30 Nisan 2024 Salı

 Jarin: "Bilinci henüz yükselmemiş bir insan için unutulması icap eden olaylar ve yaşanmışlıklar bilinci yükselmiş bir insan için yalnızca yaşananın ardındaki görünmeyeni görmek için bir çalışma alanı, ödev gibi kabul edilebilir. Aslında her anımızın bir mesajı var.

Her an yaşadığımız her şey katman katman. Aslında en dipte olan ile bizim olduğunu sandığımız ve konunun başka muhatapları var ise onların da başka başka anladığı katmanlar v kim perdenin arkasını görebiliyorsa o zaten olayları kontrol edebiliyor ve hiçbir şey için üzüntü duymuyor."


Sevgili Jarin, yazdıklarınızı birkaç kez okudum. Lakin halen emin değilim, sizin anlatmaya çalıştığınız ile benim anladığım örtüşüyor mu? Zira ben, en kontrollü insanın dahi, hiçbir zaman üzüntü duymamasının mümkün olacağına inanmıyorum. Her bireyin -kendini çelik zırh içinde muhafaza etse de- yara alacağı bir yanı vardır, ki elbette fiziksel anlamda değil ruhsal anlamda. Birey, tüm yaşanmışlıklarından ders(!) alsa da, ben buna deneyim demeyi tercih ediyorum ve deneyim(lerin)de tekrara düşmese de, bu hayatın içinde edineceği tüm yeni deneyimlerinin olumlu olmasını sağlamaz. 

Sık kullandığım bir örnek var; bisiklet kullanmayı yeni öğrenen çocuk(1), düştüğünde hele de yara aldığında, yanında yarasını saracak, onu yüreklendirecek biri olursa, bisikletin selesine yeniden oturması daha kolay ve de güvenli olur. Yanında kimse olmayan ama kendi kendini yüreklendirebilen çocuk(2) da seleye yeniden oturabilir ama yanında kimsenin olmadığı ya da yanında birileri olsa da, beceriksizlikle itham edilen ve kendi kendini -özgüveni zedelendiği için- yüreklendirmeyi başaramayan çocuk(3) vazgeçer. 

Yetişkin yaşlarında; bisiklet kazasında en az yara alacak çocuk, üçüncü çocuktur, çünkü bisiklet kullanmaz. Birinci çocuk, yara aldığında endişe etmez, her ufak kazada yoluna devam eder. İkinci çocuk ise her yara aldığında ya hevesi kırılır ya hırsı törpülenir. Ya vazgeçer ya daha büyük daha ciddi yaralar alacağı ya da profesyonelleşeceği sürüşler yapar. 

Artık yetişkin olan üçüncü çocuğa tekrar dönecek olursam; o belki kendi sürdüğü bisikletle kaza yapmayacaktır, lakin herhangi bir bisikletliyle çarpışıp dahil olduğu bir bisiklet kazasından yara alabilir. 

Ve sizin yazdıklarınıza istinaden (belki de anlamadığım ya da yanlış anladığım) şunu diyebilirim; bisiklet ile ilgili olumlu, kısmen olumlu, olumsuz deneyimi olan üç çocuk da yetişkin olduklarında perdenin arkasını tam anlamıyla göremez. Üçü için de kendi kontrolleri dışında olan gelişmeler olabilir, olacaktır. İlk ikisi deneyimi olduğu halde üçüncü ise deneyimi olmadığı için; perdenin arkasında yol var mı, duvar mı var yoksa hızla gelen bir bisikletli mi var göremez. Üstelik üçüncü -özgüven sorunu yaşıyorsa- bisiklet kullanmadığı halde göremez. Yani deneyimlerimiz geleceği görmeye, gelecekte olacak her şeyi göğüslemeye yetmez. Hayatsa her zaman bisikletten inip o perdenin arkasında ne olduğuna bakmamıza yetecek zamanı ya da imkanı vermez. 

Üstüne üstelik, hayatın bizi yaralaması, incitmesi, insanların bizi üzmesi, kırması son derece olağan, yeter ki süreklilik haline gelmesin ve yaralarımızı saracak, üzülsek de üzmeyeceğimiz, kırılsak da kırmayacağımız kadar gücümüz olsun. 

Ve elbette yanımızda; önden gidip perdeyi açarak yara almamıza engel olacak, yaralanmışsak yaramıza pansuman yapacak, aynı şekilde önden gidip perdeyi açacağımız, yara almasına engel olacağımız, yara almışsa pansuman yapacağımız insanlar olsun. Ki bu da süreklilik kazanmamalı, çünkü kimse, ne devamlı pansuman yapılan ne de devamlı pansuman yapan olmamalıdır. Bu ilişkileri yorar, yıpratır, bitirir.

