31 Temmuz 2023 Pazartesi

Söz verdirmiştin bana. Benim için, kendine söz ver, diyerek. Söz vermiştim kendime, saymayacaktım sensizliği, saymayacaktım günleri, ayları, yılları..
Ama bak, yüreğim sıkışarak uyandım uykudan, göğsüm yanıyor, nefes alamıyorum..
Bir yıl önce bugün ellerini tutup dudaklarıma götürdüğümde sıcaklardı hala..
Ruhum üşüyor!!!

30 Temmuz 2023 Pazar

"Örgütlenmiş kötülük" ne çok kişi dolamış diline. Deprem olur, yardım ulaşmaz "örgütlenmiş kötülük", ormanlar yakılır, ağaçlar kesilir "örgütlenmiş kötülük", tecavüzcü, tacizci serbest bırakılır hatta tutuklanmaz "örgütlenmiş kötülük", kadınlar, çocuklar öldürülür, kayıp edilir(!) "örgütlenmiş kötülük", topluca hayvanlar katledilir "örgütlenmiş kötülük", seçilenler yönetimde yer alamaz, atanmışlar koltuklara kurulur "örgütlenmiş kötülük", sağlık çalışanları dövülür, öldürülür "örgütlenmiş kötülük", öğretmenler üç kuruşa çalıştırılır, herhangi bir konuda sesi yükselse hedef gösterilir "örgütlenmiş kötülük", hukuk işlemez, kalkar birileri "guguk" diye dalga geçerken avukatlar işsizlikten intihar eder "örgütlenmiş kötülük", eczacılar, veteriner hekimler ilaç fiyatlarındaki kur farkından kaynaklı büyük zarara uğrar, kepenk kapatır "örgütlenmiş kötülük", tarihi geçmiş, içeriği değiştirilmiş hayati değeri yüksek ilaçlar piyasaya sürülür "örgütlenmiş kötülük", halkın haber alma özgürlüğü elinden alınır, haber takip eden, haber yapan gazeteci tutuklanır "örgütlenmiş kötülük", özgür olması gerekenler haksız yere tutsak edilir "örgütlenmiş kötülük", insanların yatak odalarına, cinsel hayatlarına göz ve dil uzatılır, kimin kimi sevebileceğine siyasiler karar vermek ister "örgütlenmiş kötülük", hükumetle hem fikir olmayanların konserleri iptal edilir,  filmleri gösterime girmez, tiyatrolar perdelerini açamaz "örgütlenmiş kötülük", zaten insanların sanata, kitaba ayıracak parası yok, bu da "örgütlenmiş kötülük"...

Demezler mi "kötülüğün örgütlenmeyi başardığı yerde sen örgütlenemiyorsan; bu 'örgütlenmiş iyilik' değil, olsa olsa örgütlenmiş 'örgütlenmiş kötülük' deyiciliğidir" diye?

Demezler. Kim diyecek?

Yangın kendi hanesine ulaşmadan yangından korksa da söndürmek için çabalamayan mı? Yılandan korksa da kendisine dokunmuyorsa bin yaşasın diyen mi? Selden korksa da suların ne kadar yükseleceğini kestirmeden tufan ardımda diyen mi?

Hem kolay mı iyiliği, kötülük kadar kolay örgütlemek. İyilik özveri ister, kötülük çıkar. Oysa menfaat için fedakarlık yapmamak da örgütlenmiş kötülük zincirinin halkası olmaz mı?

Memlekette fedakarlık yapmamanın ya da doğrusu menfaatin bir adı "korku" oldu aslında.

Gerçi; "örgütlenmiş kötülük" deyiciler, "amaç korku iklimi oluşturmak" da diyorlar. Hah güleyim, diyorum, nice zamandır korku ikliminde yaşadığını hala fark etmemiş olanlara. 

Çünkü korku artık her yerde.

Herkesin kaybetmekten korktuğu bir şey var. Kimi canının, kimi özgürlüğünün, kimi işinin, kimi malının ya da konforunun derdinde. 

Oysa yangına su taşımayanın evine de ateş sıçrar, yılan dokunmadığını da bir gün sokar, tufan arkada kalmaz asla, sular zamanla her yeri kaplar.

Ben mi? 

Ben de burada, uzaktan davulun sesinin hoş olduğu, tuzu kuru köyünde oturduğum yerden "örgütlenmiş kötülük" deyicilerinin gerçekte bir araya gelip örgütlenmiş kötülüğün karşısında örgütlememelerini eleştiriyorum..

Ne farkım var!..

Yazıklar olsun bana!..


Her insanın herhangi bir duyguyu yaşayışı farklıdır. 

Faraza -duyguların en güzeli olduğu için- sevgi;

İnsan sanır ki ben nasıl seviyorsam öyle seviliyorum. 

Çünkü "sevmek" denince insan sadece kendi sevme şeklini bilir. 

Ve kendisine dendi mi "seni seviyorum" kendindeki sevgiye eş beller. 

İşte bu bellem, sadece sevgi için değil, tüm duygularda; insanın en büyük yanılgısıdır..

29 Temmuz 2023 Cumartesi

Ormanlar cayır cayır yanarken görünmeyen tomalar, ormanların yok edilmesini engellemeye çalışanlara harıl harıl su püskürtüyor.

Muğla'nın Milas ilçesine bağlı İkizköy'deki Akbelen ormanı.
75 gündür özgür olmadığı için görevini yapAmayan seçilmiş vekil Can Atalay Silivri'de tutsakken; seçilmiş ÖZGÜR vekiller görevini yapmıyor...

