18 Mart 2024 Pazartesi

Bölüm kıdemlisi yemekhanede gelip karşıma oturdu. Ben aceleyle yemeğimi yemeye çalışırken, o, durmadan konuşuyordu. Konudan konuya atlayarak, diyalogdan ziyade monolog şeklinde ilerleyen sohbette benim kısa yanıtlı katkılarımla laf lafı açtı. Derken; "nasıl, beğendin mi, alıştın mı buralara?" diye sordu. O ana kadar konuşmalar mesleki sınırda olduğu için, kliniği mi yoksa şehri mi sorduğuna emin olamasam da, fikrim, her halükarda olumlu olduğu için, evet, dedim kısaca. Verdiğim cevap onu tatmin etmemiş olsa gerek ki bu kez de; Almancaya iyi hakim olsam da  "şehirde en çok neyi beğendin?" anlamında mı yoksa "şehrin en çok nesini beğendin?" anlamında mı yöneltildiğine emin olamadığım bir soru sordu. Yine de hiç düşünmeden "insanlarını" dedim ve içtenlikle ekledim "burada insanlar çok cana yakın, karşısındakini bunaltmadan (ki 'bunaltmadan' der demez yanlış anlaşılır mı endişesiyle kelime seçimimden pişman oldum) sohbet etmeyi seviyorlar, her fırsatta ikram edecekleri çayları, samimi gülüşleri ve neşeli sohbetleri var. Üstelik bu sürede ne yabancı düşmanlığı ne de başka bir ayrımcılığın emaresine rastladım." Yüzüne, hiç de hoşuma gitmeyen, gülmeden çok, sırıtış, olarak adlandıracağım bir ifade yerleşti ve "şehri gezdim, dedin, fark etmiş olmalısın, bir tane dahi döner kebapçı yok. Çünkü burada, senin gibi eğitimli, kaliteli, uyumlu birkaç yabancı çalışan ya da gezip görmeye gelen kaliteli turist haricinde yabancı bulunmaz. O nedenle haklısın, bizim burada, yabancı düşmanlığı yoktur, rahat ol" diyerek, yabancı düşmanlığının, ayrımcılığın dik alasını yapmış olduğunun ayrımına varmadan sırıtmaya devam etti. Yüzünde o mide bulandırıcı sırıtış bir de "Qualität" derken canlıdan mı maldan mı bahsettiği anlaşılmaz bir tını olmasa; kendini doğru ifade edemedi ya da ben yanlış anladım, diyebilirdim. Fakat aklımdan geçeni söyleyip söylememek arasında kaldığım kısacık sürede, yüzündeki o sırıtışın yanında bir de "şah" ünlemi fark edince, dayanamayıp "rahatım, şu an ilk kez yabancı düşmanlığı ile karşılaşmış olmam, toplumun geri kalanına karşı hislerimi değiştirmeyecek" dedim ve tepsimi topladım. Masadan kalkarken "afiyet olsun" diyerek gülümsedim,  şaşkın "sana da" diye karşılarken yüzüme ilişmiş "şah-mat" ünlemini görüp görmediğini bilmek isterdim. 

Tepsimi, tepsi toplama rafına yerleştirirken, eminim ki, duruşum, muzaffer bir eda sergiliyordu. Oysa üzgünüm. Üzüldüm, hem de çok üzüldüm. Davranışımın herhangi bir istidlali ya da müeyyidesi olur mu bilmiyorum, lakin umursamıyorum da. Sadece üzgünüm. Anlık bir utku ile cilalanmış bağamın içinde; kırgın ve yenik işimin başına döndüm..