22 Eylül 2025 Pazartesi

Macron, Temmuz ayında, Eylül ayında Filistin'i devlet olarak tanıyacağını duyurmuştu. Bugün New York'taki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda, Fransa'nın Filistin'i devlet olarak tanıdığını açıkladı. 

Kakistokrasi uymadı mı? Seç beğen al; Oklokrasi, Kleptokrasi, Otokrasi.......

Ve fakat asla ve asla Demokrasi değil...

Kakistokrasi

21 Eylül 2025 Pazar

İngiltere, Kanada ve Avustralya, Filistin devletini tanıdıklarını açıkladı.

20 Eylül 2025 Cumartesi

Saha görevinden dönünce, ilk birkaç gün, günlük hayata dönme zorluğu yaşıyorum. Hepimiz yaşıyoruz. Ama o ilk yeniden adaptasyon dönemi geçince hayat akışında devam ediyor. Rafah'tan dönmek ise bambaşka bir şey. Bu sefer, hem 2023 depreminin ardından hem 2024 Temmuzundaki ilk Rafah görevinin ardından yaşadığımdan daha yoğun bir adaptasyon sorunu yaşıyorum. Neredeyse fatigue varan bir asteni hali. Umarım pazartesi işbaşı yapacak gücüm olur.

Bir de ruh halimin böylesi taban yaptığı zamanlarda özlemin tavan yapması durumu var......

12 Eylül 2025 Cuma

2022 yılında araştırmacı gazeteciler, Arne Hell, Niklas Schenk ve Nadja Bascheck'in haberleriyle gündeme gelen "yetmişli yıllarda, bakım evleri ve çocuk koruma yurtlarında farmakolojinin kötüye kullanımı" konusu, Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Sosyal İşler Bakanlığı'nın talebiyle araştırılmaya başlandı. Araştırma, 1946 ile 1980 yılları arasında Kuzey Ren-Vestfalya Eyaletinde bulunan, çocuk-ergen bakım evlerini, engelli çocuk-ergen bakım evlerini, çocuk-ergen koruma yurtlarını, çocuk-ergen yataklı psikiyatri kliniklerini, yatılı rehabilitasyon merkezlerini kapsıyor. Üç yıl süren araştırmanın bittiği birkaç hafta önce açıklandı ve birkaç gün önce de araştırma raporu yayınlandı. Heiner Fangerau, Silke Fehlemann, Sylvia Wagner, Carolin Ehlke, Carolin Oppermann, Wolfgang Schröer'in hazırladığı 260 sayfalık raporu az önce bitirdim.


Biraz soluklandıktan sonra, sıcağı sıcağına bu satırları yazmaya başladım. Okuduklarımı hazmetmek ve ondan sonra kaleme almak gibi bir derdim yok. Çünkü okuduklarım hazmedilecek gibi değil, kaldı ki hazmetmek istemiyorum.

Farmakolojik istismarda, Nazi döneminde kaldığına inanılan yöntemler uygulanmış. Her şeyden önce bu çocuklara numara verilmiş. Ki Almanya'da 2012 yılında vatandaşlık numarası gündeme geldiğinde, "insanlara en son Nazi döneminde numara verildi" şeklinde tepkiler geldi. Görünen o ki, bu tepkiler gerçeği yansıtmıyor.

Düsseldorf Üniversitesi'nden Prof. Heiner Fangerau liderliğindeki araştırma grubu, dönem tanıklarıyla görüşmeler yapmış, kayıtları ve dosyaları incelemiş, çevrimiçi anketler yapmış. Çalışma, Kuzey Ren-Vesfalya'daki birçok kuruluşta farmakolojik istismarın  yaygın olduğu sonucuna varmış. Tüm tanıklara ve kanıtlara ulaşılamadığı varsayıldığından, ilaç kötüye kullanımının %15 ile %20 arasında olduğu tahmin ediliyor.

