31 Aralık 2023 Pazar

Bir yıl daha geride kaldı.. 

Her yıl, yıl bitip yenisi başlarken içinde; iyilik, güzellik, sağlık, umut ve illaki barış, illaki sevgi olan dileklerim olurdu..

Lakin hayat; felaketleri, acısı, hüznü, çaresizliği şekil değiştirerek ve hep daha güçlü; bazen afet bazen salgın bazen savaş bazen ekonomik kriz ya da hepsinin özeti yanlış siyaset şeklinde gelmeye devam ediyor.. 

Türkiye, insanların afette öldüğüne üzüldüğümüz değil hayatta kalmadığına, ölüp de kurtulduğuna sevindiğimiz bir ülke artık. Kurduğun cümlenin ne kadar korkunç olduğunun bilincinde misin, diye düşünmek hakkınız elbet. Lakin asıl korkunç olan, bu cümleyi kurabilecek kadar çok acının depremin yıktığı yerlerde gerçekten var olduğu ve bu acının hala devam ettiğini, kendi çabalarıyla hayatta kalmaya çalışan insanlara uzanan bir avuç gönüllünün ellerinin, kollarının ve dahi paralarının yetersiz olduğunu bilmek. Evet, asıl korkunç olan benim kurduğum cümle değil, gerçek.. 

Kimlerin hayatta kalacağına, kimlerin öleceğine, kimlerin hayattaysa nasıl bir yaşam süreceğini belirleyen bir sistem hakim ülkeye yıllardır. Üstelik her şeyin aksine tıkır tıkır işleyen bir sistem.. 

En çok, en alalı yalanları söyleyenlerin el üstünde tutulduğu, karnı doyacak çocukların sistemin oyuncağı olduğu, yapılan işin değil yapacak olanın ilişkilerinin önem sahibi olduğu, bir hukuk terimi olan keenlemyekünün gece yarılarında alınan kararlarla bizzat hukukun yerini aldığı, zenginlik ve fakirlik kavramlarının hiç olmadığı kadar anlam karmaşasında boğulduğu, kanlı ellerini milyar birimli paralarla kurulayıp dine sığınanların tekelinde olan bir sistem.. 

Dünya'da da durum çok farklı değil. Barış, ölenin kim olduğuna bağlı olarak yarım ağız dillendirilen bir sözcük sadece. İnsan onuru ise menşe meselesi. Irkçılık, kölelik, insan tecimi görünürde tarih raflarına -bir- kaldırılıyor ardından tozu üflenerek -bin- çıkartılıyor. Kefeye yüklenen silah, uyuşturucu, para her gün artarak mizanı sağa çekiyor. Sol dünyanın her yerinde bölünerek azalıyor.. 

Hiçbir şey düzelmeden, iyileşmeden hatta yaralar sarılmadan sel misali akıp sürüklüyor zaman içinde yaşamaya çalışanları ve yine de birleşmiyor kimse, el uzatmıyor, omuz omuza verip bent olalım demiyor.. 

Yıl bitmiş, tarih değişmiş ne fark eder. Şair gerçekten de nikbinlik etmiş. Ve maviliklerden bahsetmek bu kapkara günlerde toz pembe bir puf!.. 

Zaman geçiyor, tarih değişiyor, gerisi aynı, hep aynı.. 

O yüzden; örgütlenmedikten sonra, omuz omuza verip kötülükle, riyayla, çirkin ve dahi çirkef yani kalleşçe yıkarak yol alan sistem taşkınına bent kurmadıktan, bendin ardında kalanı yeniden inşa etmedikten sonra, olduğu gibi, belki de biraz daha beter gelecek yıla "hoş geldin" demek niye?.. 

Hep derim, tekrara düşerek yine diyeyim; herkesin yolu yürüdüğü kadardır, aydınlığı ise gördüğü kadar. Yürümediği yol, görmediği aydınlık, umut değil varsanıdır.. 

Bir yıl daha geride kaldı..

Tortusu çok ağır.. 

Ve fakat siz yine de boş verip benim bu bedbin iç dökmemi; sevdiklerinize sarılın, sevildiklerini söyleyin, hissettirin. Sele kapılmış gibi akan hayatta hiç değilse keşkelerden bazıları eksik kalsın. Sarılın, sevdiklerine sarılamayanların da adına. Hem belki de sevdiklerinizin varlığını bilmek; yola çıkma, aydınlığı bulma gücü verir ve birsamlar, "varsam" huzursuzluğundan silkinip sele "dur" diyen bentte bir "varım" tuğlası olur..

30 Aralık 2023 Cumartesi

 1. ABDULRAZAK GURNAH, KUMDAN YÜREK, ÇEV. MEHMET DENİZ ÖCAL, İLETİŞİM 

2. ACHIM WOHLGETHAN, ENDSTATION KABUL, ULLSTEIN 

3. AHMED RASHID, TALIBAN – DIE MACHT DER AFGHANISCHEN GOTTESKRIEGER, ZpB 

4. ALINA BRONSKY, BABA DUNJAS LETZTE LIEBE, KIWI 

5. ALINA BRONSKY, BARBARA STIRBT NICHT, KIWI 

6. ALINA BRONSKY, DIE SCHÄFSTEN GERICHTE DER TATARISCHEN KÜCHE, KIWI 

7. ALINA BRONSKY, UND DU KOMMST AUCH DRIN VOR, KIWI 

8. ANGELIKA BIRCK, TRAUMATISIERTE FLÜCHTLINGE, ASANGER 

9. ANJA BAUMHEIER, DIE BUCHVERLIEBTEN, ROWOHLT 

10. ANNE GESTHUYSEN, MÄDELSABEND, KIWI 

11. ANNE GESTHUYSEN, SEI MIR EIN VATER, KIWI 

12. ANNE GESTHUYSEN, WIR SIND DOCH SCHWESTERN, KIWI 

13. ANNE GESTHUYSEN, WIR SIND SCHLIEßLICH WER, KIWI 

14. ANTONIA BLUM, KINDERKLINIK WEIßENSEE -JAHRE DER HOFFNUNG, ULLSTEIN 

15. ANTONIA BLUM, KINDERKLINIK WEIßENSEE -ZEIT DER WUNDER, ULLSTEIN 

16. ANTONIA RADOS, AFGANISTAN VON INNEN, BRANDSTÄTTER 

17. ARIF ANWAR, KREISE ZIEHEN, WAGENBACH 

18. ÅSNE SEIERSTAD, DER BUCHHÄNDLER AUS KABUL, LIST (ALMANCA ÇEVİRİ İLE TEKRAR OKUMA)

19. ÅSNE SEIERSTAD, IL BAMBINO DAL CUORE DI LUPO, RIZZOLI 

20. ÅSNE SEIERSTAD, IL LIBRAIO DI KABUL, RIZZOLI 

21. ÅSNE SEIERSTAD, TAGEBUCH AUS BAGDAD, LIST 

22. AYŞEGÜL DEVECİOĞLU, GÜZEL ÖLÜMÜN ÖYKÜSÜ, METİS 

23. BADR UDDIN, MIGRANTI SENZE DOCUMENTI IN INDIA – UNO STUDIO SUI RIFUGIATI MUSULMANI ROHINGYA, SAPIENZA 

24. BARIŞ BIÇAKÇI, TARİHİ KIRINTILAR, İLETİŞİM 

25. BRUNO SCHULZ, DIE ZIMTLÄDEN, CARL HANSER VERLAG 

26. BURHAN SÖNMEZ, MASUMLAR, İLETİŞİM 

27. CAHİDE BİRGÜL, GECEYE UYANANLAR, KAFKA 

28. CARSTEN HENN, DER BUCHSPAZIERER, PIPER 

29. CARSTEN HENN, DER GESCHICHTENBÄCKER, PIPER 

30. CARSTEN HENN, DIE BUTTERBROTBRIEFE, PIPER 

31. CHRISTIANE HOFFMANN, ALLES, WAS WIR NICHT ERINNERN, C.H.BECK 

32. CHRISTIANE WÜNSCHE, ABER TÖCHTER SIND WIR FÜR IMMER, FISCHER 

33. CHRISTIANE WÜNSCHE, WIR SEHEN UNS ZU HAUSE, FISCHER 

34. COLLEEN GALLAGHER, DIE ZUKUNFT DER BILDUNG DER ROHINGYA IN BANGLADESCH, VERLAG UNSER WISSEN 

35. DAVID GROSSMANN, WAS NINA WUSSTE, CARL HANSER VERLAG 

36. DEFNE SUMAN, KAHVALTI SOFRASI, DK 

37. EBRU CÜNDÜBEYOĞLU, FERDA, HEP KİTAP 

38. ELISA HEINRICH \ LUKAS HANO, FLÜCHTLINGS- GESCHICHTEN -INTERVIEWS UND HINTERGRÜNDE, PAPY ROSSA 

39. EVA VÖLLER, WAS DIE HOFFNUNG VERSPRICHT, LÜBBE 

40. EVA VÖLLER, WAS DIE SCHICKSAL WILL, LÜBBE 

41. FAUSIA KUFI, NUR EINE TOCHTER, KAILASH 

42. FERIT ERGÜ, EIN WINTER IN HAKKARI, UNIONSVERLAG 

43. FLORIAN ILLIES, LIEBE IN ZEITEN DES HASSES, S. FISCHER 

44. GALINA BREITKREUZ, ERST KOMMT DIE ANGST, dtv 

45. GIORA FEIDMAN, KLANG DER HOFFNUNG, BONIFATIUS 

46. GOLAM MAAINUDDIN, BEWERTUNG DER AUSWIRKUNGEN VON ROHINGYA FLÜCHTLINGEN AUF DIE AUFNAMEGEMEINSCHAFT IN BANGLADESCH, VERLAG UNSER WISSEN 

47. GÜLCE BAŞER, BİR CESET BİR SÖZ, REMZİ KİTABEVİ 

48. HANNI MÜNZER, MARLENE, PIPER 

49. HANNI MÜNZER, SOLANGE ES SCHMETTERLINGE GIBT, EISELE 

50. HARUKI MURAKAMI, SAHİLDE KAFKA, ÇEV. HÜSEYİN CAN ERKİN, DK (TÜRKÇE ÇEVİRİ İLE TEKRAR OKUMA)

51. HEATHER MORRIS, DAS MÄDCHEN AUS DEM LAGER, PIPER 

52. HEINZ DUTHEL, KINDER VERGEWALTIGUNGEN IN MAUNGDAW, MYANMAR AUF BEFEHL!, BoD 

53. HİKMET HÜKÜMENOĞLU, 4:00, CAN 

54. HİKMET HÜKÜMENOĞLU, 47 NUMARALI KAMARA, EVEREST 

55. HİKMET HÜKÜMENOĞLU, HARİKA BİR HAYAT, CAN 

56. HİKMET HÜKÜMENOĞLU, KAR KUYUSU, EVEREST 

57. HUBERT KUSCHNIK, AUGENZEUGE IN AFGHANISTAN, UZ aktuell 

58. ILONA EINWOHLT, MOHNSCHWESTERN, HARPER COLLINS 

59. JENNY LECOAT, DIE ÜBERSETZERIN, LÜBBE 

60. JOHN BOYNE, ALS DIE WELT ZERBRACH, PIPER 

61. KAMAL ZAFARI, ROHINGYA, VERLAG UNSER WISSEN 

62. KARLA SCHEFTER, WEIL ES UM DIE MENSCHEN GEHT, ULLSTEIN 

63. KERSTIN SGONINA, UND WENN WIR WIEDER TANZEN, ROWOHLT 

64. LATIFA \ CHEKEBA HACHEMI, DAS VERBOTENE GESICHT – MEIN LEBEN UNTER DEN TALIBAN, MARION VON SCHRÖDER 

65. LATIFA NABIZADA \ ANDREA C. HOFFMANN, GREIF NACH DEN STERNEN SCHWESTER!, KNAUR 

66. LUCA DI FULVIO, DER JUNGE, DER TRÄUME SCHENKTE, BASTEI LÜBBE 

67. MALALAI JOYA, ICH ERHEBE MEINE STIMME, PIPER 

68. MARION HABICHT, UNTER RÄUBERN UND HEILIGEN, KAISER 

69. MARLEN HAUSHOFER, WIR TÖTEN STELLA, LIST 

70. MECHTILD BORRMANN, FELDPOST, DROEMER 

71. MECHTILD BORRMANN, GRENZGÄNGER, DROEMER 

72. MEHLIKA METE, MATMAZEL NİNA, MAYA KİTAP 

73. MELISA KESMEZ, ATLARI BAĞLAYIN GECEYİ BURADA GEÇİRECEĞİZ, İLETİŞİM 

74. NERMİN YILDIRIM, BAVULA SIĞMAYAN, HEP KİTAP 

75. NİLAY ÖRNEK, BÜTÜN İYİLER BİRAZ KÜSKÜNDÜR, ARTEMİS 

76. NURUL MOSTAFA \ KAMAL ZAFARI, KULTURELLE BILDUNG FÜR STAATENLOSE ROHINGYA-FLÜCHTLINGEN IN BANGLADESCH, VERLAG UNSER WISSEN 

