20 Şubat 2024 Salı

İçten bir gülümseme, dünyanın her yerinde, o coğrafyada hangi lisanın hakim olduğundan bağımsız, tek bir anlama gelir; içten bir gülümseme.

Evet, gülümseme evrenseldir.


Lakin, bazı acılar, hüzün, umutsuzluk ve mutsuzluk da hangi dilde, hangi kelimelerle ifade edilirse edilsin, gözden süzülmeye başladığı anda aynıdır. 


Çünkü, gözyaşı da evrenseldir!



16 Şubat 2024 Cuma

Alexej Nawalny öl(dürül)müş..

Yürüyüş esnasında fenalaşmış, düşmüş, kurtarılamamış, detaylı açıklama yapılacakmış..

15 Şubat 2024 Perşembe

Bugün bir kez daha saha görevlerinde niye süre limiti konulduğunu anladım. Çünkü bir süre sonra kişi kendi ruh sağlığının sınırına geliyor. 

Öte yandan ben gün sayıyorum ve eskilerin dediği gibi "sayılı gün çabuk geçer" -her zaman çabuk geçmez ama nihayetinde geçer. Ya burada yaşayan insanlar, açık hava hapishanesinde ömür geçirenler, hatta burada doğmuş, başka hiçbir yaşam alanı tanımamış olanlar. Onlar için geçen ne? Zaman mı, umut mu, hayat mı?

Ve tabii bir de Türkiyeli meslektaşlarım var. Onlar en az altı ay kalıyor burada. Geçen yıl tanıştığım genç meslektaşım örneğin, o, hala burada. 

Dilerim ki bir gün tüm insanlar, insan onuruna yaraşır bir "yaşamak" ile tanışır. Ve bir de hangi milliyetten olursa olsun mesleğini canı gönülden yapan herkes maddi manevi karşılığını alır..

Nikbin dileklerle ama aslında son derece bedbin bir hissiyatta olsam da; uyuma temennisindeyim şu an, saat yine biri geçti...

14 Şubat 2024 Çarşamba

"O kadar uykum var ki, artık düşünemiyorum; uyku benden o kadar kaçıyor ki, artık bir şey hissedemiyorum."


Tam da budur halim!



*Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı

12 Şubat 2024 Pazartesi

TİP resmi olarak Gökhan Zan'ın adaylığını açıkladı. Gökhan Zan, -Sera Kadıgil, Barış Atay ve Ahmet Şık eşliğinde- yaptığı basın açıklamasında; Hatay halkını seçeneksiz bırakmamak için aday olduğunu, CHP Lütfü Savaş'ı adaylıktan geri çekip makul birini aday gösterirse ittifak sağlamak adına adaylıktan çekileceğini, önemli olanın Hatay halkı ve Hatay halkının isteği olduğunu belirtti ve CHP'ye "gelin Hatay ittifakında birleşelim" çağrısında bulundu. 

Basın toplantısının sonunda, 'niye aday olmadığı' sorusu üzerine söz alan ve sosyal medyada aday gösterilmesi istenen, Can Atalay'ın seçilebilmesi için Milletvekilliği adaylığından çekilen, eski Hatay Milletvekili Barış Atay*, "Biz isimler üzerinden siyaset yapmıyoruz. Dönem dönem aldığımız görevler var. Ben bana verilen görevi elimden geldiğince yerine getirmeye çalıştım. Partiyle birlikte yürümeye devam ediyorum. Dün Barış Atay ismi vardı, teveccüh için teşekkürler. Şu an Gökhan Zan arkadaşımız elini taşın altına koyması gerektiğine düşündü. Görevi layıkıyla yerine getirebileceğine inanmasak zaten burada bir kolektif çaba söz konusu olmazdı. Aynı Can Atalay isminin TİP saflarında yankılandığı gibi yarın başka mücadelelerde yeni isimler ortaya çıkacak. Barış Atay ismini TİP'in isimlerinden biri olarak değerlendirmek lazım, burada başka bir şey aramaya gerek yok. Ayrıca bir yandan da sanat da önemli bir mücadele alanı, bence oradaki mücadeleyi büyütmekte de yarar var."