25 Temmuz 2023 Salı

Birkaç gündür topuk kanı taraması hakkında olumsuz yazılara denk gelince ben de "topuk kanı taramasının amacı nedir?" sorusunun yanıtıyla başlayarak kendimce bir şeyler yazmak istedim.
Erken neonatal dönemde ama daha çok doğumdan sonraki ilk 36. ile 72. saat arasında yenidoğanın topuğundan bir miktar kan alınır. Laboratuvarda kan, bazı nadir, kalıtsal hastalıklar için test edilir. Bu sayede yeni doğanda bu hastalıklar mevcutsa erken teşhis sayesinde fiziksel ve zihinsel gelişimdeki ciddi hasarlar önlenebilir veya sınırlanabilir. Fakat bilmek gerekir ki bu hastalıklar genelde tam anlamıyla iyileştirilemez, ancak erkenden başlanan tedavilerin yaşam kalitesi üzerine olumlu etkileri olur.
Almanya’da bu tarama isteğe bağlıdır, ancak ebeveyn doğumdan önce öneri alır ve doğumdan sonraki 24 saatin sonuna kadar kararını bildirmesi ve imzayla onaylaması gerekir. Tarama izni için anne ya da babadan birinin onayı yeterlidir. Sağlık sigortaları da bu taramanın yapılmasından yanadır. Türkiye'de bu testin standart bir uygulama olması sevindiricidir.
Topuk kanı taramasında tanılanabilecek birkaç hastalık için örnek verecek olursam;
- Biotidinaz eksikliği, otozomal resesif kalıtsal metabolik bir hastalıktır. Biotidinaz eksikliğinde vücut biotin döngüsünü kendiliğinden gerçekleştiremez ve vücutta biotin (B7, H vitamin) seviyesi azalır. Hastanın klinik tablosunda; kanda asit oranında artış, kas gücü zayıflığı, gelişimde gecikme, dermatolojik tepki (saç dökülmesi, ciltte kabarma, döküntü), işitme ve görme problemleri mevcuttur. Biotidinaz eksikliğinde erken teşhis çok önemlidir. Geç tanı ve tedaviye geç başlama nörolojik işlev bozukluklarına ve dahi ölüme neden olur. Hastalığın tedavisi basittir. Hastanın yaşı ve kilosuna bağlı olarak ömür boyu biotin takviyesi yapılır. Tedaviye erken başlanan ve biotin takviyesini düzenli alan hastalarda hastalık bulgularının görülmesinin önüne geçilebilmektedir.
- Fenilketonüri, akraba evliliğinin de etkisiyle Türkiye’de sık görülen otozomal resesif kalıtsal bir hastalıktır. Proteinli gıdalarda bulanan fenilalanin amino asidi, fenilalanin hidroksilaz enzimiyle tirozine çevrilemediğinde kanda fenilalanin düzeyi artar, bu da beyin gelişiminde bozulma ve nörolojik hasara neden olur. Feniketonüri hastalığında erken tanı çok önemlidir. Bu da topuk kanı taraması ile mümkündür. Erken teşhis edilmez ve diyet uygulamasına geçilmezse nörolojik gelişim bozuklukları, kas kontrolsüzlüğü, yürüme bozukluğu, konuşma bozukluğu, gelişimsel koordinasyon bozukluğu, zeka geriliği, geri dönüşümsüz beyin hasarları oluşur. Erken teşhis ile hasta kaliteli bir yaşam sürdürebilir.
- Galaktozemi, otozomal resesif kalıtsal bir gen hastalığıdır. Galaktozemide galaktozu glikoza parçalamak için enzim üreten GALT geni mutasyona uğradığı için bu işlem gerçekleşmez. Bunun sonucunda kanda galaktoz birikir. Hastanın klinik tablosunda kusma, iştah kaybı, sarılık, ishal, hayatı tehdit edecek ölçüde kilo kaybı vardır. Semptomlar ilk anne sütünden ya da laktozlu mamadan 36 saat sonra başlar. Teşhis konulmamış ve tedaviye başlanmamış hastalarda nörolojik gelişim bozukluğu, katarakta dayalı körlük, enfeksiyona duyarlılık, karaciğer ve böbreklerde fonksiyon bozuklukları görülür. Topuk kanı taramasının çok önemli olduğu hastalıklardan biridir. Zira galaktozemi tanısında anne sütü ile besleme kesilmelidir. Topuk kanı taraması sonucunda galaktozemi tanımlanmışsa mutlaka takip testi önerilir, bunun için hem kan hem idrar örneği alınır. Kesin tanının ardından diyet planı uygulanır. Çoğunlukla galaktozemide tedavi için diyet planı yeterli olsa da bazı durumlarda vitamin ve mineral takviyeleri gerekir, ayrıca olası göz, böbrek ve karaciğer sorunları için düzenli tıbbi takip ömür boyu gereklidir.
- Lösinoz, çok nadir görülen metabolik bozukluklardan biri olup amino asit tirozin metabolizmasındaki konjenital anormallikleri ifade eden otozomal resesif kalıtsal bir hastalıktır. Vücut belirli protein bileşenlerini özellikle de lösin, izolösin ve valin amino asitlerini parçalayamaz. Hastada idrar tatlı bir kokuya sahiptir, hastanın klinik tablosunda; hipopigmentasyon (ciltte açık renk lekeler), kan basıncında dalgalanma, konvülsiyonlar (kasılma), kusma, ishal, kan şekerinde düşme, insülin eksikliği, halüsinasyonlar (sanrı) mevcuttur. Çok nadir görülen bir hastalık olsa da çocuklarda ölüm oranı yüksektir. Yetişkinlerde serebral ödem nedeniyle koma hali ve\veya ani ölüme neden olabilir. Tam tedavisi yoktur, erken teşhis önemlidir. Sürekli tıbbi takip, ilaç ve diyetle hasta kaliteli bir yaşam sürdürebilir.
- Hipotiroidi, tiroit bezinin az çalışmasından kaynaklanan tiroid hormonunun yetersizliğidir. Yenidoğanda hipotiroidi topuk kanı taraması ile tanılanabilir. Yenidoğanda hipotiroidi tanısının nedeni genellikle tiroid bezinin az gelişmesi ya da hiç oluşmamasıdır. Çoğunlukla annenin de tiroit bezinde tanılı yahut tanısız bir çalışma bozukluğu vardır. Topuk kanı taramasında hipotiroidi tanılanmışsa mutlaka ek testler yapılır ve kesin tanı sonucu hemen tedaviye başlanır. Hipotiroidi tedavi edilmediğinde çocukta geri dönüşsüz hem fiziksel hem zihinsel gelişim bozukluklar meydana gelir. O yüzden erken tanı çok önemlidir.
- Orak Hücreli Anemi, kanda oksijen taşımakla görevli olan hemoglobinin yapısının bozulmasıyla beraber, görevini yerine getirememesi ve kandaki kırmızı kan hücrelerinin azalmasıyla meydana gelen genetik bir hastalıktır. Topuk kanı taraması sayesinde hastalığa erken tanı konabilir ve hastanın yaşam kalitesini yükseltebilecek tedaviye başlanabilir. Orak hücreli anemiye sahip hastalara uygulanan tedavi tam bir iyileşme sağlayamasa da ağrılar hafifletilebilir ayrıca hastalığın yol açabileceği diğer sağlık sorunları önlenebilir. Orak hücreli anemiye sahip hastalara kemik iliğinden kök hücre nakli üzerinden tedavi için araştırma çalışmaları devam etmektedir. Oraklaşmış hemoglabini normal hemoglabinle seyreltme amaçlı kan nakli uygulamaları başarılı sonuçlar vermektedir.
- Spinal Musküler Atrofi (SMA), topuk kanı taramasında SMN1 geni moleküler analizi ile erken kanısı mümkündür. SMA belki de şu ana kadar yazdığım hastalıklar içinde en bilinendir. Tam bir tedavisi (henüz) yoktur, mevcut ilaç tedavilerinin de maliyet çok yüksektir. SMA hakkında detaylı bilgiye Türkiye SMA Vakfının internet sitesinden ulaşılabilir.
- Kistik fibrozis, otozomal resesif kalıtımlı bir gen hastalığıdır. Transmembran kondüktans regülatörü genindeki (CFTR) değişiklik nedeniyle tuz atılımında da değişiklik olur. Bu değişiklik solunum, sindirim, üreme kanallarında yoğun mukus birikimine sebep olur. Topuk kanı taramasında pozitif sonuç alınması yenidoğanda hastalık tanısı için yeterli değildir. Ebeveyne de gen testi uygulanır. Çocuğa hastalık tanısı konulabilmesi için hem anne hem babadan değişikliğe uğramış CFTR geni almış olması gerekir, sadece birinden almışsa kistik fibrozis için hasta değil, taşıyıcı olması söz konusudur. Herbir ebeveynde gen testi sonucu pozitif ise çocuğa immun reaktif tripsinojen testi uygulanır. Tanı kesinleştikten sonra mukus inceltici ilaçlarla tedaviye başlanır. Tedaviye yanıt kişiden kişiye değişir, kistik fibrozisin hangi organları ne kadar etkilediği de tedavi sürecinde etkilidir. Tam bir iyileşme mümkün olmasa da hastanın yaşam kalitesini ve süresini artırmada erken teşhis çok önemlidir.
Peki topuk kanı taraması için kan nasıl alınır ve yenidoğanın canı yanar mı? Bebeğin topuğuna küçük bir iğne batırılır ve filtre kağıdı kartı diye adlandılan topuk kanı kartı ile birkaç damla kan yakalanır. Bebeğin kısa bir süre ağlaması mümkündür. Ancak erken teşhis ve erken tedaviye başlama imkanı düşünülecek olursa bu gözyaşlarına değer. Türkiye'de uygulama nasıldır bilmiyorum ancak genelde topuk kanı alınırken yenidoğana ilk işitme testi de yapılır.