Ve fakat bu da bir deneyimdir. Onlarca, yüzlerce, binlerce, bazen hatırlamak istemeyecek kadar kötü bazense unutmak istemeyecek kadar güzel deneyimlerden biri.

Çünkü sizin de dediğiniz gibi; yaşımız kaç olursa olsun, deneyimlerimiz ne kadar çok olursa olsun, hayat, "yaşananın ardındaki görünmeyeni görmek için bir çalışma alanı". 

Ki şu an yazdıklarım sevgili Jarin, yazdıklarınızı anlamadığım, yazdıklarınızın arkasını göremediğim için türedi. Fakat biliyorum, ben bambaşka bir yerden baktıysam dahi, siz fikrimi yazmış olmamdan şikayetçi olmayacaksınız. Aksine, belki bana sabırla, aslında ne demek istediğinizi anlatacak ya da hemfikir olmadığımızı belirteceksiniz... 

Ve bu güzel sevgili Jarin. Zira içinde sevgi, saygı, anlayış, hoşgörü barındıran her iletişim güzel, çok güzel..

29 Nisan 2024 Pazartesi

hatırlamak ve unutmak üzerine birkaç satır daha...


hatırlamak istediklerimizi unutmaktan korkarız, unutmak istediklerimizi hatırlamaktan. hatırlamak isteği, genellikle güzel an ile ilişkilendirilir, unutmak isteği ise, genellikle kötü an ile. hatırlamak ve unutmak eylemlerinde hafızamızdan istediğimiz güzeli ve kötüyü ayırt etmesi, yaşanmışlıklar için filtre görevi görmesidir. hafızamıza, siyah-beyaz görüntüleri verme, alı moru çok olanları göster, deriz.


oysa bazen;  

tam da unutmak istediklerimiz, bize, hayat tecrübesi verir 

tam da unutmak istediklerimiz, unutmak isteyeceğimiz yeni anları oluşturmamıza engel olur

tam da unutmak istediklerimiz, bize, yeni bir mücadele gücü, yaşam enerjisi verir.


28 Nisan 2024 Pazar

Unutmak bir lütuf mu yoksa lanet mi?

Tahminim odur ki; her insan, yaşamı boyunca, bu soruyu en az bir kez sormuştur, bazen kendisi için bazen de başkaları.

Peki unutmak nedir? Bir şeyleri bellekten tamamen silip yok etmek mi yoksa bellekte dibe saklayıp yok saymak mı? Ruhsal açıdan sağlıklı olan hangisidir?

Unutkanlık ile unutma eylemini birbirinden ayrı tuttuğumuz sürece; ikisi de değil.

Zira unutkanlık altında başka sebepler aranması gereken kontrolsüz bir eylemdir. Bazen sebebi konsantrasyon eksikliği gibi basit sayılması mümkün olan bir gerekçeyken bazen de bir takım ciddi sağlık sorunlarının habercisidir.
Unutmak ise, zaman zaman bilincinde olmasak da kontrollü bir eylemdir. Cümleyi bir solukta telaffuz edince, duyunca ya da okuyunca çelişkide kalıyor insan, oysa çelişki yok. Bu eylemin temelinde yeniye yer açmaktan tutun da acıyı hafifletmeye, yaşanmışlığı yok saymaya hatta yaşanmışlığı küçümsemeye kadar birçok gerekçe olabilir, vardır da.

"Keşke acı veren tüm yaşanmışlıklar unutulabilse" demişti biri. Gülümseyerek "o zaman tüm psikoterapistler işsiz kalırdı" diye karşılamıştı bu yorumu bir diğeri.

Gerçekte ise; bir ruh sağlığı uzmanının görevi unutmaya yardım etmek değildir. Aksine ruh sağlığı uzmanı, kişinin iç dünyasında belirgin etki bırakmış olayların unutulmasından değil, o olaylarla yüzleşilmesinin ve barışık yaşanmasından yanadır. Bu nedenle de iz bırakmış olay(lar)ın üstüne gidilir, iz bırakan olay(lar)ın kişi üzerindeki olumsuz etkisini yok etmek, hiç olmazsa azaltmak için çözümler aranır terapi sürecinde. Çünkü 'unutmak' eşliğinde gelen 'yok saymak' sadece kısa süreli avutmaya hatta yanılgıya yol açar, ancak bir çözüm değildir, hele iyileşme asla. Hakikatte; terapilerde unutmak değil, daha az hatırlamak ya da daha doğru bir ifadeyle, hatırlandığında daha az etkilenme hedeflenmiş olur. Bu da bence unutmak ve hatırlamamak eylemlerinin farklı olduğunu gösterir. TDK her ne kadar 'unutmak' kelimesini, 'akılda kalmamak, hatırlamamak, aklından çıkarmak' olarak tanımlasa da.

