16 Ocak 2024 Salı

Olumsuzluk eki bir eylemi otomatikman ana eylemin karşıtı haline, zıt anlamlısı durumuna ya da kullanışlı pozisyona getirmez. Örneğin okumak-okumamak; okumak eylemdir ancak okuma eylemi gerçekleşmezken başka bir eylem gerçekleştirilebilir, bu durumda okumamak bir eylem değildir, okumamak zaten başlı başına bir eylemsizliktir fakat konumuz bu değil. Hem kimse durup dururken, 'şu kitabı okumuyorum' demez, hem niye desin ki. Asıl mesele eylemin olumlusunu dillendirmek değil midir? Ama yine de durup dururken bir şeyi sevmediğini söylüyor insan. Belki de sevmediğini söylediği zaman, ifadenin içine sevgi girdi diye olumsuzluk içeren sözün karşısındakinin zihnine daha yumuşak bir iniş yapacağını sanıyor, bilemiyorum. Tıpkı bu fikirlerin şu an zihnime niye üşüştüğünü bilemediğim gibi.

Lakin başladı mı bu düşünceler; durdur durdurabilirsen, ben durduramıyorum. Mesela "hava sıcak değil" dendiğinde 'hava soğuk' olarak algılanıyor ama "hava soğuk değil" dendiğinde birden soğukla sıcak arasındaki ılık hatırlanıyor. Soğuk değilse ılık ya da sıcaktır ama sıcak değilse soğuktur ki bu yaz değilse kıştır anlamına gelebilir ve baharlar feda edilir, yokmuş gibi davranılır, harcanır, öldürülür, yazık edilir baharlara. Oysa ne güzel söyler Sezen "ben her bahar aşık olurum" diye. Yazık değil mi Sezen'e, yazık değil mi her bahar aşık olanlara, aşık olmak isteyenlere. Ben olamam, mesafe koydum aşkla arama uzun zaman önce ama bu demek değil ki aşka aşık değilim. Tam tersine, güzel şey aşk, bulabilene ve de yaşayabilene. İşte bir olumsuzluk ya da zıt anlam karmaşası daha; aşık değilim, diyen o an bir aşk yaşamadığını ifade ederken hayatında kimse yok sanırız, oysa aşksız ne çok beraberlikler var. Ve de ne çok beraber olamayışlar aşk var olduğu halde. Neyse, derin mevzu bu aşk meselesi, ki bir de a'nın şapkası durumu var, siz aşık oldum sanırsınız dil bilgisi kuralları sizi talus yapıverir ve fakat bu maşuk ya da maşukanın sizi tavuş kuşuna... 

Aman, saçmalıyorum iyice. Hep derim ya; aşk, hayat, ölüm, yaşamak, ölmek bunlar kelime anlamına denk olmaz her zaman gerçek hayatta. Mesela "hayattayım" her zaman "yaşıyorum" anlamında değildir ve "ölmedim" bazen "ölmekten beter oldum" anlamında bile olabilir. "Ölmekten beter olmak nedir?" derseniz, bilmiyorum, lakin kimileri için bunun 'halen hayatta olmak' anlamına geldiğini çok işitmişliğim var. Dünyada ölmemiş olmayı, çoktan toprağa karışmış olmaktan daha ızdıraplı bulan insan çok. Kimbilir, belki yanınızdan geçti az önce böyle biri, siz fark etmediniz, duyarsız olduğunuzdan değil, fark etmeniz gerekenin ne olduğunu bilmediğinizden. İnsan yaşamadığı, bilmediği ya da en az bir kez tecrübe etmediği, bir kez karşılaşmadığı, tanışmadığı duyguları fark etmez ilk görüşte. Bazen ikinci, üçüncü görüşte de hatta bazen hiç fark edemez.

