25 Haziran 2023 Pazar

Almanya, Thüringen eyaletinde yer alan Kreis Sonnenberg'de ikinci tura kalan yerel seçimleri AfD kazandı. 

İlk seçimde katılım %49 iken ikinci seçimde; Linke, SPD, Grüne ve FDP, seçmenlerini CDU'nun adayı Jürgen Köpper'e oy vermek üzere sandığa çağırınca katılım %59,6'ya ulaştı. Yine de bu katılım, Robert Sesselmann'ın %52,8 ile kazanmasına engel olamadı ve yaklaşık 48 bin seçmeni olan 57 bin nüfuslu Sonnenberg ilçesi, Almanya'da AfD'nin yönetime geldiği ilk yerleşim yeri oldu. 


Dilerim bu, Almanya genelinde yükselişe geçen AfD'nin önünü açan bir durum olmaz ve istisna olarak kalır. 

18 yıl...

Dile de kolay değil, yüreğe de...


Gittin... Gitmek istemezken gittin...

Ve gitsen de hep bize kalansın, bizde kalansın...


18 yıl önce bugün doğan çocuklar reşit oldu. Oysa biz, gidişinle yası doğurduk ve o, asla rüşdünü ispatlamayacak, kalacak doğduğu gibi. Ve o yasa rağmen, o yasa inat; seni, sevgini, ideallerini, büyütmeye devam edeceğiz. Özleyişimizi de...




24 Haziran 2023 Cumartesi

Putin: "Dış düşmanlarımız birliğimizi yok etmeye çalışıyorlar. Devletimizi savunmaya hazırız. Bu yapılan tam hainliktir. Bu bir darbe girişimidir. Bu vatana ihanettir. Karışan herkes hesap verecektir."


"Putin'e darbe girişimi", "Rusya'da iç savaş", "Wagner ayaklanması"

Okuduğum, izlediğim haberler Rusya'da yaşananları farklı dille ve farklı başlıklarla aktarsa da Putin'in sözleri sabit kalmış. 


Son zamanlarda üstümden atamadığım fesatlık bürümüş yanım "acaba son görüşmelerde 'darbe girişimiyle' olaylardan sıyrılıp yeniden itibar kazanmak konusunu da konuşmuşlar mıdır" diye soruyor.


21 Haziran 2023 Çarşamba

Makyaj yapmayan, saç boyamayan, ruh haline göre kilo alıp veren (bir iki değil on küsürler), yüzündeki kırışıkları, kollarındaki ve memelerindeki sarkmaları, bacaklarındaki ve karnındaki çatlakları kendine hiç dert etmeyen ve kararlı bir şekilde kendine estetik müdahale etmeyi, ettirmeyi düşünmeyen biri olarak yüksek sesle diyorum ki; biri kendini, öz iradesiyle yaptırdığı estetik müdahaleden sonra daha iyi hissediyor, daha güzel buluyorsa buna kimsenin tek bir söz söyleme hakkı yoktur. Hele kalıplaşmış "aynı tornadan çıkma", "tek tip" gibi laflarla kendince aşağılayıp kendini üstün görmesi ayrı bir sorun. Lakin sorun bir değil ve maalesef çoğunun altında yatan temel sorun; kimilerinin hiç hakları olmasa da kendilerinde başkalarının hayatına karışmayı hakları görmesi yatıyor. 

Evet, bu insanlar her yerde.. 

Tabii konu estetik olunca konunun birçok boyutu var. İnsanlara, özellikle kadınlara neredeyse dayatma haline gelmiş bir estetik sunumu var. Birçok kadın illa zayıf olmak uğruna sağlıksız besleniyor üstelik bu diyetleri uygularken sağlıklı beslendiğini düşünüp sağlığından oluyor. Çünkü birçok kadın haddi ve hakkı olmayan kişiler tarafından psikolojik şiddete uğruyor ya da medyanın kalıplaştırdığı güzellik(!) kriterleriyle kendisini psikolojik baskı altına alıyor. Kimi hassasiyeti olmadığı halde gluteni çıkarıyor hayatından kimi şeker kullanmamak adına şekerden daha zararlı tatlandırıcıları kullanıyor kimi hayvansal yağlardan vazgeçiyor  kimi laktozdan. Fazla kilo(!) en çok mevzubahis edilen olduğundan ilk aklıma gelen, oysa liste yapılsa; dudaktı, memeydi, kalçaydı, saçtı, kaştı, gözdü, tırnaktı uzar da uzar. 

