30 Ağustos 2023 Çarşamba

Bugün yeri ve zamanı mı diyenler olacaktır elbet. Desinler. Kimseye neyi deyip neyi diyemeyeceğini söylemeye hakkım yoktan da öte zaten benim kendilerine gösterdiğim saygının yanından dahi geçmeyecek olanlar diyeceklerini sakınmadan dedikleri içindir bu 'desinler'.

Bendeki Ferhan Şensoy sevgisini beni bilen herkes bilir, hem de çocukluğumdan bu yana. Hani şu son çeyrek yüzyılın meşhur lafı var ya "benim kırmızı çizgim"; işte, ben bu cümleyi sanat alanında kullanacak olsam; bir Sezen Aksu, bir Ahmet Telli ve elbette Ferhan Şensoy için kullanırım. 

Hiç mi fikir ayrılığı olmadı, hiç mi kırılmadın, derseniz; uzata uzata "ohooo" derim. Derim demesine ya bir "sana ne"yim de hazırda bekler dilinmin altında, icabında her an çıkmak üzere.

Sevdiğimiz insanlarla her zaman aynı fikirde olamayız. Belki de hayatta gerektiğinde doğru kapıda kullanabilmek için itinayla saklanması icap eden bir anahtardır bu düşünce yapısı. Farklı fikirleri dinlemek, kabul edilmez bulunsa da saygı duymayı bilmek hayatı yaşanır kılan çok güzel bir ayrıntıdır. 

Ferhan Şensoy, bugüne kadar birçok konuda eleştirildi. Bugün yeniden okuduklarımdan ilk aklıma gelenler; akbank reklamları, aydınlıkta yazması, esmer vatandaş, tinerci çocuklar, ibne misin, manitu ve elbette kavuk. 

Şimdi okuduklarıma istinaden kalkıp; İnsan Hakları Derneği tarafından eleştirildiği "esmer vatandaş" hitabına mevzu bahis olmuş "esmer çocuk"un ceza almaması için bizzat karakola gittiğini ya da "esmer vatandaş" hitabını ayrıştırıcı bulanların Roman mahalleleri kentsel dönüşüm programına dahil edildiğinde hiçbir şey yapmadığı süreçte Romanların elinden üç kuruşa evleri alınmasın diye sağlığı elvermezken oradan oraya koşuşturduğunu ya da "tinerci çocuklar" için bir çözüm bulunması adına çok uğraşmış olduğunu yazsam, sanki Ferhan Şensoy'u savunmaya geçmişim hissi uyandırır, ki bu çok hadsiz bir davranış olur. 

Ferhan Şensoy'u tanımamış, yaptıklarını takip etmemiş, kitaplarını okumamış, oyunlarını izlememiş, özetle onu ve fikirlerini hiç anlamamış insanlara karşı savunmaya geçmek çok sığ bir tutum olur. Kaldı ki benim böyle bir girişimim olduğunu duysa; zorlama bir tehditkarlık verilmiş sesiyle "mürit misin?" diye sesleniverecekmiş gibi bir his de var içimde, o meçhul öte taraftan.

Ve fakat bu şu demek de değildir "Ferhan Şensoy eleştirilemez". Elbette Ferhan Şensoy da eleştirilebilir, lakin eleştirinin barındırdığı zeka ve saygı seviyesi çok önemlidir. Hatta bu eleştiri türü sadece Ferhan Şensoy için değil tüm insanlık için önemlidir. 

Oysa ben yine zeka ve saygıdan uzak çok çirkin bulduğum yazılar okudum ve fikir özgürlüğü, diyerek geçiştirmeye zorlarken zihnimi; gecenin ilerlemiş saatinde, normal şartlarda çoktan yatakta olması gereken üç çocuk geldi yanıma, ellerinde yanlarına ufak delikler açılmış bir koli, "bize izin vermiyorlar, buraya bırakabilir miyiz?" dediler ingilizcenin ardından yeni öğrendikleri almancalarıyla. Koliyi açtım, iki yavru kedi, "anneleri nerede bunların?" diye sordum. Omuzlarını "bilmiyoruz" anlamında kaldırdılar, beynelmilel vücut lisanıyla. "Tamam" diyerek aldım koliyi, ne yapacağımı hiç bilmesem de. "İyi geceler" diyerek gitti çocuklar, "iyi geceler" dedim, el salladım arkalarından.

Biri sapsarı diğeri beyazı çok sarısı az.. İki kedi.. Elimde koli, aklımda hala Ferhan Şensoy..

"Kedi sevmem" diyendi Ferhan Şensoy. Nefret etmezdi kedilerden, zarar zaten veremezdi ama niyeyse uğursuzluklarına inanan bir sevmeme hali vardı. Oysa onun deyişiyle "gel dikiz ki" kediler pek bir severdi Ses Tiyatrosu'nu. O ise 50 dolar artı taksi parasına "sadece" kültürel katkıda bulunmak adına başka semtlere gönderirdi "Orkinos hanımın kedisi Bokkafa" repliğinin sahibi olmuş tiyatro kültürü almış kedileri. 

Kedileri sevmezdi Ferhan Şensoy, ta ki benim fiziken dahil olamadığım Gezi direnişinde gazdan kaçıp tiyatroya sığınan sarışın Kedittin Diriliş'e kadar. Patileri başında uyuduğunu, Ortaoyuncular kadrosuna dahil edildiğini, turnelere beraberinde götürdüğünü hele "ciddi bir aşk başladı aramızda" cümlesini okuduğumda yüzümde oluşan muzip gülümseme yine gelip yerleşti dudağımın kenarına. 