Tabii ben şu an için, ruh sağlığını etkileyen olaylardan bahsediyorum. Zira kişinin tüm yaşanmışlıkları hatırlaması mümkün değildir. Hatta kişi arada zihnini, ruhunu tıpkı havasız kalmış bir odada tüm pencereleri açıp cereyan yardımıyla kötü havanın, iyi, temiz havayla değiştirilmesinde olduğu gibi havalandırmalıdır. Bu havalandırma esnasında zihni ve ruhu terk edenler tıbbi anlamda unutma eyleminden muaf tutulur. Çünkü ruha etkisi olan yaşanmışlıklar -ki olumlu yaşanmışlıklar için de aynısı geçerli- tıpkı masif mobilya parçaları gibi, o cereyandan etkilenmez, oldukları yerde sabit kalırlar. Terapistin görevi; cereyandan etkilenmeyen -olumsuz yaşanmışlık olarak görülen- mobilya parçasını, odanın genel durumuna rahatsızlık veren yerden, odanın sahibiyle birlikte alıp, başka bir köşeye,  rahatsızlık ya da zarar vermeyecek bir alana taşımaktır. Ki bu durumda o masif mobilya 'a' harfidir.  Unut(a)mamak eylemindeki fazla harf . Ve çoğu zaman, tek bir harfi eksilen eylem, tıpkı mobilyanın yer değiştirmesiyle odanın ferahlaması gibi, ruhta hafif ya da en azından taşıması daha kolay bir yük olarak kalır.

Şu ana kadar unutmak eylemini hep olumsuz yönden ele aldım, ruha iyi gelmeyen yanıyla. Oysa hayatımızda hiç unutmak istemediğimiz güzellikte anlar vardır, isterim ki çok olsun bu anlar ve daha niceleri de eklensin. Onları hatırlamak, anmak, hele de güzelliği eksik, yarım kalmamış, dolu dolu yaşanmışsa, yeniden yaşıyormuş gibi mutlu eder -çoğu- insanı.

Bu olumlu örnekte, unutulmayan anı, anları hatırlamaktan bahsediyorsam, fikrimce unutmamak ve hatırlamak yine aynı değildir.

Hatırlamak güzel bir duygu ile ilintiliyse mutluluk verir, dedim. Aslında güzel bir duyguyla ilintili her şey mutluluk verir. Hatırlanmak da. Çünkü birileri tarafından hatırlandığında, kendini özel, önemli hisseder kişi.

Velakin hiç kimse her zaman illa da iyi hatırlanmaz. Ve aslında sebebi ne olursa olsun, kimse de iyi hatırlanmayan olmak istemez.

Hatırlanmaya başka bir açıdan da bakmak gerekebilir. Örneğin; birilerinin ihtiyaç halinde aklına gelen ilk kişi olmak, kişiyi onurlandıran, mutlu eden bir hatırlanmadır. Ancak bu hatırlanma, tek yönlüyse ve gerçekten de sadece ihtiyaç duyulduğunda hatırlanıyor, herkesin huzuru yerindeyken, ortada hiçbir sorun yokken hatırlanmıyorsa hiç, bu kez de; onurlandıran, mutlu eden hatırlanma, onur kırıcı, mutsuz eden bir hatırlanmaya dönüşebilir. Kişi kendini, bir çıkar ilişkisindeymiş gibi hissedebilir, sadece ihtiyaç halinde hatırlanmaktansa hiç hatırlanmamayı tercih edebilir.

Olasılık olarak değerlendirdiğim bu örnek tam tersi etkiyi de gösterebilir. Kişi sadece ihtiyaç duyulduğunda hatırlansa bile, bunu her şeyin yolunda olduğuna yorduğu için, gerisinin önemli olmadığına kanaat getirebilir. Bu da kişinin tüm hayatına yayılan deneyimleriyle alakalıdır. Kişinin hayata, hele de hayatına dahil olmuş insanlara dair; olumlu deneyimleri olumsuzlardan fazlaysa ya da tam tersi hatırlanmaya dair fikri de farklı olacaktır. Çünkü deneyimlerimizin bakış açımız üzerinde etkisi vardır.  