Araştırmalar gösteriyor ki; çocuk felci ve çiçek aşılarının deneme süreci, çocuk yurtlarında kalan kimsesiz çocuklarda gerçekleşmiş. Üretimi Almanya'da gerçekleşmiş nöroleptik Megaphen (Klorpromazin) denemeleri de yatılı çocuk-ergen psikiyatri kliniklerinde gerçekleşmiş. İlaç, yan etkilerini geç gösterdiği için tedavüle sürüldükten birkaç yıl sonra tedavülden kaldırılmış. Araştırmalar sırasında; Megaphen'in üreticisi Bayer, arşivlerini araştırmacılarına açmış, bu sayede, Megaphen'i hangi kliniklerin deney amacıyla kullandığı bulunmuş. Deneyler sırasında Hamm'daki bir klinikte yatılı kalan tanıklardan biri, ilaç kendisine verilirken, her seferinde "şimdi bir fil gibi uyuyacaksın" dendiğini hatırlıyor. 1975 yılında tedavüle giren, Belçika Janssen Farmakoloji'nin ürettiği Penfluridol (birinci nesil antipsikotik) deneyleri de birçok bakım evinde yapılmış. Dosyalara R16341 koduyla girilen Penfluridol, 1970 yılında kullanılmaya başlanmış ve  çocuklara, akşam yemeğinden sonra tüm gece uyumaları için verilmiş. Deneyleri çocuk ve gençlerde yapılan farmasötik ürünler arasında gıda takviye ürünleri de yer alıyor. Bu ürünlerin piyasaya sürülüp sürülmemesinde, çocukların ürünlere verdiği tepkiler ve kan testlerinin sonuçları etkili olmuş. Bebek maması dahil birçok ürün piyasaya sürülmeden bir yıl önce bakım evlerinde kullanılmaya başlanmış.

Araştırmacı gazetecilerin yaptığı haberler sayesinde araştırmalardan haberdar olan, doğumundan itibaren tüm çocukluğunu ve gençliğini bakım evinde geçiren bir tanık, ilacı içmeyi reddettiklerinde ilacın burun sondasıyla verildiğini ve buna maruz kalmamak için kendisine verilen ilaçları içtiğini anlatıyor.

1970 yılında Düsseldorf Devlet Hastanesi'nin Psikiyatri bölümünde yatan ve o zaman 14 yaşında olan bir tanık, "psikolojik sorunlarımız kimseyi ilgilendirmiyordu, hepimiz onlar için ağır zihinsel engelliydik, bize verilen ilaçları içmeme gibi bir şansımız yoktu" diyor, aynı tanık, "ilk gün başımın ağrıdığını söylediğimde "neresi" diye sordular, gösterdim, kalın bir boruyla gösterdiğim yere birkaç kez sertçe vurdular, bayılacak gibi oldum, kustum, bir daha ne kadar ağrım olursa olsun, söylemedim." 

Çoğu kuruluşta istismar farmakolojinin de ötesine geçmiş. Araştırmalar sırasında; Ratingen'de yer alan bir kız çocuk yurdunda bir dizi şüpheli apandisit ameliyatı da görülmüş, bu ameliyatların, tanıkların güncel sağlık dosyalarına bakıldığında, gizli kısırlaştırma olduğu düşünülüyor. Ayrıca Viersen-Süchteln'deki bir Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesinde deneysel beyin ameliyatları da gerçekleştirildiği de görülmüş.

Çalışmanın lideri Prof. Heiner Fangerau, araştırma ile ilgili yaptığı açıklamada "çocukların bakım gördüğü hemen her tesiste bir tür ilaç kötüye kullanımı tespit ediyoruz" dedi. Ki raporlar da gösteriyor ki istismara en çok; ailesiz çocuklar ve aileleri tarafından bakım evlerine verilmiş engelli çocuklar maruz kalmış.