Koliyi alıp K3'teki "sahipsiz çocuklar"ın (nasıl da yüreği acıtan bir ifade) kaldığı bölüme gittim. (Aslında "blok"deniyor bu bölümlere. Lakin, burada yani gerçek hayattan kopartılmış kocaman açık hava hapishanesinde, blok sözcüğü bana Auschwitz'i çağrıştırıyor.) K3'te daha ilk günden iyi anlaştığım ve çok sevdiğim hemşire arkadaşlar var. Onlara çocukların sözlerini ilettim ve çocukların bana sorduğu soruyu onlara sordum. Gülümseyerek açtılar koliyi "madem anneleri yok, burası doğru yer" dediler. Buruk gülümsedim. "İsimleri var mı?" diye sordu biri, tam "yok" diyecektim, "biri 'Ferhan' diğeri 'Şensoy' olsun" dedim. Söylemeye çalıştılar, güldüler "zormuş" dediler. Sonra "isimleri var mı?" diye soran: "birinin adı 'Şundur' diğerinin adı 'Şibon' olsun" dedi. Duyduğum gibi yazmış olsam da anlamlarını sordum, Şundur 'şirin' demekmiş, Şibon ise 'hayat'. "Peki" dedim gülümseyerek ve teşekkür ettim. 

Yollarda hala insanlar var, barakaların içinden ve önünden sesler geliyor, ürperdim. Kedilerin içinde olduğu koli elimdeyken yürüdüğüm yolun ayrımına varmadığımı fark edip daha da ürperdim. Gökyüzüne baktım, kapkara, hiç yıldız yok, daha daha daha ürperdim, içim titredi.

Şundur ve Şibon, dedim ancak kendimin duyabileceği bir ses seviyesinde ve "güzel isimler" diye ekledim. İçimde karanlıktan korkup kendi kendine şarkı söyleyen bir çocuğun yalnızlığı. 

Odama gelir gelmez üstüme hırkamı giydim, hava bunaltıcı derecede sıcak olsa da içim üşüyor. Çayımı alıp yazmaya başladım. 

En başa dönersem; bugün bu yazının yeri ve zamanı mıydı? Bilmem, her şeyin bir yeri ve zamanı var mıdır, olmalı mıdır? Mesela ölümün zamanı var mı? Sevdiklerimiz "tamam artık zamanı geldi, git sen" dedikten sonra mı ölür? Ya da bazı haddini bilmezler yerli yersiz eleştirilerindeki zehirli dili zamanlayıp mı akıtırlar? Yer ve zaman gerçekten göreceli mefhumlar mıdır?

Burada birkaç dakika sonra takvim 31 Ağustos'u gösterecek, Türkiye'de birkaç saat sonra. Çok da göreceli bir mefhum değil gibi zaman. Yine de bilmiyorum, zaman geçiyor, bazen hızlı bazen yavaş, durdurma ya da tutma yetimiz yok ve zaman ilerlerken yer değiştirip duruyoruz. Bazılarımız bir evin içinde, bazılarımız bir şehrin, bazılarımız bir ülkenin, bazılarımız dünyanın. 

Bir de kıyamet gününü beklemeden dünyadan da öteye gidenler var, diyerek bir yandan gözümden akan yaşı siliyorum elimle bir yandan buruk buruk gülümsüyorum aklıma gelenle;

"Kıyamet günü belirlendi. 2028 yılının 26 Ekim perşembe günü akşamüstü saat 18.30'da bir göktaşı haşırt diye dünyamıza çarpacak ve konu kapanacak. Dünya gezegensel yaşamını yaralı olarak bir başka biçimde sürdürecek belki ve fakat biz insanoğlunun nesli tükenecek, bin yıllar sonra belki dünyada yeni bir yaratık biçimi görülecek, belki de görülmeyecek, biz zaten onu hiç bilmeyeceğiz. Bizim bildiğimiz 2028, the end!"

"Ben o sıralar 77 yaşımda "görülmüş, geçirilmiş" bir tip olacağım. Olacaksam yani. Olduğumu varsaymak hoşuma gidiyor. Olmak isterim, bu kazandipli dünyanın karpuz gibi yarılıp bitişini ben de görmeyi arzu ederim, buna çaba sarfedeceğim, ama başarılı olamayabilirim. Aranızda olmazsam kıyamet günü, benim de kulağımı çınlatın."

Kıyamet gününe ne hacet! Babam tanıştırmıştı beni Ferhan Şensoy'la. Çocukluğumdan beri bir cümleyle ya da tek bir sözcükle kulağını çınlatmadığım gün var mı acaba? 

Gel dikiz ki çın sesi oralarda nasıl duyuluyor bilinmiyor bu kazandiplide. Yine de ayağa kalkıp alkışlıyorum çın niyetine. Ve fakat "alkışlanan da gülücüklerle, öpücüklerle bu sevgiye karşılık veriyor" mu oralarda?

Çünkü; "alkışın içinde aşk var."


Özlemle...

D.K. 31 Ağustos 2023, 00:12, Kutupalong


https://youtu.be/UR-ZEHlITvg?si=D1KhSI-4ZjZuvrth



26 Ağustos 2023 Cumartesi

Gök fena gürlüyor. Henüz başlamadı yağmaya ya eli kulağında dediklerinden. Burada yağmur serinletmiyor havayı, yapış yapış ağır bir sıvı yağıyor sanki gökten, bugüne kadar bildiğim tüm yağmurlardan başka. 

İçim de dolu gök gibi ama yağmak için eli kulağında hiç değil, yazmak için yorgunum, hem ne kaldı yine sabaha...

D.K, 27 Ağustos 23, 00:35, Kutupalong



"konuşacak halim yok.

içim dolu

          ağız ağıza.

dökülecek çok

          ama pek çok derdim var,

          canım istemiyor henüz.

bir gün

          çok güneşli bir gün sayfalar dolusu yazarım."

Nazım Hikmet, Yatar Bursa Kalesinde, Ayşe'nin Mektupları, 19. Mektubundan 



Ne acıdır ki bir erkeğin tacizi; kadınların başarısının, galibiyetinin, zaferinin önüne geçti. 
Tüm dünyada "Dünya Kupası" şampiyonu olan kadınların konuşulması gerekirken yine bir erkek konuşuluyor, yine bir erkek gündemde. 

Ek keşke; Google aramada "2023 FIFA Dünya Kupası" diye arama yapıldığında İspanya Kadın Futbol Takımının fotoğrafları Rubiales'ın Jenni Hermoso'yu öptüğü fotoğraflardan önce çıksa, hatta hiç çıkmasa..

24 Ağustos 2023 Perşembe

Bugün Rohingyalara yaşatılanların soykırım olarak kabul edilişinin altıncı yılı.