Dayatılan güzellik uğruna uygulanan kimi zaman yanlış kimi zaman sağlıksız yöntemleri benim onaylamam mümkün değil elbet. Lakin ısrarla anlatmaya çalıştığım, yetişkin bir birey hayatıyla ilgili bir karar almışsa hele de o kişiyle şahsi bir bağınız yoksa; hiç ama hiçbir şey söylemeye hakkınızın olmadığı. Ne kendini daha iyi hissedecekse estetik müdahalesine ne de kendini iyi hissediyorsa hiçbir estetik kaygısı olmayışına...

Bu kadar basit!..


---○---


Ve zihnim boş durur mu estetik konusundan hemen bir yaldızlı çağrışım getirdi; 

"Kendinden memnun olmayan insanlar, başka insanların kendinden memnun olmak için yaptıklarını, biraz kibir çokça kıskançlık eşliğinde eleştirirler." 

Tabii Johann Heinrich Jung-Stilling, bu sözleri, estetik müdahaleler için söylememiş ve tam olarak hangi bağlamda söylediğini anlamak için Jung-Stilling'i de anlamak gerek kanısındayım. 

Ailesine kabul ettirmesi çok zor olan gerçek mesleğini (göz hekimliği) icra edebilmek için Strazburg'daki tıp eğitiminin ardından, Heidelberg'de İktisat eğitimi almış Jung-Stilling. Hatta ardından bir yandan aile işletmesini yönetirken diğer yandan Heidelberg'de iktisadi bilimler alanında öğretim görevlisi olarak, sonrasında da Marburg'da iktisadi bilimler profesörü olarak görev almış. Profesör unvanı sayesinde ailesinin gözünde bir miktar saygınlık kazanınca tıp alanındaki araştırma ve eğitimlerine -aile işletmesindeki görevini ihmal etmeden- devam edebilmiş.  

Jung-Stilling, Cerrahi ve Anatomi alanında Johann Friedrich Lobstein'ın öğrencisi olma şansını yakalamış ve böylece Almanya'da ilk katarakt ameliyatlarını gerçekleştiren Oftalmolog olmuş. 


Jung-Stilling binlerce kişiyi ameliyat edip sağlığına kavuştursa da hekimliğine dair bugüne kalan hatıralar arasında en bilineni, ameliyat sırasında yaptığı bir hata yüzünden Heinrich Ludwig von Lersner'in kör kalması olmuş. Bunun için muhtemel sebep, "kişi, kendinin yargıcı olabilmeli ve suçlu olduğuna inanıyorsa, suçluluk duygusunu yaşamalı. Kişinin, kendini ve hayatı kabul etmesi için tek yol budur!" ilkesiyle hareket etmesi ve arkadaşı Johann Wolfgang Goethe ile beraber yazdığı (oto)biyografi; Heinrich Stillings'de ameliyat sırasında yaptığı hatayı ve buna dayalı tüm hislerini uzun uzun aktarmış olması ihtimal dahilindedir. 

Jung-Stilling'in 8 ciltlik (oto)biyografisi haricinde, günümüze ulaşmış, tıbbi bilgilerini aktardığı birçok eseri vardır. Jung-Stilling'in aynı zamanda iktisadi bilimler, ormancılık, ziraat, toplum bilimi, zamanımızın devrimci ruhu, teoloji, mistisizm gibi bir çok konuda sayısız eseri ve 6 romanı vardır. Ancak Jung-Stilling'in kendine dair en çarpıcı yazıları, ölümünden sonra varisleri tarafından yayınlanan günlüklerinde yer alır. 

Jung-Stilling, günlüklerinde sadece mesleki değil özel birçok detayı da ayrıntılı bir şekilde yazmış. Jung-Stilling, günlüklerinde en çok, ailesinin, kendisini (asla) olduğu gibi kabul etmediğini, ailenin erkek çocuğu olduğu halde aile işletmesinin başına geçmek yerine tıp okumayı tercih etmesinden kaynaklı uğradığı baskıyı, yer yer fiziksel boyuta da ulaşmış psikolojik şiddeti anlatır. 

Jung-Stilling satırlarında sık sık kendisine duyduğu hayranlığı dillendirir, bu hayranlığı narsisizmden ayırmamızı gerektirecek sebepleri en iyi açıklayan satırları ise; 1800 yılında, 60. Doğum gününde yazar. 

"Kendimi sevmek, kendimi övmekle geçen 60 yıl. 

Fakat ben kendimi olduğum gibi sevmeseydim ve övmeseydim; bunca aşağılanma içinde, öz saygımı kaybederdim ve o zaman dünyaya gelmiş olmamın, bir lağım faresinin var oluşundan daha az değeri olurdu. 

