30 Ağustos 2024 Cuma

Tayfun Kahraman'ın özgürlüğü, Meriç Demir Kahraman'ın da belirttiği gibi; Kahraman ailesinin şahsi meselesi değildir. 

Özgürlüğü hukuka aykırı şekilde gasp edilen her şahıs, özgürlüklerin hukuksuz olarak gasp edilebildiği ülkelerde yaşayan herkesin meselesidir. Çünkü bir ülkede, bir kişi dahi hukuka aykırı şekilde özgürlükten men edilmişse; diğerlerinin de her daim özgür olacağına dair güvencesi yoktur.

Ve dün yaşananlar, asla normalleştirilmemesi gereken, insanlık suçu kapsamında bir muameledir.  





29 Ağustos 2024 Perşembe

Xwitter'a her göz attığında en az bir kez Narin'in fotoğrafı geliyor akışa ve yaşanmışlıkların öğrettiği tam tersi olsa da her seferinde "adından da güzelsin çocuk, umarım iyisindir" diyorum. "Umarım bulunursun, umarım ruhunda ve bedeninde sarılmayacak yaralar yoktur, umarım sadece kötü bir anı olarak kalır yaşadığın günler."

Okuduğumu doğru mu anladım bilmiyorum ancak rezerv alan yasasıyla insanların evine, arazisine, geri dönüşümsüz el koymak mümkünmüş gibi görünüyor. Çiftçi toprağını işlemezse -ki çiftçiyi tarım yapamaz hale getiren de hükümet- çiftçinin toprağının da rezerv alanı olarak gösterilmesi mümkün görünüyor. 

28 Ağustos 2024 Çarşamba

Dün gece Batı Şeria'da başlayan ve hem Cenin hem de Tulkarim'deki kamplarda sivilleri yok sayarak yapılan kara saldırılarına yine sessiz kalınmakta.

Tubas şehrindeki Filistin Kızılayı'nın binasına da saldırı düzenlenmiş. Yaralılara müdahale eden ve genel merkeze bilgi veren ambulans görevlileri rehin tutulurken, ambulanslara da el konulmuş.
Öte yanda BM'nin gıda TIR'larını Gazze'ye girişine izin verilmiyormuş.

Ölen masum insanların değerinin öldürenin kim olduğuna bağlı olması "savaş suçu" ifadesini boşa çıkarıyor. 

27 Ağustos 2024 Salı

Bugün konuk olduğum okulda bir duvar yazısı ilgimi çekti. Fotoğraf çekme imkanım yoktu, o yüzden gördüğüm gibi aktarmak istedim.


#Hashtag 

The real fight requires more than just digital activism.


Oysa, 

-duvardaki yazı haklılığının güzelliğiyle orada dursa da- 

nicedir; 

# digital life knocked out real life.

20 Ağustos 2024 Salı

yoruldum. susanlardan, çok ve boş konuşanlardan, sesten, sessizlikten, egoistlerden, iradesizlerden, saygısızlardan, saygısızlıktan, sevgi yoksunlarından, kötülerden, kötülükten, silahlardan, savaştan, kandan, bayraklardan, sınırlardan, kutsadıklarından, insan onurunu yok sayan gerçek onursuzlardan, başkalarının hayatı üzerinden pazarlık yapanlardan, yaşatmak içşn değil öldürmek için sebep arayanlardan, bahane üretenlerden, bahanelere inananlardan, öldürenlerden, ölümden yoruldum. yoruldum karanlıktan, yıldızlardan yoruldum. çok yoruldum.



19 Ağustos 2024 Pazartesi

Han Yunus'tan gelen haberleri ve görüntüleri yürek kaldırmaz.

İsrail'in savunması; Han Yunus'tan ayrılıp El-Mawasi'ye gitmeleri için uyarı yapıldı.

Bu yaşananlara, yaşatılanlara dur diyecek hiçbir güç yok mu? Bu vahşet, bu katliam ne zaman son bulacak? 