Myanmar'dan kaçıp Bangladeş'e sığınan Rohingyalar için Cox's Basar'daki Kutupalong kurulalı da altı yıl oldu. 

Kutupalong'da nüfus resmi verilere göre bir milyona yaklaştı ancak Kutupalong 20 kamptan oluştuğu için bu sayının doğru olmadığı ve nüfusun bir milyonun üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca 20 kamp demek de çok doğru sayılmaz, çünkü bazı kamplar kendi içlerinde de bölünüyor.

Altı yıl...

Akıl alır gibi değil, çok şanslı olanlar ikea portatif kulübelerde, sadece şanslı olanlar bambu kulübelerde ama büyük çoğunluk derme çatma, branda ile rüzgardan, yağmurdan korunmaya çalışarak barakalarda yaşıyor altı yıldır.

Sadece bir an düşünün; ne kaldığınız yere evim, yurdum diyebiliyorsunuz ne evim, yurdum dediğiniz yere döneniliyorsunuz ne de yola koyulup kendinize yeni bir ev, yurt bulma hakkınız var. Çepeçevre dikenli tellerle çevrilmiş bir alanda hayatınızı idame ettirmeye çalışıyorsunuz. Bunun için de aylık sadece 8 dolarınız var. Kampta size verilen görevler haricinde çalışma hakkınız yok, öğretim kampta size uygun görüldüğü kadar, yüksek okul hakkınız yok. Şiddetli yağmurlar bastırdığında barakanızı selden ve heyelandan kendiniz korumak zorundasınız, üstelik sağlam bir alt yapı olmadığından şiddetli yağmurların olduğu dönemde içme suyu sıkıntınız da başlıyor, çünkü atık su ve temiz su birbirine karışıyor ve arınması haftalar sürüyor. Binlerce hemcinsinizle aynı yerde yıkanmak zorundasınız. Bazen bir kalıp sabun en değerli hazineniz oluyor. Kamplarda yaşadıklarına haklı olarak isyan eden gençler var, dış dünyaya seslerini duyurabilmek için sık sık yangın çıkarıyorlar ve siz her gece acaba bu gece bizim barakamız yanar mı korkusuyla değerli bulduğunuz ne varsa vücudunuza bağlayıp uyuyorsunuz. Hastalandığınızda dilini bilmediğiniz, dilinizi bilmeyen hekimler size yardım etmeye çalışıyor. Bazı günler ağlamaktan başka yapacak hiçbir şeyiniz olmuyor. Kalamıyorsunuz, dönemiyorsunuz, gidemiyorsunuz.. 

Yaşamıyorsunuz ama ölemiyorsunuz da..

Sadece bir an düşünün, sadece bir an..

Sırtınızdan soğuk bir ürperti geçiyor, içiniz titriyor değil mi?

İşte o bir anlık düşüncesinin dahi zor olduğu hayatı yaşayan insanlar var. Onlara "mülteci" deniyor. Cox Basar'da Arakanlı mülteci Rohingyalar. Başka bir yerde ....lı mülteci. Evsiz, yurtsuz..

Ve işin en acı yanı, evi ve yurdu olanların çoğu; iklime, siyasete, ekonomiye dayalı herhangi bir sebeple hele ki dünyanın bugünkü halinde potansiyel bir mülteci olduğunun farkında bile değil!!..

D.K 25.08.2023 Kutupalong 03:40



23 Ağustos 2023 Çarşamba

İnsan bölünerek çoğalan bir organizma değildir. 

Ve fakat bu temel bilginin ulaşmadığı ve bölünerek çoğalmadığının farkında olmayan insan türünün kendine solcu diyen kesimi; bölündüğünde eşit büyüklükte çoğalan bakteriler, ameobalar ya da öglenalar kadar akıllı değildir. 

Yoksa vezin niye hep daha çok sağa kaysın ve kötülük, karanlık nasıl kendine bu kadar geniş yer bulsun.

22 Ağustos 2023 Salı

...Kuruluşunun 6. Yılında Kutupalong...


Birleşmiş Milletlerin 2022 yılında yaptığı açıklamaya göre, son on yılda; savaş, çatışma, din, ırk, milliyet ayrımcılığı, siyasi baskı ve iklim değişikliğinin etkileri nedeniyle yaşadığı yeri terk edip başka bir yere göçen insanların sayısı yüz milyonu aştı. Bu insanların ise yaklaşık üçte biri (yaklaşık 32 milyon) ise mülteci konumunda. Ve yine maalesef bu insanların yarısı sağlıklı ve güvenli şartlara sahip değil.

Ülkelerinde savaş veya ciddi anlaşmazlıklara dayalı çatışmalar olan kişiler ve kendi ülkelerinde ırkları, dinleri, milliyetleri, siyasi görüşleri nedeniyle zulüm gören yahut görebileceğinden kuşku duyan kişiler mülteci statüsü alır. Mülteciler, uluslararası hukuk kapsamında sınır dışı edilmeye karşı yasal olarak korunmaktadır.

Mültecilerin çoğu kendilerine ev sahipliği yapan ülkelerde, mülteciler için hazırlanmış kamplarda ve çok zor şartlarda yaşıyorlar. Mültecilerin -bazı istisnai durumlar hariç- bulundukları ülkelerde kendileri için belirlenen yerleşim yerlerinden başka yerde ikamet etme hakkı ve çalışma izinleri yok.

[Her ne kadar olumlu bir istisna olsa da burada bir ayrıcalık parantezi açma ihtiyacı duyuyorum; AB ülkeleri savaştan kaçan Ukraynalı mültecilere özel haklar sunulmuştur. Ukraynalı mültecilere imkanlar çerçevesinde ev imkanı tanınmış, birçok Avrupalı aile Ukraynalıları evini açmış ve çalışmak isteyenlere de çalışma imkanı sunulmuştur. AB ülkelerinde sayıları her gün azalan- kısa süre kalıp ülkesine dönen- ve çoğalan olarak dört milyon Ukraynalı yaşıyor. BAMF (Federal Almanya Göç ve Mülteci Ofisi) 2023 Haziran sonu yaptığı açıklamada Almanya’da 1.081.457 Ukraynalı mülteci bulunmakta. Almanya’da tüm AB ülkelerinde olduğu gibi mülteci statüsü almak için uygulanan prosedür Ukraynalılar için kolaylaştırıldı. Karşılaştırma yapıp bu ayrımcılığın bir parçası olmak istemiyorum. Üstelik Ukraynalılara sağlanan imkanları doğru ve haklı buluyorum. Yanlış ve haksız bulduğum benzer şartlardan gelmiş olan diğer insanlara niye aynı imkanların sağlanmadığı.]

