28 Şubat 2023 Salı

Kızılay ve DRK'nın açıklaması üzerine konuşuyorduk, arkadaş sinirle "delireceğim vallahi de billahi de delireceğim" dedi. Bir kadın geldi yanımıza "evladım keşke o kadar kolay olsa, ben şahsen delirmek isterdim, belki o zaman farkında olmazdım hiçbir şeyin, hadi sakinleş, gençsin daha, gel bisküvi vereyim bir de şekerli çay, kan şekerin yükselsin, hadi gel" dedi. Arkadaş önce aptallaşmış şekilde baktı kadına, sonra kadına sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kadın hiç karşı koymadı, sırtını sıvazlaya sıvazlaya "ağla evladım, ağla açılırsın" dedi. Arkadaş toparlanıp özür dileyince de "ah ne özrü, iyi oldu, hadi gel, bisküvi ye, çay iç, konuşmak, anlatmak istersen konuş, anlat, çok doldunuz hepiniz, ben dinlerim" dedi. 
Yüce gönüllülük denilen böyle bir şey olmalı. 
Sanırım dünkü gazete haberleri, birçok kişinin açıklama talebi, DRK'yi bugünkü açıklamayı yapmak zorunda bıraktı. Ve işin ilginci açıklama neredeyse Kınık'ın açıklamalarına denkti. Öyle ki Kurumun genel prestijini korumak adına tek ağız açıklaması gibi..
Umarım bu açıklama sadece dışa yansıyan açıklamasıdır ve içte bu konunun üstüne gidilir..
Acı olsa da bu ilk değil.. Sonuçta biz Antep'te havaalanında bekletilirken de kurum içi sorun yaşanmıştı. Diğer ekipler ihtiyaç olan yere gidebilirken biz Kızılay'ın yönlendirmesini beklemek zorunda kalmıştık. 

27 Şubat 2023 Pazartesi

Erdoğan: "Adıyaman'da depremin ardından ilk birkaç gün istediğimiz çalışmaları yapamadık. 
Bu yüzden sizden helallik istiyorum. Gereğini yapacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın."


"Sizden helallik istiyorum."
Kimden isteniyor o helallik? Ölenlerden mi? Bir umut sevdiklerinin kurtarılmasını bekleyenlerden mi? Evladını, anasını, babasını, kardeşini, sevdiğini kaybetmişler mi? Evi barkı yok olmuşlardan mı? 
Acısını, kaybını, yasını yaşamadan çalışan sağlık çalışanlarından mı? Yardım etmeye gidip de "biz yardım talep etmedik" diye kovulanlardan mı? 
Kimden helallik isteniyor tam olarak. Ve dahi anayasaya göre laik olan bir ülkede helallik diye bir kavram var mı? 
"Gereğini yapacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın." 
Yiten canlar geri gelmeyeceğine, kayıplar telafi edilemeyeceğine göre; hangi gerek?

26 Şubat 2023 Pazar

Önemli olduğunu düşündüğün birkaç soru daha; Türk Kızılayı hala Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi'nin bir parçası mıdır? Eğer öyleyse amacı hiçbir maddi çıkar gözetmeksizin insan hayatı ve sağlığını korumayı kendine ilke edinmiş olan Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi bu yaşananlar karşısında açıklama istemeyecek mi? 

Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi'nin hatırı sayılır bağışları oldu ve olmaya devam edeceklerini de açıkladılar. Ancak çalışma prensibi olarak bu bağışlar o ülkenin temsilcisine -bu durumda Türk Kızılayı'na- teslim edilir. Bilmediğim ancak sadece birey olarak değil, bu hareketin üyesi, çalışanı, bağışçısı olarak da bilmek istediğim; yapılan yardımlar sadece teslim mi ediliyor yoksa ihtiyaç sahiplerine ulaşıp ulaşmadığı takip ediliyor mu?

Muhtemelen sadece teslim ediliyor. İlkeye aykırı olduğu için maddi çıkar sağlama ihtimali düşünülmüyordur.


Ben bu hareketin parçası olarak bu soruların sorulması için bireysel çaba göstereceğim. 
Kızılhaç'ın gönderdiği ekibin ihtiyaç duyulmayan bir bölgeye gönderilmesi -ki bölgede çadır kent kurulmuştu, AFAD ve UMKE görev başındaydı- ekibin görev alma taleplerinin çeşitli bahanelerle geri çevrilmesi gerçekte bir örtbas eyleminin parçası mıydı sorusunu iki haftadır soruyorum ve her gün almadığım cevaplar "evet" anlamına geliyor. 
Depremin ilk günü devlet eliyle halka ulaştırılması gereken 2050 adet çadır, bir STK tarafından halktan toplanan bağışla satın almak suretiyle depremin dördüncü günü ihtiyaç sahiplerine ulaştırılıyor. 