Ne hüzünlüdür ki; ben, aileme, hele de babama, son derece önemli, aynı zamanda seçkin bir meslek olan hekimliği, ticarette kazanacağım kadar para kazanamayacağım için kabul ettiremedim. Babam için her zaman, varsıllık ve beraberinde getirdiği saygınlık, benim idealerimden önemli oldu. Onu ve diğerlerini memnun etmek ve nihayetinde kendi mesleğimi icra etmek için onlara, sayısız diploma, onay belgesi ve unvan susmam gerekti. Oysa en verimli yıllarımda kendi mesleğime dair çok şey öğrenebilirdim. Altmış yılın sonunda hesap vereceğim, kendi idealime ulaşmak için gönlünü hoş tutmak zorunda olduğum kimse kalmadı ama yeni şeyler öğrenecek, ideallerim peşinde koşmaya yetecek gençliğim de kalmadı. Artık yaşlı bir adamım, yine de kendime diyorum ki; Stillings Heinrich, kolay olmadı ama yaptıklarını hakkıyla yaptın, övgüyü de takdiri de fazlasıyla hak ettin. O yüzden, iyi ki doğdun Stillings Heinrich ve iyi ki kendini sevdin."


Evet, keşke herkes kendini olduğu gibi sevse. Lakin herkes bilir ki "keşke" dünya üstünde en boş sözdür. 



Balık yemeyi çok severim. Aslında deniz ürünlerinin neredeyse hepsini. 
"Denizden babam çıksa yerim" diye bir söz varmış, ilk duyduğumda yirmili yaşlarımdaydım. Çok tuhaf hissettirmişti bu cümle. İnsanlar bazen büyük laflar etmiş olmak için, ne olmaz şeyler dillendiriyorlar.
Yıllar sonra Livaneli'nin, Balıkçı ve Oğlu kitabında, Mustafa'nın dilinden aktardığı cümleler, benim "denizden babam çıksa yerim" cümlesini duyduğumda hissettiklerime en yakınıdır belki de.  

Büyük paralar verip Titan isimli denizaltı ile Titanik gemisinin battığı yere dalış yapan insanları düşünüyorum. Zaten düşünmemem mümkün değil, tüm haberlerde karşıma çıkıyor ve hepsindeki ortak inanış hayatta kalma ihtimallerinin çok düşük olduğu. Üzücü, gerçekten korkunç bir ölüm ve çok üzücü.

O denizaltındakilerin yolculuğa çıkmadan önce neler düşündüklerini merak ediyorum. Acaba düşündüklerinin arasında; Titanik batarken, kurtarılamayacağını bilen insanların ölmeden önce neler düşündükleri, neler hissettikleri var mıydı ya da hayatlarının herhangi bir anında, tıpkı birkaç gün önce olduğu gibi batan ve onlarca, yüzlerce, binlerce insanın öldüğü mülteci botlarındaki insanların neler hissettikleri düşünmüşler miydi?

Belki benim de vicdanımı sorgulamam gerekiyordur. Lakin, Titanik enkazını yolculuk yaparken kaybolan denizaltı için saat başı haber tazelenen bir dünyada, benim ruhum, aklım, vicdanım yani içim; yaşadıkları şartları değiştirmek için ölümü göze alıp yola çıkan ve çıktığı bu yolda ölen binlerce insanın, medyada kısacık, o da kanıksanmış, sıradan bir habermiş gibi yer almasını almıyor. 

