31 Temmuz 2025 Perşembe

"yol arkadaşım gördün mü, duydun mu olup bitenleri? kıskanıyor insan bazen basıp gidenleri. yalnızlaşmışız iyice, üstelik de alışmışız. hiç beklentimiz kalmamış, dosttan bile. korkular basmış dünyayı, şimdi bir semt adı vefa, kutsal kavgalardan bile, kaçan kaçana. anlaşılır gibi değiliz, tek bedende kaç kişiyiz, hem yok eden hem de tanık. ne esaslı karmaşa.

sen esas alemi seçtiğinden beri, ben o saniyede bittiğimden beri, dünya bildiğin dünya, dönüp duruyor işte. uzun uzun konuşuruz bir gün son istanbul beyi.

ben sana küsüm aslında, haberin yok. koyup gittiğin yerde kötülük çok. kime kızayım, nazım senden başka kime geçer? benim sensiz, kolum, bacağım, ocağım yok!


yol arkadaşım nerdesin?"

çok özledim...

25 Temmuz 2025 Cuma

Palindrom sevdiğim malum ve fakat 7337 palindrom olsa da yüzüme o malum gülümsemeyi yerleştiremedi...


Bugün Türkiye'den ayrılışımın 7337. Günü..

24 Temmuz 2025 Perşembe

Fransa, Eylül ayında Filistin'i devlet olarak tanıyacağını duyurdu.

19 Temmuz 2025 Cumartesi

2023 yılının Mart ayında, Freudenberg'de, iki kız çocuğu, Luise adında bir kız çocuğunu çok defa bıçaklayarak öldürdü. "Fall Luise" diye adlandırılan dava hala devam ediyor. Fail durumundaki çocukların kimliği kamuya asla açıklanmadı, basın çok hassas davrandı, kişisel haklara zarar verecek tüm sosyal medya paylaşımları mahkeme kararıyla silindi, çocuklar devlet korumasına alındı ardından koruyucu ailelere verildi, çocuklara psikolojik destek sağlandı ve bu destek halen sürüyor.


O günlerde kamuda bölünme yaşandı. Evlat acısının tarifsizliği fikriyle Luise'nin ailesi ile empati kuranlar, çocukların, çocuk mahkemesinde değil yetişkin mahkemesinde yargılanmasını istedi. Savcılar ve hakimler, benim de destekleklediğim şekliyle, kanunların hiçbir şartta sıkılaşma veya esneme yaşamasına izin verilemeyeceği kararını açıkladı.

Bir aile için, çocuğun ölümünden büyük bir afet yoktur. Bu asla tartışılamaz. Çocuğunu tekrar görememek, koklayamamak, sarılamamak hiç ama hiçbirinin tarifi yoktur. Ben düşünürken, yazarken acı çekiyorum.

Ölen, bir daha asla geri gelmeyecek bir çocuk var. Ve tüm yaşanan, yaşatılan acının beraberinde, artık asla çocuk olmayacak, olamayacak, işledi suçu ömür boyu taşıyacak, bu suçla ömür boyu yaşayacak iki çocuk daha var. İşledikleri suç, bardağı devirmek değil, kırıkları toplayıp bezle silince unutulacak bir şey değil. Ne Luise'nin ailesi için, ne kendi aileleri için, ne kendileri için ne de toplum için. Hepsi, hepimiz bu suçla yaşayacağız. Ve hepimizin sorması gereken bir soru var? Bu çocuklar, böylesine geri dönülmez, böylesine unutulmaz, böylesine korkunç bir suçu niye işledi? Bence asıl tartışılması, üzerinde düşünülmesi, konuşulması gereken; çocuklara ne ceza verileceği değil, çocukların, ne ceza verilmeli, diye düşündüren suçları işlememesi nasıl sağlanır olmalı. O iki çocuk ne oldu da, ne yaşadı da böylesine vahşi bir eylemi gerçekleştirdi? Bu soru sorulmalı ki başka çocuklar da böylesi bir eyleme meyil etmesin.

Türkiye'de, çok üzüldüğüm, Minguzzi davasının hararetle konuşulduğu günlerde, belki de emsal olduğu için, önümüzdeki hafta yeni bir duruşması görülecek olan "Fall Luise" aklıma gelince yazma ihtiyacı duydum...  