Son söz; topuk kanı taramasının çocuğa hiçbir zararı yoktur. Değil mi ki evlatlarınız en kıymetliniz, topuk kanı taramasına itiraz etmeyin ve çocuklarınızın aşılarını, rutin hekim kontrollerini ihmal etmeyin..

23 Temmuz 2023 Pazar

Ülke freni patlamış şekilde son sürat uçuruma ilerlerken; muhalefet, gidişata müdahale edeceğine kendi iç hesaplaşmalarını gündeme taşıyor. 

Bir ülkenin başına gelebilecek en kötü şey mevcut iktidarın kötü olması değil onu yerinden edecek muhalefetin olmamasıdır. 


Kemal Kılıçdaroğlu "Sonuna kadar CHP koltuğunda oturmayacağım. Eğer geçmişinde para pul ilişkileri, lekesi olmayan biri çıkarsa ben de bu görevi bırakacağım." demiş.

Bu açıklama şu mu demek oluyor; CHP içinde geçmişi temiz kimse yoktur?


Kemal Kılıçdaroğlu "10 cephede yara almış bir komutan savaşa devam eder mi? Evet, eder. Etmelidir." demiş. 

10 cephede yara almış bir komutan, eğer askerleri ve halk kendisine hala güveniyorsa elbette savaşa devam etmelidir. Aksi takdirde yani güven ilişkisi zedelenmişse komutayı devretmelidir. 


Kemal Kılıçdaroğlu "Seçimi kaybettim, bir hafta eşimin yüzüne bakamadım. Kolay mıydı?" demiş.

Kemal Kılıçdaroğlu'nun eşine duyduğu sevgi ve saygıyı takdir etmekle beraber; kaybedilen seçim ülkenin geleceğini belirleyecek bir seçimdi, tüm halkları ilgilendiren bir seçim, sadece taraftarını etkileyecek bir spor müsabakası değil. 


Kemal Kılıçdaroğlu "Partimin solculuğunu da milliyetçiliğini de vatanseverliğini de tartışmam. Atatürk’ün siyaset masasında aşırı milliyetçiler de vardı aşırı solcular da vardı; muhafazakâr kanaat önderleri de vardı liberal azınlıklar da. Zaten bu masayı kurduğu için, bu masadan bir vatan çıkardığı için Atatürk oldu." demiş.

Hmmm kendini Mustafa Kemal Atatürk ile bir tutan bir tevazu. Peki.


Kemal Kılıçdaroğlu "2024 yerel seçimlerinde 2019 seçimlerinden çok daha iyi bir sonuç alacağız. Kimsenin şüphesi olmasın." demiş.

Şüphe, belirsizlikten oluşan sezgiye dayalı olumsuz düşüncedir, diye açıklamakla yetiniyorum.


Kemal Kılıçdaroğlu "Bizim parti içinde konuştuğumuz şeylerin bir kısmı tabi ki aramızda kalmalıdır. Ama köşe yazarları üzerinden parti içi meseleler tartıştırılıyor. Ben kimin nereden ne kadar maaş aldığını iyi biliyorum." demiş.

Son yirmi yılda gazetecilik Türkiye'deki en zor mesleklerden biri haline gelmiş durumda. Bir siyasetçi "kimin nereden ne kadar maaş aldığını biliyorum" dediğinde bu zor mesleği icra etmeye çalışan insanları toplu halde suçlamış olur. Kim ne biliyorsa, isimle, rakamla konuşmalı. 



21 Temmuz 2023 Cuma

.....'nin başkenti .....'da yeni getirilen vergilere ve yüksek yaşam maliyetine karşı ana muhalefet partisi .....'nin başkanı .....'nin çağrısıyla yapılan protestolara katılım her geçen gün artıyor. Ana muhalefetin desteğini hisseden protestoculara mevcut iktidarın seçmeni de "kazancımızın hiç değeri kalmadı ay sonunu getiremiyoruz" diyerek katılmaya başladı. Mevcut hükümetin yapılan protestoları dindirmek için göreve çağırdığı güvenlik kuvvetlerinin içinde de protestoculara destek çıkanlar olunca güvenlik güçleri protestolara karşı yetersiz kaldı. Bunun üzerine hükumet din adamlarını yapılanın yanlış olduğunu anlatması için göreve çağırdı.. 

Elbette boşlukları Türkiye-Ankara-CHP-Kılıçdaroğlu olarak doldurabilecek şartlar ülkede mevcut. Ancak haberin gerçek halini okumak için boşlukları; Kenya-Nairobi-Azimio-Odinga kelimeleriyle doldurmak gerekiyor.

20 Temmuz 2023 Perşembe

Ben artık insanların bedenleri, cinsiyetleri, aşkları, cinsel hayatları sebebiyle terörist ilan edilmesinden çok sıkıldım. Ama daha çok sıkıldığım bir şey varsa o da bunun hala espri malzemesi yapılması. 
Ülkeyi yönetenler neredeyse osuruğunun ahengini beğenmediği herkesi terörist ilan ederken avanesi de artık bunu kendine hak bilir hale geldi.
Durumun vahametinin farkında olmayanlar ise hala bunun mizahını yapıyor.
Heteroseksüel olmanın yarın sıradan bir sebepten terörist ilan edilmek için yeterli olmadığına aydığınızda mizahın ne izahının ne de renginin önemi kalmayacak.
Güneş ve yağmur var oldukça 🌈 olacak..
Ve biz de sevgimizle, tüm renklerimizle hep var olacağız.. 🏳️‍⚧️🏳️‍🌈

Dünya kupası başladı. Radyoda (NDR1) isimlerini maalesef bilmediğim ama mutlaka öğreneceğim iki moderatör konuşuyor.
Erkek sesi "nihayet, şımarık hırstan arınmış, zırıldama ve şov dolu olmayan futbol izleyeceğim için mutluyum. Çünkü kadınlar sadece futbol oynuyor, bunu da hakkıyla yapıyor."
Kadın sesi "kişi 'futbol sevmiyorum' diyebilir, bu doğaldır, herkes her spor türünü sevmek zorunda değil. Ama biri kalkıp 'kadın futbolunu sevmiyorum' diyorsa bu cinsiyetçi bir açıklama değil de nedir?"