20 Haziran 2023 Salı

"Merdivenden inerken mi yoksa merdivenden çıkarken mi düşmek daha kötüdür?" diye sormuştu Resul hoca. Tahtaya alt alta bir ucu yukarı, bir ucu aşağı bakan iki ok çizmiş, sırayla hepimize sormaya başlamıştı. Cevaba göre okların yanına bir çizgi ekliyordu. Benim adımı söylediğinde ben de diğer öğrenciler gibi ayağa kalkmıştım. Arka sıradakilerin gülüşlerini duyuyordum, biri fısıltıyla "ne cevap verecek bakalım yine aykırı?" demişti, bir diğeri "dururken düşmek, diyecektir" demiş ve gülmüştü. Arkamdan gelen sesler beni rahatsız ediyordu ve ellerimle kulaklarımı kapatma isteğime direnmekle o kadar meşguldum ki cevap veremiyordum. Resul hoca duyduğum huzursuzluğu hissetmiş olmalı, yüksek ama bağırma gibi hissedilmeyen bir tonda "sessizlik" demiş, gülüşmeler, konuşmalar ve diğer tüm sesler kesilince tekrar adımı söyleyerek bana doğru yürümüştü. Ardından yumuşak, sakin bir sesle "cevap verecek misin kızım" diye sorunca; onaylamak için başımı bir kez aşağı ve yukarı oynatmış ve "kötü diyebilmek için hangi basamaktan düşüldüğünü bilmemiz gerekir, bunun cevabını öğrendikten sonra neden ve nasıl düşüldüğü de önem kazanır ve elbette en önemlisi düşmek fiziksel bir eylem mi yoksa metafor mu bunu bilmeliyiz" diye yanıtlamıştım. Arka sıralarda yine gülüşmeler başlamış, birinin "konuştu prof" dediğini duymuştum. Resul hoca ise yeşil tahtaya -evet yeşil, rengi apaçık ortada olan tahtaya, 'kara tahta' demeyi reddediyordum çünkü- bir ucu aşağı bir ucu yukarı bakan okların altına yan yana iki çizgi çizmişti ve ilk çizginin alt ucundan yanındakinin üst ucuna doğru bir çizgi daha. Yanlış çizilmiş bir N harfini andıran çizimin açıkta kalan iki ucunu da ok misali kapatmıştı. İki ucu kapalı, eksik bırakılmış bir zik zak gibi duran, ne olduğu, ne anlama geldiği belirsiz çizimin yanına bir çizgi daha çizmişti. Bu çizgi, yukarıdaki cevap sayılarını belirleyen çizgiler gibiydi. Resul hoca sıradaki öğrencinin adını söyleyince ben oturmuştum. Bir ucu aşağı bir ucu yukarı bakan okların yanındaki çizgiler hızla artarken benim cevabım üzerine çizilen garip şeklin yanımdaki çizgi tek başına kalmıştı. 

Resul hoca, alışılagelmiş bir şekilde, tebeşiri elinden bıraktıktan sonra parmak uçlarına üflemiş, kalan tozları yok etmek için de ellerini sesli bir şekilde, bir kaç kez, her seferinde bir diğer eli üstte olacak şekilde çırpmış ve öğretmen masasının ardındaki sandalyeye oturmuştu. Oturduğu yerden öğrencilere bakarken gözü bende sanki biraz uzunca kalmış gibi bir hisse kapılınca başımı öne eğmiştim, yine de lacivert dolma kalemiyle tahtaya baka baka önündeki deftere bir şeyler yazdığını görebiliyordum.

Dolma kaleminin kapağını kapatıp defterinin üstüne koyduktan sonra tekrar ayağa kalkıp sorusunu tekrarladı: "Merdivenden inerken mi yoksa merdivenden çıkarken mi düşmek daha kötüdür?" Bu kez ses tonu, soruyu bize yöneltmediğini ele veriyordu. Nitekim cevap beklemeden devam etmişti: "bu sorunun cevabını şartları oluşturan parametreleri bilmeden veremeyiz. Bu soru, yeni soruları beraberinde getiren, sorgulamayı gerektiren bir sorudur." Sonra yeşil tahtaya dönüp tebeşir haznesinden iki parça küçülmüş tebeşir almış birini sol diğerini sağ elinde tutar vaziyette yukarı kaldırıp bize göstermiş ve devam etmişti: "bu tebeşirlerden birinin sınıfın içinde yukarı atıldıktan sonra, diğerinin ise pencerenin dış pervazına bırakıldıktan sonra düştüğünü varsayın. İki nesne, biri yukarı çıkarken biri aşağı inerken yer çekimine teslim oluyor. Sınıf, giriş katta olsa pervazın eğimi az olduğundan pencereden düşen tebeşir hasar almaz tıpkı havaya yavaşça atıldıktan sonra yere yavaşça düşen tebeşir gibi. Ama sınıf dördüncü katta olsa ya da elimizdeki tebeşiri hızla yukarı atarsak o da aynı hızda yere çarpsa ikisi de hasar alır. O nedenle hayatta bazı şeyleri denemeden, şartları oluşturan parametreleri bilmeden doğru-yanlış ya da iyi-kötü diye adlandıramayız. Merdivenden çıkan biri, daha ilk basamaktayken düşse dahi kendini ağır yaralayabilir ya da en üst basamaktan düşerken sağa sola tutunarak hızını yavaşlattığı için hiç yara almayabilir. Hayatta tek bir doğru yoktur ama herkesin kendi doğrusuna sorarak, sorgulayarak, deneyerek ulaşması mümkündür." 