Barış Atay'ın sözleri üzerine Gökhan Zan da "Değerli kardeşim Barış Hatay'ın sembolüdür. Hatay'ın çok sevdiği ve bağrına bastığı çok değerli bir isim. Bizler partiler üstü bir yerde bir sporcunun ve sanatçının birleştirici ruhunu da unutmayalım" dedi. 

Son söz; Gökhan Zan'ın adaylık açıklamasını yorumsuz, haber nitelikli aktarma sebebim, varsayım üzerine yaptığım yorumda da belirttiğim gibi; ben, Gökhan Zan'ın adaylığını doğru bulmuyorum. Varın bana "dar bakış açılı" deyin, ben, bu adaylıkta, çift taraflı bir çıkarcılık görüyorum. Ve sanki bu çift taraflı çıkarcılıkta halka değen, halka içtenlikle ulaşmaya çalışan bir yer pek yok..


*bunları yazmama gerek yok biliyorum, lakin, ben, Barış Atay'ın yeniden seçilmesi garanti iken bu garantiyi Can Atalay’a sunan ve seçilmesi için yerini ona verdiğini unutmadığım için hep hatırlatmak istiyorum. 



11 Şubat 2024 Pazar

Henüz TİP'in resmi bir açıklaması yok lakin Gökhan Zan'ın aday gösterildiği konuşuluyor.

Gökhan Zan'ın Hatay'a manevi bağı olduğu tartışılmaz lakin Hatay'ı şu anki halinden ayağa kaldırmak için doğru kişi midir? 

Belki de Gökhan Zan sadece -ki öyleyse bu davranışı dürüst bulmuyorum- şehir yönetimini almak adına ismiyle aday sunulmuştur ve aslında partinin aklında Gökhan Zan'ı görev süresince destekleyecek, şehre yeniden yaşam getirecek işinin ehli insanlar vardır. Zira Hatay'ın şu an en büyük ihtiyacı sadece manevi destek değil, şehri yeniden kuracak şehir plancıları ve her kesimden halka ulaşacak uyumlu siyasetçilerdir.

Tabii benim penceremden bakınca sorun sadece mesleki bilgi de değil. Ben Kılıçdaroğlu değilim, insana, insan olduğu için saygı duymak her fikri kucaklamayı gerektirmez, diye düşünüyorum. Nihayetinde Zan, önce İyip üzerinden mebus olmayı denedi, olmayınca ayrıldı, sonra CHP'den belediye başkanı olmak istedi, destek görmedi. Şimdi Lütfü Savaş'a alternatif olarak sunuluyor Gökhan Zan. Peki, Zan'ın siyasi duruşu TİP ile örtüşüyor mu ya da siyaseten aynı çizgide yer almayan birini, kazanma ümidiyle aday göstermek ne kadar doğru?


Neyse; ilk paragrafta belirttiğim gibi varsayım üzerinedir bu yorum. Zira TİP Pazartesi açıklama yapacağını yazmış Twitter hesabından.


9 Şubat 2024 Cuma

İsrail ordusunun Gazza Şeridi'nin güneyine yönelik saldırıları -Almanya basına yansımasa da- son günlerde artmıştı. Şimdi de Netanyahu, İsrail ordusuna Rafah'ı işgal emri vermiş ve Filistin halkına Rafah şehrini boşaltmaları için süre verdiğini açıklamış. 


Oysa aynı dakikalarda; IFRC, İsrail ordusunun işgalindeki Al Amal hastanesindeki Filistin Kızılay ekibi ile irtibatın tamamen kesildiğine dair kırmızı alarm geçmiş, . Al Amal Hastanesinde görevli Kızılay ekibi dün yardım çağrısı yaptığı bir video yayınlamıştı. IFRC ve WHO çok acil işgalin sonlandırılmasını ve ateşkes ilan edilmesini talep ediyor. 

Halkın yararına, yoksulların, emekçilerin, ezilenlerin yararına siyaset yapmıyorsanız yaptığınız şey siyaset değil, “ucuz kasaba tüccarlığıdır.”

