30 Temmuz 2024 Salı

Ağaçları yakan, ormanları yok eden, gözünü kırpmadan köpekleri topluca öldürenleri gülerek alkışlayanlar; yarın öbür gün çekilen ipin, kendi ipleri olmayacağından nasıl bu kadar emin oluyorlar?

Daha düne kadar el pençe divan durduklarını terörist ilan edenler, dün söylediğini bugün inkar edenler, giydiği elbisenin kalıbını alanlar, suyuna gittiklerinin huyunu alanlar, yarın sizin alkış tuttuğunuz katliamın sorumluluğunu alacaklar mı yoksa sizi katliamın sorumlusu tutup namluyu size mi çevirecekler?

Heinrich Heine, 1823'de "Kitapların yakıldığı yerde sonunda insanlar da yakılır." demişti. Ve maalesef Heine haklı çıktı. Hukukun işlemediği, demokrasiyi kaybetmiş, tek adam rejiminde; köpeklerin topluca öldürüldüğü yerde sonunda; kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi giyinmeyen, kendileri gibi konuşmayan, kendilerinden saymadıkları yani saraya, saray eşrafına ve şürekasına boyun eğmeyenlerin de öldürülmeyeceğine kim emin olabilir?

Var oluşundan sorumlu olmadığı bir canlının yok oluşundan sorumlu olmak hakkı, diye bir hak var mıdır?

Bir canlının, herhangi bir canlının katledişine sevinen kişi gerçekten insan mıdır?

Ya da insan aslında nedir?




“Dort wo man Bücher verbrennt, verbrennt man auch am Ende Menschen.” Heinrich Heine, Almansor, 1823



28 Temmuz 2024 Pazar

Küçücüktüm, babam "kalbin yumruğun kadardır" dediğinde. Son günlerde aklımda devamlı bu cümle, ellerime bakıyorum hep, küçücükler.. Küçücüktüm hayaller kurarken.. Küçücüktüm umudum varken.. Küçücüktüm mutlu sonlara inanırken.. Küçücüktüm babam yanımdayken.. Küçücüktüm bilmezken aslında ne büyükmüşüm.. Küçülmekmiş büyümek ve kocamanmış meğer küçücükken insan...

İki güzel söz, üç gülümseme, ruhsal gücüm yükseliyor, derken; IFRC'nin yeni raporlarını okuyorum ve gerçek hayat, o yükseldiğim yerden alıp beni, son sürat alaşağı ediyor. Elimden hiçbir şey gelmemesi kahrediyor. Oradayken de gelmiyordu, burada hiç gelmiyor. Kendi bireysel gücümü son gıdımına kadar harcasam da çabalasam da değiştirmek, iyileştirmek için, biliyorum, okyanustaki kum tanesi bile değilim. Gördüğüm maviyi gök sanıyorum, oysa sudayım, boğuluyorum, çıkış, şeffaflığı yanıltıcı bir tabaka ile kaplı, bulamıyorum. Karanlık, kötülük, nefret o kadar kaplamış ki dünyayı, bu tabaka kalkar mı, kalksa da altından aydınlık, iyilik ve sevgi çıkar mı hiç bilmiyorum. 

27 Temmuz 2024 Cumartesi

Duygularımı, küçücük ellerimle, küçücük yüreğime istifledim. 

Korkuyorum yine de, bir şey ya da biri çarpsa dökülüp dağılacaklar diye.

Ve döksem yüreğimi, dökülse yüreğimdekiler, yok gücüm yeniden toplamaya.

