1 Mart 2023 Çarşamba

Kucağındaki çocuğu göğsüne bastırmış pışpışlayan kadın, ezgisini bildiğim, sözlerini seçebildiğim lakin anlamadığım bir şarkı söylüyordu. Hüzün ve huzur karışmış halde kadının biraz ötesindeki kasaya oturup izlemeye ve dinlemeye devam ettim. Kadın çocuğu neredeyse üstüne yuvarlanmış şekilde tutuyordu. Bir eli ile hafif hafif çocuğun poposuna vururken kendisi de yavaşça arkaya öne sallanıyordu. Bir genç geldi yanıma "yoruldunuz, bir çay vereyim mi?" diye sordu. "Yok, sağ olun" dedim. "İnsanın ciğeri yanıyor değil mi?" diye sorunca "öyle" diyebildim ancak. Çocuk uyuyup kadın susunca kalkmaya yeltendim, kadının yanına gitmek istiyordum. Genç omzumu tuttu "şimdi gitmeyin yanına, belki daha sonra" dedi. "Tanıyor musunuz?" diye sordum. "Evet, teyzem" dedi "kuzinim ve beyi öldü, kuzinim, kızının üstüne kapanmış, o sayede hayatta kalmış. Kuzinim teyzemin tek çocuğuydu." Ne diyeceğimi bilemedim, zaten ne denirdi ki, öğrenilmiş kelimelerin ne anlamı olurdu ki. Yine de gence dönüp "belki konuşmak iyi gelir" dedim. Bu kez sesi yalvarır bir hal almıştı "biliyorum, yardım etmek istiyorsunuz ama lütfen şimdi değil, şimdi bırakın onu, belki başka zaman." "Peki" dedim, illa vardı bir bildiği.
Kalktım "ben gideyim o vakit, teşekkür ederim size de" dedim. O ise "biz teşekkür ederiz" dedi, içten bir sesle.

Çadıra döndüğümde aklımda kalan sözleri Google'da aradım. Aklımda kalan sözlerin faydası olmadı. Ezgiyi düşündüm, onu da çok iyi bildiğime emin olduğum halde bir türlü çıkaramıyordum. Gözlerimi kapatıp zihnimde melodiyi gezdiriyor, Google'da aramak üzere hatırıma başka kelimeler de getirmeye çalışıyordum. 

Tarık'ın elinde iki fincan kahve ile yanı başımda durduğunu çadırdan birisi ona seslenmeseydi fark etmeyecektim bile. "Oturalım mı, yürüyelim mi?" diye sordu. "Yürüyelim" dedim. Çünkü bu sorunun, sigara içelim mi, anlamına geldiğini biliyordum. 

Stattan biraz uzaklaşınca birer sigara yaktık. Birden "sana bir melodi mırıldanacağım, ne olduğunu bulabilir misin?" diye sordum. Şaşkın "denerim" dedi. Melodiyi mırıldandığımda "çıkaracağım galiba, biraz daha devam et" dedi. Ettim. "Turnam gidersen Mardin'e olabilir mi?" diye sordu. Sanki tüm kanım çekilmiş gibi üşüdüm. İbrahim, dedim içimden, belki dışımdan da. "Olabilir, ama Türkçe değildi, Kürtçe olabilir mi?" dedim. "Hadi bana bulmaca çözdürme de anlat" dedi Tarık. Anlattım. Aklımda kalan sözcükleri de sıraladım. "Ermenice olabilir" dedi. Sonra bulduğu şarkıyı YouTube'da açtı. Sareri Hovin Mernem. Evet, buydu. Üstelik sözleri Türkçeye çevrilmişti.

"dağların rüzgarına kurban olayım
yarimin boyuna kurban olayım
bir yıldır ki görmemişim
görenin gözüne kurban olayım
durmuşum gelmeye takatim yok
dolmuşum ağlamaya takatim yok
takatim yok
takatim yok
bir yıldır ki görmemişim
görenin gözüne kurban olayım
dereler su getirmiyor
yarimin haberini getirmiyor
belki yüreğim donmuş
bana sevda ateşini getirmiyor
belki yüreği donmuş
bana sevda ateşini getiremiyor
durmuşum gelmeye takatim yok
takatim yok
takatim yok
dolmuşum ağlamaya takatim yok
takatim yok
takatim yok"

Ah!
Kadının torunu üzerine yuvarlanmış ileri geri sallanışı gözümün önünde. İsmail amcanın her beş dakikada bir "kızımı çıkarmadılar daha" deyişi. Semra'nın "baba, annem ve Semih nerede?" diye soruşu. Pelin'in "Boncuk ve Pamuk ölmüş" diye ağlayışı. Nicelerinin yüzü, sözü, ağıtı, göz yaşı..

Babamın sevgisi, babaannemin sesi, İbrahim'in yüzü, Sevil'in gülüşü, Sinan'ın.....

Kendi iç sesim..

Tarık'ın sesi, göğsü, sımsıkı saran kolları, güven..

Dinen acı var mı? Hayat devam etse de gerçekten dinen acı var mı?

Tarık'ın telefonunun sesi, Laeti'nin sesi, güzel sesi, çocuk sesi, seni çok seviyorum baba diyen sesi, şimdi halamla konuşmak istiyorum diyen sesi, canım halam, seni çok seviyorum, çok özledim diyen cıvıl cıvıl sesi, ben de seni çok seviyorum bebeğim ve çok özledim diyen ruhuma yabancı canlı sesim..

Hayat devam ediyor..
Takatim yok..
Hayat devam ediyor..