Şu son yirmi günde yaşanan tartışmalara bile bakarak maalesef ki şu tespiti rahatlıkla yapabiliriz; Türkiye’de artık siyaset değil “tüccarlık” yapılıyor. Yaptığımız her siyasi hamlenin altında illaki bir hinlik, bir cinlik arayanlar herkesi kendileri gibi zannediyor. Kimsenin aklına, erdemli bir amaç için siyasi hamle yapılmış olabileceği gelmiyor. Çok yazık, çok üzücü ama siyasi partiler birer koltuk, makam, rant elde etme mekanizmasına dönüştü.

O nedenle Başak Demirtaş’ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adaylığını da Dem Parti’nin üçüncü yol çabalarını da anlamıyor, anlayamıyorlar. Herkesin aklına ilk olarak mutlaka kirli bir pazarlık yapılmış olma ihtimali geliyor ama kimse demokrasi ve barışın gelişmesi için insanların siyaset yapabileceğini düşünmüyor. Çünkü hakim siyaset yapma biçimi “çıkar siyaseti” oldu, değerler siyaseti artık unutuldu. Bunun çok hazin ve vahim bir durum olduğunun ne kadar farkındasınız bilmiyorum ama bu toplumsal çöküş, önümüzdeki yılların çoktan kaybedildiğini gösteriyor, eğer şimdiden müdahale etmezsek.

Mahkemelerdeki savunmalarım dışında uzun süredir konuşmuyordum, konuşmaya niyetim de yoktu. Fakat bizim dışımızda ama bizimle ilgili bunca spekülasyon yapılırken susmak da olmazdı. Her spekülasyonu, her yalanı ve iftirayı ciddiye alıp her birine tek tek cevap verecek değilim. Sadece söylemem gerekenleri söyleyip tekrar yerime çekileyim.

Lafı hiç dolandırmadan, madde madde anlatayım.

- DEM Parti ile AKP arasında bir görüşme trafiği var mı bilmiyorum. Ama eğer yoksa bu, iki parti için de büyük bir eksikliktir. Tüm partiler ülkenin, toplumun sorunlarının çözümü için görüşebilmelidir, konuşabilmelidir. Bu son derece meşrudur, hatta geldiğimiz süreç itibarıyla bir görev, bir sorumluluktur.

- DEM Parti ile CHP arasında basına da yansıyan görüşmeler oldu. Çok daha fazla görüşmeliler, konuşmalılar. Aynı şekilde diğer tüm partiler de birbirleriyle konuşabilmelidir. Bunun aksini savunmak siyasetin doğasına aykırıdır.

- Başak Demirtaş'ın adaylık iradesi kamplaştırmayı, kutuplaştırmayı, düşmanlaştırmayı bitirip herkesin herkesle konuşabileceği bir siyasi atmosferi yaratmaya katkı sunma amacıyla yapılmıştı. Halen dağlardan şehirlere gencecik evlatlarımızın cenazeleri gelmeye devam ederken “terörü kınama” korosunun timsah gözyaşları dökmesi dışında, birilerinin elini taşın altına koyması tüm belediye koltuklarından daha değerli değil mi? “Değil” diyenler bundan sonra -inşallah olmaz- asker cenazelerinde tespih boncuğu gibi dizilip boy göstermesinler.

- Başak Demirtaş'ın adaylık iradesi, DEM Parti’nin ısrarla kurmaya çalıştığı üçüncü yol siyasetini görünür kılmak içindi. “Biz koltuk, makam, rant için değil, halkın acil ihtiyacı olan demokrasi, adalet, barış için siyaset yapıyoruz” demek içindi. “Hayır, bu değerler benim belediye koltuğumdan kıymetli değil” diyen varsa bundan sonra adaletten, demokrasiden dem vurmasın.

- Başak Demirtaş'ın adaylık iradesi sıkılı yumrukları açmak, tokalaşmayı hatırlatmak içindi. Bunun kıymetini anlayamayanlar bundan sonra yumruk yediklerinde ah vah etmesinler en azından.

- Başak Demirtaş'ın adaylık iradesi, en ağır bedelleri ödemesine rağmen demokrasi ve barış demekten vazgeçmeyen Kürt halkının ve DEM Parti’nin samimi, erdemli duruşunun göstergesiydi. Hayatı boyunca tek bir bedel ödemeden oturduğu yerden “kocası için pazarlık yaptı” diyen ahlak yoksunları, en azından bundan sonra biraz olsun ahlaklı olmaya çalışsınlar.