26 Temmuz 2024 Cuma

Sabah Jost dedi ki "dün dinlediğin neşeli şarkıyı çalsana". Anlamadım, dahası dün ne dinlediğimi bile hatırlamıyorum, telefonda kayıtlı şarkılar oynatıcıda rastgele ayarında, zaten mevcut ruh halimde dinlemekten çok, ses olsun düşüncesiyle müziğe sığınıyorum. "Anlamadım, hangisi?" diye sordum. "Gaza ile ilgili olan ama hüzünlü değil, hatta son derece keyifli" dedi. Çok şaşırdım. "Telefonumda Gaza hakkında şarkı yok ki" dedim. "Var" dedi, "dün dinledim, çok eminim, İstanbul ve Gaza hakkında". İstanbul ile ilgili şarkıları hızla aklımdan geçirmeye çalıştım, ki İstanbul ile ilgili çok şarkı var ama yok, herhangi bir bağlantı kuramadım. Bagaj beklerken kulağımda Can Bonomo'nun Gazapistan'ı çalmaya başlayınca Jost'un bu şarkıyı kastettiğini düşündüm, yanına gidip, şarkıyı çaldım. Kocaman bir gülümseme ile "işte bu" dedi. Bu kez ben güldüm ve açıkladım: Gaza değil, gazap. Gazap, öfke demek, öfke ülkesi, öfke yeri. -istan eki, Farsça'dan gelir, ülke, yer anlamındadır. Afganistan, Hindistan gibi. Afganülkesi, Hintülkesi. Gazapistan var olan bir yer hatta var olan bir kelime değil. Can Bonomo kelime oyunu yapmış. Sonra sözleri çevirdim. "Çok güzel" dedi, "hem müzik hem sözler." Gülümsedim "öyle" dedim. Düşündüm, dili bilmeyen birinin Gazapistan ve Gaza arasında bağlantı kurduğunu bilse ne hissederdi Can Bonomo. Bilmiyorum tabii ama sevinirdi sanki ve fakat onun için de düşündürücü olabilirdi. 


Neyse, işte böyle... Bir Can Bonomo şarkısı daha an'lar ve anı'lar hanesine işlendi..

Bense hala; sanma acıtmaz dünya seni o kafeste. Her gün aynı tebessüm her gün aynı beste... Lakin ben; tutuyorum cebimde ne kaldıysa hatalarımdan, kendimi kendi yerime koyuyorum, korkarsam adım almaktan ya da tut ki derinlere dalmaktan, kendime "sen korkma yeniden doğar güneş" diyorum. 


23 Temmuz 2024 Salı

unutulmasın diye

savaş çocukları arasında yapılan ayrım her zaman hatırlansın diye 

yaralı çocukların kimliğinin tıbbi ihtiyaçlarından daha önemli olduğu unutulmasın hep hatırlansın diye

iki yüzlülük belgelensin diye 

hissettiğim öfke hiç dinmesin diye







Ne ıslah olurum ben ne de iflah. Şu an içinde bulunduğum şartlarda dahi TRT'den okuduğum haberlerle yüreğimi şişirebiliyorum ya bravo bana! 


TRT Haber, İçişleri bakanlığının verileriyle haber(!) yapmış. 


İçişleri bakanlığının verilerinde kadın ölümleri de vardır mutlaka. 


Grafiği hazırlanmamış lakin sadece gazete haberlerine konu olan 219 kadın, son yedi ayda, eski kocası, dini nikahlı(?) kocası, sevgilisi, eski sevgilisi, babası, gelinini korumaya çalışırken oğlu, kızını korumaya çalışırken damadı ya da reddettiği bir erkek tarafından öldürüldü. Son yedi ayda erkek eliyle, erkek diliyle mağdur edilen, erkek şiddetine maruz kalan kadınların gerçek sayısı ise asla bilinmeyecek.

  

Ne yapalım, nasıl yapalım, tüm erkekleri itlaf mı edelim?


 


22 Temmuz 2024 Pazartesi

bunca sesin, bunca çığlığın, bunca acının, bunca korkunun içinde saatlerdir zihnimin içinde cihan mürtezaoğlu'nun şarkısı çalıyor.

"hangi yön liman hangisi yol

dert bile bana uğramıyor

şimdi toz duman gönlüm hazan

dört yanım buna dayanmıyor"


18 Temmuz 2024 Perşembe

...iyiyim ben, beni merak etme, dönünce uzun uzun konuşuruz...