77. OLIVIA RUIZ, RENKLİ ÇEKMECELİ ŞİFONYER, ÇEV. YURTSAN MIHÇIOĞLU, YAN PASAJ 

78. ORHAN PAMUK, VEBA GECELERİ, YKY 

79. OSMAN BALCIGİL, AVUÇLARIMDA HALA SICAKLIĞIN VAR, DESTEK YAYINLARI 

80. OSMAN BALCIGİL, EN HÜZÜNLÜ EYLÜL, DESTEK YAYINLARI 

81. OSMAN BALCIGİL, İPEK SABAHLIK, DESTEK YAYINLARI 

82. PIA ZIEFLE, SUNA, LIST 

83. RAFAEL SELIGMANN, HANNAH UND LUDWIG: HEIMATLOS IN TEL AVIV, LANGEN-MÜLLER 

84. RAFAEL SELIGMANN, LAUF, LUDWIG, LAUF:, LANGEN-MÜLLER 

85. RALF FINKE, UNTER WEINENDEN HIMMELN, AtV 

86. RALF VOGT, DAS TRAUMATISIERTE GEDÄCHTNIS – SCHUTZ UND WIEDERSTAND, LEHRMANNS MEDIA 

87. RALF VOGT, SCHAM UND SCHULD BEI TRAUMATISIERTEN MENSCHEN, LEHRMANNS MEDIA 

88. SELÇUK AYDEMİR, LİSEDEN ARKADAŞLAR, KÜSURAT YAYINLARI 

89. SIBA SHAKIB, NACH AFGHANISTAN KOMMT GOTT NUR NOCH ZUM WEINEN, GOLDMANN 

90. SIBA SHAKIB, SAMIRA & SAMIR, C. BERTELSMANN (ALMANCA ÇEVİRİ İLE TEKRAR OKUMA)

91. STEPHANIE SCHUSTER, DIE WUNDERFRAUEN: ALLES WAS DAS HERZ BEGEHRT, FISCHER 

92. STEPHANIE SCHUSTER, DIE WUNDERFRAUEN: FREIHEIT IN ANGEBOT, FISCHER 

93. STEPHANIE SCHUSTER, DIE WUNDERFRAUEN: VON ALLEM NUR DAS BESTE, FISCHER 

94. STEPHANIE SCHUSTER, DIE WUNDERFRAUEN: WÜNSCHE WERDEN WAHR, FISCHER 

95. STEVEN GALLOWAY, DER CELLIST VON SARAJEVO, LUCHTERHAND 

96. SUSANNE ABEL, STAY AWAY FROM GRETCHEN, dtv 

97. SUSANNE ABEL, WAS ICH NIE GESAGT HABE, dtv 

98. ŞERMİN YAŞAR, GÖÇÜP GİDENLER KOLEKSİYONCUSU, DK 

99. THEODOR SCHÜBEL, DIE MATROSEN VON KRONSTADT, KNAUR 

100. TOM SALLER, EIN NEUES BLAU, ULLSTEIN 

101. TOM SALLER, JULIUS ODER DIE SCHÖNHEIT DES SPIELS, LIST 

102. TOM SALLER, WENN MARTHA TANZT, ULLSTEIN 

103. UKMINA MANOORI, UKMINAS GEHEIMNIS, BASTEI LÜBBE (ALMANCA ÇEVİRİ İLE TEKRAR OKUMA)

104. VERA MARIA WEEBER \ SÜLEYMAN GÖĞERCİN, TRAUMATISIERTE MINDERJÄHRIGE FLÜCHTLINGE IN DER JUGENDHILFE, SPRINGER FACHMEDIEN 

105. VOLKAN SÖNMEZ, FIRSATÇI, KÜSENA 

106. VOLKAN SÖNMEZ, TEK BAŞINA, DOKUZ YAYINLARI 

107. WOLFGANG BRENNER, DAS DEUTSCHE DATUM – DER NEUNTE NOVEMBER, ZpB 

108. YEASIR YUNUS, LEBENSQUALITÄT VON ROHINGYA-FLÜCHTLINGEN IN BANGLADESCH, VERLAG UNSER WISSEN 

109. YEASIR YUNUS, QUALITÀ DELLA VITA DEI RIFUGIATI ROHINGYA IN BANGLADESH, SAPIENZA 

110. ZÜLFÜ LİVANELİ, DER FISHER UND DER SOHN, ÇEV. JOHANNES NEUNER, KLETT-COTTA (ALMANCA ÇEVİRİ İLE TEKRAR OKUMA)

111. ZÜLFÜ LİVANELİ, SERENAD, İNKİLAP KİTABEVİ 


112. Ve yılın son kitabı yine bir kurgu biyografi. Bonnie Garmus, erkeklerin dünyasında kendisine bir yer edinmeye çalışan bilim insanı Elizabeth Zott’un hayatını kaleme almış. Kitap, Filiz Sarıalioğlu'nun çevirisiyle Altın Kitaplar'dan yayınlanmış. Çevirmenin isminin kapakta yer almaması üzücü. 


16 Aralık 2023 Cumartesi

Ve Batı'nın ses tonu bir anda değişti...

İsrail ordusu dün gece Kudüs Latin Patrikhanesine bağlı Gazze'deki Kutsal Aile Kilisesi'ne Hamas üyeleri saklanıyor gerekçesiyle ayin zamanında saldırıda bulundu. Bombalı ve silahlı saldırıda iki kadın (yaşlı bir kadın ve kızı) hayatını kaybederken hayati tehlikesi olan bir kişi, beş ağır yaralı yanı sıra çoğu hafif olmak üzere 300 yaralı var. 

Vatikan kınama açıklaması yaparken İsrail ordusundan Gazze'ye yaptığı saldırıların bir an evvel durdurulmasını talep etti. 

Ancak Patrikhane'nin açıklamasına göre; İsrail ordusu, bölgede Hamas'ın füze fırlatıcısının bulunduğu iddiasıyla saldırılara halen devam ediyor. Patrikhane, sivil halkın Rahibe Teresa Manastırına sığınmaya çalıştığını ancak yeterli yer olmadığından sadece kaçma imkanı olmayan yaşlıların, engellilerin, hamilelerin ve çocukların manastırda korumaya alındığını da açıklarken tüm Hıristiyan camiasını dua etmeye davet etti. 

14 Aralık 2023 Perşembe

AB Konseyi Başkanı Charles Michel' in açıklamasına göre; AB, Ukrayna ve Moldova ile katılım müzakerelerinin başlatılmasının önünü açtı. Gürcistan ise artık üyeliğe aday ülke statüsüne sahip.

13 Aralık 2023 Çarşamba

Biyografi, biyografik roman okumayı çok seven biri olarak Hikmet Hükümenoğlu'nun kurgu bir karakteri anlattığı "Harika Bir Hayat" romanını çok sevdim. 


Bir solukta ile soluksuz arasında bir yer varsa orada, öyle okudum. Birçok tarihi olaya yer veren roman, okuyucuya, gerçek bir biyografik roman okuduğu hissini çok iyi verse de sık sık aslında bir kurgu okuduğunu hatırlatmayı da ihmal etmiyor. Roman devama müsait gibi duruyor, umarım yazar da benimle aynı fikirdedir.

Bu arada bunu yazmam ne kadar doğru bilmiyorum lakin Harika'da zihnim sık sık Selim İleri'nin Solmaz Hanım'ına kaydı. Ve Kamuran Beyciğim -hitap şeklimden de anlaşılacağı üzere- romanda en sevdiğim karakterdi diyebilirim. Hatta Hikmet Hükümenoğlu bir de Kamuran Bey'in biyografisini yazsa ne de güzel olurdu. Evet, elbette, kesinlikle pek güzel olurdu. : )

11 Aralık 2023 Pazartesi

"Neyse" dedim..

Ve her "neyse" aslında hep bir şeyler barındırır içinde..

Bu kez; görülmese de duyulmasa da "siz yine de kırmayın insanların kalbini" vardı..

Ve fakat..

Neyse..


10 Aralık 2023 Pazar

Ülkem insanı artık ırkçılığın iliklerine kadar işlediğinin farkında dahi değil. 

Motorsikketli kurye Yunus Emre Göçer'in ölümü çok çok üzücü. Suçlunun tutuklanmaması ve dahi ülkeyi terk edip kendi ülkesine dönmesi daha da üzücü. 

Lakin bu konunun Türklük meselesine getirilmesi abesle iştigal eder.

Her yıl ülkede yüzlerce insan öldürülüyor, katilleri serbest ve Türk. 

Çünkü Türkiye'de adil yargılanma diye bir şey kalmadı. Türkiye'de suçunuz ne olursa olsun; güçlü(!) kişilerle iletişim halindeyseniz, iyi(!) bağlantılarınız varsa, doğru(!) makamdaysanız ya da o makamlarda tanıdığınız varsa; cezasız kalır. 

Sanıyor musunuz ki herhangi bir Türk bürokratın oğlu bu kazaya sebebiyet verseydi yargılanacaktı, diyelim yargılandı suçlu bulunacak mıydı? 

Bunu bir düşünün!

Sonra da bu denli iliklerinize kadar işlemiş ırkçılığın kime, neye, ne kadar zarar verdiğini de!

Unutmayın, ülke şu an Türkoğlutürkler tarafından yönetiliyor ve Türkoğlutürklerin yönettiği ülkede her gün insanlar ölüyor.


Yunus Emre Göçer'in ailesine sabır dilerim. Yapılacak hiçbir şey, söylenecek hiçbir söz deva olmayacak olsa da dilerim ki aileye hem maddi hem manevi destek sağlanır.



9 Aralık 2023 Cumartesi

bazen diyorum ki 

yaz

sonra 

ne gerek var ki

çocuklar ölüyor

kurulan

hatta kurulmayan 

uzun ya da kısa 

tüm cümleler 

çocukların ölmesine engel olmuyor

çocuklar ölüyor 

çocuklar öldürülüyor

dünyanın en ağır cümlesi bu

çocuklar öldürülüyor

ve

çocukların öldürüldüğü bir dünyada

lanet olsun

dan başka bir cümle

hiçbir anlam ifade etmiyor

çünkü 

çocuklar 

hala

ölüyor

öldürülüyor



7 Aralık 2023 Perşembe

Bugün Hanuka Bayramının başladığı gece. Az önce yerel televizyon kanalında Braunschweig Yahudi Cemaati Başkanı çok güzel bir konuşma yaptı. Özellikle "elbette terör saldırısını kınıyoruz, rehinelerin sağ ve sağlıklı bir şekilde ailelerine kavuşmalarını diliyoruz ama aynı şekilde Filistindeki sivil halkın yaşadıklarını da görmezden gelemeyiz o yüzden çatışmaların bir an evvel son bulmasını istiyoruz. Biz bu yıl ilk ışığımızı barış için yakacağız" sözleri beni çok etkiledi. 

Demem o ki Yahudilere karşı sistematik olarak büyütülen nefret ve tehlikeli boyuta varan kışkırtmaya da dur demek gerek. Sadece Almanya'da değil, İsrail'de de hükümetin tutumunu desteklemeyen çok insan var. Barış, nefretle, silahla, kanla, ölümle sağlanmaz.

“Hanukkah sameach!”


Daha önce herhangi birine "heteroseksüel misin?" diye sordunuz mu -ki- kendinizde "homoseksüel misin?" diye sorma yüzünü buluyorsunuz.? 

Aaa pardon, yüzsüzlük tam da böyle bir şeydi zaten değil mi?


Yetişkin ve zihinsel yetisi yerindeki insanların kiminle seks yaptığı ve dahi yapmadığı -hele de kimseye fiziken ve ruhen zarar vermiyorsa- kimseyi ilgilendirmez. Kimse kimsenin özel hayatının bekçiliğini yapamaz ve özel hayatı hakkında söz sahibi değildir. 


6 Aralık 2023 Çarşamba

Sizinle aynı görüşü paylaşsın, paylaşmasın; siz, onu gazeteci olarak sayın ya da saymayın; bir gazeteci haber yaptığı için tutuklanıyorsa karşı çıkmalısınız. Basının özgür olmadığı bir ülkenin geleceği çok karanlıktır hatta yoktur...


Demek istiyorum.. Çünkü inandığım değerler bunu gerektirir.. Aklıma adını dahi anmak istemediğim zat geliyor.. midem bulanıyor.. değerlerimin üstüne kusuyorum..

2 Aralık 2023 Cumartesi

"Konuşmak" dedi, "aynı çatı altında yaşadığım, kanunen ailem olan insanlarla yapamadığım bir şey." Ellerine baktı, sağ elinin parmakları, sol elinin parmaklarında geziniyordu. İzlediğimi fark edince ellerini bacaklarının üstüne avuçları alta gelecek şekilde yerleştirip bir iki ileri geri sürtüp ayağa kalktı. "Daha ne kadar yaşayacağım bilmiyorum, kimse de bilemez ama ben o evde kalmaya devam edersem; konuşmaya, dinlemeye, duymaya hasret öleceğim, bunu çok iyi biliyorum" dedi. 


"Ah çocuk!