19 Temmuz 2023 Çarşamba

Edip ismini pek severim. Cansever'i de Süreya'dan çok. Ama bunun isimle alakası yok. Ya da belki Ruhi'yle fakat Edip'le değil..

Ruh halim; "üç gün oldu bile" ile "henüz üçüncü gün" arasında gidip geliyor.



Sabah yağmur yağdı, bahçedeki ıvır zıvır kulübesinin yanına sığındım. Yağışlı havalarda uzun oturmalarım için bir çözüm bulmalıyım. Belki de kulübenin içini oturulacak şekilde düzenlemeliyim. Belki de; tamam bu kadar yeter, saha görevi bu, nereden olsa gidilir, deyip geri dönmeliyim. Hem Küçük Hanım'ı özledim, çok özledim.. Tüm özlediklerime ek olarak..

18 Temmuz 2023 Salı

Gece uyuyamayınca sabah erkenden biraz da keşif amaçlı yürüyüşe çıktım. Hedefsiz yürüdüğüm tüm zamanlarda olduğu gibi saatlerce yürüdüm. Sahil evden yirmi beş, otuz dakika uzaklıkta, ana caddeye mesafe de o kadar. Ev, sahil ile ana cadde arası sayılır. Üç sokak ötede küçük bir market var. Burada sokak isimleri hep kuş türleri. Fink, Drosseln, Amsel, Star, Sanderling, Rotschenkel, Kiebitz, Schwalben…. Merak ettim, girdim markete, küçük olsa da acil tüm ihtiyacı karşılamak mümkün. Laeti'nin koleksiyonu için birkaç kartpostal aldım, birkaç gün arayla gönderirim. Marketin biraz ilerisinde de fırın var. Fırında sabah altıdan on bire kadar küçük ekmek çeşitleri ve tatlı, tuzlu çörekler satılıyormuş. On birde kapanıp on altıda tekrar açılıyormuş o zaman da birkaç çeşit ekmek oluyormuş. Fırının orada, sahil yolunda ve ana caddede otobüs durağı var. Merkeze giden otobüsler kırk beş dakikada bir. Oradan kliniğe ise on geçelerde ve yirmi kalalarda.


Öğlen Norden'a gittim, hem otobüsler hakkında biraz daha bilgi almak için hem de gezip, görüp, tanımak için. Norden merkezde bir çay müzesi varmış. Müze görüp de girmemek olmazdı. Küçük ama sevimli bir müze. Yıllar evvel bit pazarında görüp hayran kaldığım ve aldığım çaydanlık ve fincan takımını müzede görünce sevindim. Fincan üstündeki desenin tarihçesini de öğrenmiş oldum. Ve elbette çay da aldım kendime oradan. Demleniyor şimdi.

Şimdilik merakta bırakmamak için yazdım bunları, alıştım ya da alışamadım, demek için çok erken.

Çay vakti.. Burada her vakit çay vaktiymiş, onu da öğrendim..



13 Temmuz 2023 Perşembe

Bir kişinin ölümünü ve o kişinin cenaze törenini baz alıp konuyu depreme, deprem ardından yapılan yardımlara getiren bazı aydın(!) insanlar(!), "enayi" yerine konulduğunu iddia edip kendini eleştirdiklerinden yüce saymış yine..

Balyan'a (Yaylakonak) hiç yardım ulaşmadı. Köyün tamamı yıkıldı, köylü kendi çabalarıyla enkazları kaldırmaya çalıştı, hayatta kalanlara yardım ulaşmadı. Çelikhan'da Recep ve Aksu köylerine de yardım ulaşmadı. İçinize su serper mi bu aydın insancıklar(!)? Bilemem, benim içim yanmıştı, hala yanıyor. 

Adıyaman topyekun bir cemaatin elinde değil! Siz ekran başında "yazıklar olsunlar"ınızı bol keseden savururken, o insanlar orada, unutulmuşluğun, yok sayılmanın en acı halini yaşadı. Bir avuç gönüllü, Yenimahalle Cemevinde, o insanlara, ellerindeki imkanlarla yemek pişirmeye çalıştı, onlara su, hijyen ürünleri, kıyafetler ulaştırmaya çalıştı. Gönüllü hekimler, hemşireler Cemevinde insanlara yardım etmeye çalıştı. Dışarıda yatamayacak durumda olanları Cemevinde yatırdı. Çadır mı? Hayır, Alevilere, Alevi dernekleri yurt içinde yurt dışında para toplayıp çadır alana kadar çadır ulaşmadı. 

Ama siz cenaze törenine katılanların sayısına bakıp "yazıklar olsun" diyorsunuz, "enayi yerine konduk" diyorsunuz, "hakkımız helal olmasın" diyorsunuz.. Ve biliyor musunuz, herhangi bir depremzedeye gerçekten hakkınız geçtiyse ve siz bunu her fırsatta dillendirecekseniz; asıl size YAZIKLAR OLSUN!!!

11 Temmuz 2023 Salı

Türkiye, Afganistan olur mu?

Bu soruyu birçok kez duydum. Zaten bu soruyu gerek Afganistan gerek İran olarak duymayan kalmamıştır diye de düşünüyorum. Türkiye seçim sürecindeyken bu soruyla bir kez daha karşılaştım. Hem de bu kez bu soruyu bana Afgan bir kadın sordu. Adı Afia, benim için çok ama çok özel bir kadın. Yine de burada onun hakkında fazla yazmayacağım, bunun da bir sebebi var.

Gelelim soruya; Türkiye, Afganistan olur mu? Bu soruya ne katiyetle evet ne de gönül rahatlığıyla hayır demem mümkün değil, diye cevap verdim. Ve izinli olduğum sürede Afganistan hakkında okumaya karar verdim.

Herhalde bu kadar uzun süreli bir tatili en son halen lise öğrencisiyken yapmıştım. Lakin ruhsal olarak buna çok ihtiyacım vardı ve kardeşlerimin sağladığı huzur ortamıyla oldukça dinlendim. Tatil, dinlence ya da benim durumumda rehabilitasyon, adına ne dersem diyeyim elbette benim için kitapsız ve çalışmaktan tamamen arınmış olması mümkün değildi. Tematik okuma, oldum olası sevdiğim bir okuma şekliydi ve bu kez konu da hazırdı. O yüzden yola çıkmadan önce hem sahaftan hem kütüphaneden birkaç kitap aldım. Ve beş hafta boyunca bol bol okudum, araştırdım, yazdım.

Okuduğum kitaplara geçmeden önce Monarşi sonrası Afganistan tarihi hakkında kabaca kronolojik bir liste yaptım.