14 Temmuz 2024 Pazar

Kelime anlamı "güzel ölüm" olduğu için mi toplu itlafa ötanazi demeyi uygun görmüşler bilmiyorum. Lakin, bugün itlaf yasasını onaylayanlar, idam cezasını da yeniden yasallaştırmak isteyenler. Bir canlının ne zaman ne şekilde öleceğini belirlemek bir avuç karar vericinin tekelinde olmamalı. 

Ki ben çocukluktan kalma bir travmayla, köpekleri (hele de kangal ve mopsları) diğer bütün hayvanlar gibi çok sevsem de sokaktaki başı boş köpeklerden (hele de sürü halindeylerse) korkarım. Ve fakat bu korku, bir canlının yaşamına bilinçli olarak son verilmesine onay verecek insanlara karşı duyduğum korkunun yanında ufacık kalır. 

Ötanaziye genel olarak karşı değilim. Ne insan ne de hayvan için. Lakin ötanaziye artık hiç yaşam umudu yokken ve çok acı çekiyorken ya kendi ya da kendi artık karar verecek durumda değilse en yakını karar vermeli. Başka türlüsü kelime anlamı her ne kadar "güzel ölüm" olsa da cinayettir.

Bir çok gönüllünün de destek verdiği; kısırlaştırma, aşılama, sahiplendirme ve barınaklar en doğru çözümdür. 

Askeri bir darbe ile kurgu bir darbe aynı şey değil. İkisinin de telafisi zor yıkımlara neden olması bu gerçeği değiştirmez. 

TSK'nin devlet eliyle itibarsızlaştırılmasından rahatsız olmak ile militarist olmak aynı şey değil. 

Lakin bunların ayrımına varamayacak kişilere laf anlatmak ve boş duvarlarla konuşmak aynı şey. 

Bugün bana, değer verdiğim biri, geçen yıl Afganistan hakkında okuduğum kitapların ardından yazdığım (*) "Türkiye, Afganistan olur mu?" sorusuyla başlayan yazımı, "1989'da SSCB, Afganistan'dan çekilmese ve 1991'de SSCB dağılmasaydı, Afganistan, bugünkü Afganistan olur muydu? Taliban yine de bu kadar güçlenir miydi?" sorularını sorarak hatırlattı. Soruların ikisi de doğru ve anlamlı sorular. Ve fakat bu sorular beraberinde "SSCB, Afganistan'a hiç müdahale etmeseydi, halkın büyük bir kısmı, komünist yönetim altında dini inançlarının tehlikede olduğunu düşünmese ve komünizmi bir tehdit olarak almasaydı, Mücahitler ve onların hemen ardından Taliban, El Kaide var olabilir miydi? Yüz yıllar boyu, din çatısı altında toplanmış, dini öğretilerle yetişmiş toplumlara, tepeden inme bir yönetim sunmak ne kadar doğrudur?" sorularını da getirmeli. 

Ve hepsinden öte; bugün Afganistan'da yaşananlar, Afganistanlı kadınlara, Afganistanlı kız çocuklarına yaşatılanlar, kısıtlı bilgilerle ve yine tepeden inme yöntemlerle çözülebilir durumda değil. Bugün, herhangi bir Batı ülkesinde yaşayan, modern görünümlü bir Afgan, kılık kıyafetinin içine Taliban zihniyetini saklamış olabilir ve aynı şekilde kılık kıyafeti Taliban zihniyetini yansıttığı düşünülenler aslında Afganistan için modern hayaller kurarken, insani bir yaşam mücadelesi veriyor olabilir. 

Afganistan'daki sorunları, dünü ve bugünü yok sayarak bir anda düzeltmek mümkün değil. Dünyanın hiçbir yerinde, halkın inançlarını, halkın fikirlerini yani halkı yok sayarak çözüm üretmek mümkün değil. Çözüm sadece anlamakla mümkün ve geçen yıl yazdığım cümle, benim baktığım noktada geçerliliğini koruyor. Afganistan; dünüyle, bugünüyle iyi anlaşılması gereken bir ülke, sadece okumak, anlamaya yetmeyecek...