Bulundukları ülkelerde kamplarda yaşayan ve yasal olarak çalışma hakkına sahip olmayan mültecilerin bir kısmı eğer bulundukları kamplardan çıkış izinleri varsa kaçak olarak günlük işçi ya da seyyar satıcı olarak çalışmakta ve güvenlik güçleri tarafından tutuklanıp sınır dışı edilme riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. İstihdamın az olduğu ve genel olarak ekonomik sorun yaşayan ülkelerde mültecilerin kaçak olarak çalışması ev sahibi ülkenin vatandaşları ve mülteciler arasında da gerilim yaratmaktadır.

Türkiye’de yoğunluklu olarak Suriyeliler, Hindistan’da Sri Lankalı Tamiller, Pakistan’da Afganlar, Kenya’da Somalililer uzun yıllardır vatandaşlık koruması olmadan yaşayan büyük mülteci gruplarıdır. Ancak Bangladeş’teki Rohingyalar için durum Türkiye, Hindistan, Pakistan ve Kenya’da olduğundan farklıdır.

2017 yılında Mynamar ordusunun Rohingya halkına karşı başlattığı şiddetli saldırılar sonucu Rohingyalar sınırdan yürüyerek Bangladeş’e geçti. BM’nin Mynamar’ın Rohingya halkına karşı başlattığı saldırıları soykırım ilan etmesi üzerine Bangladeş’in güneyindeki Cox’s Basar’da dünyanın en büyük mülteci kampı olarak adlandırılan Kutupalong kuruldu.

Geçmiş yazılarımda “dünyanın en büyük mülteci kampı” değil, “dünyanın en büyük açık hava hapishanesi” diye adlandırdığım Kutupalong hakkında detaylı bilgi verdiğim için bu yazıda kısa kısa diyaloglara ve gözlemlere yer vereceğim.

- Kutupalong’da beşinci yılını dolduran 22 yaşındaki Jafar: “Ülkemde çok başarılı bir öğrenciydim, enerji sistemleri mühendisi olmak istiyordum ya da makine mühendisi ama benim burada yüksek öğrenim görme hakkım yok, çalışma iznim de yok. İşin gerçeği kamptan çıkmamıza dahi izin yok. Artık reşidim ve birçok kez, ne olacaksa olsun, diyerek Myanmar’a geri dönüş başvurusunda bulundum, başvurularımın hepsi geri çevrildi. Artık burada yaşamak istemiyorum, burada yaşamaktan başka seçeneğim olmadığını bilmek beni çok çaresiz hissettiriyorum, işin aslı; yaşamak istemiyorum.”

- On yaşındaki Balasa: “Babam önümde yürüyordu, annem ve ablam arkada. Çok ürkütücü bir ses duydum, önce babam düştü, babamın üstüne eğilince annem üstüme düştü. Ablam beni annemin annemin altından çekti, çıkardı, sonra kolumdan çeke çeke koşmaya başladı. Komşumuz Siyad bizi yanına aldı. Ablam Siyad’ın gelini oldu.” Balasa’ya, üç yıl boyunca konuşma ve resim terapisi uygulandı. Balasa halen yaşadığı travmanın izlerini taşısa da artık yaşadıkları hakkında konuşabiliyor. Balasa kamptaki kimsesiz çocuklar arasında kıyaslama yapıldığında en iyi durumda olanlardan biri.

- Ahmed 47 yaşında, kampta 10 yaşındaki Down Sendromlu oğluyla yaşıyor. Oğlu, Ahmed’in hayatta kalan tek yakını. “Oğlumu kucağıma verip ağaca bağladılar beni, önce karıma tecavüz ettiler sonra büyük oğlumun başına silah dayadılar, kızıma tecavüz etmesi için emir verdiler, oğlum kabul etmedi, oğlumu orada başından kurdular, sonra tekmeleyip kenara ittiler, kızıma üç kişi tecavüz etti. Öldürün, diye yalvardım, kızımı öldürsünler istedim, kızım daha fazla acı çekmesin istedim. Öldürdüler kızımı, sonra karımı. Beni de öldürün, diye bağırdım. Öldürmediler. Sen hayatta kal ki hiç unutma bu hatırayı, dediler. Unutmadım, her gün yeniden yaşıyorum, oğlum olmasa ya da engelli olmasa kendimi öldürürdüm, yapamıyorum ama her gün ölüyorum. Oğlumun zihninde de yaşananlar yer etmiş olmalı, birine kızdığı zaman üstüne yatıyor, sanki o işi yapıyormuş gibi ileri geri hareket ediyor, sonra kalkıp tekmeliyor ve elini kolunu sanki tüfekle ateş edermiş gibi yapıp yere tükürüyor.” Kamp şartlarında Ahmed için bu travmayı atlatacak tedaviyi sunma imkanı yok, oğlu için de kamp hiç uygun bir yer değil ki onun da travma tedavisine ihtiyacı var. Her ikisinin de kapsamlı tedavi için ehil kurumlara sevk edilmesi gerekiyor.

- Ahmed’in anlattığı oğluna ait "yaşananı kopyalama" kampta birçok çocukta görünen bir davranış. Dokuz, on iki yaş arası çocuklar şiddet içerikli oyunlar oynuyor. Birbirlerine ateş ediyorlar, yere düşene tekme atılıyor, köşeye sıkıştırıp soyunması emrediliyor... gibi...