İşte bu anlattığın insanın en büyük eksiği, konuşmak ve dinlemek. Oysa insana kelimeler bahşedilmiştir, fikirlerini, duygularını dillendirebilsinler diye. Gel gör ki sessizliğin gürültüsünde boğulan o kadar çok insan var ki" demedim.


"Ölümü düşünmek için çok gençsin, hele ikimiz birbirimizi dinleyip anlayalım, sonra da ailenle konuşup bir çözüm bulalım bu seni bu kadar üzen sessizliğe" dedim.

26 Kasım 2023 Pazar

Ben, şu şunu dolandırmış, şu bundan almış ona vermiş haberlerinden, yorumlarından çok bunaldım ama bunaltıdan daha beteri ülkede bu kadar aç çocuk varken telaffuz edilen meblağlar ve bu meblağlarla oynayanları gündemde tutanların oluşturduğu mide bulantısı. 

Sosyal medyada birkaç gün "bir öğün yemek" çağrısı yapılıyor, unutuluyor, depremin üzerinden dokuz ay geçti, önümüz kış ve bölgede insanca yaşam imkanı sunan şartlar oluşturulmadığı biliniyor, unutuluyor, her gün toplumsal sebeplere dayalı en az bir fecaat haberi basına yansıyor, unutuluyor.......

Bu kadar da değil, anayasa ihlal ediliyor, hukuk işlemiyor, basın özgürlüğü yok, ülkede hiçbir sistem işlemesi gerektiği gibi işlemiyor, unutuluyor...

Elbette herkesin devam eden bir hayatı var, her an acıyla koyun koyuna yaşamak mümkün değil, nefes almak da gerek. Yine de suni gündemlere bu kadar kaptırmak yerine, hatırlamayı tercih etmekli insan tıpkı suni teneffüsün yaşam için yeterli olmadığını hatırlar gibi. Hatırlamak, unutmamak, unutulmasına, unutturulmasına izin vermemek gerek.

Daha önce de yazmıştım; toplumsal hafıza önemlidir, toplumsal hafızanın hayatı önemi vardır ve tarih tekerrürden ibarettir dediğimiz aslında sadece toplumsal demanstır!..

Hukukun şimdikinden daha iyi işlediği günlerde hesabı sorulmayan her şey bugün misliyle yaşanıyor. Hem de yargı yoluna hiç uğramadan.

Bugün oturdukları koltuklara halkın oyuyla gelenler; tek görevlerinin, halka hizmet etmek olduğunu bilmiyor, bilse de umursamıyor, kralı hatta tanrıyı oynuyorsa, açlık, gelir dağılımındaki uçurum büyüyor, kadın cinayetleri, istismar, taciz, tecavüz, uyuşturucu, silah ve insan ticareti kanunsuzluğun kanunlarıyla korunuyorsa; işte bunda toplumsal demansın payı var mıdır diye sormak gerekmez mi?

Bence gerekir. 

Bilirim, bireysel hatırlayış, hiç unutamayış çok yorucu, yıpratıcı bazen de ölümcüldür. 

Lakin toplumsal hafıza, o, çok önemlidir. Çünkü, toplumsal demans önce hürriyeti sonra teker teker tüm canlıları öldürür!.. 










belki de artık uyumak için uyanmanın yerini uyanmak için uyumak almalı..

25 Kasım 2023 Cumartesi

2022 yılında Almanya'da kayıt altına alınmış yaklaşık 170.000 kadına şiddet vakası var. Yetkililer bu sayının gerçeği temsil etmediğini ve gerçek sayının iki belki de üç katı olduğunu tahmin ediyor.

Kadına şiddet vakalarında maalesef kadın %92 gibi büyük bir oranla yakın çevresindeki erkeklerden şiddete maruz kalıyor. 

Almanya'da her yıl, özellikle 2020'den yani pandemi döneminden sonraki yıllarda artış gözleniyor. 

Özellikle aile içinde şiddete maruz kalan kadınların büyük çoğunluğu halen hem utancın hem de korkunun etkisiyle şikayette bulunmuyor ve şiddet altında yaşamını sürdürmeye devam ediyor.

Tüm dünyada olduğu gibi Almanya'da da femizid vakalarında artış var. Ve maalesef Alman hukukunda kadın cinayeti başlı başına bir suç kabul edilmediğinden cinayet veya kasıtsız öldürme olarak değerlendiriliyor. Bu da kadın cinayetlerinde gerçek sayılara ulaşılamamasının gerekçelerin biri olarak görülüyor.

Kadına yönelik şiddet özellikle aile içindeki şiddet düşünülenin aksine sadece belli bir sosyoekonomik kesimde vuku bulmuyor.

Ve ne acıdır ki dünya genelinde kadınların aldığı sağlık hizmetlerinde birinci sırada -üstelik kayıt altına alınmayan dahil olmadığı halde- fiziksel, ruhsal ve cinsel şiddet yer almaktadır.






23 Kasım 2023 Perşembe

Avrupa'da "göç ve göçmen" sözcüklerini "sorun" olarak dillendiren siyasetçilere yöneliş günden güne artıyor.

Oysa görev verilen siyasetçilerin, göç ile mücadelede tek hedefi göçmenleri ülkelerine sokmamak ya da ülkelerinden göndermek. Göçün kaynağına yönelik, göçü engelleyecek herhangi barışçıl bir programları yok. Hatta ülkelerinden göndermek istedikleri göçmenleri, ülkelerine geri göndermek de programlarına dahil değil ve göçmenleri ülkeden göndereceklerini vaat etmeleri siyasette görev almalarına yetiyor.

Avrupa'da siyaset, göç ve göçmenler odaklı janjanla alalanmış söylemlerle sessiz sedasız ve de hızla sağa kayarken; her gün binlerce insan, savaş, açlık, kuraklık, ayrımcılık, tolerans yoksunluğu gibi sebeplerle göç için yola koyuluyor ve her gün onlarca hatta yüzlerce insan göç yollarında hayatını kaybediyor.


22 Kasım 2023 Çarşamba

 İnsan onuru ve kelimeler


"Hamas'ın elindeki rehinelerle İsrail'deki tutukluların takası başlıyor."


Almanya basınından;

"Geisel Deal: Geiseln gegen Häftlinge"


Batı'nın görmediği, doğrusu görmek istemediği gerçek, rehine değiş tokuşunda -ki konusu insan olan bu duruma değiş tokuş ya da takas demek gücüme gidiyor- önceliğin çocuklara verilmesi; İsrail'in elinde de rehine olarak tuttuğu Filistinli çocuklar olduğudur. 

Ne zaman ki tüm insanlık her insanın yaşam hakkını eşit görmeye başlar o zaman gerçek bir ateşkes olur. Çocukların öldürüldüğü bir dünyada ateşkes de barış da altı boş birer kelimeden fazlası değildir.

Kaldı ki ateşkes onayı sabaha karşı verildi ve birkaç saat öncesinde Filistin Kızılayının geçtiği rapora göre yapılan yaylım ateşinde 4 hekim, 3 sağlık çalışanı daha hayatını kaybetti. 

Almanya basını, hastanelere ve ambulanslara düzenlenen saldırıları aklamak için "hastaneler teröristlerin kılık değiştirmeleri için uygun bir yer, o yüzden İsrail'in hastanelere saldırması normaldir" açıklamaları yaptı.



18 Kasım 2023 Cumartesi

İBB dün Twitter hesabından şu açıklamayı yapmış; 

"İBB'nin Pendik'te kreş yapacağı arazi, AKP'li Pendik Belediyesi ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından rezerv alan ilan edilerek Hazine'ye devredildi."


Kentsel Dönüşüm Yasası'nın TBMM'de 237 oyla kabul edilmiş. 82 Ret oyu var. 281 Milletvekili oylamaya katılmamış. Bunların 145'i Altılı Masa'dan ve bu 145'in 94'ü CHP'den. 


Bu durumda İBB'nin serzeniş edeceği yer Twitter olmasa gerek. 

16 Kasım 2023 Perşembe

Ve Pedro Sánchez yeniden seçildi.

Ve elbette bu çoğu AB ülkesini rahatsız etmeye devam edecek.

Güzel..


Kahveci basma, hamburgerci basma, kola satıyor diye dönerci basma..

Bir durup nefes alın ve düşünün;

Nereye gidiyor bu basmalar?

pışpışlanıp 

gazı alındıkça

daha derin bir uykuya daldı

kısmen sağa yatmış

paramparça sol


uyumazdı pışpışlayıcılar 

uyanıklardı 

ve 

severlerdi ayakkabı kutularını

içine bir şeyleri sığdırması kolaydı 


demokrasi

hukuk

laiklik 

birer ayakkabı kutusuna 

sığacak kadar kalmıştı memlekette 


ve 

bir gün ayakkabı kutusuna 

sığacak kadar 

küçüleceklerinden habersiz

mışıl mışıl uyurken pışpışladıkları

ne kalmışsa memlekette

değiştirip adını ve şeklini



bir daha gitmemek üzere 

kaldılar!


15 Kasım 2023 Çarşamba

16 yıl 9 ay 27 gün sonra Hrant'ın katiline bir kez daha "aslanım benim! aferin ogün!" demişler. 

Haberi okuduğumda, yıllar önce "İstanbul'da Ermeni bir gazeteciyi vurmuşlar" cümlesini ilk duyduğumdaki gibi uğuldadı kulaklarım.



Bir süre sonra da şöyle düşündüm; Türkiye'de başta Yahudiler olmak üzere azınlıkların zor günler geçirdiği bir dönemde şartlı tahliye olsa da bu vaktinden evvel gelen tahliye manidar değil mi? Bu tahliye hem saldırganlara güvence veren hem de azınlıklara yönelik saldırıları arttıracak durumlara bir zemin olabilir mi?


Bugün yaşanan katliamın başlangıcını 7 Ekim sanmak ne kadar saçma ise Filistin halkının yıllardır süren mücadelesini Hamas'a indirgemek de saçmadır. 

Ölen bir çocuğun nereli olduğuyla, neden öldüğünden daha fazla ilgilenenlerle, öldürülen çocukların ölümünü meşrulaştırmaya çalışanlarla aynı havayı solumak ve nefessiz kalmış hissetmek birbirine uzak duygular değil. 

13 Kasım 2023 Pazartesi

Filistin Kızılayının üç saat önce IFRC genel merkezine geçtiği rapor; Kudüs hastanesinin İsrail askerleri, tank ve panzerler ile abluka altına alındığını, İsrail hükümetinin hastanede Hamas askerlerinin saklandığını iddia ettiğini ve dışarı çıkıp teslim olmazlarsa ateşe başlayacaklarını ancak iddiaların yersiz olduğunu, hastanede, hastalar, sığınak arayan insanlar, sağlık çalışanları ve insani yardım ekiplerinden başka kimse olmadığı yönünde. 


Ayrıca Gaza'da bulunan Alman Kızılhaç sözcüsü Christof Johnen politikacıların aktüel durum hakkında bilgi sahibi olmadan, Gaza'daki katliamı ve buna dayalı çaresizliği görmeden, bilmeden yorum yapmasını çok uygunsuz, ölçüsüz, vicdansız bulduğunu açıkladı. Johnen, Filistin halkının özellikle çocukların ve kadınların yaşadığı korku dolu kabusu bilmeyenlerin hiçbir katkı sunmayacaksa susması gerektiğini söyledi. Johnen, annelerin çocuklarına sarılıp umarım birlikte ölürüz, diye dua ettiğini söylerken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayınca yayını kesti. 

İtalyan askeri gemi hastanesi Nave Vulcano, Filistin halkına acil tıbbi yardım sağlamak amacıyla Gaza'da çatışma bölgesine mümkün olan en yakın kapalı kıyı şeridinde demir attı. Gemide mürettebat hariç 150 sağlık çalışanı var. Gemide ameliyathane, yoğun bakım ünitelerinin yanı sıra çocuk ünitesi de bulunuyor. 


"Hamas yok edilmeyi hak ediyor ama bu çatışmanın kurbanı olan Filistin halkı tıpkı İsrail, İtalya, Ukrayna ya da dünyadaki herhangi bir ülkenin halkıyla aynı yaşama hakkına sahiptir.Masum halk, her zaman savunulmalı ve korunmalıdır.Bunu güçlü bir şekilde (yüksek sesle) söylemek hepimizin görevidir." 

Guido Crosetto, İtalya Savunma Bakanı 


[Hamas merita di essere smantellata ma la popolazione palestinese, vittima di questo scontro, ha lo stesso diritto di vivere di quella Israeliana, Italiana, Ucraina o di ogni nazione al mondo.

La popolazione innocente va difesa e tutelata

Sempre.

Tocca a tutti noi dirlo con forza.]






Faşizm her zaman tanıdık adıyla bildik görünümüyle gelmez, bazen tedbil-i kıyafette hem de taban tabana zıt olduğu sanılan bir isimle peçelenmiş şekilde çıkar ortaya. 