18 Ağustos 2024 Pazar

"AB ülkeleri, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere kırk bini aşkın insan öldükten, üç yüz bine yakın insan yaralandıktan, milyonlarca insan evsiz barksız kaldıktan sonra fark etti İsrail'in amacını aştığını ve acil ateşkes talep ediyor." yazmıştım beş gün önce. Ateşkes çağrıları giderek artıyor. ABD'nin ateşkes sağlanması için İsrail'e baskısı da artıyor. 

Peki, çok merak ediyorum, 9 Ekim'de ilk bombalama videosunu büyük bir şevkle sosyal medya üzerinden yayınlayan Netanyahu'nun gerçek amacı hiç mi bilinmiyordu? ABD ve AB gerçekten de sivil halka yönelik tüm saldırıların sadece 7 Ekim'in sorumlularının bulunması için yapıldığına inanıyor muydu? 

Filistin daha önce de çok yıkım yaşamıştı, Filistin halkı daha önce de yüzlerce, binlerce ölmüştü, lakin, sivil yerleşim merkezlerine 9 Ekim'de düzenlenen ilk hava saldırısından bu yana yapılan saldırıların, gerçekleştirilen katliamın ve yıkımın boyutu bu kez bambaşka. 

İnsanlar evlerinden edildi, berbat şartlarda mülteci kamplarına yerleştirildi, sonra da bu mülteci kamplarına hava saldırısı düzenlendi. Han Yunus'u bombalarken hiçbir insaniyet gözetlemediler, uluslararası savaş hukukunu yok saydılar, sağlık merkezlerini, öğretim alanlarını, ibadethaneleri bombaladılar. Tıbbi malzemeleri, gıda, su gibi temel ihtiyaçların insanlara ulaşmasını engellediler. Şimdi her şeye rağmen Han Yunus'ta hayatta kalmaya çalışan insanları, yeni bir açıklamayla -daha önce defalarca bombalanan (en son dün)- El-Mavasi'ye gitmeye zorluyorlar. İnsanlar ellerinde üç beş parça bohça ile oradan oraya sürülüyor. Bu yaşatılana "soykırım" demek Almanya'da suç sayılırken; insanların öldürülmesi, yaşam alanlarının tahrip edilmesi, insanların aç, susuz bırakılması, tıbbi yardım almalarının engellenmesi ise suç sayılmıyor, "bedel" deniyor.

ABD'nin ve başta Almanya olmak üzere çoğu AB ülkesinin İsrail'e verdiği destek sonucu, Filistin öyle tahrip edildi ki, bir şekilde hayatta kalmayı başarmış halk fiziken ve ruhen o kadar zayıflatıldı ki; Filistin halkı, kendilerini manen toparlayıp yeniden kentlerini kurmak istese de madden bu gücü sahip görünmüyor. 

Bugün ateşkes ilan edilmesini talep edenler bu görüşle, Filistin halkının, toparlanmak için, Filistin'in bu hale getirilmesine göz yumanlardan destek almak zorunda olduğunu kur(gul)uyorlar. Tabii aynı şekilde, Filistin bombalanır, Filistin halkı katledilirken sesini çıkarmayan İslam ülkeleri için de geçerli bu görüş. 

(Aradaki fark -kulağa komple teorisi gibi gelse de- bir taraf İsrail'in çıkarlarını gözetirken diğeri İsrail'e fiziken yakın olma isteğinde.)

Dilerim bir an evvel, içinde barındırdığı niyete bakmaksızın, ateşkes ilan edilir ve ateşkesin ardından Filistin halkı, yıkımın, katliamın boyutuna rağmen, bir kez daha tek başına ayağa kalkmayı, tek başına toparlanmayı başarır. 

Başarır da; ölü sandıkları Filistin halkının, manevi güç maddi güçten büyüktür, diyerek, yaşadıkları tüm yıkıma, vahşete, katliama rağmen, ayağa kalktığını gören leş kargaları bakakalır.





16 Ağustos 2024 Cuma

Ruhen ve fiziken mevcut güne dönme çabası veriyorken öğlen yayınlanmış bir rapora gözüm takılıyor. Ve ben yeniden normal ne hayat ne mevcut ne karıştırmaya başlıyorum...


Filistin Kızılayı, mama talebinde bulunan bir babaya, mamanın geldiğini, gelip alabileceğine dair bildiri mesajı atar. Babanın verdiği cevap: "çocuğumuz altı gün önce şehit oldu. Umarım mamayı ihtiyacı olan başka biri alabilir."