• 1960’lı yılların başlarında, 1919 yılındaki 3. İngiliz Afgan Savaşından beri süre gelen Afganistan ve Pakistan arasında sınır sorunları çatışmaya döndü ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler sonlandı. Pakistan, Afganistan’a Hayber geçidi üzerinden tüm giriş ve çıkışları kapattı. Bu durum, Afganistan’da büyük ekonomik krizin başlamasına neden oldu.
• Kral Muhammed Zahir Şah, ülke yönetiminde gerek siyasal anlamda gerek ekonomik anlamda istikrar kaydedemediğinden, 1973 yılının Temmuz ayında Zahir Şah’ın kuzeni Muhammed Davud Han yönetime el koyup Monarşiyi kaldırdı ve Afganistan Cumhuriyeti kurdu.
• Monarşi döneminde Başbakanlık da yapmış olan Davud Han, Devlet Başkanı olduktan sonraki ilk yılında ABD ve SSCB ile olan ilişkilerini azalttı, 1975 yılında ise SSCB ile olan ilişkilerini tamamen sonlandırdı. Pakistan ile yeniden diplomatik bağlar kurdu.
• 1977 yılında hazırladığı yeni Anayasa, ülkedeki komünistler ve sosyalistler tarafından tanınmadı. SSCB tarafından desteklenen Afganistan Demokratik Halk Partisi, ordudaki gücünü kullanarak yönetime el koydu ve Davud Han’ı tüm ailesiyle birlikte öldürdü. Devlet başkanlığına Nur Muhammad Taraki geldi ve ülkenin adı Afganistan Demokratik Cumhuriyeti olarak değiştirildi.
• Taraki göreve geldikten kısa bir süre sonra SSCB’dekine benzer bir yönetim sistemi kurmaya çalıştı. İlk olarak kadın haklarını düzenledi, bu düzenlemeye göre kadın ve erkek hukuken her alanda eşit hakka sahip oldu.
• Taraki, 1978 yılında SSCB ile dostluk antlaşması imzaladı ancak bu anlaşmayla SSCB’nin Afganistan’ı işgal edebileceğini bunun da din açısından büyük bir tehdit olduğunu ileri süren başbakan Hafisullah Amin ordu içinde kutuplaşmaya neden oldu.
• 1979 darbesinde Taraki öldürüldü. Taraki’nin öldürülmesinin ardından Amin, devlet başkanı oldu. Taraki’nin öldürülmesinden önce, Taraki’nin SSCB ile yaptığı anlaşmayı tehdit olarak gösteren Amin, göreve geldikten sonra SSCB’ye bağlılığını bildirdi ancak bir yandan da Pakistan ve ABD ile ilişkilerini kuvvetlendirdi.
• 1979’un Aralık ayında Sovyet birlikleri Afganistan’a girdiği gün Amin öldürüldü ve yerine Amin’in sürgüne gönderdiği Babrak Karmal getirildi.
• Karmal, 1986’da ABD ve Pakistan tarafından desteklenen Mücahitlere karşı başarılı olamayınca SSCB tarafından görevden alındı ve yerine önce geçici bir süre Hacı Muhammed Çamkani ve ardından Afganistan Gizli Servisinin (KHAD) başkanı Ahmedzai Muhammad Nedcibullah Devrim Konseyi Başkanı olarak getirildi.
• 1987’de çok partili siyasal sistemi destekleyen ve Afganistan’ı hukuk devleti olarak tanımlayan anayasa değişikliği yapıldı ve yeni anayasa ile ülkenin adı Afganistan Cumhuriyeti olarak değiştirildi.
• 1989’un Şubat ayında Sovyetler Birliği, Afganistan’dan Necibullah’a destek sözü vererek çekildi. Ancak Necibullah, Sovyetler Birliği, Afganistan’dan çekildikten hemen sonra Mücahitler karşısında büyük ölçüde ülkenin kontrolünü kaybetti.
• 1991 yılında SSCB’nin dağılmasının ardından destek tamamen kesilince Afganistan ordusu Mücahitler karşısında tüm gücünü kaybetti ve Nisan 1992’de Kabil’e giren Mücahitler Necibullah’ın görevine son verdi.
• 1994 yılında güneydoğu Afganistan’da Muhammad Umar (Molla Ömer) önderliğinde Taliban kuruldu.
• 1996 yılının Eylül ayında Taliban Kabil’i ele geçirince ülkenin adını Afganistan İslam Emirliği olarak değiştirdi.
• Taliban yönetimi ele geçirdikten sonra doğu ve güneydoğu Afganistan birçok İslami kökten dinci örgütün silahlı mücadele için eğitim kamplarını kurdukları yer haline geldi. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’da bulunduğu dönemde Mücahitleri desteklemek için Afganistan’da kamp kuran örgütlerden biri de Usama bin Laden’in kurucusu olduğu El Kaide idi. Mücahitleri destekleyenler arasında ABD’nin de bulunmasından rahatsız olan Bin Ladin, 1998 yılında Amerikalı ya da ABD’yi destekleyen herkesin, sivil ya da asker diye ayırmaksızın öldürülmesinin her Müslümanın görevi olduğuna dair bir fetva vererek cihat çağrısında bulundu.
• Bin Ladin, aynı yıl Darüsselam ve Nairobi’deki ABD büyükelçiliklerine yapılan saldırıları El Kaide adına üstlendi. ABD bu açıklamanın üzerine El Kaide örgütünün doğu Afganistan’daki eğitim kampına hava saldırısı düzenleyince Usama bin Ladin kampı yeniden faaliyete geçirmek için Afganistan’a yerleşti.
• 11 Eylül Saldırılarının ardından 7 Ekim 2001’de ABD, Operation Enduring Freedom (Kalıcı Özgürlük Operasyonu) adı altında Afganistan’da El Kaide ve Taliban’ı hedef alan hava saldırılarına başladı. Aynı yıl Aralık ayında düzenlenen ve tarihe Bonn Anlaşması olarak geçen Afganistan Konferansı’nda Hamid Karzai, Afgan Geçici Yönetimi Başkanı olarak atandı.
• Kanzai, 2004 yılında yapılan seçimde Cumhurbaşkanı seçildi ve Afganistan İslam Cumhuriyeti’nin ilk seçilmiş cumhurbaşkanı oldu.
• Almanya 2006 yılında, NATO’nun 2001’de kurduğu International Security Assistance Force (ISAF – Uluslararası Güvenlik Destek Gücü) kapsamında askeri birliklerini kuzey Afganistan’da kurarak o bölgenin sorumlusu oldu.
• 2009 yılında ABD, Afganistan’daki askeri güçlerini büyüttü. Yine aynı yıl Eylül ayında Alman birliklerinden gelen çağrı üzerine ABD Kunduz yakınlarına hava saldırısı düzenledi. Ancak saldırıda ölenlerin büyük kısmını siviller oluşturuyordu. Almanya Savunma Bakanı Franz-Josef Jung başta sivil halkın zarar görmediğini iddia etti ancak NATO raporu Jung’u yalanlayacak şekilde olduğundan Jung istifa etti ve Kunduz hava saldırısı talimatı ile ilgili Federal Meclis’te soruşturma komisyonu kuruldu.
• Kunduz’da yaşananlar halkta isyana yol açtı ve hem NATO’nun hem de ABD’nin ülkeden çıkması için İslami kökten dinci örgütlere yoğun katılım başladı.
• Usama bin Ladin, Mayıs 2011’de Amerikan özel birlikleri tarafından Pakistan’ın Abbottabad şehrindeki evinde öldürüldü, İslami kökten dinci örgütler, Usama bin Ladin’in öldürülmesini İslam’a saldırı olarak adlandırınca örgütlere katılım arttı.
• 2012 yılında Cumhurbaşkanı Karzai, ABD birliklerine çekilme talimatı verdi.
• 2014 yılındaki seçimlerde, şaibe iddiaları eşliğinde Eşref Gani yeni cumhurbaşkanı seçildi. Gani’nin seçilmesinin ardından on üç yıl süreyle Afganistan’da bulunan ISAF dağıtıldı. NATO güçleri, ABD liderliğinde Afgan birliklerini eğitmek üzere ülkede kaldı ancak hem birliklerini küçülttüler hem de hükumete desteği azalttılar.
• 2018’de Taliban, Afganistan’da iyice güçlenmeye başlayıp birkaç vilayeti kontrol altına alınca NATO ülkeleri askeri birliklerini geçici olarak yeniden büyüttü.
• 2020 yılında Katar’da, ABD ve Taliban, Amerikan askeri birliklerinin çekilmesi için pazarlık yaptı.
• 2021 yılının Mayıs ayında ABD ve NATO geri çekilirken Taliban, birçok vilayette yönetimi ele almış durumdaydı ve 15 Ağustos’ta Kabil’e de girince Afganistan’da yönetimi tamamen ele geçirdi.
• Taliban yönetimi ele geçirince, Afganistan’ı yeniden Afganistan İslam Emirliği olarak adlandırdı ve Hibetullah Ahundzade Emir ünvanı aldı.
• Şu ana kadar Afganistan’ı, Afganistan İslam Emirliği olarak tanıyan ülkeler Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri.