Sosyal Demokrat Partili Şansölye Scholz, IFRC'nin Filistin Kızılayının raporunu açıkladığı, DSÖ'nün "acil ateşkes" çağrısını yaptığı saatlerde; "ölen sivillerden Hamas sorumludur, İsrail savunma hakkını kullanıyor ve ateşkes Hamas'ın toparlanmasına yarayacağı için yapılmamalıdır, İsrail'e ve Netanyahu'nun tutumuna desteğimiz tartışmaya kapalı şekilde tamdır" diyordu. 

12 Kasım 2023 Pazar

Filistin Kızılayın az önce geçtiği rapora göre elektrik kesintisi yüzünden kuvözlerdeki bebekler ve yoğun bakımdaki hastalar ölmüş.


Yazarken yine zorlandım. Fakat unutulmasın diye yazılmalı. Unutulmamalı!

10 Kasım 2023 Cuma

 


Az önce bitirdim. Klang der Hoffnung yani Umudun Sesi. Klezmer müziğin kralı diye anılan Giora Feidman'ın Christopf Fasel ile birlikte kaleme aldığı, babasından çokça bahsettiği, çocukluk yıllarına ağırlık verdiği biyografik romanı.

Kitabı okurken ve bitirdiğimde şunu söyledim kendi kendime; ben hiç de sandığım kadar iyimser biri değilmişim ya da ben iyimsersem Giora Feidman ne?
Kırk küsur yıl daha yaşayıp onun yaşına gelir miyim bilmiyorum elbet, lakin onun yaşına ulaşacak olursam; onun kadar iyimser, pozitif, umutlu olabilir miyim, emin değilim.
İyi ki okudum, dediğim kitaplardan biri oldu. Kütüphaneden alıp okuyup iade ettikten sonra satın aldığım ender kitaplardan biri olacak. Çünkü bu kitabın illa ki kitaplığımda yer almasını ve tekrar okuyup şimdi not aldığım yerlerin altını çizmeyi istiyorum.

Onlardan birkaçını bu paylaşım için çevirdim.

"Ben: Baba, neden sınırlar var?
Babam gökyüzünü işaret ederek: Orada bir çit görüyor musun?
Ben: Hayır!
Babam: Görüyorsun işte, gökyüzü sınır tanımıyor!"

"Hayat, dünyayla yüzleşmektir. Dünyayla yüzleşmek ise her gün kendini yeniden bulmakla ilgilidir. Merak yoksa "hayat" denilebilir mi geçirilen zamana."

"Dünya üzerinde, "burası en sevdiğim yer" diyeceğim hiçbir yer yok. Eğer müzik varsa bütün dünya yurdum, her yer evim."

"Benim için dünyada tek bir aile var ve "İnsanlık" bu ailenin soyadı."

"İnsanlar, müziğin ruhlarına dokunmasına izin verirse; bir daha asla bir başkasına ateş etmek istemeyecektir." 

Aile büyüklerinizden bir ev miras kalmış olsun ama öyle sıradan bir ev değil, pırıl pırıl, tertemiz, aydınlık, donanımlı bir ev. 

Üstelik bu ev, aile büyükleriniz tarafından bu hale getirilmeden önce her köşesi onarım ve yenileme gerektiren eski, viran bir evmiş.

Siz ise bu ev size miras kaldıktan sonra evin işlerini görsün, aynı güzellikte kalması için bakımını yapsın diye hizmetliler görevlendirmişsiniz. 

Bu hizmetliler, siz evde otururken; evin hem iç hem dış işlerinden sorumluymuş. 

Çünkü bu sorumluluğu onlara siz vermişsiniz ve ne zaman ki işlerini iyi ve doğru yapmamışlar onları işten çıkarıp yerine yenisini getirmişsiniz.

Gerçi, işe yeni başlayacak olan hizmetlileri çoğu zaman siz tek başına seçmezmişsiniz, çünkü mirasçısı olduğunuz aile büyükleri her görüşün fikrinin alınmasından yanaymış, o nedenle, işe alımlarda akrabaydı, komşuydu birçok kişi söz hakkına sahipmiş. 

Derken işe alımlardan birinin ardından, bir grup hizmetli sizin kararlarınızı hiçe sayar olmuş.

Evinizin mobilyalarını teker teker satmaya başlamış, satıştan elde ettiği geliri evin giderleri için değil, kendileri için kullanır olmuş. Siz "ama nasıl olur, aklım almıyor" demekle yetinmişsiniz. 

Sonra aynı hizmetliler evin odalarını teker teker kendi eş, dost, akrabalarına peşkeş çekmeye başlamış, siz yine "ama nasıl olur, aklım almıyor" demişsiniz. 

Evde kendi yaşam alanınız gitgide daralınca ve ev sahibi değil de her an kapı dışarı edilecek bir sığıntı haline geldiğinizde, artık bu hizmetlileri işten çıkartmak lazım demişsiniz, hatta zamanında bu hizmetlileri işe almanıza sebep olanlardan bir kısmı da sizinle hem fikirmiş, gel gör ki, evi kendilerininmiş gibi kullanan hizmetliler ve onların eş, dostları öyle bir çoğunluğa sahipmiş ki, onları işten çıkarmanız mümkün olmamış. Siz bir kez daha "ama nasıl olur, aklım almıyor" demişsiniz.

Nice zaman sonra; evin size miras kaldığı hallerini özlemle anmaya başlamışsınız, mevcut hizmetlilerin göreve gelmesine engel olmayışınızın ya da ilk hatalarında "ama nasıl olur, aklım almıyor" demek yerine işten çıkmaları için yeterince çaba sarf etmediğinizin farkına varıp size evi miras bırakan büyüklerinizin sözlerini hatırınıza getirmişsiniz. 

Siz, artık miras aldığınızdan daha viran halde olan evde, köşeye sinmiş, sığıntı gibi yaşar, doğum günü, ölüm günü, miras günü gibi özel günlerde büyüklerinizin adlarını ve sözlerini zikrederken; büyükleriniz, kim bilir hangi semadan, evin ve sizin halinize bakıp "ama nasıl olur, aklım almıyor" derken; hizmetliler, evin içinde tam ve sonsuz hakimiyetlerini sağlayacak son değişiklikleri yapmaya başlamış..

Nasıl mı?

Cevabı bilmiyorsanız; yukarıdaki metni, bir çocuk öyküsü değilmiş gibi tekrar okuyun, belki bazı yerlerde metafor vardır.




9 Kasım 2023 Perşembe

“Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin Hatay Milletvekili Can Atalay hakkındaki AYM kararını uygulamayıp, üzerine bir de TBMM’ye 'Hükmü okutup, vekilliği düşürün' şeklindeki hukuk dışı yaklaşımını, Anayasal düzene dönük bir darbe girişimi olarak değerlendiriyorum.

Halk iradesine, Anayasa'ya ve hukuka karşı geliştirilen bu fütursuzluk, başta siz olmak üzere bütün Meclis tarafından yok hükmünde sayılıp hak ettiği cevabı almalıdır. 

Bu itibarla, anılan hüküm Meclis Genel Kurulu’nda okutulmayıp iade edilmelidir. Aksi halde, kendi nöbetimde bunu okutmayı kabul etmeyeceğimi bildirmek isterim. Bunun Anayasaya, Evrensel Hukuk İlkelerine ve ettiğim görev yeminine en uygun tutum olduğunu düşünüyorum.


Sırrı Süreyya Önder'in bu sözleri tarihe not olsun diye burada durmalı. Lakin, zor olsa da; asıl temenni, Meclis'te halkı temsil edenlerin, Anayasa'yı, hukuku ve halkın iradesini yok saymamak adına bu sözlere kulak verip uygulamasıdır.



8 Kasım 2023 Çarşamba

Filistin Kızılay raporuna göre; şu ana kadar hayatını kaybedenlerin yarısı çocuk. Aileler çocuklarının vücutlarının çeşitli yerlerine isimlerini yazıyorlarmış, öldürüldüklerinde beden parçalarını toplayabilmek ya da çocukları ile aynı mezara konulmak için.


Yazarken zorlandım. Lakin vahşetin boyutunu kavramak için bu kahredici gerçek yazıya dökülmeli, unutulmamalı!

26 Ekim 2023 Perşembe

Anayasa Mahkemesinin kararının uygulamaya geçmesi için 13. Ağır Ceza Mahkemesinin görevini yapması bekleniyor ve ne hazindir ki büyük ihtimalle 13. Ağır Ceza Mahkemesi de tek adam onayını bekliyor.

Türkiye Cumhuriyeti de hukuktan, demokrasiden ve fikir özgürlüğünden uzak 100. Yılında.



"Hamas terör örgütü değil" açıklamasından daha sefil olan tek bir şey vardır, o da; Filistin halkının verdiği kurtuluş ve özgürlük mücadelesinin hamasa indirgenmiş olması! 

25 Ekim 2023 Çarşamba

Anayasa Mahkemesi, Can Atalay hakkında hak ihlali kararı verdi. Bu Can Atalay'ın serbest bırakılması gerektiği anlamına geliyor. 

CHP'nin Tayfun Kahraman'ı aday göstermeyip kimlerin milletvekili olmasını sağladığını düşündükçe küfür etmeden duramıyorum. 

Ve bu, Can Atalay için duyduğum mutluluğu bile buruyor.



İzlanda, iş ve gelir dağılımında kadın erkek eşitliği konusunda dünya geneline bakılınca oldukça üst sıralarda. İzlanda'da birçok ülkenin aksine ev kadınları da çalışan kadın statüsünde ve devletten maaş almakta. Hatta İzlanda'da 'ev kadını' ifadesi cinsiyetçi bulunduğundan kullanılmıyor, çünkü İzlanda'da mesleği ve geliri daha iyi olan çalışırken diğeri tam da olması gerektiği gibi cinsiyet ayırmaksızın evde kalıp ev işlerini yapıp çocukların bakımını üstleniyor. Avrupadaki birçok ülke dahil hayal sayılabilecek şartlara rağmen bazı mesleklerde aradaki fark az olsa da kadınlar aynı mesleği icra eden erkek meslektaşlarından düşük maaş alıyor.

Bunu protesto etmek için dün İzlanda genelinde tüm kadınlar iş bıraktı. Altını çizmek isterim 'tüm kadınlar'. Yani buna meslektaşları ile aynı maaşı alan kadınlar ve Türkiye'de olduğu gibi önüne 'sadece' küçümseyişi getirilen ev kadınları da dahil. Ve yine altını çizmek isterim bu iş bırakma eylemine ülkenin başbakanı Katrín Jakobsdóttir da eşlik etti. Katrín Jakobsdóttir'dan kısa da olsa bir konuşma yapması istendi. Jakobsdóttir ise bunu kabul etmedi. Protesto gösterisi ardından bunun sebebini soran bir gazeteciye ise şu açıklamayı yaptı; "tüm kadınlar iş bırakırken bu ülkede çalışan, bu ülkeye hizmet eden bir kadın olarak benim iş bırakmamam düşünülemez ve ben o eylemde başbakan olarak değil, bu ülkede yaşayan ve çalışan bir kadın olarak yer aldım. Göreve geldiğim 2017'den bu yana şartları tamamen eşitlemek için çalışıyorum lakin daha yapılması gereken iyileştirmeler var. Eminim bu eylem de iyileştirmelerin hızlandırılmasına katkı sağlayacaktır."

Hayal gibi demiştim değil mi?

Neyse... Öyle işte...

Anlamadan ezberlemek!..

Çok uzun yıllardır, belki de işittiklerimi anlamaya başladığım tarihten beri, bu ifadenin yeri vardır hayatımda.

Türkiye'de ezberci sistem her zaman oldu. Okullarda şarkı sözü, tekerleme ezberletir gibi tarih bilgisi ezberletildi, matematik ezberletildi. Olmadı Kuran kurslarında Kuran ezberletildi. 

Analitik düşünmeyi öğrenememiş, çıkarım yapamayan, fikir üretemeyen nesiller yetişti. 

Birkaç hitabet, birkaç marş ezberleyen cumhuriyetçi, birkaç ayet, birkaç sure ezberleyen dinci saydı kendini, dahası saydırdı da. Laiklik ise asla kavranamadı, yerli yersiz ve içi asla doldurulamadan kullanılan bir sözcük olarak kaldı. Türkiye, anayasasında laiklik ilkesi belirtilmemiş birçok ülke kadar dahi laik olmadı asla, olamadı. Olması için de hiçbir zaman yeterli çaba sarf edilmedi, aksine; dinin hele ki İslam dininin Türkiye topraklarında sahip olduğu güç, bazıları tarafından anlaşılmadı bazıları tarafındansa kullanışlı hale getirildi. 

Cumhuriyet tarihinde, siyaseten, dini değerlerin çıkara yönelik kullanışlı hale getirilmesi ta Serbest Fırka dönemi kadar eskiye dayanır, ancak dinciliği bileyleyip keskin hale getirenler, özünde laiklik kavramını yanlış anlamış ve dini değerlerin toplum üzerindeki etkisini anlamamış hatta küçümsemiş olanlardır. Özetle dini ezberden yaşayanlar yine ezberden Cumhuriyetçi, Atatürkçü olanlar tarafından güçlendirildi.

Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda da bu böyleydi, bugün de aynı.