Israrla Alman Kızılhaç'ın yolladığı çadırlar nerede diye sorma sebeplerimden biri. Bu bağıştan direkt haberdarım, daha nice bağış olduğunu da biliyorum. Bu çadırlar ve diğer yardımlar nerede? İhtiyaç sahiplerine ulaştı mı?

Ve yine önemsiz gibi görünse de aslında çok ciddi bir sorun daha var; halkın bağış yaptığı ve çok güvendiği STK, niye bu 2050 çadırı nereden satın aldığını açıklamayı gazete haberinin ardından yapıyor, niye bağışçılar ilk anda bilgilendirilmiyor.

Vakitsizlik ya da o an bu mu düşünülecekti bir savunma değil. Elbette en önemlisi o çadırların ihtiyaç sahiplerine ulaşması, çadırın üstünde yazanın yahut logonun önemi yok. Lakin şeffaflık bu denli vurgulanıyor ve diğer birçok şeyin haber yapılmasına vakit ayrılabiliyorsa bu da halka gazete haberi olmadan bildirilmeliydi. 

25 Şubat 2023 Cumartesi

Normal hayata döndünüz mü, normalleştiniz mi vesaire vesaire.. 
Normal ne ki?
Misal benim şu an normalim; üzüntü ve öfke. Hatta şu an bu hisler içinde olmayanı normal bulamayacak kadar büyük üzüntüm ve öfkem. 
O yüzden gereksiz sorular.. 
Neyse..

Yaşatamadıkları insanların ölülerini gömmekle de övündüler ya; pes artık PES!
"Adettendir," dedi "ölenin ardından kapıya ayakkabısı bırakılır bizim buralarda." Sesi donuk, kısık, boğuk, belli belirsiz, sanki susarken konuşuyor, konuşurken susuyor gibi ekledi "ölü çok ama ne ayakkabı var ne kapı."

24 Şubat 2023 Cuma

yaşanan şokun yarattığı şaşkınlık ve nasıl devam edecek kaygısı o kadar büyük ki...

22 Şubat 2023 Çarşamba

Demiştim ki "nasılsın" diye sorana küfürle karşılık vermek istiyorum. İçimden geçen bu olsa da elbette "nasılsın" diye soran kimseye küfür etmedim. Ancak dün, "terbiyesiz, ahlaksız, namussuz ve adi" olduğumu öğrendim. Zaten daha önce de "sürtük" olmuştum. Oysa kardeşler bana "sakine" der. Çünkü gerçekten sakinimdir, soğukkanlı, kontrollü. Ve fakat şu günlerde bu sükuneti koruyamıyorum. Hem niye koruyayım ki terbiyesiz, ahlaksız, namussuz, adi bir sürtük niye sükunetini korusun ki...

19 Şubat 2023 Pazar

Nasılsın, diyene küfürle karşılık vermek istiyorum. Çünkü şu aralar bu soruyu küfür olarak algılıyorum. 

17 Şubat 2023 Cuma

Dedi ki "Beş vakit namaz kılardı teyzem. Hepimizi duayla karşılar duayla yolcu ederdi. Ahmet, ateist olduğunu söylerdi. Konu komşu sorardı teyzeme, senin gibi bir müminenin böyle bir oğlu nasıl olur, diye. Gülerdi, münafık olacağına ateyiz olsun daha iyi, diye. Bazen de; şu hayata katlanmak iki türlü mümkün, ya sığınarak Allah'a ya da kaçarak, derdi. Toz kondurmazdı oğluna, oğlu da anasına. Üniversite biter bitmez iş bulunca Ankara'da kalmıştı Ahmet. Her fırsatta yanına giderdi ama anacığının. Bu seferki fırsatında anacığıyla birlikte öldü. Ölmeseler iyiydi ama beraber ölmeleri bir avuntu oldu bize. Annem sordu sabah, ablam ve Ahmet'e yasin okuyacağız kızlarla Ahmet'e saygısızlık olur mu, diye. Olmaz, dedim anneme, teyzem olsa, başka türlü katlanmak mümkün mü, derdi."

16 Şubat 2023 Perşembe

Başkasına niye bu kadar öfkeli olduğunu soracağınıza kendinize niye öfkelenmediğinizi sorun. 