13 Temmuz 2024 Cumartesi

BM Genel Sekreteri António Guterres'in "Gazze'deki Filistinliler, yıkım ve ölüm manzaraları arasında, sanki langırt masasındaki insanlarmış gibi oynatılarak harekete zorlanıyorlar. Hiçbir yer güvenli değil, her yer potansiyel ölüm bölgesi." bu sözlerinin üstünden bir gün geçmeden İsrail, Yunus Han'daki güvenli bölgeye hava saldırısı düzenledi. İlk saldırıda direkt kampı hedef alan ordu, ikinci saldırıda yardıma gelen ekipleri (ambulans ve itfaiye) hemen ardından da sağlık merkezini hedef aldı. Gelen ilk açıklamalara göre; 70 kişi öldürüldü üç yüze yakın kişi de yaralandı. 


İsrail saldırıyı her zaman olduğu gibi Hamas liderini hedef aldıklarını söyleyerek savundu. 

12 Temmuz 2024 Cuma

Mimozalarının kokusunu belki de son kez duyacağım bu sokaktan geçerken, kokuyu derin derin içime çekip anı benimsemek varken; niye yaşı akmasın diye mücadele veren gözlerim yanıyor, görüşüm buğulanıyor? Niye hala, bir koku, bir ezgi, bir söz; beni, asla bıraktığım yerde bulamayacağım, asla bıraktığım yerden devam edemeyeceğim ve asla tekrarı olmayan geçmişe götürüyor? Niye başkalarında iyileştirdiğim yerlerimden kanıyorum, yaşarmadan, allanmadan? Niye hayatımın özeti; hasret? 

9 Temmuz 2024 Salı

Hastaneye saldırı korkunç bir savaş suçudur!

Kiev'de de Gazze'de de. 

Birini diğerinden ayrı tutan da suça göz yumduğu, sessiz kaldığı için aynı ölçüde suçludur!


Bir buçuk yıl! Bir avuç organizasyon, bir avuç gönüllü sayılmazsa; 6 Şubatta hayatta kalan ama yaşamaya nerede ve nasıl devam edeceğini bilemeyen hatta hayatta kaldığı için kahrolan insanlar için bir şeyler yapan kimse kalmadı. Dudak uçuklatan, kentleri baştan kurmaya yetecek rakamlar havada uçuştu, Dolar bazında, Euro bazında, TL bazında. 

"Niye kimse bu bağışları merak etmiyor, niye bu bağışların hesabı sorulmuyor?" diyeceğim, aklıma 99 Depremi ardından toplanan, hesabı sorulmamış vergiler geliyor.

Toplum hafızası uzun yıllardır hashtag ardı kadar! Toplum hafızası yıllardır yarım ton inceliyor!..


Şöyle bir yazıya denk geldim;

bir yandan "acaba mı" 

bir yandan "yok ya" 

bir yandan "fesatlık etme"

bir yandan "nabza göre mi hazırlanıyor şerbet"





Bu tür açıklamaları okuyunca aklıma; çocukluğumda heyecanla beklediğim "pek yakında sinemalarda" gelmez, daha çok, gençliğime denk gelen, televolevari, magazinsel "az sonra" gelir. Ve ben sadece siyasette değil, hayatımın hiçbir alanında sevmiyorum bu "az sonra"ları. Hayatı, duyuru tadında yaşayacak kadar anlamsız, değersiz ve dahi uzun bulmuyorum. 


Ve fakat işte; serde biraz insanlık biraz kedilik var. Merakla, biraz da umutla, serzenişimi boşa çıkaracak bir açıklama bekliyorum!..


SHP

Sosyal Demokrat Halkçı Parti

Meşrutiyet Mahallesi, Karanfil Sokak, Çankaya, Ankara

28 Haziran 2024'de -yeniden- kurulmuş.



Peki, partinin kurucusu\kurucuları kim? Genel Başkanı kim ya da kim olacak? Partinin ismi çizgisiyle örtüşecek mi?