Bugün Türkiye'de, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun yüzüncü yılı değil de Türkiye Yüzyılı kutlamaları yapılıyor, bilinçli bir şekilde Cumhuriyet ifadesi ve başta Mustafa Kemal olmak üzere kurucuları anılmıyorsa bunun temel sebebi girizgahtaki ifadedir. 

Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan insanlara, cumhuriyet ve önemi anlatılmadı, öğretilmedi sadece ezberletildi.

İfadenin, fikrin hapsedildiği Türkiye, cumhuriyetin ilan edildiği günlerdeki Türkiye'den daha özgür değildir. Aksine bağnazlığın ve ezberciliğin işgali altındadır. Yüzyıllık Türkiye Cumhuriyeti, cumhuriyetin ilan edildiği dönemden çok daha uzaktır bugün cumhuriyet kavramına. 

Oysa coğrafi konumuyla, denizleriyle, bereketli topraklarıyla, zengin yeraltı kaynaklarıyla, en çok da halklarıyla, dinleriyle, kültürüyle hele yozlaştırılmamış olsa Anadolu kültürüyle; belki de dünya üzerindeki en güzel, en yaşanılır ülke olabilirdi Türkiye. 

Cumhuriyetin yüzüncü yılında; vatan sevgisini gerçekten yaşamış, hissetmiş olanları sevgi ve saygıyla anmaktan başka hiçbir şey gelmez elimden.

Dilerim, bilinçli oluşturulmuş cehalet ablukasından ve ezberciliğin hüküm sürdüğü bağnazlık işgalinden kurtulup yeniden özünü hatırlayarak, anlayarak, hissederek, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür insanların yaşadığı bir ülke olarak, nice yüz yılları olur Türkiye Cumhuriyeti'nin.




23 Ekim 2023 Pazartesi

Çoğu uykusuzluğa ya da yorgunluğa dayalı küçük, büyük baş ağrıları, hafif soğuk algınlıkları sayılmazsa -ki saymadım hiç- yirmi küsur yıl olmuş hastalanmayalı. 

Neyse bugün haftalar sonra ilk kez kalkıp hem de direkt üç defa on beşer dakika açık havada yürüyüş yapabildiğime göre artık istikamet iyileşme..

Ben iyi olurum da; dünya, o da bir gün istikameti iyileşmeye, barışa, sevgiye çevirir mi?


Neyse biraz da dedikodu.. Sahra Wagenknecht, uzun süredir bir tehdit gibi havaya saldığı sözlerini nihayetlendirdi ve Die Linke'den ayrılarak; Bündnis Sahra Wagenknecht'i (Sahra Wagenknecht İttifakı) kurduğunu açıkladı. İsim pek bir narsist mi olmuş, diye düşünmedim değil hani. 

Sahra Wagenknecht'in Die Linke'den ayrılmasını kayıp olarak görenler var, bence değil. Ayrıca Sahra Wagenknecht'in AfD seçmenlerinin bir kısmının oyunu alacağı düşünülüyor, buna da ancak "keşke" diyebilirim..

22 Ekim 2023 Pazar

Holokost'un utancını, acısını iliklerine kadar hisseden Almanlar, İsrail'in yanında durmazsa, Nazi sayılacaklarına kendilerini o kadar inandırmışlar ki; İsrail'in şu an Gaza'daki katliamını ve on yıllardır hem Gaza hem de Ed-Diffa el Garbiyya'ya (Batı Şeria) yapılan saldırıları görmezden gelmenin hatta yok saymanın da bir tür etnik soykırım olduğunun farkına dahi varamıyorlar.

Holokost'un miras bıraktığı yük o kadar ağır ki; yapılanları her eleştiren antisemit sayılıyor hatta eleştiren Yahudi olsa dahi.

21 Ekim 2023 Cumartesi

Kusmamak, delirmemek işten değil!


Önce yerinden yurdundan edilmiş insanları toplama kamplarında olduğu gibi insandan saymayıp istifleyip koca gri binalara yerleştir, her hareketlerini kontrol et, her fırsatta havadan saldır, on yıllarca sistematik bir şekilde, kadın, çocuk demeden sivilleri öldür, sonra korkunç bir terör saldırısını kendine mazeret belle, gözdağı vermek için insanların sığındıkları evlerini bombala, yerlerini terk etmeye zorla, gitmezlerse hastaneyi bombala, ilkin "biz uyarmıştık, gitmediler" de, ardından "saldırıyı biz yapmadık" diye masumu oyna, hazır olda bekleyen Avrupa ve ABD'nin desteğini yanına al, en sonra da hayatta kalanlara insani yardım göndermekle övün, kahramanlığının alkışlanmasını bekle, hazır olda bekleyenler alkışlamaya başlayınca "terörden ancak savaşarak kurtulabiliriz, sivil halk zarar görmek istemiyorsa 24 saat içinde Gaza'yı boşaltsın" de!!!

 

18 Ekim 2023 Çarşamba

Almanya'nın resmi televizyon kanalının haber merkezi (ARD, Tagesschau), Al Ahli Baptist hastanesine yapılan ve yüzlerce insanın öldüğü hayatta kalanların da ağır yaralandığı hava saldırısını dün "Gaza'da bir hastanede sebebi bilinmeyen bir patlama oldu" diye bildirdi. Ardından gelen tepkiler üzerine olmalı ikinci bildirimini yine tarafsızlıktan uzak olarak "Hamas'ın bilinçli olarak yerleşim yerlerinde saklandığını ve sivil halkın İsrail'in yaptığı tüm uyarılara rağmen Gaza'yı terk etmelerine izin vermediğini, füzenin hedefinin hastane olmadığını, ölen ve yaralananların sorumlusunun Hamas olduğu" şeklinde yaptı. 

Aynı haber merkezinin bu sabahki bildirimi ise şu şekilde "Filistin ve İsrail, Gaza'daki bir hastaneyi vuran roketten birbirlerini sorumlu tutuyor. Roketin nereden geldiği tartışmalı. Patlamanın etkisi devam eden diplomatik çabaları tehlikeye atıyor."

İki gün önce Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin resmi haber merkezi (WDR) canlı yayına Almanya'da üniversitede mimarlık eğitimi almak için 5 yıl yaşamış bir Filistinliyi konuk almıştı. Konuk, Gaza'da durumun dünya basınına yansıdığından çok daha kötü olduğunu belirtmişti. Konuk ayrıca elektrik olmadığını ve dünya ile iletişimi kesmemek için güç kaynaklarıyla elektrik sağlanan hastaneye gittiklerini de sözlerine eklemiş ve canlı yayına da hastanede kullanabildiği internet sayesinde bağlandığını belirtmişti. 

Az önce televizyonda izlediğim bu haberde bahsi geçen hastanenin aynı hastane olup olmadığını anlamak için ismini öğrenebilir miyim diye WDR arşivine baktım ve hayretle gördüm ki canlı yayının yer aldığı kısım yok. Ana sayfaya döndüğümde ise Başbakan Scholz'un İsrail ziyareti öncesi yaptığı ve "bu anlaşmazlıkta Almanya'nın konumlanacağı tek bir yer var: İsrail'in yanı. Almanya'da antisemitizmi canlandıracak hiçbir eyleme izin veremeyiz. Filistin'deki sivillere elimizden gelen insani yardımı yapmaya devam edeceğiz" dediği konuşma ilk haber konumunda. Hemen ardından ise yine İsrail'i savunan metinler yer almakta "İsrail'in sivillere yönelik bir saldırısı yoktur, günlerdir Filistin halkına uyarılar yapılmış ve bölgeyi terk etmeleri söylenmiştir. Filistinlilere asıl zararı veren İsrail değil Hamastır." 

Bu insanlıktan ve vicdandan uzak açıklamalar Almanya'nın ikinci bir Nakba yaratılmasını umursamadığının kanıtıdır. Kimilerinin 'tarihi utancın' etkisi diyerek ve bu şekilde Filistin halkının öldürülmesini önemsizleştirdiği, İsrail'in tutumunu masumlaştırdığı açıklamalar ikiyüzlülükten, vicdansızlıktan başka bir şey değildir. 

Yaşananlar, Filistin halkına yaşatılanlar tarifsiz bir acı!..

Hamas'ın festivale yaptığı terör saldırısı kabul edilir değildir. Öte yandan akılda bir sürü soru işareti bırakan bir saldırıdır. Çünkü saldırı içinde birçok Filistin halkını destekleyenlerin olduğu bir barış festivaline yapılmıştır ve Netanyahu'nun İsrail'de günden güne prestij kaybettiği bir döneme denk gelmiştir. Elbette bu fikir sadece bir teori ama yok sayılabilecek bir teori değilken Filistin'de sivillere yönelik bu vahşet dolu saldırılar desteklenemez. İsrail ordusunun Netanyahu'nun desteğiyle uyguladığı saldırılar en hafif ifadeyle orantısız, ölçüsüzdür.

Sivil halkın bulunduğu yerleri bombalamak ardından biz onları gidin diye uyardık demek yaşatılanın savunması olamaz. İnsanları evlerinden etmek neredeyse öldürmek kadar ağır ve 1948'i anımsatacak kadar vahimdir.

Ve her şeye rağmen diğer çok önemli husus da; şu an Netanyahu'nun yönetiminde yapılanları tüm İsraillilere ve de Yahudilere yüklemek hatasına düşmeden barış istemektir. Savaşın asla bir kazananı olmaz ve en çok masumlar ölür.


Öldürülen bir çocuğun acısını, milliyetine, dinine, rengine bakmadan yüreğinde hissetmeyenler oldukça; korkarım BARIŞ bu dünyaya uzak.

14 Ekim 2023 Cumartesi

Savaş başlı başına en büyük insanlık suçuyken bu suç içinde binlerce aslında küçük olmayan fakat savaşın yanında küçük  bir ayrıntı gibi kalan suçlar barındırır. Tıpkı Adania Schibli'nin "Küçük Bir Ayrıntı"(¹) kitabında yazdıkları gibi. Tıpkı bugün "Küçük Bir Ayrıntı" kitabıyla Frankfurt Kitap Fuarında LiBeraturpreis(²) ödülüne layık görülen Filistinli Adania Schibli'ye ödülünün verilmemesi gibi.

¹ (Mehmet Hakkı Suçin'in çevirisiyle Can Yayınlarından Eylül 2021'de yayımlanmış Roman.)
² (Yalnızca Afrika, Asya, Latin Amerika ve Arap dünyasından yazarlara verilen bir edebiyat ödülüdür.)


"Eilig hole ich die mitgebrachten Landkarten aus meiner Tasche hervor und breite sie auf Beifahrersitz und Lenkrad aus. Einige der Karten sind von politischen Forschungszentren herausgegeben und weisen die vier verschiedenen Zonen ebenso aus wie den Verlauf der Mauer, die Siedlungsbauten und alle Checkpoints in der Westbank und in Gaza. Eine andere Karte zeigt Palästina vor 1948, und eine vom israelischen Tourismusministerium, die mir die Autovermietung mitgegeben hat, verzeichnet Wohngebiete aus Straßen und Sicht der israelischen Regierung. Auf dieser Karte versuche ich mit zitternden Fingern die Stelle zu finden, an der ich mich befinde. Weit bin ich nicht gekommen.

Aber umkehren kann ich auch nicht mehr.

Ich hole tief Luft. Nein, umkehren kann ich nicht mehr, jetzt, da ich so viele Grenzen überschritten habe, militärische, geografische, physische, psychologische und mentale. Ich beuge mich wieder über die israelische Karte und suche den ersten Ort, den ich ansteuern will.

Die einzigen palästinensischen Dörfer scheinen Abu Ghosh und Ain Rafa zu sein. Ich schlage die Karte von Palästina vor 1948 auf und überfliege sie. Mein Auge springt von einem palästinensischen Dorf zum nächsten; sie alle wurden zerstört, nachdem Bewohner vertrieben in hatte. man jenem Ich ihre Jahr kenne manche Namen, weil Kollegen und Freunde von dort kommen, Lifta etwa, al-Qastal, Ain Karem, al-Maliha, al-Jura, Abu Shosha, Saris, Annaba, Jemzu und Deir Tarif. Die meisten Namen aber sind mir so unbekannt, dass es ein Gefühl des Befremdens in mir auslöst: Khirbet al-Amur, Bir Ma'in, al-Burj, Khirbet al- Buwaira, Beit Shanna, Salbit, al- Qubab, al-Kanisa, Kharruba, Khirbet Zakaria, al-Barriya, Deir Abu Salama, al-Naʼani, Jindas, al- Haditha, Abu 1-Fadhl, Kasla und viele andere. Ich blicke wieder auf die israelische Karte. Ein riesiger >Canada Park< liegt jetzt da, wo all diese Dörfer einmal waren."

12 Ekim 2023 Perşembe

Anayasa Mahkemesi, Can Atalay'ın bireysel başvurusunun görüşmesini ve karara bağlanmasını ileri bir tarihe erteledi.
Gerekçe; bir üyenin dosyaya hazırlanamadığını söylemesi.
Aynı gerekçeyle Selahattin Demirtaş'ın başvurusu da bir süre(!) önce ertelenmişti. 