Resul hoca sustuğunda sınıfa çok kısa bir süre sessizlik hakim olmuştu ama duvardaki saat, zilin çalmasına saniyeler kaldığını haber veriyordu, sessizliği, kapatılan defterler, kalem kutularına bırakılan kalemler bozmaya başlamıştı. Hassas kulaklarımın tek tek seçtiği bu sesler, benim zihnimde büyümeye başladığında zil çalmış, Resul hoca "çıkabilirsiniz" dediğinde de hızla yerinden kalkan ve konuşmaya başlayanların sesiyle uğultu halini almıştı. Gerçekte eyleme geçmekten korktuğum için iki elimle kulaklarımı kapattığımı hayal ediyor, sıramın üstünde düzenli bir şekilde duran defterimi, kalemliğimi ağır ağır çantama yerleştiriyordum. O esnada Resul hocanın yanıma geldiğini fark etmemiş ve bir anda sesini duyunca oturduğum yerde sıçramıştım. "Korkma!" demişti Resul hoca. "Seni korkuttuğum için özür dilerim, verdiğin cevap çok hoşuma gitti, babana bir not yazdım, hafta sonu Birgül hocayla Marmara Üniversitesinde bir sempozyuma katılacağız, senin de ve dilerse babanın da bize eşlik etmesini isterim. Bu notu ona iletir misin?" diye sormuştu. Elindeki notu alıp "olur" anlamında başımı sallayıp çantama koymuştum.



O sempozyuma gitmemiştik, gidememiştik. Çünkü o perşembe babam ölmüştü. 



Gece rüyamda Resul hocayı gördüm. Yıllar sonra bilinçaltım nasıl bir gerekçeyle Resul hocayı rüyama getirdi bilmiyorum. Rüyamda sınıftayım, elimde kocaman bir sünger, Resul hoca bana "hepsini sil kızım, hiç iz kalmasın" diyor, ben de sınıf duvarlarına, sıralara, kapıya, pencerelere yani neredeyse her yere tebeşirle yazılmış "11b" yazısını siliyorum. İçimden de kendi kendime soruyorum, 11d'ye neden 11b yazmışlar acaba, diye. Ben pencerede yazan 11b'leri silerken Resul hoca, "11. Kata taşınmalı" diyor. "Nasıl olur öğretmenim, bu okul 4 katlı" diye soruyorum. "Eğitim sistemi değişince kat eklenecek okula" diyor. "O zaman mantıklı" diyorum, "bu sınıf 11. Kata taşınmalı" ve harıl harıl silmeye devam ediyorum. 

Resul hoca halen hayatta mıdır bilmiyorum, hayattaysa umarım sağlığı yerinde ve mutludur, değilse de dilerim gittiği yer güzeldir. 


Bunca yıl sonra rüyama neden girdin bilmiyorum Resul hoca, lakin, yıllar önce iyi ki öğretmenim olarak hayatıma girdin. Teşekkür ederim..

15 Haziran 2023 Perşembe






Hakkında çok konuşulan, ensest, reşit olmayanla cinsel ilişki gibi konularda çok eleştiri alan, orijinal adı Umibe No Kafuka olan Murakami romanı yani Kafka am Strand ya da Kafka sulla spiaggia ve nihayet Sahilde Kafka.





Tarık’ın kitaplığında Sahilde Kafka’yı görünce, Murakami’nin bu çok sevdiğim romanını, Türkçe çevirisiyle de okumalıyım, diye düşünerek hemen aldım. Kitap, 2005 yılının Eylül ayında 43. Baskı olarak Doğan Kitap tarafından yayımlanmış, kitabı Türkçeye Hüseyin Can Erkin çevirmiş. Kitabın İtalyanca çevirisi, yazı boyutu aynı olsa da yüzden fazla sayfa az, tam olarak hatırlamasam da Almanca çevirisindeki sayfa sayısı eksiği de on, on beş sayfa kadardı. Elbette sayfa sayısının, konu üzerinde bir etkisi yok ancak anlatımda ve duygu aktarımında ortaya yine de farklar çıkıyor ve diyebilirim ki, Sahilde Kafka daha önce de çok sevdiğim Murakami romanlarından biri olsa da Türkçe çevirisi beni en çok etkileyeni oldu. Tabii bu noktada ilk akla gelecek olan, ki benim de kendime ilk sorduğum, Türkçe okumanın verdiği haz, bu karara varmamda ne kadar etkili oldu? Mutlak Türkçe okumanın bendeki hazzı çok farklı ancak fikrimce Sahilde Kafka’nın Türkçe çevirisi gerçekten harika. Üstelik birçok kez sevdiğim kitapların Türkçe çevirisini okuduktan sonra hayal kırıklığına uğramış biri olarak biliyorum ki Sahilde Kafka’nın Türkçe çevirisindeki akıcılık ve çekim gücü çevirmenin başarısıdır. Yukarıda, Hüseyin Can Erkin’in isminin altını o yüzden çizmek istedim. Çevirmen hakkında maalesef hiç bilgim yok, teknoloji çağındayız, Google’a bakabilirdim, ancak o zaman benim hakkında hiç bilgim olmayan çevirmenin aslında çok bilinen biri olduğunu öğrenme riskim var. Risk çünkü, bu durumda, belki de “tebrik ederim” demek bile hadsizlik olabilir. İçimdeki övgüyü ve takdiri korumak adına şimdilik Hüseyin Can Erkin’in adını arama kutucuğuna yazmadım. Fakat bunu mutlaka yapıp Hüseyin Can Erkin’in başka çevirilerini de okuyacağımı çok iyi biliyorum.