Çocukluğumuzda ailemizle ve\veya en yakınlarımızla yaşadıklarımızdan edindiğimiz deneyimlerin, bakış açımız üzerindeki etkisi, okuduklarımızdan, gördüklerimizden ve duyduklarımızdan daha fazladır. Okuduklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımız başkalarının deneyimleridir. Zamanla öğreniriz; başkalarının deneyimlerini zihin süzgecimizden geçirmeyi  -ki bu, hayati bir gerekliliktir- ve biliriz; bize fayda sağlıyorlarsa, onlar da bizim deneyim hanemize eklenir. Nihayetinde; hatırlarken ve hatırlanırken bakış açımız için belirleyici olan deneyimlerimizdir.

Unutmamak, hatırlamak, hatırlanmak ve aynı şekilde unutmak, hatırlamamak, hatırlanmamak; benzer ama aynı olmayan, bazen lütuf bazen lanet diye anlandırsak da illa hayatımızda olan, bizi biz yapan deneyimlerimizle şekillenen eylemlerdir.

Dilerim ki; hatırlarken mutlu olduğunuz hiçbir anı unutmayın ve dahi nice yenileri eklensin!
Dilerim ki; unutmak isteyip de unutamadığınız hiçbir yaşanmışlık hayatınızı zorlaştırıp ruhunuzu bunaltmasın.
Dilerim ki; arada ruhunuzdaki, zihninizdeki odanın, tüm pencerelerini açıp havalandıracak, yerini beğenmediğiniz mobilyaların yerini değiştirecek, beğendiklerinizi görünür kılacak yenilenmeler yapacak gücünüz olsun.

26 Nisan 2024 Cuma

Palestina, Gaza, Genozid, Israel. 

Almanya'da bu dört kelimeden birini bir diğeri ile aynı cümle içinde kullandığınızda daha cümleniz bitmeden antisemit ilan ediliyorsunuz. 


Oysa yaşanan soykırımı onlar da görüyor. Kendileri antisemit ilan edilmekten korktukları için bir diğerine ya kendilerini aklamak ya da vicdanlarını rahatlatmak adına bu yaftayı yapıştırıveriyor. O yüzden tarihin utancıyla "soykırım" diyemeyenlerden hiç olmazsa yaşananlara "dur" demelerini bekliyorum. 


Yaşananlara "dur" demek kimseyi antisemit yapmaz hem de ölenlerin çoğu sivil halktan oluşuyor ve çoğu halen çocuk hatta bebekken "soykırım" demek de. 

Elbette yaptığım hiçbir şeyi teşekkür beklentisiyle yapmıyorum. Yine de hoşuma gidiyor birileri "teşekkür ederim" dediğinde. 

Çünkü anlıyorum ki; karşımdaki, onun için fiziken, zihnen ya da ruhen emek verdiğimin, zaman harcadığımın farkında.. 

Ve ben, ister fiziken, ister zihnen, ister ruhen verilen emeğin, harcanan zamanın çok kıymetli olduğunu bildiğim için; seviyorum teşekkür etmeyi, hem de laf olsun diye değil, içtenlikle..

Tabii bir de İlkay Akkaya'nın sesiyle ruhuma yazdığım "Güneşin olsun gönlünde (Hab Sonne im Herzen)" şiirinde;

"ve seni mutlu edecek her şeyi

söyle onlara da" 

diyen, Cäsar Flaischlen var. 



Ve sen, bu satırları okuyan, sana da teşekkür ederim. 

"Doktor dövmek normalleştirildi, şimdi sıra öğretmenlere geldi" diyenler olmuş.

Şiddetin kime ve kimden geldiği değil sorun, olmamalı. Şiddete topyekun karşı durulmalı.

Kadınlar şiddet görüyor, çocuklar şiddet görüyor, bazı meslek gruplarındaki insanlar şiddet görüyor. "Sırada kim var?" demeden, bunu beklemeden karşı çıkmak gerekiyor.

Sarıyer'deki bir okulda veli (erkek) öğretmene (kadın) yumruk atıyor. Öğretmen yumruğun şiddetiyle duvara yaslı dolaplara çarpıp yere yıkılıyor.


Toplumun her kesiminde şiddet artık sıradanlaştı. Ülkede hukuk işlemiyor. Bunun sonucunda şiddete, suça meyil hızlı bir şekilde artıyor. Gerçek suçlular sırtlarını kime yaslayacağını ve böylece suçlarının cezasız kalacağını biliyor.