- Ekbal kampa şimdi on iki yaşında olan torunu Norubal ve görme engelli oğlu Shafik ile gelmiş. “Norubal’ın babası, en büyük oğlum, onu bir daha hiç görmedim, öldü sayarım, gelinim, Norubal’ın annesi, hamileydi, dayanamadı yola, karnında yavrusuyla öldü. Shafik’in ve Norubal’ın ellerini hiç bırakmadım. Shafik görmedi hiçbir şey ama hissetti. Bağırıyor uyurken, kollarını savuruyor boşlukta, sanki bir şeyleri kovar gibi. Cin girmiş içine, diyorlar, ben inanmam. Norubal’ım da konuşmadı bir daha hiç. Oğlum kör idi, bülbül gibi öten, şen, güleç torunum da lal oldu. Ben de Allah bana uzun ömür versin, kol kanat olayım olabildiğim kadar evlatlarıma diye dua ediyorum.”

- Kamptaki genel atmosfer çok gergin, kampta kalmak istemeyen, başka bir ülkeye gitmek ya da Myanmar’a dönmek isteyen gençler dünyaya seslerini duyurmak için kampta sık sık yangın çıkartıyorlar. Bu yangınlar hem kendilerine hem halklarına zarar veriyor. Bu yangınlar kayıpları çok büyük, travmaları çok taze insanlarda travmaları tetikliyor ya da yeni travmalar, kaygılar geliştirmesine sebep veriyor. Ancak Rohingyaların Myanmar’a geri gönderilmelerine ilişkin tüm müzakereler durdurulmuş durumda.

- Bangladeş hükümeti çift taraflı bir tutum içinde, halka karşı kamptan rahatsız olduklarını, kısa bir süre için kurulacağı söylenen kampın artık bir şehir halini aldığını ve Bangladeş’in bunu kaldırmaya artık gününün kalmadığını söylerken; BM’ye gelen yardımların kesilmesinden korktuğu için her şeyin yolunda olduğunun sinyalini veriyor.

- Kutupalong’da bir diğer büyük sorun ise muson yağmurları. Kampta meydana gelen toprak kaymaları, yeterince sağlam olmayan kulübelerde oluşan hasar, sele kapılıp boğulan küçük çocuklar...

- Muson yağmurlarının oluşturduğu bir diğer büyük tehlike de üstün körü yapılmış kanalizasyonlardaki suların içme suyuna karışması sonucu oluşabilecek salgın hastalıklar.

- Beni ruhsal anlamda en zorlayan bölümlerden biri Myanmar’da ve yolda tecavüze uğrayan kadınların doğurduktan sonra istemedikleri çocuklarının bulunduğu yer. Çocuklar, yardım kuruluşlarının sevgi dolu gönüllüleri tarafından özenle, şefkatle büyütülüyor. BM, annelerle konuşması için psikolojik destek ekibi getirtmiş geçtiğimiz yıllarda. Ekipteki yetkililer, annelerin çocukları istemediğini raporlamış, hatta annelerin hemen hepsi çocukların kamptaki varlıklarını dahi bilmek istemiyorlarmış. Ekip rapora hem çocukların geleceği için hem de annelerin huzuru için çocukların evlatlık verilebilecekleri kurumlara aktarılması önerilini yazmışlar. Ancak BM bu hususta Bangladeş hükümeti onaylamadığı için herhangi bir çalışma sergilememiş.

- Bangladeş hükümetinde evlilik yaşına dair bir kanun maddesi olmadığı için, Kutupalong’da çocuk yaşta evlilik çok oluyor. Dört yıldır burada gönüllü olan bir ebe: “bazen günde 60 çocuk doğuyor, bazı anneler henüz on dört, on beş yaşında. Onlara doğum kontrolünü anlatıyorum ama onlar genelde eşlerine anlatmaya korkuyorlar. Korkunç bir kısır döngü içinde olduğumu düşünüyorum bazen.”



* Saat dört oldu, hava hala 33 derece, biraz uyumalıyım, imla denetimi yapılmadı, devam edeceğim..


19 Ağustos 2023 Cumartesi

https://twitter.com/exmuslim_tr/status/1692187087934472213?t=6aHDsMxGeeOiPQMkHhemDg&s=19
"Belçika'da Müslüman göçmenler Belçikalı gençleri dövüp ayaklarını öptürüyorlar!"


Twite dair;
Videoda görünen şiddet sahnesinin savunulacak hiçbir yanı yok, bu tartışma götürmez. Yine de keşke bu tür videoların yayınlanmasında amaçlanan ayrıştırıcı çirkin dil bu denli bulaşıcı olmasa. 
Ne videoda zorbalığı yapanlar ne zorbalığa uğrayan dinsel ya da  budunsal olarak genelin temsili değildir. 
İyilikte, güzellikte, sevgide; din, dil, ırk, cins, renk, sınıf ayrımı olmamalıdır çünkü yoktur derken bu ayrımın kötülükte de olmadığını unutmamak gerekir. Yoksa planlı bir şekilde ayrıştırmayı hedefleyenlerin dili bulaşmakla kalmayıp cerahatini her kendine benzemeyene akıtan kronik bir maraza halini alır.
D.K 19.08.2023, 02:30 Kutupalong 