Bebek Yousef Ramzi Hweila, 9 Ağustos 2024'te İsrail işgal ordusunun düzenlediği, aralarında Ramzi ailesinin evlerininde olduğu saldırıda hayatını kaybetmiş.

Bazı konularda fikrin hangi kelimelerle ifade edildiğine çok önem veriyorum. Örneğin; Gezi'den bahseden kişinin "Gezi Olayları" mı "Gezi Direnişi" mi dediği, benim için, Nazi Almanyası'ndan bahseden bir kişinin "Führer" mi "Hitler" mi dediği kadar kesin ve keskin bir ayrım gösterir. 





Ahmet Şık'a kürsüdeyken saldırıldı. Saldırıya engel olmaya çalışan Gülistan Koçyiğit darp edildi. 

Söylenecek çok şey var. Lakin ben sadece Newroz Uysal Alan'ın sözlerini buraya not etmek istiyorum.

"Bu kan, halkın iradesinin kanıdır."

"Mecliste kan döken, her yerde kan döker."

"Niye siliyorsunuz? Yaptığınızı niye siliyorsunuz? Buraya siz kan döktünüz. Temizleyince geçecek mi?"



Sırrı Süreyya Önder'in 9 Kasım 2023'te söylediklerinin;  

“Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin Hatay Milletvekili Can Atalay hakkındaki AYM kararını uygulamayıp, üzerine bir de TBMM’ye 'Hükmü okutup, vekilliği düşürün' şeklindeki hukuk dışı yaklaşımını, Anayasal düzene dönük bir darbe girişimi olarak değerlendiriyorum.

Halk iradesine, Anayasa'ya ve hukuka karşı geliştirilen bu fütursuzluk, başta siz olmak üzere bütün Meclis tarafından yok hükmünde sayılıp hak ettiği cevabı almalıdır.

Bu itibarla, anılan hüküm Meclis Genel Kurulu’nda okutulmayıp iade edilmelidir. Aksi halde, kendi nöbetimde bunu okutmayı kabul etmeyeceğimi bildirmek isterim. Bunun Anayasaya, Evrensel Hukuk İlkelerine ve ettiğim görev yeminine en uygun tutum olduğunu düşünüyorum.”  

tüm yaşananlara rağmen oturumun kapatılmamasında etkisi olabilir. "Can Atalay kararını Bozdağ okusun" buyrulmuş olabilir.



14 Ağustos 2024 Çarşamba

Almanya'nın Rheinland-Pfalz eyaletinin Neuwied şehrindeki Oberbieber belediyesinde bulunan Protestan Kilisesi'nin papazına ilginç bir öneri gelmiş. Konu; komşu restoranın, kilise bahçesini, bira bahçesi olarak kullanıp kullanamayacağı.

Kilise cemaatini bu konuyu tartışmak ve ardından oylamaya sunmak için toplama kararı alan Papaz Philip Horn ve yardımcısı Jörg Röder, komşu restorandan gelen öneriyi önce kendi aralarında konuşmuş. Her ikisi de kilisenin ve bahçesinin herkese açık olduğu konusunda zaten hemfikir olduklarından karar vermekte zorlanmamışlar. Nihayetinde kilise bahçesi daha önce de okulların, huzur evlerinin toplantılarına, spor, sanat, edebiyat, müzik kulüplerinin etkinliklerine ve çeşitli festivallere ev sahipliği yapmış. O yüzden bira bahçesinin de her zaman değil ama belli zamanlarda kurulması için kendi aralarında onay vermişler.

Kilisenin cemaati yapılan çağrıya neredeyse tam sayı katılmış ve uzun uzun artı ve eksilerini tartıştıktan sonra oylamaya geçmiş ve kilise bahçesinin, diğer etkinliklere etki etmeyecek şekilde düzenlenecek bir takvimle belli zamanlarda bira bahçesi olarak kullanılabileceğine karar vermişler.

