.
Türk Dil Kurumu, "toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyeti inceleyen bilim" diye tanımlıyor "tarih" sözcüğünü.
"Geçmişi değiştirimezsin!"
Çoğu insan, tarihi, bu cümle üzerinden ifade eder. Geçmişe dönme imkanı olmadığı için bir anlamda doğrudur da. Peki dün, bugüne ve yarına, her zaman doğru mu aktarılır?
"O günün şartları öyle gerektirdi!"
Çoğu insan tarihin karanlık yüzünü bu cümle üzerinden ifade eder. Çünkü nasıl ki tarihi olaylar bakış açısını, düşünceyi değiştiriyorsa; bakış açısı ve düşünce de tarihi olayları değiştirebilir.
Bu varsayımdan yola çıkarak, yazılı tarih her zaman doğru değildir, demek de mümkündür.
Bugünden örnekle, "gelecekte tarih kitapları şu an Filistin'de yaşananları nasıl yazacak?" sorusunun cevabı farklı olacaktır. Çünkü benim ve dahi vicdanı olan hiçbir insanın kabul edemeyeceği vahşet, kimileri -ki maalesef çoğunluk- tarafından "İsrail'in savunma hakkı" olarak görülüyor.
Tarih kitapları gelecekte Netahyahu'yu nasıl yazacak, bunu henüz bilmiyoruz. Lakin ben, kendi kişisel tarihimde, Netanyahu'nun 9 Ekim 2023'de Twitter'da "Biz başladık. İsrail kazanacak." başlığıyla yayınladığı, yerleşim yerlerinin bombalandığı görüntüleri asla unutmayacağım, bu görüntüleri yayınladıktan sonra yayınladığı ve gülerek konuştuğu videoyu da. Ben, bu vahşeti ve sonrasında gelen daha da büyük katliamları asla "savunma hakkı" olarak görmeyeceğim. Tarih kitapları ne yazarsa yazsın!
Ki Almanya'da tarih kitaplarının ne yazacağını hemen hemen biliyorum. Çünkü Almanya'da, Filistin'de yaşananlar hakkında konuşmak, yaşananları yanlış bulduğunu söylemek Antisemit damgası yemeğe yetiyor. Çünkü Almanya kendini Yahudilere karşı borçlu hissediyor. Doğru. Almanya, Yahudilere borçlu. Lakin bu borcun karşılığı Filistin halkı değil, hele o minicik yavrular hiç değil!
Dün akşam kendimi yine, sonu olmayan ve aslında ne söylersem söyleyeyim; dinlenmediğimi bildiğim, sonunda bana kalkıp gitmekten başka bir seçenek sunmayan bir tartışmasının içinde buldum. 
Belki seyir halinin sunmadığı 'kalkıp gitme seçeneği' yüzünden bir anda ağzımdan kontrolsüz şekilde şu cümleler döküldü; İkinci Dünya Savaşı'nda Almanya kaybetmeseydi, tarih belki de Hitler'den 'kahraman' diye bahsedecekti, milyonlarca insanın -çünkü Hitler en çok Yahudileri öldürtse de sadece Yahudileri öldürtmedi- öldürülmesine "o zamanın şartları öyle gerektirdi" diye bir mazeret sunulacaktı. Bugün her şey farklı olacaktı. Daha iyi mi olacaktı, asla! Ayrıca insanların hele de çocukların öldüğü, öldürüldüğü hiçbir olayın haklı gerekçesi, mazereti yoktur, olamaz. O yüzden nasıl ki Yahudilere, Romanlara, homoseksüellere, sosyalistlere, komünistlere, aydınlara, farklı düşünenlere yaşatılanlara haksızlık diyorsak, Filistinlilere yaşatılanlara da haksızlık diyebilmeliyiz. Filistinlilere yaşatılanları kabullenmemek, karşısında durmak, Yahudilere, İsrail halklarına karşı olmayı gerektirmez, 7 Ekim'de yaşanan vahşeti onaylamaz. Filistin'de öldürülen masum çocuklara üzülmek, bu yaşananların bir an evvel durmasını talep etmek kimseyi antisemit yapmaz. Belki de tek yapılması gereken yönetimleri, yöneticileri, halklardan ayrı tutmayı öğrenmektir. İnsanı, milliyetinden, dininden bağımsız, sadece insan olarak görmektir. Savaşa, tarafı kim olursa olsun karşı olmaktır. Almanya Anayasasının birinci maddesini ve neden birinci madde olduğunu hatırlamaktır.
Sözlerim duyuldu mu, anlaşıldı mı ya da doğru anlaşıldı mı, hele de Hitler ile ilgili verdiğim uç örnek yadırgandı, yargılandı mı, bilmiyorum. Ağzımdan çıkanları, ben de, başka biri konuşuyormuş gibi dinledim. Ve sözlerim bitince kalkıp tuvalete gittim. Sonrasını bilmiyorum, konuşulmadı, ben dahil kimse konuşmadı.
Oysa, biz bir ekibiz. Dünyanın başka bir yerinde, başka insanların yaptığı zulümden kaçan başka insanlara yardım etmek istiyoruz, onların yaralarını iyileştirmeye çalışıyoruz, onlara "sizi görüyoruz, sizi biliyoruz, sizi anlıyoruz, yalnız değilsiniz" demeye gidiyoruz.
Cümleye "oysa" ile başladım. Cümlenin "çünkü" ile başlamasını isterdim. İçimdeki çelişki, tenakuz, paradoks ya da başka nasıl ifade edilirse bu his; çok yorucu, çok üzücü ve de çok kırıcı.
Bu satırları yazarken hala ruhumdaki yorgunluğu hissediyorum.