11 Ekim 2023 Çarşamba

Muhalefet lideri Gantz, Netanyahu'nun olağanüstü hal ilan etme teklifini kabul etti.

Olağanüstü hal yönetimine; Ulusal Birlik Hükümeti adı verildi.

Bu şiddetin dozunu artacağının işareti olabilir. 

Lütfen bilgiçlik yapmış ve yanılmış olayım!

9 Ekim 2023 Pazartesi

Korkunç bir soykırımda sağ kalmayı başarmış  insanların, soykırımın ne olduğunu iliklerine kadar bilmesi, hissetmesi gereken çocuklarının, torunlarının şu an yaptığı soykırımı anlatacak, açıklayacak, haklı çıkartacak hiçbir gerekçe olamaz.

Yerleşim yerlerine yönelik bombalamaların videolarını memnuniyetini hiç gizlemeden yayınlayan bir hükümet başkanını alkışlayanlar da haklı çıkartmak için terör saldırısının ardına sığınanlar da bu katliamın ortağı, iş birlikçisidir.

İsrail ordusu sivil yerleşim yerlerini bilinçli bir şekilde hedef almış ve cumartesi günü yaşanan terör saldırısını, yarım yüzyılı aşkın süredir devam eden işgali meşru kılmak için kullanan hükümet başkanı, bombalama anını onur nişanı gibi sosyal medyadan paylaşmışken verilen hiçbir destek masum değildir, olamaz.

İsrail'in daha da çok Netanyahu'nun yaptığını eleştirmek, karşısında durmak, kabul etmemek herhangi bir cihatçı, islamcı ya da adına her ne deniliyorsa bir terör örgütünün yaptığı katliamı onaylamak ya da bu terör örgütüne duyulan sempati hele yandaşlık hiç değildir, tıpkı İsrail'in daha da çok Netanyahu'nun yaptıklarını, yaptırdıklarını eleştirmenin, karşısında durmanın antisemit olamayacağı gibi. 

Dilinde değil yüreğinde barıştan yana olan hiç kimse bu yaşananları kabul edemez, etmemelidir. Ne yüzlerce masum insanın öldüğü terör saldırısını ne de binlerce masum insanı öldüren, evini, yurdunu yok eden devlet elinden çıkan saldırıları.

Geçen yıl bir tiyatro gösterisi vesilesiyle tanıştığım Polonya asıllı Yahudi bir öğretmen "Şalom aslında 《barış》demektir ve bence dünyanın en güzel selamlaşmasıdır" demişti ve eklemişti "bunca acı yaşamış bir toplumun selamlaşmak için bu kadar güzel bir sözcük seçmesi oldukça anlaşılır olsa da bu selamın doğduğu topraklarda yaşayan insanların Palestina halkına yaşattıkları anlaşılır gibi değildir. Yani Şalom dünyanın en güzel selamı olsa da adına yaraşır değildir."

Nobel barış ödülünün verildiği şu günlerde dünyanın en büyük eksiğinin barış olması ironik dahi olamayacak ölçüde vahim aslında.

Ve yaşanan vahşette illa taraf olması gerektiğine inananlar zaten barışı bertaraf ettiğinin farkında olmayanlardır. Çünkü vahşetin, katliamın, savaşın tarafı olmaz. 




28 Eylül 2023 Perşembe

Bu kararın üstüne Gezi'de olan herkes destek vermiyor, tekrar yollara düşmüyor, meydanlara çıkmıyorsa; boşunaymış her şey!

Lütfen toplanalım, bir şeyler yapalım!

Hani Gezi hepimizindi, hani Gezi onurumuzdu?!



Niye hepimizin onurunun bedeli onların özgürlüğü olsun?!




Lütfen toplanalım, bir şeyler yapalım!
Sokaklara, meydanlara çıkalım!

Bu kez sosyal medyada üç günlük hak arama mücadelesinde kalmasın!

Bir kez daha hatırlatalım onlara Gezi neydi, Gezi ruhu neydi, halk kimdi!

Lütfen!!!

Yoksa boşunaymış her şey ve boşuna ölmüş bu çocuklar!!!



on sekiz yıl

dile kolay değil 
yüreğe hiç değil


Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 8 sanıklı Gezi Parkı davasında, Osman Kavala'ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis ile Türkiye İşçi Partisinden (TİP) milletvekili seçilen Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku'ya verilen 18'er yıl hapis cezalarını onadı.

Anadolu Ajansı'nın aktardığına göre, Yargıtay 3. Ceza Dairesi, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 25 Nisan 2022'de verdiği karara ilişkin temyiz incelemesini tamamladı.

Buna göre, Türk Ceza Kanunu'nun 312/1 maddesi gereğince, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılan Kavala hakkındaki mahkumiyet hükmü onandı.

Daire, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım" suçundan 18'er yıl hapis cezası verilen Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku hakkındaki mahkumiyet hükümlerinin de onanmasını kararlaştırdı.

Dairenin, Atalay ve Kahraman'a ilişkin onama kararının gerekçesinde, "bir plan ve organizasyon dahilinde gerçekleştirilen Gezi Parkı olaylarının başlaması ve tüm ülke sathına yayılarak derinleştirilmesi kapsamında eylemlerinin bulunduğu" kaydedildi.

Milyonlarca yurttaşın katıldığı Gezi Parkı eylemleri sürecinde Taksim Dayanışması tarafında yapılan paylaşımlar ve eylem çağrılarının "eylemcileri tahrik ederek şiddet olaylarının tırmanmasına neden olduğu" iddia edildi. Atalay ve Kahraman'ın, Taksim Dayanışması'nı yönlendirdikleri belirtilen gerekçede şu ifadelere yer verildi:

"Gezi Parkı eylemlerinin gerçekleştirilmesindeki organizasyonda baş aktör olan ve bu eylemleri finanse eden diğer sanık Mehmet Osman Kavala ile de irtibatlı olarak birlikte hareket ettikleri anlaşılmakla, bu şekilde vuku bulan eylemleri, TCK'nın 312/1. ve 37/1. maddeleri kapsamında hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu oluşturduğu halde, delillerin takdir ve değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeye yardım suçundan mahkumiyetlerine karar verilmesi, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır."

Ali Hakan Altınay, Yiğit Ali Ekmekçi ve Ayşe Mücella Yapıcı hakkında verilen 18'er yıl hapis cezaları ise Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından bozuldu.

Dairenin kararında, bu kişilerin eylemlerinin, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım" kapsamında olmadığı belirtildi. Kararda, Altınay, Ekmekçi, ve Yapıcı'nın eylemlerinin, "toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet" kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtildi.

Daire, mahkumiyet hükümlerini bozduğu Yapıcı ile Altınay'ın adli kontrol hükümleri uygulanarak tahliyesini kararlaştırdı.

(Kaynak: Evrensel, 28 Eylül 2023 19:45)
(Kaynak için link: https://www.evrensel.net/haber/500021/skandal-kararlara-kismi-onama-gezi-parki-davasinda-kavala-ve-atalayin-da-arasinda-oldugu-5-kisinin-cezasi-onandi)



Altın Portakal festival yönetimi bu sabah açıklama yapmış.







Filme uygulanan sansürün tepeden inme bir kararla olduğunu kendi açıklama metinlerinde dillendirmeseler de "filmde
yer alan kişi ile ilgili yargılama sürecinin
devam etmediği tarafmızca belgelendiği için" cümlesi festivalin bağımsız olmadığını ve emir, itaat ilişkisinin hakim olduğunu ortaya koymuştur.

Lakin üzerinde durulması gereken önemli konu; jüri üyeleri ve yönetmenler arasında bu yoğunlukta itiraz ve boykot olmasaydı "Kanun Hükmü" isimli belgeselin geri alınması için bu açıklamada yer alan inceleme yapılacak ve bu karar alınacak mıydı? Cevabın "hayır" olduğunu biliyoruz. Bu demek oluyor ki birleşmek, beraber hareket etmek sonuç veren bir eylem. Tepeden gelen kararları değiştirebilen bir eylem.

Peki bu eylemin verdiği sonuç halkta "biz de beraber hareket eder, tavır koymamız gereken yerde tavır koyar, boykot etmemiz gereken yerde boykot edersek birçok şeyi başarır, siyasete, ekonomiye yön verip hakkımız olanı alır ve insanca yaşarız" etkisi yaratacak mı? 

Sanmam!

26 Eylül 2023 Salı

Altı yıl boyunca Selçuk Kozağaçlı'nın özgürlüğünü gasp ettiler. 
Altı yıl!
Bugün, Ankara 29. Ağır Ceza Mahkemesi; delil yetersizliğinden beraatına karar verdi.
Altı yıl!

İki gün sonra Gezi davası var. Hiç ümidim olmasa da her şeye rağmen orada da beraat kararı çıkar mı diye soruyorum kendi kendime, başkasına sormaya utanırım çünkü.

Osman Kavala'yı düşünüyorum; gaz maskesi aldığı için Gezi sponsoru ilan edilip Kasım 2017'den beri özgürlüğü gasp edileni. 

Sinan'ın 2011 Van depremi ile ilgili sözleri geliyor aklıma "Diyarbakır'da ne kadar battaniye bulduysa satın aldı. Daha ihtiyacımız var deyince kapı kapı dolaşıp insanlardan evlerinde fazla olan battaniyeleri satın almış." Sonra da gülerek eklemişti "Satmamış tabii çoğu battaniyeleri, dürüp vermişler para almadan, torbalarca yemek de vermişler."

Tarık ise Defne'de hem Sinan'ın hem Osman Kavala'nın kulaklarını çınlatmıştı "çok katkısı olurdu ikisinin de" diyerek.

Ülkede hala çoğu insan farkında değil. Ülkenin şu an en çok ihtiyacı olan şey; adalet.
Oysa ki hala çoğu insan mevcut yönetimle en ufak bir konuda ters düşerse hürriyetinin dahi hayatının tehlikede olduğunun farkında değil. 
Ülkede artık hukukun hükmü yok. Yargı tamamen bir kişinin iki dudağı, iki parmağı arasında. 

23 Eylül 2023 Cumartesi

Depremin ardından saha görevi için iki gelişimi saymazsak -ki sayılmamalı, çünkü evimi, komşularımı, dostlarımı, aşina olduğum yerleri ve sembolik de olsa babamın mezarını göremedim- bugün ülkemden ayrılışımın 6666. Günü. 

Bu 6666 gün bana çok şey kattı. Çok şey öğrendim, hem fiziksel hem ruhsal anlamda güçlendim, kendimi tevazuyla kutladığım lakin babamın çok gururlanacağını bildiğim küçük, büyük başarılarım oldu, ayakları üstünde duran, adımını sağlam basan bir kadın oldum. 

Bu 6666 gün bana çok şey kattı, hep değil, bazen de aldı. 

Bu 6666 gün boyunca; her zaman güçlü olmadım, olamazdım, insandım ve çok düştüm, çok yaralandım, çok koştum, çok yoruldum, çok kırıldım, çok kabullendim. 

Bu 6666 gün boyunca; fiziksel olarak dahil olmadığım, olamadığım her eylem canımı yaktı. Öldürülen, tecavüze uğrayan, kayıp edilen, yok edilen çocuklar, kadınlar, erkekler, eşcinseller, translar, insancıl kalmış insanlar, hayvanlar için sokağa çıkmamak, kesilen ağaç, yakılan orman, yok edilen doğa için "dur" diyen sesimi duyuramamak, hukukun, haber alma özgürlüğünün uğradığı sektelere dışarıdan bakmak canımı yaktı. Canımı yakanlara karşı tek eylemimin yazmak olması bana kendimi ikiyüzlü hissettirdi, bu his canımı bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha derken; ülke şartlarında çok kez daha yaktı. 

Bu 6666 gün boyunca; Paulo Coelho’nun "kimi köprüleri geçmem, kimilerini ise yıkmam gerektiğini yaşayarak öğrendim" sözlerine ek olarak yeni köprüler inşa etmeyi de öğrendim.

Bu 6666 gün boyunca; hiç doğum günü kutlamadım. Otuzlu yaşlarımdan kırklı yaşlarıma yol alır gibi yıl aldım. Kendim için hiç mum yakmadım, hiçbir mumu dilek tutup üflemedim. Babamın doğum günü kutladım her yıl, eğer biliniyorsa çocuklarımın doğum günlerini kutladım, bilinmiyorsa çocuklarıma güzel bir tarihi doğum günü olarak yazdırdım, o günleri kutladım, sevdiğim, değer verdiğim insanların doğum gününü kutladım. Kendi doğum günümü kutlamadım ama hiçbir doğum gününü unutmadığım gibi, onu da unutmadım.

Ve bu 6666 gün boyunca; çok özledim, hatta en çok özledim. Hep bir 'keşke' oldu yüreğimin dıştan duyulmayan çığlığında ve her daim 'bir gün geri döneceğim' ümidi, döndüğümde hiçbir şeyin bıraktığım gibi ol(a)mayacağını bile bile.