Merak ediyorum; 
Öğretmen de erkek olsaydı, o yumruk öyle kolay atılacak mıydı?
Ülkede adalet olsa, veli o yumruğu attıktan sonra "bir şey olmaz, merak etme" diyebilecek miydi?

Abdulkadir Selvi'nin bana, "demek ki memlekette hukuk, iradenin isteğine bağlı olarak; delil bulma, delil kaybetme yöntemiyle işliyor" dedirten 26 Nisan 2024 tarihli makalesinden:




Makalenin tamamı için link:

https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/cumhurbaskanligi-hukumet-sistemi-konusulacak-mi-42451860

25 Nisan 2024 Perşembe

Yine "bir bölüm daha", "son bir sayfa daha" diye diye soluksuz okuduğum bir Beate Rösler kitabı. 

68'(ler)de geçiyor. Kendini tanımaya ve kendi ayakları üstünde durmaya çalışan genç bir kadın olan Edda'yı anlatıyor. Edda, liseden mezun olacağı yıl savaş karşıtı bir öğrenci grubuna katılır. Son derece tutucu olan ailesi, Edda'nın bu öğrenci grubundan ayrılması için her şeyi yapmak ister ancak muvaffak olamaz. Edda'nın öğretmeni mezuniyet ardından Fransızcasını geliştirmesi için Paris'e AuPair olarak gitmesini önerince, aile onu gönülsüz de olsa, bulunduğu ortamdan çıkması ümidiyle gönderir. Ancak hiçbir şey düşündükleri gibi olmaz. Edda orada annesi Naziler tarafından öldürülmüş, Marcel adında, Fransız bir gence aşık olur. Annesinin ölümünü araştıran ve adalet arayışında olduğu için Hukuk okuyan Marcel'i, bulduğu bazı ipuçları Edda'nın ailesine götürür. Edda'nın babası savaş sırasında Fransa'da doktorluk yapmıştır ancak hiçbir zaman resmi olarak partiye üye olmamış ve savaş sonunda da yargılanmamıştır. Edda, alkol problemi olan annesine, babasının Fransa dönemini sorar, soruları geçiştirilir. Annesinin sızdığı, babasının muayenehanede olduğu bir gece tesadüfen babasının annesine yazdığı mektupları bulur. Bu mektuplara göre hem annesinin hem de babasının partiye hatta Führer'e yakınlığı vardır. Edda'nın artık hayatına devam edebilmek için tek bir yolu vardır; gerçeği öğrenmek. Ailesi, en çok da babası gerçekten de suçlu mudur, sevdiği adamın annesinin ölümüyle ve babasının ailesinin yaşadığı köydeki katliamla alakası var mıdır? 

Kitapta yer alan başkarakterler her ne kadar kurgu olsa da; tarihe sadık kalınarak, gerçek olaylarda, gerçek karakterlere de yer verilmiş. Örneğin; kitapta, Benno Ohnesorg'un ölümüne geniş yer verilmiş. Gazeteci kimliğiyle Ulrike Meinhof da yer alıyor kitapta. Doğu ve Batı Almanya geçişlerinde yaşanan sorunlar, gösteriler, kültürel etkinlikler de çokça yer buluyor kitapta. Kitabı bir yandan merak içinde hızla okumak isterken bir yandan da bitmesin istedim.. 

Ve fakat bitti... 

Kitap bitip de kapağını kapattığımda zihnimde Yeni Türkü'nün Umut şarkısı vardı... 

"bütün iyi kitapların sonunda
bütün gündüzlerin bütün gecelerin sonunda
meltemi senden esen, soluğu sende alan
yeni bir başlangıç vardır"

Hadi Yeni Türkü dinleyelim!..
Ben zihnime uyup Umut diyorum..

https://youtu.be/TPFSmtlhR_8?si=uX2iu84QuCzSTfzr

Siz?

23 Nisan 2024 Salı

Gün dönmeden...

Bugün Dünya Kitap (ve Gül) günü..

UNESCO, 1995 yılında, özellikle gençleri okumaya teşvik etmek için böyle bir güne karar verdi. UNESCO'nun 23 Nisan'ı seçilmesinin iki nedeni vardı. Birincisi; Shakespeare, Cervantes ve Inca Garcilaso de la Vega; üçünün de 1616 yılının 23 Nisan'ında ölmüş olması. İkincisi; 23 Nisan'ın halihazırda İspanya'da "Okuma Günü" olması. 