15 Şubat 2023 Çarşamba

Nasıl ki bir bağımlı arındıktan sonra tek damla ile tekrar bağımlı olursa öyle halim.. 
Havasını soludum yurdumun bir daha nasıl bırakırım. Yoksunluğum daha da büyürdü sadece...

13 Şubat 2023 Pazartesi

Yaralarına merhem olamayacağınız insanların yaralarına tuz gibi sözlerinizi serpmek saf kötülükten başka bir şey değildir. 

11 Şubat 2023 Cumartesi

11 Şubat 2023

Ateş elbette düştüğü yeri yakar. Ancak bu kez aynı anda o kadar çok yere düştü ki ateş, çıkan yangını, ateş düşmeyen yerler de gördü ve hissetti. 
D.K. 05:45


Sabah yedi buçukta haberdar oldum depremden yani depremden bir kaç dakika sonra çünkü Cox's Basar'daydım ve Türkiye ile aramızda üç saat fark vardı. Herkes gibi ilk anda çok üzüldüm ancak boyutları hakkında fikrim olmadı. Günün ilk ışıklarıyla felaketin boyutları çıktı ortaya. Ve gün ortasında gelen ikinci büyük deprem. 

Türkiye'deki ve Almanya'daki arkadaşlarımla iletişime geçtim. Almanya henüz depremin boyutları hakkında bilgi sahibi değildi, ben de Twitter erişimim olmadığı için sadece online basının verdiği kadar bilgiye ulaşabiliyordum, büyük bir deprem olduğunu biliyor ancak fazlası için yeterli bilgiye sahip değildim. 

DRK'nın ekip gönderip göndermeyeceğini sordum. Düşünüyoruz cevabı alınca buradaki gönüllü görevimi bırakıp orada yer almak istediğimi söyledim, ilk anda bunun gerekli olmayacağını söyleseler de ardından anlayışlı davranıp "tamam" dediler. 

Önümdeki en büyük sorun uçak biletiydi. Aynı gece 23:50'deki uçağa yer yoktu. Salı gecesi 23:50'deki uçak TSİ 05:40'ta İstanbul'a inecekti. Almanya'dan gelen ekibin uçağı ise 08:20'de Esenboğa'ya. Biletimi İstanbul aktarmalı Esenboğa'ya aldım. Böylece pasaport işlemini Esenboğa'ya bırakmış olacaktım. 08:05'de inmesi planlanan uçak hava koşulları ve hava trafiğinin yoğunluğu nedeniyle biraz geç indi, aynı şey Almanya'dan gelen ekip için de söz konusu olduğu için ekiple bir araya gelmemiz tüm zorlayıcı şartlara rağmen dokuza doğru gerçekleşti. Pasaporttan beraber geçtik, bu benim güvenliğim için bu şartlar halinde bile önemliydi. Pasaportlar toplu halde verildiği için sorunsuz geçtik. Bizi karşılamaya gelecek görevliler henüz alana varmamışlardı. Bu yoğunlukta bunun normal olduğunu düşünüp beklemeye başladık. İki saat sonunda bize ulaşıldı ve doğru yere yönlendirilmemiz için beklememiz gerektiği söylendi. Birçok kez birçok yetkiliyle iletişime geçmeye çalıştıysak da Esenboğa'da toplam yedi buçuk saat bekledik ardından Antep'e uçtuk. Orada da bekleyiş uzun oldu. Ekip şefimizin ise sabrı giderek azalıyordu. Sonunda gecenin o saatinde merkezi arayıp hala yönlendirilmediğimizi ve yönlendirilmeyeceksek Suriye'ye gitmek istediğini söyledi. Merkezden kısa bir süre sonra haber geldi ve bizi alandan almaya bir ekibin geleceği söylendi. 

Görev yeri olarak Elbistan verilmişti. Elbistan'a vardığımızda gördüklerimizi uzun uzun anlatamam bunun için kelimelerim yetmez. Biz oradayken itfaiye erleri bir baba ve iki oğlunu çıkardı göçük altından sağ olarak. Maalesef orada bulunduğumuz sürede başka da sağ haberi alamadık. Ancak itfaiye erlerinin çalışmaları insan üstüydü, duygularını belli etmemeye programlanmış olan bizlerin dahi üşüyorum abi diyen gence itfaiye erinin üstündekini çıkarıp vermesi gözlerimizi doldurdu. 