Korkunç değil mi? Evet, korkunç! Üstelik bu araştırmanın sadece bir eyalette gerçekleştiği düşünülecek olursa daha da korkunç.
Raporu okurken zihnim sık sık birkaç yıl önce izlediğim bir belgesele kaydı. Batılı (Batı Almanya) bilim insanları, Demokratik Alman Cumhuriyeti'ni kibirli bir dille eleştiriyordu. O dönem Doğu Almanya'da yapılan ilaç deneyleri inceleniyordu. Ki Stasi Raporları da DDR'de 50 klinikte ilaç deneyleri yapıldığını ortaya koyuyordu. Ancak aynı raporlar yaşanan iki ölüm vakasının ardından 1968 yılında deneylerin sonlandırıldığı bilgisini de içeriyordu. Batılı bilim insanları, Stasi'nin her ayrıntıyı raporladığını bilse de; deneylerin 1968'de sonlandığına inanmadıklarını söylüyor, Almanya'da deneylerin 1964 Helsinki Bildirgesi'nden bile önce 1960 yılında "deneklere doğru fayda" ilkesiyle gerçekleştiğini ve aksinin ceza kanunuyla korunduğunu söylüyorlardı.  Aynı şekilde birçok sporcunun anabolik steroid kullandığı da biliniyordu. Çoğumuzun çocukluğunda hayranlıkla izlediği Katarina Witt, anabolik steroid kullandığı açıklanan ilk sporculardan biri idi. Katarina Witt, herhangi bir doping maddesi kullandığını ne kabul etti ne de inkar ancak Katarina Witt'in "Batı'da yaşayan sporculara ne verildiyse bize de o verildi ama Batı'da yaşayan sporculardan farklı olarak biz her gün günde 9 saat antrenman yapıyorduk" açıklaması çok konuşuldu. Çünkü, Batılı bilim insanlarına göre Batılı bir sporcunun doping kullanma ihtimali de yoktu.

Konuyu dağıttım, farkındayım. Belki de okuduklarımın etkisiyle zihnim çok hareketli. Bugüne bir faydası olur mu bilmiyorum, fakat, belki Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde yapılan araştırmalar Almanya genelinde yapılacak araştırmalara öncü olur. Öyle sanıyorum ki buz dağının görünmeyen kısmı eridiğinde yaşanacak asıl tufan. Tıpkı kiliselerde ve kilise yetimhanelerinde olduğu gibi.

11 Eylül 2025 Perşembe

Verdiğimiz tepkiler mi uyanış mı?

Mahkeme kararının ardından gelen ziyaret gerçekten masum bir destek mi?

Ziyaret ve Bakırhan'ın açıklaması yeter mi "geç kalınmış olsa da" demeye?


Sorular... Sorular... Sorular...

10 Eylül 2025 Çarşamba

AB Komisyonu, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki eylemlerinin ve bunun sonucunda ortaya çıkan insani felaketin, insan haklarını ve uluslararası insani hukuku ihlal ettiği ve bunun mevcut Ortaklık Anlaşması kapsamında AB ile İsrail arasındaki temel iş birliği ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle, İsrail'e yaptığı ödemeleri durdurma kararı aldı.

Kararın yürürlüğe girmesi için, 27 AB üye devletinden 15'inin onayı gerekiyor. Şu ana kadar sadece Almanya ve İtalya kararı desteklemiyor. Diğer tüm büyük AB üye devletleri ve birçok küçük devlet cezalandırıcı önlemden yana.

Oylamanın ne zaman yapılacağı henüz açıklanmadı. Oylama sonuçlanana kadar AB'nin İsrail'e verdiği destek askıya alındı.

8 Eylül 2025 Pazartesi

Aslında henüz memlekette yaşananlara dair düzgün cümleler kuracak haletiruhiyede değilim.