Sorular... sorular...

7 Temmuz 2024 Pazar

Yeni Halk Cephesi başkanı Jean-Luc Mélenchon Enternasyonal’i söylemeye başlayınca ve alandaki binlerce kişi eşlik edince kalbimin kızılı yaş olup gözüme doldu. 

İçimin sevinci ah'larla bezeli...

Fransa'daki parlamento seçimlerinde Sol ittifak birinci durumda ancak mutlak çoğunluk ihtimal dahilinde değil. Macron ve Le Pen'in partileri ikincilik için neredeyse başa baş durumda. 

Nihai sonuçların açıklanması birkaç saat daha sürecek olsa da Sol İttifakın birinciliğine etkisi olmayacak.

Dünya basınında İsrail ordusunun gerçekleştirdiği katliamların hangi cümlelerle yer alacağına da İsrail karar veriyor. Bölgede yer alan ve canlarını hiçe sayarak insanlara yardım eden dahası insanlığa, iyiliğe hizmet eden kurum, kuruluş, teşkilatların tarafsız ifadeleri, katliamların gerçek boyutunu açık ettiği için basına yansımıyor. Ezkaza sosyal medya üzerinden yayılan gerçekler de İsrail'in yaptığı açıklamalarla ya yalanlanıyor ya da gerekçeler İsrail lehinde şekillendirilerek servis ediliyor. Filistin'de yaşananlar sadece Filistin halkına yönelik bir katliam değildir. Bu katliam, insanlığa, iyiliğe, gerçeğe, tarafsızlığa da yöneltilmiş bir katliamdır. 

6 Temmuz 2024 Cumartesi

Yarım saat önce geçen rapor; UNRWA'ya ait okula yapılan, 2 kişinin öldüğü ve çok sayıda kişinin (çoğu yine çocuk) yaralandığı saldırıda Filistin Kızılayı 14 yaralıyı Al-Aksa Hastanesine transfer etti. 


Artık haber yapan yok! 

Dünya basınında Gazze'de yaşananların futbol karşısında haber değeri bile yok!

Merkezde oturmuş, Filistin'den gelen haberleri okurken, birkaç kez karşılaştığım lakin adını bile bilmediğim biri "korumalar stadyuma nasıl sığacak" diye sordu sırıta sırıta. Anlamadım ilk anda, anladığımda sorunun muhatabı değilmiş gibi davranabilirdim, yapmadım. Sorunun gerçekten muhatabı olmadığım için "sorunun muhatabı değilim" dedim. 

Sahi, Filistin halkının yaşadığı vahşete sessiz kalanların ülkesinde hatta "kayıtsız şartsız İsrail'in yanındayım" demiş bir başbakanla tokalaşırken ve unutulan topraklarda, daha yaşını görmemiş çocuklar açlıktan ölürken; korumalar nasıl sığacak stadyuma?

Gazze'de her gün bombalardan, silahlı saldırılardan kurtulmuş olsa da çocuklar ölüyor. Çocuklar açlıktan ölüyor. Sahi, korumalar nasıl sığacak stadyuma?

Hala hizmet vermeye çalışan hastanelerde, sağlık merkezlerinde hastalar tıbbi malzeme yetersizliğinden ölüyor. Sahi, korumalar nasıl sığacak stadyuma?

The Independent'ın Lübnan muhabirinin açıklamasına göre Gazze'de bir gazeteci daha öldürülmüş. Filistinli foto muhabiri Saadi Mdaoukh'ın dün öldürülmesiyle, ölen gazeteci sayısı 162'ye yükselmiş. Bu sabah okudum henüz ama korumalar nasıl sığacak stadyuma?






5 Temmuz 2024 Cuma

Keşke her ülkede, ülke insanlarının tek mutluluğu kazandıkları bir futbol maçı yerine tek derdi kaybettikleri bir futbol maçı olsa. 