 


Okumaya savaş muhabiri Antonia Rados’un kitabıyla başladım. 
Antonia Rados aynı zamanda uzmanlık alanı Orta Doğu olan doktoralı bir siyaset bilimci. Rados, 1979’da Kızıl Ordu’nun Afganistan’a “dönüm noktası” adını verdiği girişinin ardından 1980 yazında Afganistan’a ilk seyahatini yapıyor. Rados, Afganistan’a olan ilgisinin o tarihte başladığını ancak o döneme “dönüm noktası” denemeyeceğini asıl dönüm noktasının 11 Eylül 2001 tarihinden sonra Batı’nın küresel demokrasi vaadiyle Afganistan’ı işgal etmesiyle başladığını kaleme alıyor. Kitap, Afganistan’ın dününü, bugünü anlamak adına çok değerli bir çalışma. Batılı politikacıların büyük ideallerle ülkeye girişini ancak başarısızlıklarından kendilerini sorumlu tutmamalarını ve Batı tarafından sömürüldüğünü, ihanete uğradığını hisseden Afganların ülkelerinin başına gelenleri anlamalarına fırsat bulamadan ülkeden ayrılışlarını ve geride bıraktıkları trajediyi tarih tarih aktaran bu çalışma Taliban’ın ülkeye hakim oluşunu anlamaya da yardımcı oluyor. Tarihin her döneminde sorunlarla iç içe olsa da bir ülkenin yönetimini kökten değiştiren gelişmelerin nasıl oluştuğunu, kadınların haklarını nasıl birer birer kaybettiklerini ayrıntılı bir şeklide anlatan bu kitabın Türkiye’de de okuyucuya ulaşmasını gerçekten isterdim.


Konu, Afganistan ve Taliban olunca; Ahmed Rashid’in “Taliban” kitabını okumamak olmazdı.  
Rashid kitabında, 1989’da Sovyetlerin Afganistan’dan çekilmesinin ardından radikal İslamcı Taliban’ın ülkede bırakılan silahlarla ülkeyi fethedişinden başlayarak, 11 Eylül saldırısının ardından ABD’nin Taliban’a açtığı savaşı ve 2021’de Afganistan’dan tam çekilmesini, Taliban’ın bu kez de ABD’nin silahlarıyla Kabil’i işgal etmesine kadar olan süreci anlatıyor. İngiltere ve Amerika’da birçok gazete ve dergi için yazan gazeteci Ahmed Rashid halen Pakistan’da yaşıyor. Rashid, Afganistan hakkında, dünya çapındaki en iyi uzmanlardan biri olarak kabul ediliyor. Taliban kitabında Rashid’in gazeteciliği hakim ve Rashid tüm kitapta zamandizinine sadık, süslü kelimelerden arınmış bir haber dili kullanmış. Bu yalın ve direkt anlatım bir yandan daha fazla okuma, araştırma ve sorgulama isteğimi arttırırken diğer yandan yaşanan vahşetin boyutlarını böyle net okumak ve bunun nasıl sonlanacağını ya da doğrusu sonlanıp sonlanmayacağını bilememek Afganistan’daki kadınların korkularını iliklerime kadar hissetmeme sebep oldu. “Bu yüz yılda olmaz, olamaz”, “bu yaşananlar asla benim ülkeme ulaşmaz” gibi büyük cümlelerin kaybettiği anlamla ürperdim okurken.


Bu iki kitabın ardından, Marion Habicht isimli bir hekimin kitabını okudum. 
Kitap aslında bir nevi günlük. Marion Habicht, kendi gibi hekim olan eşi Rolf ile Afganistan’da gönüllü hekimlik yaptıkları sürede günlük tutuyor. Günlüğe izlenimlerinin yanı sıra çektiği fotoğrafları, tanıştığı kişilerle yaptığı sohbetleri, yediği yemekleri de ekliyor. Habicht’in kaleminden akan Afganistan, bugün için çok uzak bir rüya romantizminde. Çünkü Marion ve Rolf Habicht 1970 yılında yani Taliban’dan önce Monarşinin son yıllarında Afganistan’da görev alıyor. Günlüğün yazıldığı yıllarda da Afganistan’da her şey “gül tarlası” (bu tanım Afganistan’da kullanılan bir deyimmiş ve bende ‘güllük gülistanlık’ çağrışımı yaptığı için olduğu gibi aktardım) olmasa da; Afganistan’da henüz sevgiden, aşktan, özgürlükten bahsediliyor. Kadınların simsiyah saçları, sürdükleri kenevir yağıyla parıl parıl parlıyor, kıyafetleriyse rengarenk. Önceki iki kitabın ardından hayali bir masalmış gibi okudum kitabı. Türkiye’de eskiden evlenenlere yöneltilen “bir yastıkta kocama” temennisi vardı, hala var mı bilmiyorum, ancak o dönemler Afganistan’da evlenen çifte ailenin en yaşlı kadını uzun bir yastık hediye ediyor ve hediye ederken “bu yastığın üzerinde yaşlanın” diyormuş. Bu ayrıntı da kitaptaki bir çok şey gibi ilginç geldi ve kitabı okurken ne yazık ki çokça “nereden nereye” dedim.


