş sağlık çalışanları travmaları hiçe sayılarak, dinlendirilmeden çalıştırıldı. Dönemin Sağlık Bakanı Fahrettin Koca derdini anlatmaya çalışan bir kadın sağlık çalışanına "provokasyon yapma" diye bağırdı. İzlediğim bu videoyu da bulamadım.
Beşincisi; 99 depreminde hiçbir devlet insanının şöyle bir fotoğrafı olmadı. (Hayret bu fotoğraf kara delikte yok olmamış.)
17 Nisan 2025 Perşembe
16 Nisan 2025 Çarşamba
15 Nisan 2025 Salı
14 Nisan 2025 Pazartesi
Almanya Dış İşleri Bakanı Baerbock yaptığı basın açıklamasında, Gaza'da durumun çok vahim olduğunu, hastaneler ve okullar dahil tüm yaşam alanlarının viraneye döndüğünü, tıbbi ve gıda başta olmak üzere insani yardımın yetersiz olduğunu, bir an evvel tam ateşkes ilan edilmesini ve İsrail'in buna uyması gerektiğini söylemiş.
Bunu İsrail'e her türlü desteği vereceğini söyleyen ve İsrail'i askeri donanımla destekleyen yakında eski başkan olacak Scholz döneminde söylemeyen Baerbock'un sözlerinin hiçbir samimiyeti olduğuna inanmıyorum. Durumun nereye gideceği çok açıkken susan tüm politikacılar, Filistin halkının yaşadığı acıdan, yaşanan katliam hatta sözcüğü doğru kullanmak gerekirse soykırımdan sorumludur.
13 Nisan 2025 Pazar
Herkes kendi yarasından konuşur.
Bu cümle ilk anda, kişinin (kişilerin) kendi yarası (yaraları) hakkında konuştuğunu düşündürebilir. Oysa yara; hakkında konuşulan değil, verdiği hasarla hatta belki sağladığı tecrübeyle kelimeleri şekillendirendir. Kelimeler artık sadece kelime değil, anlatana farklı, dinleyene farklı duygudur. Sadece aynı yerden yara almış olanlar, kelimeleri aynı tınıyla duyar...
Bazı nöbetler diğerlerinden daha zor, daha uzun, daha ağırdır. Geçmez, sürünür ve sürer...
12 Nisan 2025 Cumartesi
Bugün Pesah başlangıcı ve maalesef bugün Filistin'e destek ve antisemitizm arasındaki çizgi yine çok hassas. Filistin'e destek olmak içinde antisemitizm barındırmamalı. İsrail hükümetinin Filistinlilere yaşattıklarını tüm Yahudilere yüklemek çok yanlış. Filistin'de yaşananlara yürekten üzülen, mevcut İsrail hükümetini asla desteklemeyen, İsrail'den kilometrecelerce uzakta yaşayan insanların bayramlarını korkuyla, tedirginlikle geçirmek zorunda olması yanlış, çok yanlış.
Filistin'i, Filistin halkını desteklemek nasıl ki Hamas'ın yanında durmak demek değilse; Yahudilerin inançlarını, bayramlarını özgürce, korkmadan yaşamalarını istemek de Neosiyonistlerin yanında durmak değildir.
Hag Pesah sameah!
"sadece bir kabus, bunların hepsi bir kabus, dedim uyanırken. sonra fark ettim ki gerçekte bir rüyaymış. yaşadığım hayatı kabus sandığım, uyanınca her şeyin geçeceğini umduğum bir rüya. rüya, çünkü, yaşadığım hayatın sadece bir kabus olduğunu düşünecek kadar güzel ve elimde olsa yaşadıklarımın sadece bir kabus olduğunu ve uyandığımda beni normal, güzel bir hayatın beklediğini bildiğim için asla uyanmak istemeyeceğim bir rüya."
hiçbir çocuk böyle hissetmemeli. hiçbir çocuk gözyaşlarına boğulmuş bir halde, nefes almaya zorlanırken böylesi sözler dökülmemeli ağzından.
ah çocuk! bu cümleler de asla unutmayacaklarıma eklendi.