Öyle işte...

3 Temmuz 2024 Çarşamba

Kayseri'de başlayıp çeşitli illere yayılan sığınmacılara yönelik ırkçı saldırılarda Antalya'nın Serik ilçesinde 17 yaşındaki Ahmet Handan El Naif isimli Suriyeli çocuk bıçaklanarak öldürüldü.


bıçaklanarak


çocuk bıçaklanarak 


bıçaklanarak öldürüldü 


çocuk öldürüldü 

2 Temmuz 2024 Salı

Unutmadık mı?

Gerçekten unutulmadı mı?

Gerçekten de unutulmamış olsaydı, ardından yaşananlar, yaşatılanlar, misal; 12 Mart 1995, 20 Kasım 2020, 11 Ağustos 2021, 30 Haziran 2024 yaşanır mıydı, yaşatılır mıydı?

Gerçekten de unutulmamış olsaydı, insan yakmaktan beis görmeyenler, gocunmayanlar yüzlercesinden, binlercesine, milyonlarcasına katlanır mıydı?

Elbette 31 yıl önce bugünü unutmayanlar, o ateşle hala yananlar, yananlarımız var. Lakin hala yananlar, yeniden yakan, yeniden yakacak olanlardan çok çok azlar. 

O yüzden; yılda bir kere "unutMADIMAKlımda" derken, "gerçekten unutmadık mı?" daha da doğrusu "hatırladık mı, hatırlattık mı?" sorularıyla da yüzleşmek gerekir!

Tantik burada. Kayseri'de yaşananların videosunu beraber izledik maalesef. Gözyaşlarını durduramadı, uzun uzun ağladı. Hıçkırıklarının arasında "aynı böyle bağırıyorlardı", "aynı nefret aynı galeyan" dedi hep. Çok üzüldüm, videoları izlemesine vesile oldum diye. 14 yaşındaymış 1955'de, Kumkapı'da oturuyorlarmış o vakit..

Dilerim bu yaşananlar daha fazla insana zarar vermeden son bulur..


1 Temmuz 2024 Pazartesi

Dün Kayseri'de yaşananlar ülkeyi yine fikren ve vicdanen ayırdı. Bir yanda boyutu giderek büyüyen bir nefretle eyleme dönüşen davranışlar ve söylemler, bir yanda göçmenleri savunmaya çalışan ama eyleme dönüşmeyen sözler.

Peki iki uçtaki insanlar aslında tam olarak neyi savunduklarının farkında mı? İşte o meçhul!

Türkiye 2015 yılından bu yana, Almanya'nın eski şansölyesi Angela Merkel'in "wir schaffen das (başarabiliriz)" sözleriyle başlattığı ve fakat başaramayınca, hızla büyüyen kontrolsüz göçü -yeter ki Avrupa'ya gelmesinler düşüncesiyle- durdurmak adına, AB'nin büyük paralar ödeyerek -başta Suriye'den kaçanlar olmak üzere- sığınmacıları tutmaya çalıştığı tampon bölge görevini görüyor. 

Elbette mevcut yönetimin siyasileri, bir yandan gelen sığınmacıları -insan yerine koymadan- pazarlık aracı olarak kullanmaktan kaçınmadı ama öte yandan da sınır kontrolünü kaybetti. Siyasi anlamda Türkiye ve AB arasında pazarlık konusu olan sığınmacılar, Türkiye'de de potansiyel oy olarak görüldüğünden yeniden farklı bir iç pazarlığın konusu oldu. Ve tüm bu pazarlıklar yapılırken ne gerçek anlamda sığınma arayanların ihtiyaçları gözetildi ne de giderek kötüleşen ekonomik koşullarda ve daralan yaşam alanlarında yurttaşların ihtiyaçları. Giderek fakirleşen halk ve sığınmaya çalıştığı ülkede tutunmaya çalışan insanlar arasındaki uçurum sadece ekonomik, sosyokültürel anlamda değil, psikolojik anlamda da günden güne büyüdü. Bu büyüme yer yer insanları ideolojilerinin sınırlarına dahi taşıdı hatta yer yer fikirleri ideolojilerinin sınırlarını aştı. 