Kilise cemaati, sonbaharda restoranın -deneme amaçlı- kilise bahçesini, bira bahçesi olarak kullanacağını açıkladığında hem cemaat hem kilisenin papazı, Protestan Kilisesi cemaatine dahil olmayanlardan, kilisenin konumuyla ve tutumuyla ilgili sert eleştiriler içeren, yer yer tehdide varan tepkiler almaya başlamış. Bunun üzerine Papaz Philip Horn, Protestan Kilisesi'nin, kilise dahil, hiçbir mekanı kutsal saymadığının, önemli olanın birlik ve paylaşım olduğunun altını çizmiş. Papaza tam destek veren cemaat ise, toplumda ayrımcılık yapmaya çalışanların çokluğununa dair üzüntülerini belirtirken, öfke kültüründen uzak bir toplum için, sonbahardaki deneme süresinde itirazı olanları soğuk bir bira eşliğinde konuşmaya davet etmiş.



Biliyorum, hem dünya hem memleket sorun dolu. Lakin, bir masalmış gibi okuduğum bu haberi paylaşmak istedim.. 

Haberin kaynağı; Neuwied yerel gazate NR-Kurier, 12.08.2024

Haletiruhiyem; tası tarağı toplayıp verdello toplamak için Siraküza'ya gitme eşiğinde..

Haletiruhiyemde bugün, dün gibi hatırlanan an'ların, çoktan birer geçmiş zaman anısı olduğunu kavrama hali var.. 

13 Ağustos 2024 Salı

AB ülkeleri, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere kırk bini aşkın insan öldükten, üç yüz bine yakın insan yaralandıktan, milyonlarca insan evsiz barksız kaldıktan sonra fark etti İsrail'in amacını aştığını ve acil ateşkes talep ediyor. 


Dilruba için; "fikir beyanından değil, halka hakaret ettiği için tutuklandı" demiş birileri..

Demek ki; süfli, sürtük, cibiliyeti bozuk, edepsiz kadın gibi hitapların her biri sevgi sözcüğüymüş..

Ve dahi bir zaman milletvekili olan bir zat vekili olduğu halkı öyle sevmiş ki; sapık ve fahişe, demişti..

6 Ağustos 2024 Salı


Her gün yeni bir şey öğreniyorum. Bugün de "ev zencisi" neymiş onu öğrendim. Her gün yeni bir şey öğrenmek güzel de; insan "çok şükür bunu da öğrendim" demek istiyor. 




Hayatımda, herhangi bir kimseye "ev zencisi" diye hitap eden hatta bu hitabeti değil diline, aklının ucuna getirecek insan olmadı ve mutluyum ki; bi kırk küsür yıl daha yaşasam yine olmaz. 




5 Ağustos 2024 Pazartesi

Halka hitap listesine "cibilliyeti bozuk" da eklendi..


"süfli"

"sürtük"

"kadın mı kız mı"

"nikahsız kocasıyla yaşayan edepsiz kadın"

"ananı da al git"

"İsrail dölü"

"afedersin Ermeni"


Örneklerin hepsini değil, sadece birini, halktan biri iade etse kalan ömrü ziyan olur..


Öte yanda, örneklerin hepsini değil, sadece birini, batılı bir siyasetçi, halka hitaben sarf etse, siyasi kariyeri yerle bir olur. Üstelik halk dava konusu etse, hukuk, halktan yana olur..

4 Ağustos 2024 Pazar

Üşengeçlik falan değil, üst üste iki noktanın yanına parantez iliştirmeye dahi isteğim yok.

Haletiruhiyem sanki bulut ama çoktan yağmış özü toprağa karışmış bir bulut..

 

Evet, Can Bonomo çalıyor hala.. 


"rüyamda buluttum

sensizliği unuttum

yağmur oldum ağladım seni

dizlerimde uyuttum

uyandım gecenin bir vakti

ne havadan ne sudan

yağmur oldum ağladım seni

bir nehrin yatağından"


Ve sonra...


"ağladım 

ağlamaklar yetmedi


mutsuzum çok hastayım 

güldür beni doktor 

öldüm ama hayattayım

tarifi çok zor

çıkmaz bir sokaktayım

gel bul beni doktor

sanki çocuk yaştayım 

bana bilmeceler sor"


Hemen ardından...