İnsanlık tarihi göçler üzerine kuruludur. Hepsinin de altında hayatta kalma, soyunu sürdürme güdüsü vardır. 
İnsanlar nadiren keyfi gerekçelerle yerini yurdunu köklerini geride bırakmıştır. Keyfi gerekçelerin ne olabileceği de ayrı bir başlıkta incelenebilir. 
Ancak videoda bilinçli bir yönlendirme var. Avrupa'nın herhangi bir ülkesinde yaşayan Müslüman çocukların tümü müstebit değildir, hatta çoğunluk dahi değildir bu videoda yer alan çocuklar. Tıpkı hala yakın tarih sayılan vahşetlere müsebbip, müdahil ve taraf olmuş Avrupa ülkelerinde yaşayan halkların tamamını yaşananlardan sorumlu tutamayacağımız gibi bu videoda görünen çocukları da tüm Müslüman göçmenlerin temsilcisi sayamayız.
Türkiye kaldırabileceğinden fazla göç almıştır. Bunu ev örneğine indirgeyebiliriz. 80 m² iki oda bir salon, bir mutfak, bir banyo evde birden fazla aile yaşayamaz. Elbette eve yatılı misafir gelir, o misafir en iyi şekilde ağırlanır sonra uğurlanır. Hatta eve gelen misafir evini, yurdunu kaybetmişse kendine yeni bir ev kurana kadar ağırlanır, evini kurmasına yardım edilir. Ancak bir gerçek daha vardır aynı ev sahibi tüm iyi niyetine rağmen aynı sürede daha fazla misafir ağırlayamaz.
Türkiye'nin kaldırabileceğinden fazla göç almasının sebebi uluslararası boyutta yürütülen yanlış göç ve göçmen politikalarıdır. Ülkeleri istila edilmiş, yakılmış, yıkılmış insanlar çirkin hatta çirkef yöntemlerle, pazarlıklarla oradan oraya sürüklenir. 
Bu yanlış sürece dahil olanlar bir süre sonra belki de çaresizlikten öfkenin esiri olur. Öfke hoş olmasa da insana dair bir duygudur. Ancak öfke başlı başına tehlikeli bir duyguyken onu yanlış kanalize etmek tehlikenin boyutunu büyütüp felaket haline getirir. 
Ve bu öfke illa yönlendirilecekse; insanları göçe zorlayanlara, istila edenlere, yakıp yıkanlara, göçmenlerin insanlık onurlarını yok sayıp pazarlık konusu yapanlara, kendi çıkarları için yanlış politikalar yürütenlere ve destekleyenlere yöneltmek gerekir. Ve bu ırkçı salyalarını akıta akıta nefret kusanların yanında durarak olmaz. 
D.K. 19.08.2023 16:05 Kutupalong 

18 Ağustos 2023 Cuma

Hawaii'nin Maui adasında 8 Ağustosta meydana gelen, 110 kişinin hayatını kaybettiği, binden fazla kişinin halen kayıp olduğu, yaklaşık 13000 kişinin evsiz kaldığı, on binlerce orman canlısının öldüğü ve Lahaina ilçesinin tamamen kül olduğu korkunç yangınlardan sonra, Maui Afet Yönetimi Başkanı Herman Andaya istifasını açıkladı.  

Andaya'ya yönelik, uyarı sirenlerini kullanmadığı için yoğun eleştiri vardı.

Andaya yaptığı basın açıklamasında; uyarı sirenlerini bilinçli olarak kullanmadığını, çünkü uyarı sirenlerinin tsunami ihtimalini bildirmek için kurulduğunu ve sirenlerin çalınması için talimat verseydi halkın panik halde yangının olduğu iç taraflara kaçacağını bunun da ölüm sayısını artıracağını öngördüğünden pişman olmadığını belirtti. Andaya uyarı sirenlerini kullanmadığı için sahil kesiminde tutabildiği halkı deniz yoluyla adanın diğer tarafına ve Hawaii merkeze sevk edebildiklerini söyledi. Andaya, istifasının sebebi olarak uyarı sirenlerini kullanmamasına yönelik eleştirilerin değil, adada tsunami haricinde başka bir felaket olabileceğini düşünenememiş olmasının verdiği ruhsal yük olduğunu da sözlerine ekledi.

Andaya'nın istifası, Maui Belediye Başkanı Richard Bissen tarafından kabul edildi. 
"Bir şeyi kırk defa söylersen olur." 


Bu söze körü körüne ancak illa umutla, inatla inanan kişiler; kırk defa söylemek işe yaramazsa "kırk bindir o" bahanesine tutunur, o da olmazsa kırk milyona. 


Ve bu kişiler "umut" der, "sevgi" der, "eşitlik" der, "çocuk" der, "kardeş" der, "insan" der, "doğa" der, "barış" der. Tüm koşullar ve gerçekler aksini gösterse de; inadına der..

17 Ağustos 2023 Perşembe

Okmeydanı Hastanesinde yaşanan üzücü olayın videosuna yönelik yorumların çoğunda Suriyeli hekimlere yönelik saldırgan, ırkçı söylemler var.
"Giderse gitsinler, dendi, şimdi bina var, doktor yok, yakında Suriyeli doktorları yerleştirirler" en sık rastladığım yorumlar.
Saldırgan ve ırkçı diyorum, çünkü ortada mesleğe sahip çıkma, mesleği koruma yok bu sözlerde. Aksine kendi için uygun görmediği şartlara başka milleten birinin razı gelmek zorunda kalışına aldırış etmeyen kibir var. Ve bu kibir var oldukça şartların düzelmesi mümkün değil. Oysa meslek onuruna yaraşmayan şartlara topluca, budununa bakmadan omuz omuza itiraz edilse, mesleğini hakkıyla icra edenin kimliğine değil de yeteneğine odaklanılsa; çalışma şartlarından, maddi kaygılardan, görülen şiddetten, hızla büyüyen itibarsızlaştırmadan kaynaklı öfke doğru yöne aktarılsa; ne "giderlerse gitsinler" diyenler kalır ne şiddete eğilim devam eder ne imkanı olan yurdu terkeder. 


Heyhat, varsayımlar, "ama"lar, "oysa"lar, "keşke"ler; ne saldırgan dile ne ırkçılığa ne de meslek onurunun ayaklar altına alınışına çare değil. 

15 Ağustos 2023 Salı

Depremin hemen ardından toplanan bağış paraları ne oldu?
Televizyonda şaşalı organizasyonlarda devlet eliyle toplanan milyarlar sadece telaffuz edildi, bir elden diğer ele göstermelik aktarıldı, bunu biliyoruz zaten. De yine de insan yanımız AHBAP'ınkine benzer bir dökümü bir umutla devletten de görmek istiyor. 
Ve üzücü olan kimsenin ağzını açıp da formalite icabı bile olsa "bu paralar ne oldu?" diye sormaması.

Not: AHBAP'a bağış yapmadım. Haluk Levent'i 99 depreminden tanısam da, şahsi iyi niyetinden şüphe etmesem de her daim şüpheci olan yanım serencamda cam gibi şeffaflık aradığından bire bir sahada olanlarla dayanışmayı tercih ettim. 
Ve kendi adıma doğru tercih yaptığıma emin olsam da AHBAP'ın harcamaları kalem kalem açıklamasını takdir ediyorum. 