Sonuç olarak;

Kürt sorunu, Türkiye’de yaşanan ağır demokrasi ve adalet sorunu, ekonomik sorunlar bizim önceliğimizdir. Bu sorunların çözümü için konuşmak isteyen herkesle konuşuruz, ciddiyet ve samimiyet görürsek bir adıma karşılık iki adım atarız. Bunun için de kimseden ne izin ne de icazet alırız. Hele koltuk kavgasına tutuşmuş olanlara hesap verme gibi bir mecburiyetimiz asla olamaz. DEM Parti de bu özgüvenle hareket etmeli, iktidar partisi dahil ana muhalefet ve diğer tüm partilerle görüşebiliyorsa görüşmeli, ilkeler çerçevesinde ve demokrasinin gelişimi için uzlaşabiliyorsa uzlaşmalıdır. Bizim için 31 Mart seçimlerinden çok, 1 Nisan ve sonrası önemlidir.

31 Mart seçimlerini aşırı derecede önemseyenler de bizim demokrasi, adalet, barış arayışımıza, ciddiyetle yaklaşmalıdırlar. CHP meseleyi sırf 31 Mart’tan ibaret görmemeli, uzun soluklu bir demokrasi mücadelesi ittifakını önemsemelidir. AKP ise seçimsiz geçecek bir dört yılı demokrasiye dönüşün fırsatı olarak ele almalıdır. DEM Parti de her iki parti dahil tüm partilerle görüşebilmeli, kim bu ilkelere bağlı kalacaksa onunla uzlaşma aramalıdır.

Başak Demirtaş’ın adaylık iradesi bu yönleriyle, DEM Parti dışındaki siyasi aktörlerce doğru değerlendirilmemiştir. Bu nedenle, başka kıymetli arkadaşlarımızla seçim yarışına girileceği anlaşılmaktadır. Oysa biz bu siyasi hamleyi seçimden çok toplumsal barış için önemsiyoruz.

Dolayısıyla toplumsal barış ve demokrasinin gelişmesi açısından diyalog ve müzakere için hiçbir zaman geç kalınmış değildir; tüm partiler birbirleriyle konuşabilmelidir. Herkes, meseleyi bu yönüyle ve serinkanlılıkla tekrar değerlendirmelidir. Biz demokrasiye, özgürlüklere ve barışa hizmet ederiz. Ödediğimiz bedeller başka hiçbir şey için değildir. Ve inanıyorum ki bu değerleri kazanacağız, hayata geçireceğiz. Bunun için irademiz de gücümüz de kararlığımız da var.

Selahattin Demirtaş 

09.02.2024

Bugün yılın kırkıncı günü ve yıl kırk birinci gününe varmadan 41 kadın; kocası, eski kocası, sevgilisi, eski sevgilisi, gelinini korumaya çalışırken oğlu, kızını korumaya çalışırken damadı ya da reddettiği bir erkek tarafından öldürüldü. 

8 Şubat 2024 Perşembe

Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürüldüğü ve rejimin değiştiği gerçeğinin unutturulması gerekiyordu. 

19 Ocakta şöyle yazmışım: "Şu ana değin Gaye Erkan haberlerine yasak getirilmemişse Erkan ile ilgili var bir planları. Ya gözden çıkardılar, gönderecekler ya bir şeyler üstüne yıkılacak ya da başka bir amaç için kullanacaklar. Gaye Erkan şu an piyon durumunda. Bekleyelim ve görelim.." 

Gaye Erkan'ın görevden af talebi, görevden ayrılacağı on gündür aşikarken, vekilliğin düşürülmesinden iki gün sonra oldu. 

Özetle; Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi gerçeğinin yerine; herkese konuşacak, klavyeden yeni isyanlar yazmasını sağlayıp oyalayacak problemler üretmek adına, itinayla gündeme, Gaye Erkan'ın affı ve Lütfü Savaş'ın adaylığı sıkıştırıldı. 

Ve başardılar da. Bugün halkın iradesinin gasp edilişinin, seçilmiş bir milletvekilinin vekilliğinin düşürülüşünün sekizinci günü..

Farkında olan var mı?

Sanmam!..