"ben yağmur olsam

ister miyim bulutlar ağlasın

ey görkemli fırtına es 

beni rüzgar anlasın

yollarımız çiçekten aman aman

masum bir öpücükten

sabırmız saf çelikten aman aman

sevmişiz hep yürekten

sar hüzünleri başa

doldu kalbimiz taşar"


Neyse, öyle işte...

Çıkarım elbet yine düzlüğe..

İşim ne..



 

2 Ağustos 2024 Cuma

"[...]Küçüğüm, lütfen bana yazdıklarını, kelimesine dokunmadan, fotoğraflarla birlikte blogda yayınla. Belki savaşa girmeyi çok kolay sanan birileri için iç muhakeme referansı olur.[...]"


Biriciğim,
Yazarım uzun uzun, demiştim, yaz artık, diyorsun. Lakin, yok biriciğim, burada gördüklerimi anlatacak, acıyı tarif edecek söz varlığı yok dağarcığımda, ruhumda. Her şey ama her şey, bize anlatılanlardan, gördüğümüz fotoğraflardan, izlediğimiz videolardan çok daha kötü. Tarifi yok. Buraya gelmeden önce bildiklerim, burada gerçekte yaşananları kısmen dahi yansıtmıyor. Kelime yok. Canım yana yana birkaç fotoğraf çektim ki onlar da gerçek acıyı yansıtmıyor. Burada gerçekte yaşananı anlatacak hiçbir kelime hiçbir fotoğraf yok. Tek kareye sığan, karenin dışında kalanları anlamaya, anlatmaya yetmez. Getirilen çocuklar bazen öyle bir halde oluyor ki neresinden tutacağımı bilemiyorum. Bazı çocukları gördüğümde ölmüş olmalarını istiyorum bir yandan yaşatmak için elimden geleni yaparken. Zihnimde bir çocuğa ölümü yakıştırabiliyorsam ben, var düşün burada yaşananın ne olduğunu. Düşün yaşadığım çaresizliği. Dördüncü gündü, kontrolümü kaybettim, kucağında batın altında tüm uzuvları parçalanmış ölü çocuğunu muayene etmemi isteyen anneye, çocuğun ölü olduğunu anlatamayınca, o da anlamayınca bağırmaya başladım. Corinna uzaklaştırdı beni. O an yanımda olsaydın, dedim. Sadece dinginliğine değil hekimliğine, tecrübene de ihtiyacım var. Belki de sadece sarılmana. Gitme, demiştim, diyebilirsin, belki de demezsin, bilmiyorum. Ama geldim, buradayım, elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Sadece hekim olarak değil. Ve o günkü olay olmasa aslında iyi işliyorum. İşlemekten başka isim bulamadım hissettiklerimi hissetmiyormuş gibi çalışmaya devam etme haline. Dedim ya işliyorum, sadece hekim olarak değil, mesela mısır irmiğinden polenta yapıyorum, senin o dinlensin diye kapağını kapatmadan evvel koyduğun bir kaşık tereyağının eriyişi geliyor her sefer gözümün önüne. Tabii ben sadece su ve tuzla yapıyorum. Zaten yemek için çok da fazla bir şey yok. Çocuklar günde bir kez, o da işte lapa, çorba gibi şeyler yiyebiliyor. Yetersiz beslenmenin etkisi hemen her çocukta görünür hale gelmiş durumda, her gün en az üç dört çocuk ya açlıktan ya da dehidrasyondan ölüyor. Bana telaffuz etmesi, yazması zor geliyor. Sebep olanlar karnı tok uyuyor. Sahi uyuyabiliyorlar mıdır? Ben uyuyamıyorum. Anneler uyuyamıyor. Bazı anneler ya da büyük kardeşler, çocuklara kalsın diyerek güçten düşecek hale gelene dek hiçbir şey yemiyor. Bilirsin ben de günlerce bir şey yemeden durabilirim ama su, o da burada büyük sıkıntı. Bebeği olan, emziren anneler var. Kendi çocuklarından gayrı çocukları da yaşlarına bakmadan emzirebildikleri kadar emziriyorlar. Yıkıntılar arasında kağıt bulmuş çocuklar, uçak yapıyorlardı. Uçakları uçururken de bomba sesleri çıkarıyorlardı. Ne diyeceğimi bilemedim. Onlara turna ve zıplayan kurbağa katlamayı öğrettim. Sonra savaş ve bomba fikrinden uzaklaşsınlar diye katladıkları kurbağalarla zıplama yarışı yaptırdım, en yükseğe ve en uzağa zıplayan kurbağa. Çocuklara çocuk olduklarını hatırlamak mı? Çocuklar her yerde çocuk sadece çocukların çocuk olmaktan anladıkları farklı. Burada doğmuş, bu yaşa gelmiş çocuk, ancak burada doğmuş, bu yaşa gelmiş çocuk kadar çocuk olabiliyor. Güvenli ülkelerde, güvenli şehirlerde, güvenli evlerde büyüyen çocukların çocukluğundan çok farklı bir çocukluk. Belki yarın hayatta olmayacağını bilen bir çocukluk. Savaş uçaklarını, silahları, bombaları oyunlarına sıradan bir şeymiş gibi alan bir çocukluk. Ve gerçekte her çocuk gibi güvende, sağlıkla, umutla, mutlulukla büyümesi gerekirken hepsinden uzak bir çocukluk.