Yaşadığımız yıllarda moda oldu 'empati' kelimesi. Herkesin dilinde bir "empati kur". Ama bu öyle zembereğini oynatınca kurulabilecek bir şey değil, öncelikle bunun anlaşılması gerek belki de. Öte yandan her "empati kur" diyenin aslında ne demek istediğini bildiğine de emin değilim, sanki çoğu zaman "anlayış göster" demek istiyor bu moda tabiri kullananlar. Oysa empati duygudaşlıktır ve adı aynı kalan her duygunun her insanda zuhuru da yoğunluğu da algısı da yaşayışı da farklıdır. Misal duyguların en çirkinlerinden biri olan nefreti ele alalım. "Yumurtadan nefret ediyorum" diyen iki kişi olsun. Birincisi "yumurtadan nefret ediyorum" derken nefreti sevmemekten hallice bir yere konumlamıştır ve yumurta yememeyi tercih edişini nefret olarak nitelendirir. Bu kişiyi ya dile hakim olmayan ya da gerçekten nahif hatta biraz naif bir insan olarak tanımlayabiliriz ama şu an bu kişinin dil bilgisini ya da karakterini analiz etmediğimiz için ikinci kişinin "yumurtadan nefret ediyorum" derken nefreti nereye konumlandırdığına bakalım uç bir örnekle. İkinci kişi "yumurtadan nefret ediyorum" derken aslında elinde olsa yumurtanın varlığını yok etmek için dünya üstündeki tüm tavukları telef etme arzusunda. Şimdi ben bir yumurta sever olarak bu iki uç örnekteki kişilerin duygularıyla aynı adla ifade etmiş olsalar da nasıl duygudaşlık yaşayabilirim. En fazla birincisine saygı duyar, anlayış gösterebilirim, ikincisinde o da mümkün değil. Kendi kişisel zevkleri, ihtiyaçları, arzuları uğruna yok eden birine, birilerine saygı duyamam. 

Üstelik en başa dönersem, ki bu bizzat kısır döngünün ta kendisi olmaya aday bir durum, başka yaşamları, kendi fikirleriyle uyuşmuyor diye yok saymak, yok etmeyi arzulamak saygısızlıktır ve fakat bu zihniyetteki bireylere saygı duymak mümkün olmayacağı için onlara saygı duymamak saygısızlık değildir. 

Buradan konuyu siyasete bağlamayı nasıl becerdin diyebilirsiniz! Demeyin. Neden? Çünkü apolitik yetişmedim, çünkü aldığımız her nefesin, söylediğimiz her sözün politik bir karşılığı, duruşu olduğuna inanıyorum ve çünkü dünyanın her yerinde insana, insan onuruna saygı duymayan siyasetçilerin var olduğunu biliyorum, doğayı ve dahi doğanın bir parçası olan insanları katletmekten hiç çekinmeyen siyasetçiler. Üstelik bunların bazıları kendilerine saygı duymayanlara "saygısız" deme hakkını kendinde duyacak kadar da saygısız. Tek fark onlar sizi dava edebilir. Gerçi siz de edebilirsiniz, kaybetme garantisiyle. Kaybettiğiniz bazen para olur bazen özgürlük bazen de bizzat canınız. Ve bir bakmışsınız dünyada artık yumurta yok. Yumurtlayan tavukların çoğu ölmüş, diğerleri de öldürülecek korkusuyla sinmiş ve vazgeçmiş yumurtlamaktan, kendi neslini yok oluşunu izliyor önündeki darıyı gagalarken. 

Ne farkımız kaldı ki biz insanların o tavuklardan!? Darı gagalar gibi telefon tuşlarına basıyoruz eylemsizliğimizi örtbas edip eylem sergilerken. 

Biliyorum bu satırları okuyanlar arasından en az bir kişi "ama senin tuzun kuru" ya da "uzaktan davulun sesi" deyişlerini yuvarlayacak dilinin ucuna. Canları sağ olsun, ne diyeyim. Buna da alışıyor insan. Zaten insan alışan bir mahluk. Bilim zaman zaman bu duruma da evrim diyor.

Hem sosyal medyaya o kadar da haksızlık etmemeliyim, eylemsiz eylem diyerek. Her zaman değilse de sosyal medyada aranan adaletin karşılık bulduğu durumlar var. Mesela birkaç yüz bin tweetle Hatay'a su ulaştığına gözlerimle şahit oldum. Gelen sular haftası dolmadan bitmiş olsa da anı kurtardı. Zaten artık hepimiz bir şekilde anı kurtarmak için yaşamıyor muyuz?

Anı kurtarmak.. Oysa anı kurtarmak yarını da kurtarmaya yetmiyor, yine de ve neyse ki kurtarmamaya denk değil.

Ve ben şimdi uyumalıyım. Sabah uyanıp unutulmuş insanların arasına karışmak için, geleceğe dair hiçbir fikri olmayan, dünyanın en büyük açık hava hapishanesine terk edilmiş yaşamların arasına.. Kafamda istediği kadar "peki bu yaşamak mıdır?" soruları dolansın. Onlar için de benim için de dünyanın birçok yerinde olduğu gibi hayat tüm durağanlığınla devam ediyor ve biz devam eden her şeyi hareket halinde sanıyoruz, sanacağız.

Oysa, başta demiştim ya; olumsuzluk eki bir eylemi otomatikman ana eylemin karşıtı haline, zıt anlamlısı durumuna ya da kullanışlı pozisyona getirmez, diye. Çünkü bazen anlam kaymasından da beter çok beter bir duruma getirir. 

İyi geceler..

Kutupalong, 17 Ocak 2024, 00:10