Peki, artık Türkiye'de sorun haline gelmiş olan göç, çözümü zor bir durum mudur? Türkiye'deki ve dahi Dünya'daki mevcut şartlarda -maalesef- evet! 

Öncelikle hatırlanması gereken, insan denen canlı türü, diğer birçok canlı gibi, alıştığı ortamı, şartları yaşamaya, soyunu sürdürmeye elverişli ise terk etmez yani insanı göçe teşvik eden olumsuz koşullardır. Bu olumsuz koşulların başında savaş gelir. Ekonomik, sosyolojik, politik hatta meteorolojik durumlar da göç için çok etkili olumsuz koşullar arasında yer alır. O yüzden göçü engellemenin temelinde barış ve gönenç vardır. Ki dünyanın en büyük sorunu göç değil, çoğu bilinçli olarak canlı tutulan barışsızlık halidir. 

Türkiye birçok parametrenin birleştiği noktada kaldırabileceğinden fazla göç almıştır. Lakin Türkiye'de bu duruma sağlıklı bir yön verebilecek muhalefet bulunmamaktadır. Zira mevcut yönetim, AB ile yaptığı anlaşmalar nedeniyle çözüm üretemez konumda olmasından da öte, çıkarları ile örtüşmediği için çözüm arar bir hal içinde değildir. O yüzden çözüm üretmesi gereken muhalefetin eksikliği, nefret suçlarını -dün yaşananlar gibi- arttırmaktadır. Ülkede adli makamlar işlemesi gerektiği gibi işlemediğinden, dün yaşanan olayda halk, kendi adaletini sağlamaya çalışmış ancak kılavuzu hukuk olmadığı için çok yanlış bir yol seçmiştir. 

Faşizan bir tutum içinde olan siyasi oluşumlar bu duruma destek verirken, ülkede kendine sol diyen kesim, yurttaşın bugüne değin yaşadığı, göçe dayalı sorunları hiçe sayan sözlerle karşı tepki vermiştir. Her iki tarafta da barışçıl bir çözüm önerisi bulmak mümkün değildir. 

Çocuk istismarına karşı alınacak en doğru önlem, hukukun olması gerektiği gibi işlemesini sağlamaktır. Ahlak dokusunda yaşanan bozukluğun temeli, çoğunluk tarafından kabul görmese de hukukun işlevsiz bırakılmış olmasıdır. İstismara uğrayan çocuğun kimliği ile istismarcının kimliği hukukun doğru işlemesi üzerinde rol oynamamalı. Kimliğine bakılmaksızın, her suçlu, yasalar nasıl ön görüyorsa öyle muamele görmeli. Zira ne istismar ne tecavüz ne cinayet ne de diğer suçlar sadece göç kaynaklı, suçlu da her daim göçmen değildir. 

Görebileceğime dair umutlu olmasam da; insanın insana bilerek ve isteyerek zarar vermediği bir hayat aslında mümkün! Lakin değişmesi gerekenler, değiştirilmesi gerekenler var! En başta da düşünce yetisini körelten, düşünceleri karartan siyasi yönetim ve yöneticiler!..

Son söz; ülkenin hukuk devleti olduğu gerçeğinin hatırlanması yanı sıra, insan denen canlının yeniden vicdanı bulması dileğiyle...

sözde cehennemden ve cehennem ateşinde yanmaktan korkan insanlar, ev bark yakmaktan, insanları ateşe vermekten korkmuyor!


------


Kontrolsüz göçün illa ki büyük boyutta sorunları beraberinde getireceği ve bu sorunların nefrete dayalı şiddeti tetikleyeceği uzun zamandır aşikardı...

Ve bugün Kayseri'de yaşananlar umarım çok derin bir karanlığın başlangıcı değildir..