Yazamıyorum biriciğim, Brandenburg'da bir hekim, aynı zamanda yaşadığı eyalette plastik cerrahlar birliği başkanı, inisiyatif almış, birçok hastane ile görüşme yapmış, birçok gönüllü bulmuş ve Gaza'da tıbbi tedavi imkanı sağlanamayacak durumda olan ama yaşama ümidi olan çocukların Almanya'ya getirilmesi için başvuruda bulunmuş. Tüm masrafların gönüllüler tarafından karşılanacağına, çocukların sağlıklarına kavuştuktan sonra ülkelerine geri döneceğine kefil olmuş. Buna rağmen Federal Meclisten vize onayı çıkmamış. Gerekçe; güven endişesi, çocukların ailelerinin hamasla bağlantası olabilirmiş. Scholz yönetimindeki hükümet birçok kez her şartta İsrail'in yanında duracağını zaten açıklamıştı, yine de bu kötülükte başka, bambaşka bir boyut var. Ve benim ruhum, vicdanım o boyuta hiç ama hiç sığmıyor. İnsan olmaktan utanmak ya da insan olmaktan utanmamak. Utanmak nasıl bir şey? Utanç kime ait? Utanç diye bir şey gerçekten var mı? Vicdan olmayan yerde utanç bulunur mu? Uyunur mu? Utanmıyorlar ama uyuyabiliyorlar. Utanmıyorlar, uyumakla kalmayıp uyutuyorlar da.
Yazamıyorum biriciğim. Sen, gitme, dediğinde, bunca şey gördükten sonra burada da soğukkanlılıkla işimi yapacağımı düşündüm ama burada göreceklerimi tahayyül etmem mümkün değilmiş. Hani sen bana, sen bu dünya için çok hassassın, diyorsun ya, değilim abim, hassas olan ben değilim, hassasiyetsiz olanlar hatta haysiyetsiz olanlar, insan hassasiyetini ve haysiyetini yok sayanlar çoğunlukta. Ben hassas değilim, olması gerektiği gibiyim. Barış istemenin, huzurlu, onurlu bir yaşam istemenin neresi hassasiyet? İnsan insanı, insan hiçbir canlıyı öldürmesin istemenin neresi hassasiyet? Çocuklar aç kalmasın, çocuklar acı çekmesin, çocuklar ölmesin istemenin, çocuklar gülsün, çocuklar oynasın istemenin neresi hassasiyet? Ben hassas değilim biriciğim. İnsanım sadece, olabildiğim, kalabildiğim kadar insan. Olması gerektiği kadar, kendim kadar. Burada gördüklerimi kalan ömrümde unutmayacağım. Ve anlamayacağım. Anlamayacağım, ataları bunca zulüm çekmiş, korkunç muamelelere maruz kalmış, vahşice katledilmiş bir toplumun çocukları, torunları bunu nasıl yapabilir. Tüm dünya yıllardır hele de son dokuz aydır nasıl tüm bu yaşananlara sessiz kalabilir. José diyor ki; buradan döndüğümüzde öncesinde olduğumuz insanlar olmayacağız. Hep bir kızım olsun isterdim ama gördüklerimi anlatamayacağım, açıklayamayacağım bir dünyaya nasıl bir çocuk getirebilirim. O pembe elbisesi içinde gökkuşağı saçlı unicorniosuna sarılmış bana gülümserken, ben, gördüğümüz, hep gözümün önünde olacak çocukları nasıl unutabilirim. José için, onu avutmak için, onu sakinleştirmek için de kelimelerim yok. Ona, hiç olmazsa senin ülken Filistinli çocukları tedavi için kabul etti, diyebiliyorum sadece. Ama gerçekte onu teselli edecek, ona iyi gelecek kelimelerim yok. Çünkü artık kelimelerim yok.
Yani biriciğim, yaz artık, diyorsun ya, ne yazabilirim sana. Burada gördüklerimi anlatacak kelimelerim yok. İnsan olmaktan nefret ettim, yaşamaktan yoruldum. Burada ölsem, burada kalsam, kendimden yana, kendim için tek bir şikayet götürmem yanımda. Çünkü José'nin dediği gibi, ne burada gördüklerimi unutabilirim artık ne de görmemiş gibi yaşayabilirim. O yüzden biriciğim, yaz diyorsun ya hani "iyiyim ben, beni merak etme, dönünce uzun uzun konuşuruz" yazmaktan başka çarem yok, yoktu. Ama söz, bu cuma dönüyoruz ve ben döndüğümüzde bu yazdıklarımı sana göndereceğim. Şimdi değil, henüz değil. Affet. 