12 Temmuz 2025 Cumartesi


"Günlerce evden çıkmazdım utancımdan, ufak tefek alışverişi telefonla yakındaki marketten yapardım ya da online marketlerden sipariş verirdim. Sonra haftalarca çıkmamaya başladım, sonra aylarca, derken yıllardır çıkmıyorum. Şehirde ne değişti ne değişmedi bilmiyorum."
"Evde banyo lavabosunun üstünde asılı küçük aynadan başka ayna yoktu."
"Facebook'ta kendime başka bir isimle hesap açtım. Hayal ettiğim hayatı yaşayan bekar bir kadın. Bir sürü insanla tanıştım. Hiçbiri gerçekte kim olduğumu bilmedi. Ben başarılı, dünyayı gezen, çok arkadaşı olan, öz güveni bol, güzel bir iş kadınıydım. Oysa değil çalışmama izin vermek, evden çıkmama izin vermezdi. Gündüz o evde yokken ve gece o uyuduktan sonra başka bir kadının hayatını, hayali bir hayatı yaşıyordum."
"Hayatımda hiç bana "ne istersin" diye soran erkek olmadı, ne babam, ne kocam ne de oğlum. Hiçbir zaman "ne istersin" diye sorulmadı bana."
"Başkaları görmesin diye değil, kendim görmek istemediğim için uzun ve kalın kıyafetler giydim."
"Kazaklarım hep en az bir beden büyük, bol, koyu renk ve baseni geçecek uzunlukta olmak zorundaydı."
"Makyaj yapmayı yaşıtlarıma göre geç öğrenmiştim yine de rimel ve açık renk ruj haricinde pek makyaj yapmadım. Şimdi ruj ve rimel kullanmıyorum ama en iyi en kalıcı kapatıcıları biliyorum."

Tekme, tokat, yumruk ya da kırık, çürük, kan ile başlamak istemediğim için bu cümleleri seçtim.

Çevrenizdeki kadınları görmezden gelmeyin.

Komşunuz olan kadın hiç evden çıkmıyor mu, kendi rızasıyla mı evde yoksa ardında -yoksulluktan şidddete- başka sebep var mı düşüncesiyle çalıp kapısını, şüphelerinizi ona aktarmadan, onu rahatsız etmeyecek, korkutmayacak sorular sorun.

Mesela; bilmem nereden uzak bir akrabanız gelecekmiş, bir yemek varmış, hiç pişirmemişsiniz, o biliyor muymuş, internette çok farklı tariflere rastlamışsınız, kafanız karışmış.

Mesela bir düğmeniz kopmuş, evde kahverengi ipiniz yokmuş, siyah belli olur, beyaz çok sırıtırmış.

Çevrenizde bir kadın yaz kış uzun kollu kıyafetler mi giyiyor, yanına biri yaklaştığında kıyafetinin kolunu aşağı, yakasını yukarı mı çekiyor, yüzünde korku gibi, utanç gibi orada olmaması gereken bir ifade mi var, korkutmadan, incitmeden, şüphelerinizi belli etmeden sorular sorun.

Mesela benzer bir bluza, kazağa ihtiyacınız varmış, nereden almış, kısa kollu ya da yakası biraz daha açık olsaymış kendinize ya da kendisine daha çok yakıştırırmışsınız.

Mesela fondöten ile makyajı mükemmelleştiren kadınlara hayranmışsınız ama cildiniz hassas olduğu için kullanamıyormuşsunuz, onun cildi etkilenmiyor muymuş, hiç olmazsa arada sırada kullanmanız için bildiği doğal, cilde fazla hasar vermeyen markalar var mıymış.

Çevrenizdeki kadınları merakıyla sıkan, boğan bir kadın olun, demek değil bunlar. Sorular dikkatli seçilmeli; size sorulsa, rahatsız olmayacağınız sorular olmalı, sorular asla eril dil içermemeli, yargılıyor hissi vermemeli. İncitmeden, kırmadan, yormadan çevrenizdeki kadınların hayatları hakkında bilgi sahibi olmaya çalışın.

Kadına şiddet günümüzde hala en çok hane içinde oluyor ve kadına şiddetin yüzlerce farklı çeşidi var. Şiddet mağduru her kadına yardım etmeniz elbette mümkün değil lakin belki en yakın çevrenizdeki kadınlara ulaşabilirsiniz.

Çevrenizdeki kadınları görmezden gelmeyin, bakın ve görün! Onların da sizi görmesini sağlayın. Çevrenizdeki bir kadının şiddet mağduru olduğu düşünüyorsanız ona; yalnız değilsin, ben varım, buradayım, yanındayım hissini verecek yakınlığı gösterin.