İtalyanca çevirisinde Karga ile başlayan giriş kısmında bulunan kum fırtınasından çıkış bölümünü Türkçeye şöyle çevirebilirim; “Fırtına sona erdiğinde, muhtemelen onu nasıl canlı atlattığını bilemeyeceksin. Aslında, gerçekten bittiğinden bile emin olamayacaksın. Lakin bir noktada şüphe yok. O rüzgardan çıkan sen, ona girenle aynı olmayacaksın.” Oysa Türkçe çevirisinde, kum fırtınasından çıkış bölümü o kadar güzel anlatılmış ki; “Sonra o kum fırtınası bittiğinde, nasıl olup da onun içinden geçebildiğini, nasıl hayatta kalabildiğini tam olarak anlayamayacaksın. Hayır, o fırtına gerçekten bitti mi bunun bile farkına varamayacaksın. Yalnız, tek bir şeyden emin olacaksın. O fırtınanın içinden geçtikten sonra, fırtınanın içine ayak attığındaki kişi olmayacaksın. Evet, işte kum fırtınasının anlamı bu.”

Ve Sahilde Kafka gerçekten de kum fırtınası gibi bir roman. Ensest ve reşit olmayanla cinsel ilişki konusunda aldığı tüm eleştirilere rağmen, ben, Sahilde Kafka’nın çok iyi bir roman olduğunu hatta erken yaşta, anne tarafından terk edilmiş bir çocuktaki tamamlanmamışlık hissi ve baba tarafından kehanet adı altında uğradığı psikolojik şiddet sonucunda, yaşı gereği bedenini ve cinselliği keşfetmeye çalışan bir ergenin ruhsal bocalamalarını aktardığı için, psikolojik roman kategorisinde değerlendirilebileceğini ve bu durumda da çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Hele ki Hüseyin Can Erkin’in çevirisiyle. O yüzden diyebilirim ki daha önce hiç Murakami okumamış biri, ilk deneyiminde, Sahilde Kafka ile Murakami lezzetinin farkına varamazsa; Murakami, onun yazarı değil ve diğer romanlarında da olamayacaktır.


7 Haziran 2023 Çarşamba

Yüksekova'da bugün jandarma komutanlığına ait zırhlı araç çarpmasıyla 5 yaşındaki bir çocuk hayatını kaybetti. Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi'nin 2022'de yayınladığı rapora göre son 10 yılda 22'si çocuk 49 kişi, zırhlı araç çarpması sonucu yaşamını yitirdi. Rapora göre şimdiye kadar zırhlı araçlar nedeniyle çocukların maruz kaldığı hak ihlallerinde verilen yargı kararlarında kolluk güçlerine hapis cezası uygulanmadı.

Kim bilir belki de niceleri sosyal medyada okumuştur bu haberi, altına da bir "😔" eklemiştir, saçma sapan başka bir konunun altına ekleyeceği "🤣"dan hemen önce. 

Oysa bir ülkede, zırhlı araç çarptığı için ya da iş kazasında ya da görevini yerine getirmemiş yetkilinin ihmalinden ya da tecavüzden ya da uyuşturucudan ya da celladına pazarladığı, satıldığından ya da depremden, selden ya da şiddetten ya da açlıktan ölen çocuklar varsa; o ülkede altına "🤣" konulacak hiç bir konu yoktur. 