Çünkü gündem hep canlı, cafcaflı, janjanlı. Tam da istedikleri gibi..

Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum'un "Yeni Anayasa Nasıl Yapılır?" isimli makalesinin; "Bunun için Türkiye toplumunun yeni anayasayı asli kurucu iktidar olarak doğrudan yapması, yani siyasal anayasayı ortaya koyması, temsil eksikliğini giderecek bir yöntemle desteklenmesi kaydıyla 2015 Meclisi’nin bunu yasalaştırması, önceki anayasaların referans alınmaması, hukukçuların sadece normları formüle etme sürecinde rol oynaması (teknik asistanlık) sürecin özellikleri olarak öne çıkmalı.

Sonuç olarak Türkiye’nin Anayasası’nın yeni olabilmesi için mevcut hukuk düzeninin kurum ve kurallarından bağımsız yasalaştırılması, sivil olabilmesi için de kurumsal iradelere değil toplumun ihtiyaç ve taleplerini esas alarak toplumsal iradeye dayanması gerekir." cümleleriyle bittiğinin farkında olan var mı?

Sanmam!..

Yine Mehmet Uçum'un "Yeni Anayasa İhtiyacı" isimli makalesinde; "Yeni anayasanın yasalaştırılmasına ilişkin kurallar mevcut pozitif kurallardan tamamen bağımsız olarak TBMM tarafından belirlenmeli ve her durumda halk oylamasıyla yürürlüğe sokulması kararlaştırılmalıdır.", "Nihai olarak Yeni Türkiye’nin yeni anayasası hedefinden asla vazgeçilmemelidir.", "Yeni anayasa mevcut anayasal düzenin kurallarına göre yapılamayacağından Toplumun Meclise verdiği görevin yerine getirilebilmesi için TBMM’nin doğrudan bir karar almasına ihtiyaç var.", "TBMM’nin yeni anayasa sürecine ilişkin alacağı genel kurul kararları Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisinin dışındadır. Çünkü Anayasa Mahkemesi mevcut anayasaya göre kurulmuş ve işleyen bir yargı yeri olup anayasal denetimi de mevcut anayasanın hükümlerine göre yapıyor.", "TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek halk oylamasına sunulan yeni anayasa teklifi halkoyunda kullanılan geçerli oyların yarısından bir fazlasının kabul oyuyla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olarak varlık kazanır ve halk oylamasının kesin sonuçlarının ilanını takip eden gün resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girer." paragraflarının olduğunun farkında olan var mı?

Onu da sanmam!..

Önümüzde yerel seçimler var. Seçimi manipüle etmek için mevcut yönetimin elinde her türlü imkan var. Anayasa değişikliğine giden her yol mübah diyerek; meydan konuşmaları, emre amade basın-yayın organları, son bir kez vaatleri, ayrıştırmanın alasını yaparken herkese eşit mesafedeyiz vaatleri, olmadı çay paketleri, terör saldırıları..

Hayatı, sosyal medyada yem olarak sunulan önceden belirlenmiş gündemlere göre yaşayanların; gerçeklerin, hem de çok büyük bir tehlike teşkil eden gerçeklerin farkında olduğunu -yanılmayı çok istesem de- maalesef hiç mi hiç sanmam!..

Bakalım yarın gündem ne olacak! Zan - Gökçek tartışması, İmamoğlu - Kurum buluşması? Göreceğiz. Anayasa değişikliği olacak hali yok ya! 


4 Şubat 2024 Pazar

Hemen herkeste bir serzeniş hali.

Kimse gidişatı beğenmiyor.

Değişim istiyor.

Değişsin istiyor.

Evet, değişmeli!

Lakin, 

sen, ben, biz değişmezse; 

değişime ilk kendimizden başlamazsak 

nasıl olacak bu değişim?!?

"Bir gerçeği sizlere şu anda söylüyorum; merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa, o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay'a geldi mi? Bak, şu anda Hatay garip kaldı. Hatay mahzun kaldı."

Bu sözler, bir ülkenin Cumhurbaşkanının, kendisini ve partisini seçmeyen vatandaşları yok saydığının itirafıdır.  

Bu itirafı alkışlayan halk da yok sayılanın kendileri olduğunun farkında olan ve olmayan zavallılardır.