12 Ağustos 2023 Cumartesi

Cox Basar'daki Kutupalong, dünyanın en büyük açık hava hapishanesi ancak resmi merciler "dünyanın en büyük mülteci kampı" demiş adına. 
 




Marş Denizi'ndeki Bibby Stockholm, yüzen yarı kapalı ceza evi ancak resmi merciler "dünyanın en lüks yüzen mülteci kampı" demiş adına. 


11 Ağustos 2023 Cuma


Orijinal adı "Lost Flowers of Alice Hart" olan Holly Ringland romanını geçen sene Almanca çevirisiyle (Die verlorenen Blumen der Alice Hart) okumuş ve çok etkilenmiştim. Öğlen bir kitapçının vitrininde görünce yazmak istedim.


Alice, baba şiddetinin hüküm sürdüğü bir evde, insanlardan tamamen uzak bir hayat yaşıyor. Dokuz yaşındayken evlerinin yanması ve ailesinin ölmesi üzerine o güne kadar hiç görmediği büyükannesi June, Alice'i yanına alıyor. June'nun büyük bir çiftliği var ve geçimini çiçek yetiştirerek sağlamakla kalmıyor, hayatı boyunca şiddete uğramış, yok sayılmış, aşağılanmış kadınlara da iş imkanı sunuyor. Kitapta her çiçek bir kadını temsil ediyor, her kadının ayrı bir hikayesi var. Yaşadığı travmanın ardından içine kapanan ve konuşmayan Alice, büyükannesinin ve çiçek kadınların içinde yeni dil öğreniyor, çiçeklerin dilini ve böylece yeniden insanlarla iletişim kurmaya başlıyor.

Aslında daha çok yazmak isterdim, lakin gördüm ki kitap, Çiçek Eriş tarafından Türkçeye çevrilmiş ve Yabancı Yayınlarından "Alice Hart'ın Kayıp Çiçekleri" ismiyle yayımlanmış. Kitapta elbette olmazsa olmaz klişeler de var fakat çiçeklere ilginiz varsa ve psikolojik romanları seviyorsanız öneririm.

Ayrıca az önce Türkçeye çevrilmiş mi diye bakarken gördüm ki; Sarah Lambert romanı senoryolaştırmış, Glendyn Ivin yönetmiş ve Amazon Prime'da dizi olarak henüz gösterime girmiş (belki de kitabın yeniden vitrine çıkma nedeni budur). Ben, kitabı, kitapta yer alan müthiş çizimlerle ve kendi hayal gücümle şekillendirdiğim karakterlerle hatırlamak istediğimden izlemeyeceğim ama belki izlemek isteyen olur diye bunu da yazmak istedim. 

10 Ağustos 2023 Perşembe

Araştırmacı, gazeteci, eski milletvekili (Ekvador Sosyalist Partisi), La Alianza Honestidad (Dürüstlük İttifakı)'nın Cumhurbaşkanı adayı Fernando Alcibiades Villavicencio, seçim mitingi ardından uğradığı suikast sonucu öldü.

Villavicencio, Ekvador'un bir uyuşturucu devleti haline geldiğini, bunun sorumlusunun da 'siyasi mafya' olarak adlandırdığı kişiler olduğunu söylemiş, birkaç gün sonra gerçekleşecek olan seçimlerde seçildiği takdirde ilk işinin uluslararası uyuşturucu kaçakçılık ağı ile mücadele olacağını belirtmiş ve ölümünden önce uyuşturucu kaçakçılığı ile bağlantısı olduğunu iddia ettiği 'siyasi mafya' için çalışan kişiler tarafından tehdit edildiğini açıklamıştı. Villavicencio'nun bahsettiği uluslararası uyuşturucu kaçakçılığı ağında Arnavutluk, Kolombiya, Meksika'nın yanı sıra adı geçen ülkelerden biri de Türkiye'ydi. 

Ölümünün ardından ailesi, yaptığı ilk açıklamada; Villavicencio'nun ölümünden iç işleri bakanı Juan Zapata'yı sorumlu tuttu. Aile ayrıca Villavicencio'nun böyle bir suikastten şüphelendiğini ve güvenilir birine araştırmaları için, içinde belgeler olan bir dosya teslim ettiğini de sözlerine ekledi. 

7 Ağustos 2023 Pazartesi

Önümüzdeki yıl haziran ayında Avrupa Parlamentosu seçimleri var. 

Avrupa Parlamentosu'nda halihazırda 9* sandalyesi olan ve Almanya'da hızla büyüme kateden AfD, Avrupa Birliğine karşı bir politik tutum içinde olsa da Avrupa Parlamentosu'ndaki sandalye sayısı arttırmak için yoğun çalışmalar yapıyor. 

AfD, Avrupa Parlamentosu'ndaki 705 sandalyenin 62'sine sahip ID (Identity and Democracy-Kimlik ve Demokrasi) fraksiyonunda yer alıyor. 

(* toplamda 14 sandalyesi olan AfD'nin 5 Politikacısı ID fraksiyonunda yer almak istemediği için partiden ayrılıp ECR fraksiyonuna katıldı.)

Ayrıca, Avrupa Parlamentosu'da 66 sandalyesi bulunan ulusal muhafazakarlık çerçevesindeki sağ popülist fraksiyon ECR (Avrupa Muhafazarkarları ve Reformcuları) ve 182 sandalyesi bulunan merkez sağ fraksiyon (Avrupa Halk Partisi) düşünülecek olursa; Avrupa Parlamento'nda sağ görüşü 310 sandalye temsil ediyor.

Sosyal Demokratların 143, Liberallerin 101, Yeşillerin 72, Bağlaşık Solun 37 ve kendini hiçbir fraksiyona bağlı hissetmeyenlerin 42 sandalyesi varken; sağ görüşün, 310 sandalyesi olması oldukça korkutucu. 