Ülkede herkes için umut olan seçim, benim için de bir umuttu. Yurt dışında yaşayanlar oy kullanmamalı, diyenlere verecek bir cevabım yoktu, çünkü ben de öyle düşünüyordum. Lakin çok sevdiğim ülkemin geleceğine kendileri aydınlıkta yaşarken karanlığı reva görenlere tek oyla da olsa karşı çıkmam gerektiğini de düşünüyordu isyancı yanım. O yüzden 14 Mayıstaki seçim için son kez oy kullanıyorum dediğim halde ikinci tur için tekrar pek de kolay olmayan şartlarda sandığa gittim. Üstelik oyumu Türkiye'deki %48'in en az yarısının hissettiği 'içime sinmese de' duygularıyla kullandım. Seçim sonuçlarına ben de Türkiye'de yaşayan birçok insan gibi oturup hüngür hüngür ağladım. Fakat oyumu Kılıçdaroğlu'na verdiğime pişman olmadım. Tek alternatif olduğu için, seçim aydınlık ve karanlık arasında olduğu için her şartta ona verecektim. Seçimin ardından gelen Selahattin Demirtaş'ın "aday olmam istenmedi" açıklaması, "Kılıçdaroğlu'na oy vermemek için tek gerekçem Demirtaş'ın aday olması" diyen beni çok üzmüş olsa da seçim günü şartlarını, birçokları gibi beni de saran umudu düşünerek, pişman değilim, dedim. 

Ve fakat seçimden sonra muhalefetin "adam kazandı"dan çok da farklı olmayan tutumu, kendi iç hesaplaşmalarını dışa gereğinden fazla yansıtmaları az da olsa güven sağlayan zemini yeniden kayganlaştırdı. Öte yanda oy verdiği aday, deprem bölgesinde hayal ettiği kadar oy alamadığı için kendini muhalif sayan seçmenlerin depremzedelere karşı tutumu, ülkenin her yanını her zamankinden hızlı saran yobazlaşmaya karşı birleşemeyen görüşü solda duran ama sadece duran cenahı, kendine göre ahlak anlayışı olanları, küçücük çocukların tecavüze uğradığı, küçücük çocukların tecavüzcüsüyle evlendirildiği ve sadece erkek olarak dünyaya gelmemiş olmanın yeterince zor olduğu bir ülkede kendileri gibi olmayan kadınların kadınlıklarına saldırmayı kendine hak gören kadınları, sözde kadın haklarından yana olduğunu iddia eden ama kadın bedeni üzerinden küfür etmekte beis görmeyen erkekleri, içme suyuna ulaşamayan, içme suyuna ulaşmak için sosyal medyada sesini duyurmaya çalışan insanlara dahi parmağının ucunda küfür barındırabilen insan görünümlüleri, neredeyse soluduğu havaya bile vergi öderken bu vergilerin nerede kullanıldığını sorgulamayanları, birçok meyveyi hiç tatmamış, eti sadece o da şansı varsa kurban bayramlarında yiyebilen dahası yatağa aç giren çocukların olduğu bir ülkede benzin fiyatlarından şikayet eden ama bir hafta kontağı kapatıp boykot etmeye erinenleri, çocuklarının karnını doyurmak için internet üzerinden el emeğini göz nurunu satmaya çalışan kadınlara utanmadan ahlaksız teklifler yapanları, yürütülen yanlış göç politikalarının hıncını çocuğa varana kadar sığınmacılardan çıkaran ırkçıları, her yıl; okulda, oyunda, sosyal etkinlikte olması gereken onlarca çocuğun iş kazasında ölmesine ve yüzlerce kadının erkek eliyle öldürülmesine olan ilgisi ve dahi tepkisi hashtaglerden öteye gitmeyenleri, hukuku sindirme, susturma yöntemi olarak kullanan sistemin işe yaradığını belli edercesine sinip susanları, haber alma özgürlüğünün değerinin farkında olmayan, tutuklanan gazetecilerin haksız tutuklanmalarına yazdığı gazeteye, yaptığı habere göre tepki verenleri, anayasanın kendisine sunduğu haktan bihaber grev kırıcıları, mesleği ne olursa olsun; diğer meslektaşlarına ya da başka mesleği icra edenlere, kendi kendini meslek erbabı ilan ettiğinden kendisine hak gördüğünü başkasına hak görmeyenleri, sosyal medyada ruh durumu dakikasını doldurmadan 😭 den🤣eye geçenleri ve yine sosyal medyada büyük büyük laflar edip ettikleri lafları unutup eleştirdiklerini övenleri ve şu an tek solukta aklıma gelmeyen nice nice sebepleri üst üste koyunca; bir gün bir şeylerin düzelebileceğine dair ümidim tükendi. 

Üstelik depremin, seçim sonuçlarının, sosyal medya deneyimlerimin etkisi büyük olsa da bu tükeniş birdenbire, bir anda olmadı. 

Yine de deprem, yine deprem, evet, 6 şubat depremi tıpkı 17 ağustos depremi gibi beni salladı ve içimin taşları yer değiştirdi.

Depremin ardından ekibimizle Türkiye'ye ilk geldiğimizde inanılmaz organizasyon sorunları yaşamıştık. Saatlerce havaalanında bekletilmiştik, "bizim sağlık çalışanı talebimiz yok" denilerek oradan oraya gönderilmiştik. Bu tutum üzerine, genel merkezimizden gelen talimat "Suriye'ye geçin" yönünde olmuştu. Ancak ben ayak diremiş -sonrasında duygularıma yenilip sağlayacağım yardımda 'ülke ve insan ayrımcılığı' yaptığım için kendime çok kızmış, kendimi çok ağır eleştirmiş olsam da- ülkemde kalma mücadelesi vermiştim. Ancak organizasyondaki sorunlar seri bir şekilde devam etmiş, Suriye'ye geçme hakkından da olmuş bir şekilde geri dönmek zorunda kalmıştık. Üstelik benim bencil inadım yalnız benim değil, ekibimde dört kişinin daha yardım elini çekmişti sahadan. Döndükten kısa bir süre sonra ise kararlı bir anutluk haliyle yıllık iznimi almış kardeş yardımıyla, İtalya ekibine dahil olup yeniden ülkeme gitmiştim. Ki bu tutumumun (tek başına bu tutumum olmasa da çünkü aynı dönem Türk Kızılayı'nın tutumuna tepkisiz kalınışını da eleştirmiştim) mesleki anlamda bana ciddi bir yaptırımı oldu ve Cox's Basar'daki son saha görevime gitmeden, saha dönüşümde 16 yıldır birçok farklı alanda çok severek çalıştığım kurumumla ilişkimin sonlanacağına dair anlaşmayı karşılıklı imzalandık. 

Bu imzayla çocuklarımdan ayrılıyordum. Bir bakışından, bir mimiğinden, sesinin tonundan ne düşündüğünü, nasıl hissettiğini bildiğim çocuklarımdan. Gözlerinin içine baktığım, gözlerimin içine bakan çocuklarımdan. Annesiz büyüyen bana; anneliği ve aslında anneliğin doğurmak değil sevmek sadece sevmek olduğunu öğreten çocuklarımdan. Beraber güldüğüm, ağladığım, yürüdüğüm, durduğum, korktuğum, cesaretlendiğim, cesaretlendirdiğim, sustuğum, dinlediğim, konuştuğum, dinlendiğim çocuklarımdan ayrılmıştım bu imzayla. 

Ve bu imzayla; bunca yıl sonra -birçok yönden- bir kez daha yeni bir başlangıç sürecine girmiştim. Değil mi ki; yeniden yeni bir başlangıç, o zaman radikal değişiklikler yapmalı kararını da bu imzayla almıştım. 

Bu sabah kapatmayı unuttuğum alarm çaldığında telefonu elime aldım. Alarmı kapatırken gözüm telefonun ekranına sabitlediğim sayaçta yazan "6666. Gün"e takıldı ve içim burkuldu. Cox's Basar'ın ve uzun yolculuğun yorgunluğunu üstümden atamadığımdan biraz daha uyumak istiyordum ama 6666 takılmıştı bir kere gözüme, aklıma, ruhuma ve kalkma kararı aldım. Çay demlenirken emaillerimi gözden geçirmeye başladım, çoğu reklamdı ve okumadan siliyordum, sonra konsolosluktan gelmiş, dün nedense fark etmediğim, evvelsi gün tarihli emaili gördüm ve tıkladım. Bir davetiyeydi,  vatandaşlıktan çıkma iznim onaylandığı için konsolosluğa davet ediliyordum. Gözüm sabah sabah ikinci kez ekranda sabit kaldı. 

Bugün ülkemden ayrılışımın 6666. Günü. Ve benim içimde tarif etmek için kelimeler bulamadığım hisler var. 

Evet, geride kalan seçim, son kez oy kullanıyorum dediğim seçim gerçekten de Türkiye için son kez oy kullandığım seçim olarak kalacak hayatımda ve elbette yurt hissi ile yurttaşlık aynı şey değil, lakin kendi ilkelerime ters düştüğüm bir durumda -kendi öz saygımı kaybetmemek adına- bir daha kalmamak için; elimi uzattığım insanın hangi ülkede, hangi milliyetten olduğunun önemi yok, diyerek, vatandaşlıktan çıkma iznimi resmi mercilerden önce ülkemden ayrılışımın 6666. gününde kendim onaylıyorum. 

Belki zamanla ülkem yerine sadece Türkiye demeyi de öğrenir dahası içime sindirebilirim. 

O güne değin başka bir ülkenin kimlik kartına sahip olacaksam da; vatansızım, yurtsuz ve yarsızım...

23 Eylül 23, Neßmersil




22 Eylül 2023 Cuma

Kamptan havaalanına 10 saat süren yolculuk, bagajdı, pasaporttu, aktarmalardı, bekleme süreleriydi derken 19 saat süren uçak yolculuğu ve şimdi de indisi bindisi derken yaklaşık 7 saat sürecek olan tren ve otobüs yolculuğunun ardından evde olacağım.. 

Yorgunum, o kadar yorgunum ki bacaklarımdaki seğirmeyi kontrol altına alamıyorum, bu hiç olmazsa kısa bir süre de olsa uyumama engel oluyor. Camdan dışarı bakıyorum, hızla yanımdan geçen düzenli yerleşim yerlerine ve yeşile. Bizi Kutupalong'dan alıp Dakka'ya götürecek minibüs sahil şeridinde ilerlerken de camdan dışarı bakıyordum. Sağ yanda mükemmel güzellikte dünyanın en uzun doğal kumsalı, sol yanda gecelik konaklama ücreti kendilerine hizmet eden Bangladeşlilerin aylığından fazla olan, lüks kelimesinin yeğni duracağı şatafattaki otellerin arasında ilerlerken minibüs, Cox's Basar'ın sadece birkaç kilometre ile ayrılan iki farklı dünyasını düşünüyordum, aklımda Hasan Hüseyin'in dizeleri vardı, tam toparlayamasam da;


"öyle bir yerdeyim ki

ne karanfil ne kurbağa

bir yanım mavi yosun 

dalgalanır sularda

...

bu ne beter çizgidir bu

bu ne çıldırtan denge

yaprak döker bir yanımız 

bir yanımız bahar bahçe

...

öyle bir yerdeyim ki 

bir yanım çığlık çığlığa"

20 Eylül 2023 Çarşamba

Bir de kanaat önderleri mevzuu var. Lakin şimdi ne mevzii ne de vakti. Yol hazırlıklarına başlamam gerek. 
Ne çok kutsal var değil mi? 
Hep derim; put değişir perestiş değişmez!
Biri basımhaneden çıkma kitap için, biri dikimhaneden çıkma bayrak için, biri yazıcıdan çıkma resim için; asıyor, yakıyor, kesiyor, biçiyor, ölüyor, öldürüyor..
Yok eleştirdiklerinizden bir farkınız!

Amcam derdi ki; nasıl ki kimseye iliklenmesin diye cüppenin düğmesi olmuyorsa kimseye boyun eğmesin diye de hukukun k si yumuşamaz. 



Elbette k harfinin yumuşamama sebebi kelimenin kökeni ile alakalı. Lakin geçmişte, adaletin doğru tecelli etmediğinin düşüldüğü anlarında dahi, halk bilirdi ki; Türkiye bir hukuk devleti.

Halk bugün hukuka güvenmiyor, Türkiye'nin artık bir hukuk devleti olduğuna inanmıyorsa, bunda; cüppesine düğme dikenlerin, düğme dikmemişse dahi iliklenmiş gibi önünü tutanların, hukukun k sini yumuşatanların da payı vardır. 

19 Eylül 2023 Salı

Takdir etmem mi lazım sövmem mi emin değilim ve fakat şu bir gerçek buradaki insanlara hem hayranlıkla hem hayretle bakıyorum. 

Yerlerinden, yurtlarından kovulmuşlar, hayatta kalırız umuduyla komşu ülkeye sığınmışlar, orada onlara derme çatma çadırlar, barakalar verilmiş, burada yaşayacaksınız, ne ileri gidebilirsiniz ne geri dönebilirsiniz, denmiş, kimileri kaçmaya çalışmış yakalanmış, kimileri sesini duyursun diye yangınlar çıkartmış, sesini duyuramadığı gibi tutuklanmış, bir çoğunu da çadırsız, barakasız bırakmış, yüksek okula gitmek isteyene, sen okuyamazsın, şehirde çalışmak isteyene, kamptan çıkamazsın, paraya ihtiyacım var diyene, ayda 8 dolar neyine yetmiyor, hem nereye harcayacaksın denmiş; "Allah'a şükür" demekten vazgeçmemişler. 