23 Nisan'da kutlanan ve insanların birbirlerine kırmızı gül hediye ettikleri Aziz Jordi gününü, Kral XIII. Alfonso "Okuma Günü" ilan etti. Aslında İspanya'da "Okuma Günü" 7 Ekimdi ancak Kral XIII. Alfonso okumaya ilginin azaldığını görünce Aziz Jordi gününde sadece gül değil yazılar da hediye edilmesini önerdi. Efsaneye göre Aziz Jordi'nin öldürdüğü ejderhanın kanı güllere damlamış, Aziz Jordi de bu gülleri Katalan kadınlarına armağan etmişti. Katalonya'da bu efsaneye dayanarak 23 Nisan'da Gül Günü olarak da kutlanmaktaydı ve insanlar bu günde sevdikleri insanlara gül, beraberinde okumaları için, kısa metinler, öyküler ya da şiirler hediye ediyordu. Kral XIII. Alfonso bu geleneğin tüm İspanya'ya yayılmasını hedeflemiş ve başarmıştı.

Katalonya'da halen 23 Nisanlarda kitap alan herkese bir tane kırmızı gül de hediye edilir. Bu gelenek zamanla önce İspanya'nın başka şehirlerinde ardından da başta İtalya olmak üzere başka Avrupa ülkelerinde de yaygınlaştı. 

Tabii Dünya Kitap Günü sadece okumaya teşvik etmek için değil, 23 Nisan aynı zamanda, kitapların telif hakkının korunmasını da amaçlayan bir gündür. Bu da Aziz Jordi'ye dayanır. Çünkü Aziz Jordi koruyucu azizdi ve sadece kişileri, aileleri, mekanları değil zanaat ve sanatı da koruduğuna inanılır. 

Kitapların yakıldığı, hatta 1823'de "Kitapların yakıldığı yerde, insanlar da yakılır" demiş olan Heinrich Heine'nın maalesef haklı çıktığı dünyada; bir şeyleri değiştirmenin, devinimi korumanın en etkili yöntemi hala "okumak" eylemidir. Hem de eylemlerin en güzellerinden biridir..


IFRC genel merkezinin yarım saat önce geçtiği rapor; "Filistin Kızılay ekipleri, Gazze şeridindeki Al-Maghazi'nin batısında yer alan yerleşim yerlerine yapılan drone saldırısından sonra yaralıları almak için bölgeye gittiğinde Filistin ordusunun bombalı saldırısıyla karşılaştı. Ambulans şoförü ağır, ambulanstaki üç diğer iki sağlık çalışanı hafif yaralandı."

İsrail ordusunun işlediği savaş suçları her gün katlanıyor.

Hatırlanması elzem günlerden geçerken;

Hatırla! Hatırlat!

"Hakimiyet, bila kaydü şart Milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Türkiye Devletinin şekli Hükümeti, Cumhuriyettir."


Hatırla! Hatırlat!

"Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Hakimiyet milletindir."


22 Nisan 2024 Pazartesi

Hava soğuk, hatta çok soğuk! 

Böyle mevsim dışı soğuklarda, zihnimin nasıl bir ısınma anlayışı varsa; beynimi yakan sorular otomatikman devreye giriyor. 

Bu seferki(ler); Depremin hemen ardından, televizyonlarda, şaşalı organizasyonlarda toplanan bağış paraları ne oldu? Milyarlar -hem de dolar bazında- telaffuz ediliyordu? Bu paralarla ne yapıldı? Bu paralarla gerçekten depremden etkilenenler için bir şeyler yapıldıysa, yapılıyorsa niye anlaşılır şeffaflıkta bir döküm sunulmuyor? Ve hatta bağış yapanlar, nasılsa bağış yaptım, vicdan rahatlığından sıyrılıp nereye, kime, ne kadar harcandı, diye sorgulamıyor? Yoksa böyle bir para akışı hiçbir zaman olmadı da sadece bir gösteriye mi tanıklık etti ekran başındakiler ya da böyle bir para akışı oldu ama bambaşka mecralara mı? 


Havanın -5°C olması yazma bahanem, bu ve benzere sorular beni çok sık yokluyor....yokluyor....

19 Nisan 2024 Cuma

https://youtu.be/iHZR4fo5WFI?si=loC3N0nqpg1TlJG3


"Müteakiben okuyacağım şiirden önce -olası- yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için açıklama yapmak istiyorum. Elbette Hamas'ın terörizmini kınıyorum ve kabul etmiyorum. Her şeye, tüm yaşananlara rağmen, iki devletli bir çözümle barışa şans verilmesinden yanayım. Ancak karşılılık konuşabilmek için önce silahların susması gerekiyor ve tüm rehinelerin serbest bırakılması. 