11 Nisan 2025 Cuma
10 Nisan 2025 Perşembe
Her zam haberinde "bu millete müstahak" diyen sözde muhalifler var ya; işten onlara aşırı sinirleniyorum.
Sen "müstahak" kelimesini cümle içinde kullanacaksın diye; ömrü hayatında kimsenin hakkını yememiş, çalışmış ya da birçok gerekçeyle iş bulamamış, çalışamayan, yaşamayı unutmuş, sevdiklerinin ya da kendi karnını doyurmaktan başta gayesi olmayan milyonlarca insan milletten sayılmasın mı? Yıllarca okumuş, meslek edinmiş, eline iyi ya da kötü maaş geçmiş insan, yatağa aç girmiyorsa da kazandığı parayı niye sanata, spora, hobiye harcamasın da her gün yeni bir zammın etkisiyle temel ihtiyaçlar için misliyle harcamak zorunda kalsın?
Memlekette kışın yırtık ayakkabı, bulabilmişse incecik montla okula gitmeye çalışan çocuklar var hatta memlekette çalışmak zorunda olduğu için okula gidemeyen çocuklar var, memlekette bırak ömründe bir kerecik olsun herhangi bir sayfiye yerine gidememiş çocuğu, ömründe bir kerecik de olsa et yiyememiş çocuklar var, eskiden "kurbandan kurbana et giren evler" diye bir tabir vardı, artık o da yok, çünkü o çocukların oturduğu muhitlerde kurban almaya gücü yetecek komşu da yok.
Sen bu çocukları milletten saymayarak mı muhalif olduğunu sanıyorsun. Sen muhalif falan değilsin, kibarca söylemem gerekirse "bencilin tekisin", müstahak kelimesini cümle içinde kullanınca kendini önemli zanneden "küstahın tekisin".
Böyle giderse tutuklama ya da gözaltı haberleri olmayan sabahlara uyanacağız. Kimse tutuklanmayacağı ya da gözaltına alınmayacağından değil, haber alma hakkı tamamen yok edileceğinden.
Timur Soykan ve Murat Ağırel bu sabah gözaltına alındı. Çünkü gazeteci olmanın en zor olduğu bu dönemde belgelerle haber yapmaya devam ettiler.
8 Nisan 2025 Salı
7 Nisan 2025 Pazartesi
6 Nisan 2025 Pazar
5 Nisan 2025 Cumartesi
4 Nisan 2025 Cuma
Kimse bu kadar hızlı "hayat devam ediyor" mizaçgirliği yapamaz.
Bugün sustukların yarın yaşayacakların, anla artık bunu.
Biz asla susmayacağız!
Sen de susma!
Mücadeleyi bırakıp "hayat devam ediyor" dersen; yaşamı değil, nafile bir telaşla umudu, mutluluğu kovaladığın bir çarkı seçmiş olursun!
Çık o çarktan!
Susma!
HAK
HUKUK
ADALET
1 Nisan 2025 Salı
31 Mart 2025 Pazartesi
30 Mart 2025 Pazar
Bayram nedir?
Kim neyi, niçin kutluyor?
Çocuklarının geleceği muamma olan insanların kutlayacak bayramı var mıdır?
Kutlayanların kutsalı nedir?
Tutulan orucun, kılınan namazın kıymeti var mıdır gençlere kıyılırken, gençler kıyılırken?
İkram edilen tatlı, diyeti olabilir mi yaşatılan zulmün?
Neyin coşkusunu yaşıyorsunuz?
Niye hiç utanmıyorsunuz?