Oradaydık ve aslında fazlalıktık, gereksiz kalabalıktık. AFAD görevlileri, İtfaiye erleri, UMKE görev başındaydı. Depremin ilk anlarında kendi çabalarıyla çıkan insanlarla konuşmak yapabileceğimiz tek şeydi ancak ekipte Türkçe bilen tek kişi bendim. O yüzden pek değil neredeyse hiç faydamız olmuyordu. Görev başındakilerin hepsi canla başla alasıyla yapmaları gerekeni yapıyordu. AFAD görevlisi bir gencin sözleri ise beni çok etkiledi. "Abla İnternette bize sallayıp atıyorlar AFAD yok, yardım yok diye, bunu ünlüler de yapıyor, halk bize güvenini kaybediyor, oysa biz de onlar gibi sen gibi insanız, biz elimizden geleni yapıyoruz, afetzedeler bizim insanımız, bizim ciğerimiz yanmıyor mu yetişemeyince sanki, benim ailem Maraş merkezde hala haber alamadım ama buradayım, görevimin başında, bizim insan olduğumuzu unutuyorlar abla."

Bulunduğumuz noktada gerçekten işe yaramadığımıza ve herkesin görevini hakkıyla yaptığına emin merkezle yeniden irtibata geçti ekip şefimiz. Aslında ihtiyaç olmayan bir yere gönderildiğimizi burada ayak bağı olduğumuzu gerçekten yardım edebileceğimiz bir yere Türkiye içinde yönlendirilemeyeceksek Suriye'ye geçmek istediğimizi belirtti ekip şefimiz merkeze.

Sınırın açıldığını ve Suriye'den akşam saatleri MSF'nin aracının gelip bizi alacağı haberi kısa sürede bize ulaştı. Bu haber beni tüm ilkelerime rağmen üzdü. Dünyanın herhangi bir yerinde değil, ülkemde yardım etmek istiyordum. Çok yalvardım ve her şeye rağmen bu ilkesiz davranışım şefim tarafından anlayışla karşılandı. On kişilik bir ekibin Türkiye'de kalmasına yeniden yönlendirilmesine ve kalanların Suriye'ye geçmesine karar verildi. Kısa bir süre sonra Almanya'daki merkezden Kızılay'ın Adıyaman'da kurduğu çadır hastanesinde görev alabileceğimiz ancak oraya kendi şartlarımızla gitmemiz gerektiği söylendi. 

AFAD'dan bir genç yardımcı oldu. Gelen yardım araçlarının biri boşaltıldıktan sonra bizim malzemelerimiz yüklendi ve biz de minibüse doluşup Adıyaman'a doğru yola çıktık. 

Adıyaman'da sevgiyle karşılandık. Hiç zaman kaybetmeden planlar kuruldu ve görev dağılımı yapıldı, herkes kolları sıvadı işini yapmaya başladı. Hepimize işe yarama hissiyle sükunet geri gelmiş, olabilecek en soğukkanlı halimizle çalışmaya başlamıştık. Gece ikide genç bir hekim arkadaş geldi yanıma, hocam sizin ekip görev listesinde yok dedi. Bir sürü yere telefon ettik, bir sürü biz size dönerizler. Yine de hepimiz işimizi yapmaya devam ettik. Çadırlar sabah kurulmuştu ve yapacak çok şey vardı. Bu şartlarda ufak tefek denilecek tüm vakalar yönlendirilmişti ve hepimiz seri bir şekilde elimizden geleni sabaha kadar yaptık, hiçbirimiz ne uykusuzluğun ne de yorgunluğun farkındaydık. İki şey istiyorduk, yardım etmek ve yalnız olmadıklarını hem meslektaşlarımıza hem gelen insanlara hissettirmek.

Sabah sekiz buçukta gelen görevlilerden biri, "biz sağlıkçı talebinde bulunmadık bizim burada sağlıkçıya ihtiyacımız yok" dedi. "Nerede var, söyleyin oraya gidelim" dedim. "Bizden haber bekleyin yönlendirileceksiniz" dedi. Bu cümlenin üstüne iki gündür biriken sinirim patladı, "ilk gün havaalanlarında bekletildik, ikinci gün gerçekte ihtiyaç olmayan bir yere gönderildik, sonra kendi inisiyatifimizle değil yetkililerin yönlendirmesiyle buraya geldik, burada da biz çağırmadık diyorsunuz, siz ne yapmaya çalışıyorsunuz, burada kendisi de depremden etkilenmiş, ailesi arabada, çadırda kalan sağlıkçılar var, onları ailelerinin yanına gönderin, biz onların görevini üstlenelim" diye. "Tamam hanımefendi haklısınız ama burada talep yokken isminiz listeye alınmamışken size görev veremeyiz sakin olun lütfen" dedi birisi sakince. Diğeri çıkıştı "şov mu yapıyorsunuz burada yabancıların önünde" deyince de koptum daha önce söylediklerimi bu kez bağırarak tekrarladım. Ekip şefi kolumdan tutup kenara çekti, konuşulanları çevirmemi istedi, yaptım, o da sinirlendi yine de bana sakin olmamı söyledi. Sonra Suriye'ye giden ekibe ulaşmaya çalıştı ama ulaşamayınca Almanya'da merkezi aradı. Üç gündür yaşadıklarımızı anlattı. Yarım saat sonra bizi geri aradılar, Suriye'den tekrar araç gelmesi zor olduğu için oraya gidemeyeceğimizi, bize teyitli görev yeri bulmak için Kızılayla irtibata geçtiklerini bu akşama kadar geri dönüş almazlarsa dönme talimatı vereceklerini söylediler. 