Zavallı kelimesini bir itham olarak kullanmadım. Birebir anlamıyla kullandım, acınacak kadar kötü durumda, biçare, fukara. Çünkü halkın durumu bu, hele de Hatay'da depremin yıktığı yerlerde. 

Benim aksime alkışlayanları itham eden çok olacaktır, ki bunu genel seçim sonuçlarından sonra Hatay halkına gösterilen tepkilerden anlamak da mümkün. Şimdi önümüzde yerel seçim var ve ana muhalefet seçmenin önüne deprem zamanı kendilerini yalnız bırakmış olan ismi yeniden çıkarıyor. İktidar ya da kendi ifadeleriyle merkezi yönetim de bunun kendilerine sağlayacağı artıları çok iyi biliyor.

Hep derim ya; bir ülkenin başına gelebilecek en kötü şey mevcut iktidarın kötü olması değil onu yerinden edecek muhalefetin olmamasıdır. İşte bizim ülkemizde durum tam da bu. Mevcut yönetim yirmi küsur yıldır iktidardaysa bunun suçlusu sadece ilk küfrün savrulduğu seçmen değildir, o seçmene ulaşamayan, kolayına böylesi geldiği için "nasıl olsa anlamazlar" kalıbına sığınan muhalefettir.

Halkın, seçmenin hiç mi suçu yok. Var elbet. Lakin, korku artık Türkiye'nin iklimi olmuş durumda. Mevcut iktidar gücünü korku salarak yarattı. Tutuklayarak, rehin alarak, öldürerek, tehdit ederek, yoksullaştırarak, aç bırakarak, cahilleştirerek, eğitim hakkını, haber alma hakkını elinden alarak. 

Muhalefet buna da müdahale etmedi. Muhalefet de korkaktı. Sıcak yataklarını, itibarlarını(!), maaşlarını kaybetmekten veya tıpkı Selahattin Demirtaş gibi rehin tutulmaktan korkuyorlardı. Ne zaman ki ülkenin cesur gençleri ağzını açmak istese "aman Silivri soğuk" esprisi(!) yaptı kimi ya da ne zaman ülkenin cesur gençleri meydanlara çıkmak istese "aman şimdi değil onlara(!) yarar" dedi. Halk, ülkenin cesur gençleri dahil, örgütlenmeyi unuttu, onlara örgütlenmenin nasıl bir şey olacağını anlatacak, hatırlatacak üst kuşak bulamadı.

Girizgahta itiraf demiştim. Oysa bu söylenenler zaten biliniyordu. Sadece korku iklimi bu sözlerin fütursuzca söylenmesine elverişli olduğu için bu kadar kolay söylendi, söylenebildi bugün. 

22 Ocak tarihli yazımda "bu bir çağrıdır; hadi hep beraber dürüst olalım, bu kez çıkıp konfor alanlarımızdan, çekip parmaklarımızı tuşlardan, kaldırıp yumruklarımızı değiştirelim tarihi; umudu, yarınları, sokak sokak, kent kent geri alalım çocuklarımızın yaşam haklarını, geri alalım ne varsa geleceğe dair" demiştim. Ne kadar hayalperest ve dahi naif olduğumu Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürüldüğü gece anladım. Üstünden sadece beş gün geçtiği halde çoktan unutulmuş sesler ve sloganlar, başka ne kaldı geriye.

Korku, öyle bir ruh halidir ki; kişi ya korkusundan ölür ya siner ya da korktuğu şeye alışıp koyun koyuna yaşar.

O yüzden kendi iradesine sahip çıkmayan halk, halka kendi iradesine sahip çıkarken destek olmayan bir muhalefet varken; ülkeyi yöneten-ler- (çoğul eki alışkanlıktan başka bir şey değil) halkın yüzüne küfretse de (kibarca yazdım) alkışlayanlar olacak, hatta alkışlayanlar arasında yüzüne bizzat küfredilenler de olacak. Çünkü halka ayakta durmak, hayatta kalmak için hiçbir alternatif sunulmuyor. 

Hadi şimdi topluca "unutma, unutturma!"ya eşlik edecek güzel bir slogan bulup iki gün sonra unutmak üzere "yolla" tuşuna tıklayalım!..


