Balıkesir depreminde sadece(!) bir bina yıkıldı, bir kişi öldü, yirmi dokuz kişi yaralandı diye sevinmek! O sadece bir'in gerçekte çok olduğunu, gerçekte olmaması gerektiğini anlamamak; insan değerinin ne seviyede olduğunun göstergesi değil mi? İnsan değeri, üstünden iki buçuk yıl geçmiş depremin sağ kalanları halen konteynerlerde, çadırlarda yaşarken, barınaklarında yazın kavurucu sıcağını yaşar ama aslında içlerinde sağanak yağmurların, gelecek kışın korkususuyla kavrulurken, evet, kavrulurken, insan değeri tam olarak nasıl ifade edilir?
Korkusuz bir yaşam ne, bunu bilen kaç kişi var ülkede? Geçim korkusu, işsizlik korkusu, gelecek korkusu, tutuklanma korkusu, kadın olma korkusu, evet, Türkiye'de kadın olmak dahi korkmak için yeterli bir sebep.
Ülkede adalet, eğitim, sağlık, basın özgürlüğü, fikir özgürlüğü sadece esami, karşılığı yok. Hukuk artık adalete değil, kişiye hizmet ediyor, düğmesiz cübbelerin önü ilikleniyor, ülkede suç sayılanlar ve sayılmayanlar değişmiş durumda. Bir söz, hürriyetin kısıtlanmasına hatta elden alınmasına yetiyor. Gerekçesiz tutuklu olan siyasi rehinelere varmadan, sokak röportajlarında söyledikleri için tutuklananlar mesela, üç, dört gün sosyal medyada gündem oluyor sonra, sonrası yok, çünkü gündem değişiyor, değiştiriliyor ve çok büyük bir kitle bu bilinçli gündem değişikliğine herzevekillik ediyor ve gerçek meseleler unutuluyor.
Barış, deniyor mesela, hem de derdi asla barış olmamış kişiler bunu gündeme taşıyorlar. Hem de o kadar başarılı bir şekilde gündeme taşıyorlar ki gerçekten barış isteyenleri dahi birbirlerine düşman edebiliyorlar.
Bir siyasetçinin diploması delilsiz iptal edilirken, ülkede olmayacak yerlere, olmayan diplomalarıyla gelenler günü belirleyip yarını karartıyorlar.
Hukukun doğru işlemediği bir ülkede; şeriat sesleri yükseliyor, linç girişimleri artıyor, idam talepleri dillendiriliyor. Yetişkinlerin adil yargılanmadığı bir ülkede, çocuklar yetişkin gibi yargılansın isteniyor, hem de hiç düşünmeden. Düşünmeden, bir çocuğun doğuştan potansiyel suçlu olmadığını, toplumun, sistemin çocuğu suça sürüklediğini, suçlu kıldığını. Sormadan, çocuklarda son yıllarda artan öfke nöbetlerinin sebebini, artan uyuşturucu kullanımını. Sorgulamadan çocukların uyuşturucuya ve silaha nasıl ve de kolay ulaştığını.
Kadınlar öldürülüyor, ne kadınları öldürenler hak ettiği cezayı alıyor ne de kadınlar öldürülmesin diye toplumsal önlemler alınıyor. Ölen kadınlar suçlu bulunuyor, yaşam tarzlarıyla yargılanıyorlar. Sadece kadınlar değil, küçüğünden büyüğüne, kadınından erkeğine çoğu insan kendinde, bir diğerinin yaşamına müdahale hakkını görüyor. Totaliter bir düzende, doğanın, doğalın renklerinin, seslerinin bütüncül hali yok sayılıyor. Doğa yok ediliyor, hayvanlar öldürülüyor, her yer betonlaşıyor, beraberinde vicdanlar da.
Tüm bunlar yaşanırken, karşı çıkan, "dur" diyen sesler de var elbet, değiştirmeye, düzeltmeye, güzelleştirmeye çalışan. Lakin sesler tek tek, ayrı ayrı yükseliyor. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de bölünerek çoğalmanın tek hücrelilere has olduğunu hiç anlamayan bir sol var. Oysa birleşip ufak nüanslarla ayrılan fikirlerini özgürce tartışabilecekleri bir zemin oluşturmaları mümkün. Sosyal açıdan eşit olan insanların, insana dair farklılıkları anlaması, kabul etmesi çok daha kolaydır.
Çocuklar, derim hep, çocuklar. Sadece işim olduğu için değil, rengine, diline, dinine, yetisine aldırmadan hepsini sevdiğimden. Ve hep derim ki; çok şey var, çocuklardan yeniden öğrenmemiz gereken. Çünkü çocuklar biz onlara aksini öğretmediğimiz sürece; cinsiyet, din, dil, ırk, renk, sınıf ayırmadan sevmeyi biliyor! Ve dünyada sevgi ve saygıdan daha güçlü hiçbir yaptırım yoktur. Aslında sadece hatırlamamız ya da yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Ki Balıkesir depreminde sadece(!) bir kişi öldü diye sevinilmesin, bir katil hak ettiği cezayı aldığı için sevinilmesin, haksız yere, fikrini dillendirdi diye tutuklanan biri özgür kaldı diye sevinilmesin. Gerçekleşen umutlara, eşit yaşantılara, gerçek mutluluklara rengarek, cıvıl cıvıl sevinilsin!