29 Mart 2025 Cumartesi
27 Mart 2025 Perşembe
Biz yıllardır "hak, hukuk, adalet" diyoruz, herkes için, hepimiz için. Yıllar içinde dönem dönem biz "hak, hukuk, adalet" derken susanlar da kendileri haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe maruz kaldıkça "hak, hukuk, adalet" demeye başladı. Onlara da eşlik ettik. Şimdi çocuklarımız "hak, hukuk, adalet" diyor. Onlara da eşlik ediyoruz ve "bu kez kimse susmamalı" diyoruz. Tarih artık öğretmiş olmalı "hak, hukuk, adalet" sadece isteyenlere değil, susanlara, korkanlara, sinenlere yani herkese, hepimize lazım.
Bu kez susma! Sadece gelecekte çocuklarımızın çocukları da "hak, hukuk, adalet" demek zorunda kalmasın diye değil, "hak, hukuk, adalet" dahi diyemeyecekleri bir gelecekleri olmasın diye.
Bu kez susma!
"Hak, hukuk, adalet" herkes için, hepimiz için, en çok da çocuklarımız için.
26 Mart 2025 Çarşamba
...günün hayran bırakan ayran diyalogları...
nedoş'un apartmanından;
kadın: "direne direne kazanacağız" diye diye öldürüleceksiniz, hapislerde sürüneceksiniz evladım, hiç insafı yok bunların.
genç: teyze ne hapsinden bahsediyorsun zaten özgür değiliz. hangi ölümden bahsediyorsun, hayatta kalma mücadelesi verirken zaten yaşamıyoruz.
kadın: evladım kendinizi düşünmüyorsanız annelerinizi, babalarınızı düşünün.
genç: sizin kuşak bizi düşündüğünü sanarak sustu, işe yaramadığı ortada, biz yarının çocukları bizim yaşadıklarımızı yaşamasın diye devam edeceğiz direnmeye. belki sizin anladığınız şekilde kazanamayız ama kaybeden de olmayacağız. yarının çocukları bizim gibi "siz sustuğunuz için bu haldeyiz" demeyecekler, mücadele ettiğimizi bilecekler. kim bilir bizim ektiğimiz umudu onlar yeşertecekler, bizim başladığımız mücadeleyi onlar kazanacak.
kadın: dur, bekle. dolapta yoğurt var, ayran çırpayım, iyi geliyormuş gaza.
metin bakkaldan;
müşteri: hangi markaları boykot ediyoruz metin bey.
bakkal metin: espressolab diye bir kafe, d r diye bir kitapçı, yangında ölenlerin sorumluluğunu almayan turizm şirketi ets.
müşteri: onları biliyorum metin bey, ben bakkalda bulunan ürünlerden soruyorum.
bakkal metin: başka bakkalda bulunan ülker ve pınarı zaten yıllardır satmıyorum ben.
müşteri: normal alışveriş yapabilirim o zaman
bakkal metin: yapamazsın. ihtiyacından fazlasını alma. boykot sadece markayla olmaz. genel olarak para trafiğini düşürmek gerek.
müşteri (gülerek): nasıl esnafsınız metin bey, siz de kaybedersiniz.
bakkal metin: hele bir demokrasiyi kurtaralım, hak, hukuk, adalet sağlansın, para kazanılır.
müşteri: bir ekmek bir de yoğurt alayım.
bakkal metin: yoğurt kalmadı. eyleme giden gençler aldı. ayran yapacaklar.
25 Mart 2025 Salı
24 Mart 2025 Pazartesi
"Polis de görevini yapıyor!"
Bu nasıl görev yapma. Ne o polisler ne de o polisleri savununanlar insan değil, olamaz.
Körü körüne biat edenler, yandaşlık ilkesiyle yayın yapanlar, orantısız güçle dövülenler sizin çocuklarınız, onlar sizin de sizin çocuklarınızın da geleceğini savunuyor. Fransa ve\veya ABD polisinin uyguladığı şiddeti dakika dakika yayınlayıp kınadınız, aynı zamanda kuklacınız olan şahınızın bu ülkelerdeki polis şiddetini kınayan sözlerini çevire çevire yayınladınız, kendi ülkenizde, kendi evlatlarınıza yapılanlara -nasıl- böyle sessiz kalıyorsunuz?