Boş durmayıp çalışmaya devam etsek de aslında geldiğimizden beri yaptığımız şeyi yapmaya devam ediyor, bekliyorduk. Dokuz saat, tam dokuz saat sonra "kalabilirsiniz" dendi. 

Fakat artık Almanya dönüşümüzü planlamıştı ve ben ilkesizliğimin cezasını hiçbir yerde yardım edemeyerek çekecektim. DRK'nın çadır, battaniye, gıda ve tıbbi malzeme yardımı getiren uçağıyla dönmek üzere Adana'ya gitmemiz söylendi. Artık şefim hiçbir itirazımı ve yalvarmamı kabul etmiyordu. Biliyorum ki ne kendi ilkesizliğimi ne ülkeme uzanan yardımı yok sayan bu ihaneti ne de çaresizliğimi asla unutmayacağım. Adana'dan ayrılırken hiç tanımadığım insanlar sarıldı bana, ben onlara yardım edemedim ama onlar beni avutmaya çalıştı. Ekipteki herkese tek tek teşekkür ettiler. 


Dönüş yolunda yaşananları konuştuk hem üzgün hem öfkeli. Sorduğumuz sorulardan biri, Kızılhaç deprem bölgesinde niye diğer yabancı yardım kurum ve kuruluşları kadar etkili olamadı. İşte bunun cevabı çok acı; Kızılhaç ve Kızılay beraber hareket eder ve haç, ay fark etmeksizin IFRC'nin yardım için gittiği yerde söz hakkı o ülkenin merkezindedir. Kızılay ise uzun yıllardır kuruluş amacından uzaklaşmış ve rejimin kurumu haline gelmiştir. Bunun etkisiyle aldığı kararları "önce insan" ilkesiyle değil "yukarı"nın kararlarıyla almaktadır. 

IFRC daha depremin ilk günü Türk Kızılayı'na 2 milyon CHF bağış yaptığında hepimiz maalesef aynı şeyi düşündük, yardımlar gerçekten yerine ulaşacak mı? Bugünkü uçakla gelen malzemeler gerçek sahiplerine ulaşacak mı? Yoldaki tırla gelen çadırlar ne zaman, kim tarafından ve kimlere kurulacak? Aynı şekilde ikinci gün Alman Telekomu, Türk Telekoma iletişim ağlarını kurmak ve yeniden yapılandırmaya destek amaçlı 1 milyon € yolladığında da bunu düşündük. Ve aslında ne çok isterdim ki bu korku dolu sorular bu düşünce yapısı bizim fesatlığımız, kötü niyetimiz olsun. 

Keşkelerin, nedenlerin anlamsız olduğunu bilsem de bir gün önce ya da bir gün sonra gelsek THW'ye eşlik edebilir onlarla Hatay'a gidebilirdik diyorum sonra yine aklıma geliyor, ihtiyacı olan insanlara yardım etme imkanım varken bencilce davranıp ülkemde kalmak için Suriye'ye gitmeyişim. Yaşanan iletişim ve koordinasyon zafiyeti kadar kendi zafiyetime de kızgınım. Ve fakat biliyorum; kendimi çabucak toparlayıp kendime hayıflanmayı bırakıp yapmak istediklerimi yapmam gerekenleri gerçekleştireceğim. 

Şu an kafamda tek bir şey var. Kısa bir süre dinlenip yıllık iznimle ya da ücretsiz izinle tekrar ülkeme gideceğim, nasılını hiç düşünmeden. Çünkü bireysel olarak gönüllü ekiplere katılmam daha kolay ve uzun süre yardıma zaten ihtiyaç olacak. Hatta belki o zaman daha da çok ihtiyaç olacak gönüllülere. 

Ama unutmayacağım, hiç unutmayacağım ve affetmeyeceğim ne kendimi ne de şu üç günde yaşananları.