1 Ağustos 2024 Perşembe

"Gençler, pek çabuk pes ediyorsunuz. Sanki dünyanın en ağır işini yapmış gibi yorulup kenara çekiliyorsunuz. Sanki yaptığınız işin daha ağırı, hissettiğiniz yorgunluğun daha büyüğü yokmuş gibi. Daha ömrünüzün ilk baharlarındasınız oysa. Ve ömrünüzün kaçıncı baharında olursanız olun, en, diye bir sınır koymayın hayatınıza. En güzeli, en çirkini, en iyisi, en kötüsü, en ağırı, en hafifi, bunlar hep sınır. Hayat su gibi akarken bent çekmek niye? Bırakın su aksın. Su gibi yaşayın hayatınızı." demişti Genco Erkal. 

Birebir kelimeleri aynı dizememiş olabilirim zihnimde, geçmiş zaman. Üsküp'te Türk Tiyatrosu'nda, Mehmet Hoca'nın bana henüz "sesin ve diksiyonun çok iyi çocuk, fakat sahne sana göre değil, sen başka bir meslekte insanlığa daha faydalı olursun" demediği lakin beni çok sevdiği için çaycılık(!) yaptırdığı ve Sevdalı Bulut'u sahneye koyduğu zamandı. Ömrümün kaçıncı baharında olduğumu bildiğim, kaç baharım daha kaldığını düşünmeye henüz başlamadığım zamanlar. Bana kısacık bir sürede çok şey katmış, çok değerli insanlarla tanışmamı sağlamış, yolumu çizmeme yardımcı olmuş Üsküp günlerimden. Mehmet Ulusoy'un da, Ayla Algan'ın da, Kenan Işık'ın ve Genco Erkal'ın henüz hayatta olduğu zamandan. Bana asırlar öncesiymiş gibi gelen zaman.  

Seslerine, alçak gönüllülüklerine, çılgınlıklarına, hayatı algılayışlarına hayran olduğum bu insanlar, oldukları yere ne zorluklarla geldiler, her biri için "per aspera ad astra" ve onlar artık sonsuzlukta yerini almışken, zaman bana bir kez daha en'lerin olmadığını hatırlattı. 


Ve fakat umutsuzluğu her hücremde hissettiğim şu günlerde; "En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız" demiş olsa da Nazım Hikmet; ben, kendi ömrüm adına, o, en güzel günlere inanmıyorum artık. Daha da kötü günlerimiz henüz yaşanmadı, diyor umutsuz, yorgun, yılgın, kırgın ruhum..


Özür dilerim...