4 Şubat 2024 Pazar

"Bir gerçeği sizlere şu anda söylüyorum; merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa, o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay'a geldi mi? Bak, şu anda Hatay garip kaldı. Hatay mahzun kaldı."

Bu sözler, bir ülkenin Cumhurbaşkanının, kendisini ve partisini seçmeyen vatandaşları yok saydığının itirafıdır.  

Bu itirafı alkışlayan halk da yok sayılanın kendileri olduğunun farkında olan ve olmayan zavallılardır.

Zavallı kelimesini bir itham olarak kullanmadım. Birebir anlamıyla kullandım, acınacak kadar kötü durumda, biçare, fukara. Çünkü halkın durumu bu, hele de Hatay'da depremin yıktığı yerlerde. 

Benim aksime alkışlayanları itham eden çok olacaktır, ki bunu genel seçim sonuçlarından sonra Hatay halkına gösterilen tepkilerden anlamak da mümkün. Şimdi önümüzde yerel seçim var ve ana muhalefet seçmenin önüne deprem zamanı kendilerini yalnız bırakmış olan ismi yeniden çıkarıyor. İktidar ya da kendi ifadeleriyle merkezi yönetim de bunun kendilerine sağlayacağı artıları çok iyi biliyor.

Hep derim ya; bir ülkenin başına gelebilecek en kötü şey mevcut iktidarın kötü olması değil onu yerinden edecek muhalefetin olmamasıdır. İşte bizim ülkemizde durum tam da bu. Mevcut yönetim yirmi küsur yıldır iktidardaysa bunun suçlusu sadece ilk küfrün savrulduğu seçmen değildir, o seçmene ulaşamayan, kolayına böylesi geldiği için "nasıl olsa anlamazlar" kalıbına sığınan muhalefettir.

Halkın, seçmenin hiç mi suçu yok. Var elbet. Lakin, korku artık Türkiye'nin iklimi olmuş durumda. Mevcut iktidar gücünü korku salarak yarattı. Tutuklayarak, rehin alarak, öldürerek, tehdit ederek, yoksullaştırarak, aç bırakarak, cahilleştirerek, eğitim hakkını, haber alma hakkını elinden alarak. 

Muhalefet buna da müdahale etmedi. Muhalefet de korkaktı. Sıcak yataklarını, itibarlarını(!), maaşlarını kaybetmekten veya tıpkı Selahattin Demirtaş gibi rehin tutulmaktan korkuyorlardı. Ne zaman ki ülkenin cesur gençleri ağzını açmak istese "aman Silivri soğuk" esprisi(!) yaptı kimi ya da ne zaman ülkenin cesur gençleri meydanlara çıkmak istese "aman şimdi değil onlara(!) yarar" dedi. Halk, ülkenin cesur gençleri dahil, örgütlenmeyi unuttu, onlara örgütlenmenin nasıl bir şey olacağını anlatacak, hatırlatacak üst kuşak bulamadı.

Girizgahta itiraf demiştim. Oysa bu söylenenler zaten biliniyordu. Sadece korku iklimi bu sözlerin fütursuzca söylenmesine elverişli olduğu için bu kadar kolay söylendi, söylenebildi bugün. 

22 Ocak tarihli yazımda "bu bir çağrıdır; hadi hep beraber dürüst olalım, bu kez çıkıp konfor alanlarımızdan, çekip parmaklarımızı tuşlardan, kaldırıp yumruklarımızı değiştirelim tarihi; umudu, yarınları, sokak sokak, kent kent geri alalım çocuklarımızın yaşam haklarını, geri alalım ne varsa geleceğe dair" demiştim. Ne kadar hayalperest ve dahi naif olduğumu Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürüldüğü gece anladım. Üstünden sadece beş gün geçtiği halde çoktan unutulmuş sesler ve sloganlar, başka ne kaldı geriye.

Korku, öyle bir ruh halidir ki; kişi ya korkusundan ölür ya siner ya da korktuğu şeye alışıp koyun koyuna yaşar.

O yüzden kendi iradesine sahip çıkmayan halk, halka kendi iradesine sahip çıkarken destek olmayan bir muhalefet varken; ülkeyi yöneten-ler- (çoğul eki alışkanlıktan başka bir şey değil) halkın yüzüne küfretse de (kibarca yazdım) alkışlayanlar olacak, hatta alkışlayanlar arasında yüzüne bizzat küfredilenler de olacak. Çünkü halka ayakta durmak, hayatta kalmak için hiçbir alternatif sunulmuyor. 

Hadi şimdi topluca "unutma, unutturma!"ya eşlik edecek güzel bir slogan bulup iki gün sonra unutmak üzere "yolla" tuşuna tıklayalım!..