Çağrısım;

"Man sieht: all die Ungeheuerlichkeiten, wie Bücherverbrennungen und Schandpfahlfeste, die wenige Monate später schon Fakten sein sollten, waren einen Monat nach Hitlers Machtergreifung selbst für weitdenkende Leute noch jenseits aller Faßbarkeit. Denn der Nationalsozialismus in seiner skrupellosen Täuschertechnik hütete sich, die ganze Radikalität seiner Ziele zu zeigen, ehe man die Welt abgehärtet hatte. So übten sie vorsichtig ihre Methode: immer nur eine Dosis und nach der Dosis eine kleine Pause. Immer nur eine einzelne Pille und dann einen Augenblick Abwartens, ob sie nicht zu stark gewesen, ob das Weltgewissen diese Dosis noch vertrage. Und da das europäische Gewissen – zum Schaden und zur Schmach unserer Zivilisation – eifrigst seine Unbeteiligtheit betonte, weil diese Gewalttaten doch »jenseits der Grenze« vor sich gingen, wurden die Dosen immer kräftiger, bis schließlich ganz Europa an ihnen zugrunde ging. Nichts Genialeres hat Hitler geleistet als diese Taktik des langsamen Vorfühlens und immer stärkeren Steigerns gegen ein moralisch und bald auch militärisch immer schwächer werdendes Europa."

Stefan Zweig, Die Welt von Gestern. Erinnerungen eines Europäers




4 Ağustos 2023 Cuma

Gözüm takvime takıldı, yutkundum. İki gün sonra "6 Şubat depreminin üzerinden altı ay geçti" diyeceğiz. 
Oysa gerçekte, biz, hayat devam ediyor, desek de çoğu insan için zaman durdu. 
Amma velakin depremden etkilenen yerlerde halen yardıma ve dayanışmaya ihtiyaç var. Gerek maddi gerek manevi uzatılan her yardım ve dayanışma eli kıymetli. Maddi ve manevi imkanınız varsa uzatın o eli. 

Seçim sonuçlarından sonra "keşke yardım etmeseydim" diyenlere de şunu hatırlatmak isterim; bugün depremzede dediğimiz insanlar, altı ay önce herkes gibi bir hayatı olan insanlar. Onlar, sevdiklerini, evlerini, işlerini, anılarının elle tutulan hallerini kaybetti ve çoğu siz "keşke yardım etmeseydim" derken, "keşke hayatta kalmasaydım" diyor..

2 Ağustos 2023 Çarşamba

Bazen tek bir jest ya da tek bir söz bir anda güzelleştirir hayatı, diye düşünürsün ama o jest yapılmaz, o söz söylenmez..


Beklersin ve beklerken; hayatı, o tek bir jestin ya da sözün güzelleştireceğine o kadar inanmış, o kadar odaklanmışsındır ki diğer güzellikler akıp giderken yanından görmezsin hiçbirini..


Gezip görmediğin, sokaklarında yürümediğin kentleri, son durağın neresi olduğunu bilmeden bindiğin, hızla giden bir trenin penceresinden seyretmek gibi yaşarsın hayatı.. Yaşarsın, dedim.. Çünkü bunu yaşamak sanırsın..

Bu kulaklar "grev iyi oldu, hastalar bize yöneliyor" diyen özel muayenehane hekimini de duydu ya...

Sabah Twitter'da "Haklı gerekçelerle dün iş bırakan ve bugün iş bırakacak olan sağlık emekçilerine selam olsun!" demiştim. 

Şimdi de kendi çıkarları için meslektaşını yarı yolda bırakanlara "yuh olsun!" diyorum..
"Kızılay Yönetim Kurulu toplantısında, Kızılay’ı holdingleştirip huzur hakkı aldığı için yıllarca eleştirilen ve 12 Mayıs tarihinde istifa etmek zorunda kalan Kerem Kınık ile ilgili bir teklif görüşüldü. Toplantıda, “Gönüllülük esasına göre çalışmak üzere, Kerem Kınık’a ‘İyilik ve Merhamet Elçisi’ sıfatı verilerek yürüteceği ulusal ve uluslararası faaliyetler kapsamında oluşacak tüm masrafların ilgili yapı bütçelerinden karşılanmasına” maddesi kabul edildi."

BirGün gazetesinde İsmail Arı'nın 1 Ağustos 2023 tarihli haberinden.

Kendime not: Yazacaklarım var bu konuda!

1 Ağustos 2023 Salı

Kendimi, kafasının içinde sürekli kendi kendiyle kavga eden bir Vedat Türkali romanının kahramanı gibi hissediyorum..

Kahraman? Evet bu sözcükle kendime gereksiz bir güzelleme yapmış olurum.. 

Doğrusu eskilerin dediği "bokuyla kavgalı".. Tam olarak böyle bir hal var üstümde şu aralar. Kurtulmak istesem de; üstümden atamadığım..

30 Temmuzdaki JUI-F (İslam Uleması Cemiyeti) kongre toplantısına yapılan saldırıyı işid üstlendi. 
Saldırıda 54 kişi hayatını kaybetti, yüzü aşkın da yaralı var.
JUI-F Pakistan'ın Hayber Pahtunhva eyaletinde, koalisyon hükümeti ortaklarından radikal islamcı bir siyasi parti.
Saldırının ardından devlet başkanı Arif Alvi ve başbakan Şahbaz Şerif başsağlığı mesajı verdi. Şahbaz Şerif mesajın ardından Afganistan'da Taliban'ın yönetimi ele aldığından bu yana terör saldırılarında artış olduğunu ve bunun kontrol altına alınması için çalışmalarını sürdürdüklerini, buna rağmen bugünkü saldırının öngörülememiş ve engellenememiş olmasına dair üzüntüsünü de dillendirdi.
Bu yıl, 30 Ocakta Peşavar'daki bir camide ikindi namazı esnasında Taliban yandaşı olduğunu belirtip tekbir getiren biri üstüne bağladığı bombaları patlatmış, kendisiyle birlikte 101 kişinin ölümüne, iki yüzden fazla kişinin de yaralanmasına sebep olmuştu. 
Ayrıca Şubat, Nisan ve Mayıs aylarında çeşitli polis karakollarına Taliban'a bağlılıklarını ifade eden kalabalık gruplar silahlı saldırılarda bulunmuş ve bu saldırılarda toplamda 6 polis memuru ve 2 sivil hayatını kaybetmişti. 
Bajaur'daki JUI-F kongresinde saldırıyı işid'ın üstlenmesi artı bir şaşkınlığa neden oldu.