Bir ülkede, ateş düştüğü yerden ötesini yakmıyorsa; o ülkede ne devrim ateşi yanar ne de yangının küllerinden yeni bir medeniyet doğar, herkes bencil bencil büyük laflar akıntısında, yangına taşımadığı suda boğulur. 
Parmak uçlarım karıncalansa da burada olduğum sürece Twitter'a bakmayacağım. Muhalefet partilerinde seçim hararetinin bu kadar çabuk rehavete dönüşmesini bir de Twitter'dan izleyip sığındığım kardeş huzurunu kaçırmak istemiyorum. Mademki uzakta olan için de içinde yaşayan için de tek eylem, tweet atmak; ben, bir süre eylemsizlik kararı aldım..

Zaten; tweetle seçim kazanılmadığı, seçilmiş milletvekilinin hapisten çıkmadığını, doların, euronun düşmediğini özetle memlekette hiçbir şeyin düzelmediğini öğretmedi mi hasretle, çaresizlikle, yürek sızısıyla kıvrandığım günler, geceler..

3 Haziran 2023 Cumartesi

Plastik atığı azaltmak adına son yılların en gözde ürünlerinden biri katı şampuan. Katı şampuan fikrini ilk duyduğumda çocukluğum aklıma geldi. Çocukken banyoda sıra sıra şampuanlarımız, duş jellerimiz yoktu elbette. Kalıp sabunla hem saçımızı hem vücudumuzu yıkardık. Ancak bugün biliyoruz ki içerdiği kostik sebebiyle çoğu sabun cildimizin sebum dengesini bozuyor. Sebum dengesini bozmayan sabunlar da var elbette. Lakin ambalajların ve reklamların renkli çağrıları bizi öyle etkisi altına aldı ki doğanın bize sunduklarını unutmaya başladık.. Dönelim katı şampuana ya da dönmeyelim, ne gerek var, çünkü şu an piyasadaki bir çok katı şampuandan sağlıklı sabun alternatifi varken niye.. Örneğin, doğal defne yağı sabunu. Üstelik defne yağı sebum dengesini koruduğu için her cilt türünde kullanılabilir. Sadece saçınız için değil, vücudunuz için de kullanabileceğinizi söylememe gerek yok elbet. Bir de adını vermeyeceğim kepek denince ilk akla gelen marka şampuana dünyanın parasını verenlere diyebilirim ki; defne yağı sabunu kepek sorununa en ala çözüm.. 

Defne yağı demişken; defne yağında geraniol bulunur. Tam da yaz yani çift kanatlı kan emicilerin mevsimi gelmişken doğal bir çift kanatlı kan emici kovucu iyi olmaz mı? Hemen bunun da çok basit olan formülünü vereyim.. 500 ml ılık su ve iki, üç damla defne yağı. Evet bu kadar, bu basit karışımı vücudunuza sürdüğünüzde çift kanatlı kan emicilere karşı tüm cazibenizi kaybedeceksiniz..

İyi de doğal defne yağını ve defne sabununu nereden bulurum diyorsanız, sizi şöyle alalım: https://www.hataydanal.com/defne-sabunlari

Kendinize bir iyilik yaparken yöre halkının ayağa kalkmasına katkı sağlayacak olmanız da ekstrası..
bilsem ki aynı düşü göreceğim
bir daha hiç uyanmazdım.. 

2 Haziran 2023 Cuma

"sana ne?" demeyi öğrenmem uzun yıllar aldı. umarım "bana ne?" demeyi öğrenmek için aynı zamanı harcamam. ve fakat kendi kendime bunu sorgulamaya başlamışsam da çok uzak olamaz gibi geliyor, kim bilir belki önüne okkalı bir "amaaan" yerleştirmeyi bile öğrenebilirim..
Bu liste tartışması artık her iki partiyi de yıpratmaktan, seçmeni soğutmaktan başka işe yaramıyor. Bu konuyu seçimden önce çok konuştuk, seçim bittiğine göre artık bu konu kapanmalı. Üstelik matematiksel olarak TİP, YSP'ye 15 milletvekili kaybettirmiş değil. Tek tek hesabı yapıldı bunun. Üstelik TİP, YSP listesinden girseydi belki de TİP seçmenlerinin yarısı oyunu Emek ve Özgürlük İttifakına vermeyecekti. TİP'in belki de seçim sürecinde yaptığı en büyük hata, aday olmadığı illerde ve yurt dışında oyların ittifak ortağına yani YSP'ye verilmesi gerektiğini yeterince anlatmamış olması. Ve bir HDP seçmeni olarak diyorum ki; YSP'nin oylarındaki düşüş tek başına TİP'e yüklenemez. HDP parti içindeki sorunlarını ve seçmenine yaşattığı kafa karışıklığını çözmelidir. Üstelik Barış'ın, Can Atalay için gösterdiği özveriyi HDP\YSP de gösterir miydi buna bile emin değilim, HDP seçmeni Selahattin Demirtaş'ın aday olmasını isterken, gösterilmiş olmamasını yeni öğrendiğimizden bu yana. Özetle; TİP'in keçisi, inadı temsil eder, günah keçisini değil. 
twitterda deprem bölgesindeki insanlar için "bundan sonra akp baksın size", "kime oy verdiyseniz ona anlatın derdinizi" yazanlar,
demek ki sizin de mantaliteniz, yandaş diyerek eleştirdiklerinizle eş, 
demek ki siz de insana, insan olduğu için değil, oyu kadar değer veriyorsunuz,  
demek ki sizin öz niyetiniz dayanışma değil,
demek ki siz aslında iyi bir şey yaptığında bin söyleyenlerdensiniz, 
demek ki şu yazdıklarımı twitter'da yazmaya dahi değmeyenlersiniz..