Biliyorum ki zalimliğin, çoğunlukla bir geçmişi, bir hikayesi vardır ve hiçbir insan terörist olarak doğmaz." 


"Gazze Gazze


Bir adam, parçalanmış küçücük parmakları sakallarına sürüp fısıldar;

bu minicik, narin şeyler siz beylere ne etti?

Sonra kaldırır bedenini,

Allah'a, güneşe ve aya

hiç kimsenin, 

hiçbir şeyin koruyamadığı miniğinin. 


Şimdi bu babaya; 

söyleyeceği herhangi bir sözün 

kulağa, antisemit gelmemesi için 

soğukkanlı kalması gerektiğini mi söylemeliyim? 


Onlar apartheida¹ sadık kaldılar

Lamba²dan AfD'ye.

Bomba dağıtıyorlar, 

kullanırken; nazik olmalarını rica ederek.

İnsanları, hayvanlar gibi, 

aç bırakarak, tehdit ederek 

kovalarken onlar;

bu çocuk mezarları, 

nesiller boyu, 

kabuslarda kalacak. 


Güçsüzlükten doğan gücü kimse kendi seçmez.

Fakat, vicdansız hesaplardan doğan

canavarları yaratan güce 

lanet olsun! 


Gazze Gazze


gözlerimin önünde; 

çaresiz çığlıklar, parçalanmış uzuvlar

ve kendime defaatle soruyorum

bu; 

"soykırım değil"

miş 

öyle mi?" 


Konuşma Metni: Dieter Hallenvorden

Şiir: Diether Dehm, Dieter Hallenvorden

Seslendiren: Dieter Hallenvorden

¹ Bir ırkı başka bir ırktan üstün tutan ayrımcılık

² Almanya'da mevcut koalisyonu oluşturan partinin renkleri trafik ışıklarını andırdığı için; Ampel (Lamba) olarak adlandırılıyor.



Küçük bir dip not eklemek isterim. Didi olarak bilinen, çok sevilen ve Gazze'de yaşananlara "dur" dediği için şu an Antisemitizmle suçlanan Dieter Hallenvorden, her zaman faşizme, nazizme karşı durdu. Büyük babası Hans Hallenvorden, ikinci dünya savaşı esnasında Wörlitzer Sinagogunu yangından kurtardığı ve Yahudileri koruduğu için hüküm giydi. Ailesi asla partiye üye olmadığı için stigmatize edildi. 






En çok zararı yine masumlar görmeyecek olsa; yiyin birbirinizi hatta bitirin noktasında olurdum. 

18 Nisan 2024 Perşembe

...thereafter...

...civilization is curious...


"günaydın yerel halk!"

"iyi geceler yerliler!"

mi?

yani müstemlekeci yönetim nasıl uygun görür?

yoksa hiç mi muhatap olmayalım?

nasıl yapalım?


(üzgünüm, kızgınım, kırgınım.. yazdıklarımdaki seviyesiz aksan için özür dilerim..)

17 Nisan 2024 Çarşamba

Tarih boyu "ben suçsuzum, emir eriydim, emir kuluydum, sadece bana söyleneni yaptım, seçeneğim yoktu" diyenler oldu, olacak..

Peki, kötünün, yanlışın yanında, iyiye, doğruyu gücü yetmediği için durmak seçenek midir ya da tam tersi, haksızlık yapmamak için ve de haksızlıkla mücadele etmeye gücü olmadığı için haksızlığa uğramak hatta 'öldür' emrine uymadığı için öldürülmek seçenek midir?

"O günün şartları öyle gerektiriyordu!" Bu cümle, yeterli bir açıklama mıdır ve tek bir cümle aklamaya, aklanmaya yeterli midir?

Beynimde yine cayır cayır yakan sorular!..

Geçmişte Yahudiler öldürülürken başını çeviren, görmezden gelen, ne yapabilirdim ki diyenler gerçekten de suçsuz mu? Bugün Filistin halkına yaşatılanlar için de yıllar sonra aynı ve benzer cümleler kuracak olanlar, onlar da masum sayılacak mı? 