Bazen sözcüklerdeki bir tını anlamaya yettiği gibi güven vermeye de yeter. Bazen bir bakış anlamaya yettiği gibi güven vermeye de yeter. 

9 Temmuz 2025 Çarşamba

Ülkede herkese terörist derken; kelimenin ve hayata etkisinin gerçek anlamının hafifletildiğini hatta anlamını yitirdiğini söylediğimizde de terörist ilan edildik. Bugün ise o günleri yaşıyoruz. 

Türkiye'de halklar bilinçli bir şekilde çok kolay manipüle edilir hale getirildi!

Barış!

İllaki barış!

Lakin kiminle barış?

Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasası’nı değiştirmeye çalışanlar, millet, yapılan yolsuzluklarla, adaletsizlikle, yoksullukla uğraşırken, yaşam değil, hayatta kalma mücadelesi verirken amaçlarına yardımcı olacak taraftar bulamadığı ve bulamayacağını bildiği için, yıllardır tu kaka bulduğu sözcükleri (barış, kardeşlik) kullanmaya başladı. 

Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasası’nı değiştirmeye çalışanlar, ülkenin doğusunda, güneydoğusunda ve sınırlarında hala hem Türk hem Kürt halklarının evlatları ölürken, şimdi barış ve kardeşlik sözcüklerini kullanmaya başlamışsa bunun tek bir nedeni vardır; diktatörlüğe giden yolda yeni kullanışlı bir kitleye duyulan ihtiyaç.

Ve Kürt kardeşim; sanma ki yeni anayasa sana şimdi var olan anayasadan fazla ayrıcalık sağlayacak. Sanma ki herhangi başka bir rejimde, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nde olduğundan daha fazla vatandaş olacaksın. Sanma ki sen, mevcut hükümetin kullanıldıktan sonra kenara atılacak yeni yae'cileri değilsin!

21 Martta DEM artık benim HADEP'im değildir, yazmıştım!

Cümlemin arkasındayım!

Benim gözümde, mevcut iktidarın yerini sabitleme arzusuyla başlattığı manipülasyona eşlik eden DEM, değil Türkiye'de yaşayan tüm halkların, Kürt halkının bile menfaatini gözetme derdinde değildir. 

Bu şartlar altında sağlanacak şey BARIŞ değil, diktatörlüktür!

6 Temmuz 2025 Pazar

Timur Soykan serbest!

Sevinsem de aslında sevinmek istemiyorum.

Timur Soykan gazetecidir!

Timur Soykan sadece gazeteci olduğu için değil, vatandaş olduğu için de anayasa ile korunan fikirlerini özgürce ifade etme hakkına sahiptir.

5 Temmuz 2025 Cumartesi

"Rejim, toplumu yolsuzluk operasyonlarına ikna etmek gibi bir derdinin kalmadığını ilan ediyor. Halka ‘Benim dışımda bir iktidarı seçemezsin. Esirimsin’ diyor. Halk ya bu baskıya boyun eğerek rejimin kölesi olacak, daha da yoksullaşacak ya da özgürlüğünü, haklarını, ülkesini savunacak."


Bu cümleler Timur Soykan'a ait. Timur Soykan gözaltına alındı. Sebebi bu cümleler...

11 Eylül 2016 tarihinden sonra; HDP'nin seçimle kazandığı 3 büyükşehir, 5 il, 33 ilçe ve 7 belde belediyesine kayyum atandı. 

İlk kayyumda sesini çıkarmayanlar, Selahattin Demirtaş'ın 2016'da tutuklanmasından bir ay önce söylediklerini de duymazdan geldi. 

Bugünlerde yaşanan gözaltılar, tutuklamalar, gökten zembille inen kararların sonucu değildir ve sessiz sedasız gelmemiştir. Aksine kendilerini gümbür gümbür duyuracak şekilde yürüdüler bugüne....

4 Temmuz 2025 Cuma

İznim bitti. 

Sabahın ilk saatlerinde, evimin serin duvarları "hoş geldin" diye karşıladı beni. Çamaşır makinesinin ilk turu bitti, ikinci dönüyor. Bahçede günün ikinci kahvesini içiyorum. Burnumda temiz çamaşır ve fesleğen kokusu. 