1 Haziran 2023 Perşembe

"Yeniden örmek için sökmek gerekir. " 
Lakin, sökmek hem kolay değildir hem de doğru değildir çoğu zaman. Keçeleşmiş yerleri sökmek imkansızdır ya da güve yemişse bazı yerleri, parça parça kopuk ipleri düğümlemek gerekir, bu da yeniden örülenin küçülmesi demek, üstelik sökülen ipten örülen asla eski halini gelmez. O yüzden sökmeden keçelemiş yerlere yün mumu sürüp ovalaya ovalaya ısıtmak gerekir, yün yeniden dolgunluk kazansın diye. Güve yemiş yerleri el dokuması yamamak gerekir, ki bu da eski haline getirmez, lakin biraz yaratılık ve çokça emek eklenirse sağlam ve güzel olur. Elbette bu kolay değil, iş bilen eller ister, iş bilmeyen ellerin öğrenmesi gerekir. Ama küçültmekten ya da çöpe atmaktan iyidir. Peki bu el emeği göz nuru yün iplik formülü memleket siyasetine uygulanabilir mi? Eğer aynı emek harcanırsa, evet. El dokuması yama için, ilmekler tek tek işlenir, her bir ilmeğe üç kez dönülür, hiçbir ilmeği atlamadan ve yenmiş yerlere yeni ilmek ekleyerek, yeni eklenmiş ilmeklerden yeni ilmek alarak. Yani mahalle mahalle, sokak sokak, ev ev; anlarlar mı, dinlerler mi demeden insanlara ulaşarak bu formül memlekete de uygulanabilir. Bunun için de örgütlenmek gerekir, birinin ulaşamadığı yere diğeri ulaşsın diye. El dokuması yama yaparken gelişi güzel alınmaz ilmekler, var olan dokunun gidiş yönüne bakılır, aynı yönde alınmazsa ilmek, ters döner ilk yıkamada. O yüzden sadece anlatmak yetmez, dinlemek de gerekir insanları, anlamak gerekir. İğne doğru işlesin diye, dokuya zarar vermesin diye bazı yerlerde yün mumu sürmek gerekir, bazen de ipi ılık suyla yumuşatıp beklemek sonra kalınan yerden devam etmek, diretmek zarar verir dokuya. Şefkatli olmak gerekir, emek verilene ve verilen emeğe saygılı olmak. İnsanlara da saygı gösterirler mi diye düşünmeden saygı göstermek gerekir. Saygı, yankı gibidir, nasıl çarparsa öyle olur aksisedası. O yüzden siyasette de dayatmayla olmaz, saygıyla, sabırla, anlatarak, dinleyerek yapılmalı her şey. Yün işi, emek ister, eski haline gelmese de sağlam ve güzel bir şey elde edilir sonunda. Yeter ki bunca emek harcanıp kurtarılmaya çalışılan şey hak ettiği değeri bulsun. Hem yün dokumada hem yurdum insanlarında. Ki insan, dünyanın neresine giderse gitsin, vatanın yenisi olmaz, yün işinin olsa da..
Deprem bölgesinde bazı yerlerde hala su sıkıntısı devam ederken; siyasiler karşılıklı (kibarca)deyim yarıştırıyor.. 
Bir tarafta kalburla su taşıyanlar diğer tarafta havanda su dövenler..
Kimin kime oy verdiğinden bağımsız tüm siyasilere çağrımdır; kendi kendine yaralarını sarmaya çalışan insanlara artık el uzatın!..
Kimin kimi seçtiğinden bağımsız, seçildiniz, görevinizi yapın!..