İlk kayyumda sesini çıkarmayanlara söyleyecek sözüm hep oldu, o günden bu güne gelen ayak seslerini duymayanlara. Bugünlerde CHP'nin yaşadıkları da sadece CHP'nin ve CHP seçmeninin sorunu değildir. Yaşananlar tüm vatandaşların sorunudur. Memleket meselesidir. Demokrasinin yok edilmesidir. Cumhuriyeti yıkma çabasıdır. Bugün yaşananlar siyasi partiler kavramından ötedir. Herkesin mücadele etmesi, birlik olması, eyleme geçme vaktidir. Yanılıyor olabilirim, lakin şu ana kadar DEM partiden değil destek hiçbir açıklama gelmedi. "DEM artık benim HADEP'im değildir!" demiştim 21 Mart'ta, ne yazık, sözlerimin haklı olması, çok yazık! Çünkü şu an yaşananlar, DEM parti seçmenini ilgilendirmeli. Çünkü şu an yaşananlar, memlekette nefes alan herkesin meselesi. Dilerim çok geç olmadan...

6 Eylül 2025 Cumartesi

Tarihe not: Çarşamba sabaha karşı gerçekleşen hava saldırısının ardından alınan ani dönüş kararı nedeniyle, planlanan dönüş tarihi, varış tarihi oldu. Ama dönüş nasıl oldu, bu da orada yaşananlar gibi tarihe düşülmesi gereken bir not olarak gerçekleşti. 

Rafah sınır kapısından çıkış, Mısır'ın İsrail ile yaptığı anlaşma nedeniyle hala kapalı. Giriş çıkış sadece İsrail güçlerinin kontrolünde. Üstelik Oslo Antlaşması'na göre Philadelphia Rotası'nda kontrolün Mısır'da olması gereken yerde yani Rafah'ın hem Mısır hem de Filistin tarafında bu böyle. Girişte de bazı sorunlar yaşanmıştı lakin dönüş ile kıyaslandığında onlara sorun demek absürt kalıyor. 

Rafah'tan çıkıp El-Ariş'e varmamız 54 saat sürdü. Minibüslerimizde aranmayan yer kalmadı. Motor, lastik ne varsa söküldü, takıldı. Erkek meslektaşlarımıza çıplak arama yapıldı. Biz kadınlar verdikleri kıyafetleri giymeye zorlandık. Tüm bu yaşananlar kelimenin tam anlamıyla silah zoruyla yapıldı. El-Ariş'te teslim edilmek suretiyle pasaportlarımıza, telefonlarımıza, tabletlerimize hatta suyumuza, yemeğimize, sigaramıza, çakmağımıza bile el kondu. Yola silahlı askerler eşliğinde devam ettik. Hava otuz küsür derece olduğu halde su içmemize dahi izin verilmedi. El-Ariş'e vardığımızda bizi almaya gelen uçağımıza direkt uçuş izni çıkmadı. Kahire'ye uçuş izni verildi. Çantalarımız El-Ariş'te bize verilmiş olsa da kendi kıyafetlerimizi giyme izni Kahire'de verildi. Uçağımız Kahire'de uçuş izni çıkana kadar beş saat daha bekletildi. 


Geride kalan, gerçekte ise asla geride bırakmayacağım yaşanmışlık ile bu satırları yazdığım şimdiki zaman arası derin bir bocalama. Birkaç kuş cıvıltısı duyduğum bahçem ile geldiğim yerin aynı dünyada olduğunu kabul edemiyor zihnim henüz. Kendimi bir bilinmezden başka bir bilinmeze ışınlanlanırken başka bir bilinmezde kaybolmuş gibi hissediyorum. İçimde ne hüzün var ne huzur. Sadece boşluk, ne kara ne ak. 


3 Eylül 2025 Çarşamba

Hani "köprüden önce son çıkış" deyimi vardır ya; Türkiye bugün artık, rejim değişikliğinden önceki eylem pozisyonunda. Bu eylem, cumhuriyeti kurtarmak adına birleşmek olmazsa, geri dönüşü yok.  

2 Eylül 2025 Salı

Korunaklı konfor alanlarında, kamuflaj kıyafetlerini giyip poz vererek savaşı yüceltenler, barışın kıymetini bilmeyenler, burada bir gün hatta bir saat geçirse; neyi yücelttiğini, neyin kıymetini bilmediğini anlar.