Aslında ancak romanlarda ya da filmlerde var olabileceğine inandığım güzelliklere şahit oldum şu son birkaç hafta. İnsanların güneşten de sıcak candanlığı olmasa, renkler, tatlar ve kokular olmasa "rüya gördüm" diyebileceğim güzellikler...

Ve fakat tüm bu güzellik kendimi berbat hissetmeme engel değil hatta belki de kendimi berbat hissetme sebebim. 

Ben rüya gibi bir tatilden evimin serin ve güvenli duvarlarına döndüm. Savaşlar devam ediyor, çocuklar ölüyor, Türkiye'de ağaçlar yanıyor, hukuksuzluk devam ediyor, nefret büyütülüyor, maddi sorunlar hızla çoğalıyor, yatağa aç giren çocukların sayısı günden güne artıyor. 

Ben ise....

Neyse... Öyle işte....


2 Temmuz 2025 Çarşamba

32 yıl geçti ve yıllar yılı duygularımız değişmeden "unutmadık" dedik ama değişen bir şeyler var, değişen çok şey var. Bugün gözünü kırpmadan insan yakabilecek kişilerin sayısı, günden güne artan din sömürüsü ile, nefret dili ile çoğaldı, çoğaltıldı. 

1 Temmuz 2025 Salı

Dün gece LeMan Dergisi'nin 26 Haziran'da yayınladığı karikatürün ardından yaşananlar dağarda sadece acı bir iz bırakmıyor, beraberinde çok fazla soru işareti de var. 

Her zaman fikir ve ifade özgürlüğünü savundum. Bu demek oluyor ki; siyasal -İslam kısıtlaması getirmeden- din olgusuna tutunanları, gerçekten inananlardan ayırarak, inanç özgürlüğünü ve dini inanca dayalı yaşam tarzını da savundum. 

LeMan dergisinde yayınlanan karikatürde herhangi bir dine (ne İslam ne de Yahudilik) saldırı, bu dinlere inanan (gerek Müslüman olsun gerek Yahudi) insanlara hakaret ya da bu dinlerin kabul ettiği peygamberlere yönelik aşağılama görmedim. 

Peki sen bu karikatürde ne görüyorsun? diye sorsalar; barış arzusu, derim. Savaşın anlamsızlığını sorgulayan ve barış adına uzatılmış iki el görüyorum ben o karikatürde. Ben o karikatürde inanç sömürüsü yapanların, masum insanlar üzerine yağdırdığı bombaların eleştirisini görüyorum. 

Benim bu karikatürde gördüğümü görenlerin sayısının az olduğunu sanmıyorum. Hatta halkı galeyana getirenlerin de benim gördüğümü gördüğünü ancak yıllardır bilinçli bir şekilde ekilen cehalet ve nefret tohumlarını kurnaz bir bilinçle biçtiklerini düşünüyorum. Çünkü onlar da biliyorlar, Türkiye bir şeriat ülkesi değil, hala laik bir cumhuriyet! Biliyorlar ki; resmedilen İslam dininin peygamber saydığı Muhammed değil, olsa da Türkiye Cumhuriyeti şeriatla yönetilmediğinden resmedilmesi suç değil. 

Bu karikatürün çizilmesi şart mıydı? diye sorsalar; ben çizmezdim, derim. Belki de o karikatürde anlatılmak istenenlerin, -benim bu konuda hiç yeteneğim olmasa da- başka bir şekilde de çizilebileceğini düşündüğümden. Lakin bu düşünce, ne karikatürü çizenin fikrine ne kaleminin yeteneğine saygısızlık hakkı vermez bana, verse de ben bu hakkı, kişisel değerlerime ters düşeceği için kullanmam. 

Kaldı ki ülkede ve dahi dünyada daha ciddi sorunlar var. Devam eden savaşlar, katliamlar var. Ölen çocuklar! Bombalardan, kurşunlardan kurtulmuşsa; açlıktan, tıbbi destek eksikliğinden ölen çocuklar, masum insanlar var. Afette, tren kazasında, tarikat yurdunda, öğrenci yurdunda, okulda olması gereken yaşta iş makinesinde, şantiyede, tarlada, zırhlı araç altında, asansör boşluğunda, açlıktan, soğuktan, nereden bulduğu meçhul uyuşturucudan, üç kuruşa tamah eden sağlık çetesi elinde, tecavüzcüsünün elinde ölen çocuklar var. 

Sadece Türkiye'de değil, Dünya genelinde uzun yıllardır süregelen bir kaostan beslenme hali mevcut. 