İki gündür yağan yağmur kampta çoğu yeri su altında bıraktı, çadırlar, barakalar su içinde, yatak, döşek, çanak, çömlek çamur içinde, zaten temini zor olan içme suyu risk altında, iki gündür elektrik kesik, soğutulması gereken tıbbi malzeme için yeterli jeneratör olmadığından bir kısmı imha edilecek. Biz isyandayız ama onlar "Allah'a şükür" demekten yine vazgeçmediler.


Çocuklarda da var bu tevekkül hali. Sırılsıklam, çamurlara bata çıka, çıplak ayak, havası kaçmış bir topla çılgınlar gibi futbol oynuyorlar. Soruyorum merakımdan gerçekten eğleniyorlar mı diye. Heyecanla anlatıyor biri "dört yıl önce yine böyle çok yağmur yağdığı bir zamandı, yabancılar gelmişti ama sadece kampın güzel yerlerini görüntüleyip gidenlerden değil, gerçek kameraları olanlardan, meraklı sorular soranlardan" ,"gazeteciler mi?" diye sorarak sözünü kesiyorum, "hayır hayır" diye itiraz ediyor "gazete değil, gerçek kamerayla, televizyonda yayınlanan." Gülümseyerek "peki" diyorum "hadi, devam et anlatmaya, merak ettim." Kısacık bir süre yüzüme bakıyor, merakımın gerçek olduğuna inanmış olmalı ki aynı heyecanla devam ediyor "işte o gerçek kameralı adamlar ve kadınlar futbol oynayan çocukları çekiyor, sonra bir filme çıkmış o çocuklar, ailelerine çok para vermişlerdi." "Siz de o yüzden mi top oynuyorsunuz bu yağmurun altında, çamur içinde. Yani birileri bizi de kamerayla çeker diye mi?" Çocuk gülüyor "aslında böyle bir şey olsa çok iyi olur ama hayır onun için top oynamıyoruz." "Peki neden?" diye soruyorum. Tüm yüzünü hınzır bir gülümseme kaplıyor "burada oynamasak annelerimiz çadırı temizletir, sonra yaptığımız işi beğenmez kızar. Şimdi de top oynadık diye kızacak yani öyle de böyle de kızacak. Top oynamak güzel. Allah'a şükür ki bir topumuz var." Gülüyorum ve kendi kendime diyorum ki "parçası olduğum modern(!) dünyada olsam; böyle bir durumda temizliği anneyle beraber üstlenmesi gerektiğini, temizliğin sadece annenin sorumluluğunda olmadığını anlatırdım ama burada bu çocuğun güzel gözlerine bakıp gülüyorum."

Aklımda bir soru; her şartta -ki burası düşünülürse çok berbat şartlarda- şükür etme kabiliyetini inançlarının gücünden mi yoksa kendi zayıflıklarından mı alıyorlar. Ben hiçbir zaman bir tanrıya ve dahi varlığına inanmadım, o yüzden onların şükürlerini, tevekkül hallerini anlamam mümkün değil. Lakin, diyorum, ben bir tanrıya inansaydım ve onların yaşadıklarını yaşasaydım, o an terk ederdim beni ve benim gibi milyonlarca insanı yok sayan tanrıyı. O yüzden biliyorum ki; benim bu insanların inançlarına saygı duymam gerek. Onlara duyduğum saygı zaten çok büyük..


D.K 19 Eylül 2023, 23:40, Kutupalong 


15 Eylül 2023 Cuma

Kardeş: Tan Sağtürk, Cumhurbaşkanı kararıyla Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğüne atanmış.
Ben: Ya? Tan Sağtürk'ün de mi akp ile bağlantısı varmış?
Kardeş: Ne boktan bi devir. Bi görevin başına erbabı geçince bile içimizi şüphe sarıyor.
Ben: Evet, berbat bir his.
Kardeş: Bir yanım "kokusu çıkar yakında" diyor, diğer yanım "yok ya, iş bilmezlerin elinde heba olmasın diye kabul etmiştir."
Ben: Dilerim diğer yanın haklıdır.

Biz burada dang humması korkusuyla yaşarken; Hindistan'dan, 5 yıl sonra yeniden ve yine Kerala eyaletinden Nipah haberi geldi. Kerala eyaletinde iki kişinin hayatını kaybetmesi ardından eyalette yer yer kapama yöntemine gidildi. Ayrıca eyalete giriş ve çıkışlar durduruldu.

14 Eylül 2023 Perşembe

Defalarca yazıldı, çizildi ve fakat daha çok yazılmalı, çizilmeli, anlaşılır bir dille anlatılmalı: 
Kontrolsüz göçün sorumluları; sığınma arayan insanlar değildir. 
Kontrolsüz göçün sorumluları; insanları 'sığınma arama' durumunda bırakacak ortamları yaratanlardır. 
Kontrolsüz göçün sorumluları; sığınma arayan insanların insanlık onurları üzerine pazarlık yapanlardır. 

Ve unutulmamalı; sinsice, alttan alttan, hafif hafif zerk edilen nefret küçücük damarlardan tüm gövdeye yayılır. 
Nefretin ise insanın insana neler yaptırabileceğini öğrenmiş olmamız gerekir. 
Hem de daha bugün biri zaman aşımına uğramışken...

12 Eylül 2023 Salı

Zelda* gerçekten de şizofren ya da bipolar mıydı? Yoksa aslında narsist bir erkeğin psikolojik manipülasyonlarının kurbanı mıydı? 


Eminim ki bu soruyu ilk soran ben değilim, lakin Florian Illies'in Liebe in Zeiten des Hasses (Nefret Zamanlarında Aşk) kitabını okurken bu soruyu yeniden sorma ihtiyacı duydum. 




"Sie kommt erneut in eine Klinik, lächelt erneut ihr sinnloses Lächeln, schreit, tobt, versucht sich umzubringen - und schreibt dann ein Buch, um sich selbst zu beruhigen: Schenk mir den Walzer, so sein fast rührender Titel für die Schilderungen ihrer Leidenszeit in Paris und der Schweizer Klinik. Doch ihr Mann F. Scott Fitzgerald verliert die Fassung, als er das Buch liest. Er kann nicht glauben, dass Zelda es wagt, diese Erinnerungen zu literarisieren. Das sei allein seine Aufgabe, so schreibt er ihr, er sei »der professionelle Romancier«. Sie habe Unrecht getan, denn: »Du hast die Krümel aufgesammelt, die ich vom Mittagstisch habe fallen lassen und sie in Bücher gesteckt « Aber: »Alles, was wir gemacht haben, gehört mir.« Es sind brutale Briefe, Tobsuchtsanfälle, Scott Fitzgerald verteidigt sein Revier und verletzt seine Frau dabei tödlich. Bestimmte Themen müssten für ihr Schreiben absolut tabu sein, nämlich: die Krankheit, die Sanatorien, die Côte d'Azur, die Schweiz, die Psychiatrie. Denn, so F. Scott Fitzgerald: »All dieses Material gehört mir. Nichts davon ist dein Material.« 


Unfassbar. Einer Kranken wird die Deutungshoheit über die eigene Krankheit entzogen. Und noch unfassbarer: Aus dieser entzogenen Deutungshoheit über die Krankheit, aus diesem »Material«, also den Sanatorien, der Côte d'Azur, der Schweiz und der Psychiatrie, wird F. Scott Fitzgerald mit Zärtlich ist die Nacht einen Jahrhundertroman zaubern." 

F. Scott Fitzgerald'ın -kendi yazdığı mektuplar ışığında- Zelda'nın hastalığını bir materyal olarak gördüğünü biliyoruz ve Illies'in de dediği gibi, bir hastalığı materyal olarak görmek dahası bunun kendisine ait bir materyal olduğunu iddia etmek ne kadar sağlıklıydı. Ya yeni evlendiği kadına New York'un en sosyetik mekanlarında "o Amerika'nın ilk flapper'ı" diyerek yeni bir akımın ilk temsilcisi ilan etmesi ve Zelda hakkında haber yapan gazetecilere Zelda'yı flapper olarak belirtmemişlerse hakaret notları yollaması. Bir de Scottie var tabii. Zelda'nın mektuplarından birinde yazdığı üzere kızının ismi konusunda bilinenin aksine hiç söz hakkı olmadığını konusu var. Zelda mektubunda, Francis Scott'un kızlarına kendisi gibi bir dahi olması umuduyla Frances Scott adını verdiğini ancak kendisinin bunu absürt bulduğunu o nedenle kızlarına Scottie demeyi tercih ettiğini yazmış. 

Tüm bunları düşününce; Türkçeye Alev K. Bulut tarafından çevrilip Can Yayınlarından yayımlanan "Son Valsi Bana Sakla" romanı "Save Me The Waltz" için F. Scott'un Zelda'yı bu denli aşağılaması, romanın satılmaması için Zelda'nın kendi romanından -henüz yazmadığı (Tender is the Night**) ama materyalinin kendisine ait olduğunu iddia ettiği-  intihal yapan üçüncü sınıf bir yazar olduğunu söylemesi belki de hafif bile kalabilir. 

O yüzden bugün cevabını asla öğrenemeyeceğimiz soru birçoklarında olduğu gibi bende de hep var olacak; Zelda gerçekten de şizofren ya da bipolar mıydı? Yoksa aslında narsist bir erkeğin psikolojik manipülasyonlarının kurbanı mıydı? 


*Ben bu kısacık yazıda Zelda'yı ne F. Scott'un karısı ne de Alabamalı zengin köle taciri ve ırkçı Sayre kanunlarını yazan politikacı Anthony Dickinson Sayre'ın kızı olarak anmak istemediğimden soy isim kullanmadım.

**Tender is the Night, Türkçe olarak; 1962 yılında, Hayat Kitabevinden, Azize Bergin çevirisiyle "Güzeldi Gece" adıyla, 2010 yılında, Bilge Kültür Sanat Yayınlarından Gülden Özbilun çevirisiyle "Müşfikti Gece" adıyla, 2013 yılında, Everest Yayınlarından, Püren Özgören çevirisiyle "Buruktur Gece" adıyla, 2014 yılında, İletişim Yayınlarından, Hasan Fehmi Nemli çevirisiyle "Sevecendir Gece" adıyla yayınlandı. Belki bilgim dahilinde olmayanlar da vardır. 





X

11 Eylül 2023 Pazartesi

Az önce Tayfun ile Vera'nın fotoğrafını gördüm ve Meriç'in "adalet istiyorum" diyen haklı isyanını..

Bu sene de okulun ilk günü babası Vera'nın yanında ol(a)mayacak..

Ah! İçim ayrı bir cız etti...

10 Eylül 2023 Pazar

Bazen hayat "eline sağlık çok sağlam dikilmiş ama yanlış yeri dikilmiş" cümlesindeki çok sağlam ama yanlış yere dikmiş olan dikici bazen de çok sağlam ama yanlış yere dikilmiş olan düğme gibi hissettirmek için elinden geleni yapar. 

Dünyanın "daha güzel bir yer" olacağı falan yok..

Hele artık kötülüğün bir parçası olduğunu anlamayacak kadar sığlaşmışken insanlar..


8 Eylül 2023 Cuma

Bazen hak arama mücadelesinde en önde görmek istediğim kişileri arka sıralarda dahi göremeyince bendeki şaşkınlığı o denli büyük oluyor ki zihnim -beni hayal kırıklığından korumak adına- orada bulunmamalarını mutlaka haklı çıkartacak bir gerekçe olduğuna inanmak isteyen sancılı bir sürece giriyor. 

muhayyelin en güzel yanı muhayyer olmasıdır..


zihnimin kelimelerle oyunu bitmiyor bugün..

Ota; neden batıyorsun, boka; neden kokuyorsun, diye sorulmaz..

Lakin, neden ota batacak, boka kokusunu alacak kadar yakın olunduğu sorgulanmalıdır...



Durup dururken aklıma takılanlarda bugün;

Tahtelbahir, Arapça'dan dilimize geçmiş, taht/el/bahr, (taht: alt, el: harf-i tarif yani belirtilen (tamlanan), bahir, bahr: deniz, derya) kelimelerinin birleşmesinden oluşan günümüzde kullanılmayan (ben hoşuma gittiği için kullanıyorum, o ayrı)  ve denizaltı anlamına gelen kelime.

Taht kelimesi, tahteşşuur yani bilinçaltı kelimesinde de aynı anlama sahiptir. Zira tahteşşuur da günümüzde kullanılmasa da dilimize Arapça'dan (taht:alt, eş:belirtilen, şuur:bilinç) geçmiştir. 

Hal böyleyken yani taht kelimesini alt ya da belirtilen haldeyken ...'nın altı anlamında kullanılırken; alt olan taht'ı halt edip Farsça'dan da dilimize tamamen zıt bir anlamda almaya ne lüzum vardı?