3 Şubat 2024 Cumartesi

 Sabah sabah gördüğüm ilk iki haber;

- Al Amal Hastanesine yapılan saldırıda iki Filistin Kızılay görevlisi, bir Hekim, bir Hemşire, yedisi çocuk on üç sivil hayatını kaybetti, çok sayıda yaralı var.

- Köln'de karnaval heyecanı. (Başlıktan sonrasını okumadım.)

Sonraki iki haber; 

- ABD askeri güçleri, Irak ve Suriye'de İran Devrim Muhafızları ve destekledikleri milislerin ABD güçlerine saldırmak için kullandıkları tesislerdeki hedefleri vurdu.

- Gaye Erkan affını istedi.

İlk haber beni çok üzdü. Gerçi sadece üzüntü değil hissettiğim, içimde öfke ve çaresizlik de var.

Ve evet, ilk habere rağmen sabah sabah okuduğum dördüncü haber "affını isteme" üzerine fikirlerimi yazmadan güne başlayamayacağım.


Bu Twitter'da paylaşılan istifanın ekran görüntüsü. 

Gaye Erkan'ın görev süresi vs üzerine yorum yapmayacağım, "çocuğum yıpranıyor" demiş, anlarım, mesai arkadaşlarına teşekkür etmiş, iyi etmiş, bunun için de bir şey demeyeceğim,  "olumlu gelişmeler" demiş, ne denir ki. Görevden affını isteyerek ayrılmış, bunu yanılmıyorsam Türkiye'de literatüre damat ekledi, olsun, görevden af istenebilir, benzer kalıplar Almancada da var. Görevden affını istemek; üstlendiği görevin, üzerindeki sorumluluğun kaldırlması talebidir. Nazik bir istifa türüdür ve işverenle bağları koparmadan, bağdaki düğümü çözerek ayrılma şeklidir. Geçmişte de "bağışlama", "bağışlanma" gibi kalıplarda kullanıldığını görebiliriz. 

Neyse bu kadar dil bilgisi yeter. Yoksa daha "affınıza sığınarak müsaade istiyorum" ifadesine kadar konuyu uzatır asıl konudan uzaklaşırım.

Çünkü beni rahatsız eden görevden affın istenmiş olması değil, kimden af istenmiş olması. 

Herhangi bir kurumdan ya da kuruluştan ayrılırken istifa talebi, kuruma, kuruluşa hitaben yazılır, o kurumu ya da kuruluşu yönetene değil, karar mercii yönetim olsa da. Büyük şirketlerde ve holdinglerde durum farklıdır, görevden ayrılma talebi yönetim kuruluna yapılır. Küçük işletmelerde ise bizzat işletme sahibine. Bu durumda, Gaye Erkan, affını Cumhurbaşkanından isteyerek, kendisi gibi süreli bir dönem görev sahibi olan kişiyi, Türkiye Cumhuriyeti'nin sahibi ilan etmiş olmuyor mu? Bu işin prosedürü tam olarak nedir? Hilafet çığırtkanlığı yerini buldu da Cumhurbaşkanı halkın haberi olmadan halife mi oldu? 

Of! Çıkamıyorum ben işin içinden. İşin içinden esprilerle, şakalarla çıkmaya çalışanları da anlamıyorum. Çünkü rahatsızlık vermesi gereken; ne kadar süre görevde kaldığı ya da görevden ayrılma talebini hangi cümlelerle ifade ettiği değil, talebi kime ve nasıl sunduğudur.

Neyse, ben gidip çalışayım, bu da benim akıl sağlığımı koruma yöntemim..

Affedersiniz tabii...


1 Şubat 2024 Perşembe

"Bütün dünya saatleri birleşiniz, aynı zamanı gösteriniz. (Bunu bir yerde kullanırım.)"


Ben kullandım Hikmetciğim. Çünkü ihtiyacım vardı. Ben kullandım Albayım. Çünkü ben uyandığımda; Almanya'dakiler için gece yarısıydı, Türkiye'dekiler de belki henüz ilk rüyalarını görüyorlardı. İşte bu yüzden Oğuz'um Atay'ım, işte bu yüzden; ben kullandım. Ha ha.