Bir toplumu yok etmeye yarayan en kötü özellikler ne? diye sorsalar; kendi gibi düşünmeyeni dışlamak, ötekileştirmek, başına gelenlere sessiz kalmak daha da kötüsü sevinmek, derim. Ve ne hazindir ki, benim en kötü diye adlandırdığım özellikler, -benim ömrümden de- uzun süredir siyasetin temeli haline gelmiş durumda. Üstelik bu hali, tiranlara, faşistlere has sanmak yanılgı, en çok onlarda görülse de. 

Dün geceye dair çok soru işareti var, demiştim. Bunlardan biri, tekbir getirerek LeMan binasına saldıranlara gösterilen daha doğrusu gösterilmeyen tutum. Yıllardır hele son birkaç yıldır hatta son birkaç aydır anayasal haklarını kullanan, eylemleri şiddet içermeyen insanlara, en çok da kadınlara, eş cinsellere, trans bireylere, öğrencilere, gazetecilere uygulanan şiddet nedense dün gece uygulanmadı. Bu cümle şiddet uygulanmalıydı anlamına gelmiyor elbet. Bu cümle, anayasal haklarını hiçbir şekilde şiddet içermeyen eylemlerle kullanan hiçbir vatandaşa şiddet kullanılmamalı anlamını içeriyor. Oysa dün geceki eylemlerde şiddet vardı, olmasa "LeMan binasına saldıranlar" ifadesini kullanmazdım, buna rağmen engellemek adına hiçbir girişimde bulunulmadı. Aksine ülkenin İç İşleri Bakanı sosyal medya hesabından, karikatüristi, çok tehlikeli bir suçluymuş ve derdest edilmesi gerekiyormuş gibi gösterip emniyet güçleri tarafından şiddet kullanılarak ve ters kelepçe takılarak tutuklandığı anı yayımlamış. Bu, dini duyguları sömürme, toplumda kutuplaştırmayı arttırma, nefreti büyütme arzusu değildir de nedir? 

Bir soru işareti daha; karikatür, dört gün önce yayımlanmış dergide yer almış olsa da saldırının dün gece gerçekleşmesini, hemen akabinde valiliğin eylem ve miting yasağı getirmesini, bugün İstanbul Saraçhane'de Ekrem İmamoğlu'nun hukuksuz tutukluluğunu 100. gününde protesto etmek amacıyla gerçekleşecek mitingle ilişkilendirmemek mümkün mü? 

Kuma avuç avuç çakıl taşı atılıyor. Tek tek ama hep farklı yere. Amaç kumun dokusunu bozmak. Bu, Gezi Direnişi'nden beri böyle. Haksız hukuksuz tutuklamalar, gözaltılar, suçlamalar, hiçbiri için kanuna uyan sebep yokken hepsi ama hepsi belli bir sebebe hizmet ediyor. Ne bir anda meşrulaşan barış görüşmeleri, ne bir anda Bay Kemal'den, Kemal Bey'e dönen söylemler, ne  orman yangınlarını söndürecek yeterli uçak yokken satın alınan\alındığı iddia edilen milyar dolarlık savaş uçakları, ne madenciler için koruyucu maske dahi yokken bulunan doğalgaz, ne selde insan kurtaracak bot, depremde canlı tespit edecek kameralar yokken ihasınsan togguna yerli milli itibar, ne her gün tekrarlanan "Türkiye bir hukuk devletidir" söylemleri ve daha niceleri sebepsiz değil, tıpkı bir karikatürün şu an memleket meselelerinin merkezine çekilmesi gibi. 

Velhasıl konu karikatür değil, konu dini değerleri savunmak hiç değil. Çünkü korunmaya çalışılan gerçekten dini değerler olsaydı karikatüre gelene kadar nice dini değer ihlali var. Çizilen karikatürün dini değerlere değil savaşa karşı geldiğini anlamak için belki LeMan'ın daha önceki çizimlerinden de haberdar olmak gerek. LeMan dün gece sokağa dökülenler susarken de Gazze'de yaşananları çizmiş kalemleri tutanların dergisi. Kaldı ki "çocuğun rızası var" diyenlerle çocukların üstüne bomba yağmasına sessiz kalanlar, çocukların üstüne bomba yağdıranlara yardım eli uzatanlar, çocukları ölüme terk edenler aynı kişiler ve her biri, bir karikatürden çok daha tehlikeli!