Hadi vicdanınız yok, bencil aklınız da mı yok? Bir kişinin sözü ile yaşananları, yaşatılanları görmezden gelirken, ipinizin o kişinin elinde olduğuna ve canı istediğinde o ipi keseceğine hiç mi aymazsınız?
23 Mart 2025 Pazar
Nöbeti devrettim, eve gidiyorum, kafam cayır cayır!
"Hiçbir dayanağı yok!"
Demirtaş'ın, Kavala'nın var mı? Tayfun'un, Can'ın, Mine'nin, Çiğdem'in ve daha nicelerinin.
"Ön seçim yapılacak!"
Varsın yapılsın. Sandıktan büyük ihtimal ki bu şartlarda galibiyet çıkacak. Bu galibiyet rehavete sürüklemeyecek mi? Halkta var olan direnişi kırmayacak mı? Yeniden "korkuyor, o yüzden" seslerini yükseltmekten ve direnişin dozunu azar azar eksiltmekten başka etkisi olacak mı? Bu rehavet, bu duruma da diğerlerinde olduğu gibi alıştırmayacak mı? Bir süre sonra her şey bir hashtag olarak kalmayacak mı?
Sokaklar şimdi terk edilemez, direniş şimdi hafifleyemez, ülkenin geleceği "oldu bitti"ye getirilemez. Çünkü hukukun işlemediği, haber alma özgürlüğünün yok edildiği yönetimlerde kimsenin yaşam hakkı, kimsenin özgürlüğü koruma altında değildir.
Araya giren; "Onlar Kürtler için bir şey yaptı mı ki biz yapalım?", "Doğu'da pamuk şekeri dağıtıldı." cızırtılara rağmen birleşerek mücadeleye devam etmek gerek. "Özgürlük, Adalet, Barış, Gelecek hepimizin olsun" diyorsak; birleşmekten, bir arada durmaktan, rehavete kapılmadan mücadeleye devam etmekten başka çözüm yok.
Yarına bırakılan hakkın yarını olmaz!
21 Mart 2025 Cuma
20 Mart 2025 Perşembe
Salı sabahı yeniden başlayan hava saldırılarının ardından cuma günü için planlanan saha görevi belirsiz bir tarihe ertelenmişti, şimdi iptali konuşuluyor. Türkiye'de gündem çok farklı olsa da bu konu ve muhtemel arka planı çok önemli olabilir. Şubat başında Trump, Filistinlileri Gazze Şeridi'nden alıp Ürdün, Mısır gibi ülkelere yerleştireceğini, Gazze'yi de yeniden inşa edip turistik bir yer yapacağını, böylece savaşı bitireceğini söylemişti. Netanyahu'nun Trump ile görüşmesinin ardından hava saldırılarının yeniden başlaması ve Fransa hükümetinin, ABD'nin Türkiye'nin de yardımıyla Gazze'yi boşaltmaya çalıştığı yönündeki iddiaları korku verici.
Komplo teorisi belki, lakin ben "gündem çok farklı" derken, gündem özellikle mi çok farklı bir hale getiriliyor, diye düşünmeden de edemiyorum.
19 Mart 2025 Çarşamba
18 Mart 2025 Salı
Büyük çoğunluk farkında ya da değil lakin konu diploma değil.
Konu -elbette- diploma değil!
"Korktukları için iptal edildi o diploma" diyen haindir!
Elbette korkuyorlar. Hem korkuyorlar hem korkutuyorlar. Korkuttukları pasifleştikçe, bu pasifliğin verdiği güçle kendi korkuları cüretkar bir hal alıyor, yaptıklarının boyu gitgide büyüyor.