Ve Afganistan temalı dördüncü kitap bir biyografi. 
Latifa Nabızada, kız kardeşi Lailuma ile birlikte Afganistan’ın ilk kadın pilotları. Afganistan’da Sovyet yönetimi sırasında çevrelerinden gelen tüm tepkilere rağmen babalarının izniyle kadınlara, kız çocuklarına sunulan tüm eğitim haklarını kullanıyor Latifa ve Lailuma ve 1992’de Hava Harp Okulundan mezun olan ilk ve maalesef son kadınlar oluyorlar. Sovyet yönetiminde çok fazla öne çıkarılan ve kadınlara örnek olarak gösterilen bu iki kadın, Sovyetlerin ülkeden çekilmesi ile zor duruma düşüyorlar ve karşılaştıkları tehditler sonunda Pakistan’a kaçıyorlar ancak Taliban, Pakistan’da da varlığını göstermeye başlayınca tekrar ülkelerine dönüp halı dokumacılığı yapıyorlar. Bu arada ikisi de evleniyor. Lailuma, kızının doğumunda hayatını kaybediyor. Latifa’nın da Malalai adını verdiği bir kızı oluyor. 2011’de Latifa’ya yeniden çalışma izni veriliyor ve Latifa Amerikalılar için uçmaya başlıyor. Ancak bu uçuşlar Latifa’nın hayatını iyice zorlaştırıyor ve birkaç suikasttan kıl payı kurtuluyor. Latifa, kızının hayatından endişe ettiği için uçmayı bırakıyor ancak mücadeleci ruhu onu Taliban’ın istediği gibi evinde oturup ev işleri yapan bir kadın olmaktan alıkoyuyor ve Latifa BM’nin Afganistan’daki “İnsan Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Politikası” bölümüne başkan oluyor. Bu davranışı tabii ki Taliban tarafından hiç hoş karşılanmıyor ve Latifa her günü ölümle burun buruna yaşamaya başlıyor. Nihayetinde Latifa, arkadaşlarının yardımıyla kendi kullandığı bir helikopterle kızıyla birlikte önce Pakistan’a kaçıyor ardında da Avusturya’ya gidip sığınma talep ediyor. Kitabı bu şekilde özetlemek mümkün ancak kitabı okurken zaman zaman tırnaklarımı avucuma geçirdim, dudaklarımı kemirdim, yer yer göz yaşlarımı tutamadım, sık sık öfkeden yüzüm yandı, çokça verilen mücadelenin etkisiyle göğsümde Latifa’nın azminin gururunu hissettim. Halen kızıyla beraber Avusturya’da yaşayan Latifa Nabızada, bu biyografiyi Focus haber dergisinin Orta Doğu uzmanı Andrea-Claudia Hoffmann ile birlikte kaleme almış.


Bir Latifa’dan başka bir Latifa’ya ve yine özgürlük için verilen mücadeleyi anlatan bir biyografi. 
Doğduğu günden beri çatışma seslerine alışık olan 1980 doğumlu Latifa’nın hayatı 27 Eylül 1996 sabahı tamamen değişir. 16 yaşında, okumayı, dans etmeyi çok seven, modayı takip eden, hayalindeki meslek öğretmenlik olan, hayat dolu Latifa geceden sabaha özgürlüğünün elinden alınmasını kabullenemez. Latifa, o sabahı hep kumaşlarla anlatır. Sokaklarındaki caminin minaresine takılan beyaz Taliban bayrağı ve artık sokağa çıkarken giymek zorunda olduğu ve dünyaya sadece ufacık bir kafesin ardından bakmasına müsaade eden mavi burkanın kumaşı. Aslında o beyaz bayrak asıldıktan sonra Latifa da ailesi de baskılara baştan çok direnir ancak en küçüğü sokak ortasında kırbaçlanma olan Taliban’ın acımasız yöntemlerine uzun süre dayanamazlar. Yine de Latifa abisinden ve arkadaşlarından aldığı cesaretle evlerinde okul misali bir derslik kurar ve çevredeki kız çocuklarına ellerinde kalan kitaplarla eğitim vermeye çalışır. Latifa bu faaliyetiyle birçok kez hem kendi hem ailesinin hayatını tehlikeye atar ve insanlık dışı cezalara maruz kalır. Latifa yaşadıklarını bir tesadüf sonucu haberdar olduğu Fransa’daki Elle dergisine yazar ve 2015 yılının Mayıs ayında hakkında ölüm kararı çıkmışken Afganistan Libre Organizasyonu ve Elle dergisinin yardımlarıyla ailesiyle birlikte Fransa’ya kaçmayı başarır. Latifa’yı yaşadıklarını yazması için Afganistan Libre Organizasyonu kurucusu Chekeba Hachemi yüreklendirir ve yazarken de kitabını yayımlatırken de kendisine yardımcı olur.


“Bir sırrın varsa onu al, Hindukuş dağına taşı ve bir taşın altına bırak.” Siba Shakib’in yazdığı Samira & Samir bu cümle ile başlıyor. 
Samira ve Samir, doğduğunda çevresindekilerden kız olduğu babası tarafından gizlenen ve erkek olarak büyütülen bir kadının hikayesi. Samira Afganistan topraklarındaki binlerce, milyonlarca Bacha Posh diye adlandırılan çocuklardan biri. [...] içindeki kısım kitabın özetleyen bir anlatımdır. Ancak Samira ve Samir, Türkçeye Ani Çakiridis tarafından çevrilmiş ve kitap GOA Basım Yayından yayımlanmış. Kitabı okumak isteyenlere [...] içinde kalan kısmı okumamalarını öneririm.





Bacha Posh ile ilgili Twitter’da Serkan Öztürk’ün hazırladığı bir yazı dizisi de var. Çok iyi ve itinayla hazırlanmış bu dizi okunmaya değer.
 
https://twitter.com/avserkanozturk/status/1180924159800598536?t=ug0nQlNn2_YpepwsRiEIsQ&s=19

*Kitabı okumayı düşünenlerin okumaması gereken kısmın başlangıcı..
[Daria, Hindukuş dağlarında adı nam salmış bir komutanla evlidir. Çocukları doğduğunda baba, çocuğun kız olduğunu gördüğünde büyük hayal kırıklığına uğrar ama kucağına aldığı andan itibaren de çocuğa karşı büyük bir sevgi duyar. Erkek çocuk sahibi olması itibarı için önemli olduğundan, kızı doğduğu andan itibaren çevreye erkek olarak bildirilir. Samir’in aslında Samira olduğunu sadece ailesi bilir ve Samira tam anlamıyla bir erkek çocuk olarak büyür. Samira, ergenlik çağında cinsel kimlik bocalaması yaşadığı bir dönemde babası öldürülür ve Samira hiç hazır olmasa da yiğit babanın yiğit oğlu olarak bir anda atlı birliğin lideri konumuna gelir. Samir, bir erkek olarak her yere gidebildiği için olan biten her şeyi bir kadının asla göremeyeceği şekilde görür ve böylece kadınların gerçekte nelere maruz kaldıklarına, nasıl aşağılandıklarına, tecavüz edildiklerine, kırbaçlandıklarına, öldürüldüklerine şahit olur. Şahit olduklarını değiştirmek için tek başına gücünün yetmeyeceğini anladıkça da kahrolur. Samira, erkek olarak hayatını sürdürmeyi çok sevse de çevresindeki erkeklerin onu cinsel deneyim kazanması için kadınların yanına götürmesine tahammül edemez fakat dikkat çekmemek için itiraz da edemez. Üstelik çocukluk arkadaşı Bashir’e aşık olmuştur. Bashir için ise Samir en güvendiği en sevdiği arkadaşıdır. Samira’nın tek ve en büyük sırdaşı, annesi Daria’dır. Daria da kadınların kaderini değiştirmek için kızları eğitmeye, aydınlatmaya çalışan bilgili bir kadındır. Ama onun imkanları da yaşadığı şartlarda kısıtlıdır ve dikkatli olması gerekmektedir. Üstelik kızlara öğretmeye çalıştığının aksine çevre baskısına karşı koymakta iyi değildir ve Samir’in Gol-Sar ile evlendirilme kararının karşısında duramaz. Samira, Gol-Sar’la evlendirildiği gecenin sabahında artık kadın olduğunu bilen Bashir’le kaçma kararı alır. Daria kızına içine kadın kıyafetleri koyduğu bir bohça verir, Samira annesiyle vedalaşıp Gol-Sar’ı ona emanet eder ve onu kızı yerine koymasını ister. Ardından Bashir’le dağa çıkıp kıyafetleri bir keçiye giydirir, keçiyi mayına sürer. Bashir atını çadırlara sürer ve patlamayı duyan halka Samir’in mayına basıp öldüğünü bildirir. Her yere dağılan et ve kıyafet parçaları toplanır, Samir’e cenaze töreni düzenlenir. Ardından Bashir tekrar dağa döner ve kadın kıyafetleri içinde bekleyen Samira’yı da alıp yola çıkar. Samira, Bashir’e aşık olsa da onunla evlenmek, cinsel ilişkiye girmek ona zor gelir, üstündekiler artık kadın kıyafetleri olsa da erkek gibi davranmaya devam eder. Gittikleri her yerde davranışları dikkat çeker ve uzun süre kalamadan yeniden yollara çıkarlar. Bir gece Samira ilk defa Bashir’i sevgiyle aşkla öpmeyi başarır ve Bashir’e kendisini bir erkek olarak mı yoksa bir kadın olarak mı sevdiğini sorar. Bashir ise ona bilmiyorum cevabını verir. Ertesi sabah Bashir uyandığında, Samira’yı üstünde erkek kıyafetleriyle oturur bulur. Konuşmadan vedalaşırlar. İkisi de atlarına binip ayrı yönlere doğru sürer.]
*Kitabı okumayı düşünenlerin okumaması gereken kısım burada bitiyor..