Hayır, korktukları için değil, korkutabildikleri için yapıyorlar tüm yaptıklarını. Yaptıkları hiçbir zaman gerçek bir itirazla karşılaşmayacağı için yapıyorlar, tüm yaptıkları kendilerine kar kaldığından yapıyorlar.
Konu sadece diploma olsa muhalefet partileri tek bir aday gösterip İmamoğlu'nun rüzgarıyla, tıpkı yerel seçimlerde IBB için yürütülen seçim kampanyasında olduğu gibi çalışır ve kendi adayını seçtirir. Sonra da geriye dönük adaletsizlikler düzeltilebilir. Lakin konu diploma değil. Bugün seçim uğruna yapılan usulsüzlük göz önüne alındığında, aday kim olursa olsun, usulüne uygun bir seçim yapılmayacağının da anlaşılır olması gerekir.
Velev ki muhalefetin adayı seçimi kazandı, seçimi tanımıyoruz, seçimi iptal ediyoruz, saraydan çıkmıyoruz, dediler, kim itiraz edecek? Diyelim itiraz edenler bulundu, nereye, kime itiraz edecek, hangi mahkemeye, hangi kanunla?
Türkiye'de artık halkın gerçek oylarıyla, kanuna uygun adil bir seçimle yönetimin değiştirilebileceğine inanmıyorum. Halk bekledikçe ve sustukça hiçbir şeyin olumlu yöne döneceğine inanmıyorum.
Maalesef...
İsrail'in sabaha karşı başlattığı hava saldırısında hayatını kaybedenlerin sayısı dört yüzü geçti. Filistin Kızılayının geçtiği raporda ölenlerin çoğunun çocuk ve kadın olduğu belirtildi. Filistin Kızılayı saldırıların en yoğun olduğu Tel El-Sultan bölgesinde yaralıları çıkartma çalışmalarına devam ediyor ve ölü sayısının artabileceğine dair endişelerini belirtiyor.
17 Mart 2025 Pazartesi
8 Mart 2025 Cumartesi
Bitmedi kıyımlarınız, doyamadınız kana. Kimini Yahudi diye kimini Alevi diye kimini Kürt diye kimini Arap diye kiminin teni koyu diye kiminin gözü çekik diye kimini kadın diye kimini eşcinsel diye kimini sadece "barış" dedi diye kimini şarkı söyleyip dans etti diye öldürdünüz, öldürüyorsunuz. Nefreti, kini, kibri çok iyi bildiniz de bir sevgiyi bilmediniz, saygı duymayı öğrenemediniz. Yüz yıl bile sürmeyen insan ömrünü milyarlarca yıldır var olan yerkürenin hiçbir yerine sığdıramadınız. Din dediniz, ırk dediniz olmadı toprak dediniz petrol dediniz. Doymadınız, öldürmelere hiç doymadınız. Bir tek siz ve zihniyetiniz ölmedi, öldürdüklerinizin kanıyla beslene beslene büyüdünüz, çoğaldınız. Bitmedi kıyımlarınız, doyamadınız kana.
7 Mart 2025 Cuma
3 Mart 2025 Pazartesi
Belki de karşı konulmaz bir ihtiyaçla güvenilir siyasetçi aradığımdan, kendimce güvenilir bulduğum siyasetçilerin ağzından çıktığı söylenen cümleleri okurken; bu kadar da tepinmemişsinizdir duygularımızın, inandıklarımızın üzerinde, bu kadar da sıçmamışsınızdır umutlarımızın içine, diye diye isyan ediyorum. Bu kadar da değildir, diyorum. Ne okudum ben, diyorum. Yazıya dökenlerde hata arıyorum, manipülasyon var mıdır, diye sorguluyorum. Okuduğunu anlamayan biri olduğumu farz edip kendi aklımdan şüphe ediyorum. "Zarif"miş... Zarafetinize tüküreyim! "Allah uzun ömür versin"miş... Bizim ömrümüz tükendi!






