Samira ve Samir’in ardından yine bir Siba Shakib kitabıyla devam etmek istedim. 
Bu kitapta babası ve abileri Mücahitlerden olan, abilerinden birinin kumar borcuna karşılık evlendirilen, kocası da Mücahitlere katılınca ailenin diğer kadınlarıyla Kabil’e kaçan, insanlık dışı işkencelere ve defalarca tecavüze uğrayan, çocuklarını okutabilmek, onlara insan onuruna yaraşır bir hayat sunabilmek için sürekli kendi kaderinden kaçan Shirin-Gol’un hayatı anlatılıyor. Ancak ilginçtir ki Samira ve Samir’de anlatımını ve yazı tarzını çok beğendiğim Siba Shakib’in bu kitaptaki anlatımını ve yazı tarzını benimseyemedim, kitabı okurken çok zorlandım. Öyle ki bu kitabı Samira ve Samir’den önce okusaydım muhtemelen Samira ve Samir’i okumazdım. Bu arada kitap Türkçeye Meral Gaspıralı tarafından çevrilmiş ve “Tanrı’nın Ağladığı Yer” olarak İnkılap Kitabevinden yayımlanmış. Kitabın Türkçeye çevrilip çevrilmediğine baktığımda kitabı okumaya henüz başlamamıştım ve ben olsam, uzun olsa da kitabın ismini çevirirken orijinal isme sadık kalıp ‘Tanrı Afganistan’a artık sadece ağlamaya geliyor’ diye çevirirdim demiştim. Oysa kitabı okuduktan sonra okuması bu kadar zorlayıcı olan bir kitabı çeviren Meral Gaspıralı’ya ancak saygı duymam gerektiği fikrindeyim. Eğer bulursam kitabın Türkçe çevirisini mutlaka okumak istiyorum.




Şimdilik okuduklarım bunlar, dediğim gibi tematik okumayı oldum olası sevdim. O yüzden bu kitapları müteakip okuyacaklarım da hazır. Elbette okumaya tatil sürecindeki kadar çok vakit ayırmam mümkün değil, hele büyük değişikliklerin arifesinde... Yine de okudukça ekleme yaparım muhtemelen.

Afganistan; dünüyle, bugünüyle iyi anlaşılması gereken bir ülke, sadece okumak, anlamaya yetmeyecek olsa da..

8 Temmuz 2023 Cumartesi

1998 yılının Haziran ayında Hannover-Hamburg seferini yapan hızlı trenin Eschede'de raydan çıkıp 101 kişinin ölümüne sebep olan kaza Almanya tarihine en büyük tren kazası olarak geçti. Kazanın ardından kazayla ilişkilendirilen tüm isimler yargılandı. 

1 Mart 2023 tarihinde Atina'dan Selanik'e giden yolcu treninin yük treniyle çarpışmasıyla raydan çıkıp 42 kişinin hayatını kaybetmesine, 66 kişinin yaralanmasına sebebiyet veren kazadan birkaç saat sonra sorumluluğun kendisine ait olduğunu söyleyen Ulaştırma bakanı Kostas Karamanlis istifa etti. Kaza Yunanistan tarihine en büyük tren kazası olarak geçti. 

Haziran başında Hindistan'da bir yolcu treninin verilen yanlış sinyalle yanlış raya yönelmesinin ardından yük trenine çarpmasıyla devrilen vagonlara karşı istikametten gelen hızlı trenin çarpması sonucu 275 kişinin hayatını kaybettiği tren kazasının ardından, yolcu trenini yanlış yönlendiren kişi görevden alınıp yargıya sevkedildi. Demiryolu Bakanı Ashwini Vaishnaw ise istifa etti. Kaza Hindistan tarihine en büyük tren kazası olarak geçti.

22 Temmuz 2004'de raylar henüz hızlı tren standartlarına getirilmemişken yola çıkarılan ve Ankara-İstanbul istikametinde ilk seferini yapan Yakup Kadri treni Pamukova'da raydan çıktı. 41 kişinin hayatını kaybettiği tren kazasının ardından dönemin Ulaştırma Bakanı, TCDD Başkanı Karaman'a soruşturma açılmasına engel oldu. Hayatını kaybedenlerin yakınlarının açtığı davalar 8 yıl sürdü. 8 yılın ardından; taksirle ölüme sebebiyet verme suçuna, zaman aşımından dava durduruldu. Ve o bakan, 12 yıl aynı makamda bulundu, ardından Başbakan oldu, oy çuvalları korunmasa 2019'da IBB Başkanı da olacaktı.

8 Temmuz 2018'de Edirne-İstanbul seferini yapan yolcu trenini, Çorlu'da yağış nedeniyle rayların altındaki toprak boşalıp çökünce raydan çıktı ve 5 vagon devrildi. Kazada 25 kişi hayatını kaybetti, 317 kişi yaralandı. Bilirkişi aralarındaTCDD Genel Müdürlüğü yöneticileri ve daire başkanlarının da bulunduğu 39 kişiyi kusurlu tespit etti. Buna rağmen takipsizlik kararı çıktı, yetmedi, karara yapılan itiraz da mahkemece reddedildi.

7 Temmuz 2023 Cuma

Türkiye'de siyasetin değişmeyen bir gerçeği varsa o da uzun süreli örgütlü kalmayı başaran tek strüktürün kötülük olduğudur. 

1 Temmuz 2023 Cumartesi

Kitapların öyle bir gücü vardır ki hem insanın ayaklarını yerden keser hem de ayaklarının yere daha sağlam basmasını sağlar.