Sadece Filistin halkı da değil; mesela Rohingyalar, mesela Uygurlar, mesela Ezidiler, mesela dini, ten rengi, ırkı, cinsiyeti, sınıfı diğerleri tarafından kabul görmeyenler, onlara zulmedenler, öldürenler, zulme, katliama göz yumanlar, başını çevirenler, susanlar, yok sayanlar, onlar, onlar da masum sayılacaklar mı?



Abdulkadir Selvi'nin, bana, "n'oluyor, n'oluyoruz, n'oluyorsunuz" dedirten, 17 Nisan 2024 tarihli Hürriyet makalesinden alıntılar: 

"Osman Kavala’nın hapiste tutulmasının, Gezicilerin yıllarca hapiste yatacak olmasının Türkiye’ye ne yararı var? AK Parti'ye ne fayda sağlıyor." (Okurken içimde bir şok tsunamisi)

"AK Parti, Refah Partisi içinde “Erdemliler Hareketi”ni başlatanlar tarafından kuruldu. Uzun iktidarlar döneminde bu değerlerden aşınmalar oldu. [...]Ama görünen o ki erdemli siyasete bugün eskisinden daha çok ihtiyaç var."

"Çünkü AK Parti kimsesizlerin kimsesi olarak kurulmuş bir partiydi. AK Parti’nin tabanını yoksul ve orta gelir seviyesindeki kitle oluşturuyordu. Ekonomik sıkıntılardan en çok bunlar etkilendi. O da sandığa yansıdı."

"CHP’de artık kimse Özgür Özel’e emanetçi ya da gidici gözüyle bakmıyor. 45 yıl sonra CHP’nin seçimlerden birinci parti olarak çıkması Özgür Özel’in koltuğunu sağlama aldı."

"Seçimlerden sonra Özgür Özel-Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş üçgeni oluştu.[...] Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu üçgen CHP’nin hem en büyük şansı hem de en büyük sınavı olacak."

"Özgür Özel “Bize oy veren hiç kimseyi pişman etmeyeceğimize buradan söz veriyorum. İktidar için koşmaya ve çalışmaya devam ediyoruz” dedi. Seçim başarısının ardından partisinin önüne iktidar hedefini koyarak doğru olanı yaptı."

"Özgür Özel “Türkiye ittifakı; milli takım gol atınca sevinen herkesi kapsar” diye sempatik bir tanım getirdi."


https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/erdogan-ne-mesajlar-verecek-degisim-basarilacak-mi-42447160

16 Nisan 2024 Salı

Karabaş otu yani Lavandula stoechas yani soğuk hava şartlarına dayanıklı olmadığı için genellikle Akdeniz ülkelerinde görülen bir lavanta türü. Karabağ otu da, tıpkı diğer lavanta türlerinde olduğu gibi muhteşem bir kokuya sahiptir. Karabağ otundan da, tıpkı diğer lavanta türlerinde olduğu gibi uçucu yağ elde edilir. Karabağ otu da, tıpkı diğer lavanta türlerinde olduğu gibi kurutulur. Karabağ otundan da, tıpkı diğer lavanta türlerinde olduğu gibi, esans, baharat, çay vs üretilir..

Karabağ otunun kurutulmasıyla üretilen çayın da tıpkı diğer lavanta türlerinde olduğu gibi sakinleştirici özelliği olduğuna inanılır. Bu yüzden de uyumadan önce içilmesi tavsiye edilir.

Ama (buraya ama dikkat çekmek amacıyla yerleştirilmiş olup kalın ve altı çizilidir); karabağ otununda diğer lavanta türlerinde olduğu gibi, kullanıcısına bağlı olarak, yan etkileri vardır. Özellikle karaciğer hastalıkları olanlar, karaciğer nakli geçirmiş olanlar, hamileler, tansiyon dengeleyici ilaç kullananlar; karabağ otundan üretilmiş çay içmemelidir.

Ve tekrar altını çizmek isterim. Doğaya ve doğanın iyileştirici gücüne inanan, bunu savunan biri olarak diyorum ki; nasıl olsa "bitkisel" diyerek hiçbir çayı, ilacı vs sadece tavsiye üzerine kullanmayın. Birçok bitki, çocukluğumuzun sıcacık hatırası; nane-limon ya da ıhlamur gibi masum değil. Tedavi amaçla bir madde kullanacaksanız (bitkisel dahil) mutlaka hekim onayını aldıktan sonra kullanın.  


Başta demiştim; lavanta türlerinden elde edilen çayların sakinleştirici ve uyumaya yardımcı olan etkileri vardır. Siz yine de k
esesini doldurmak için kendi pazarladığı ürünün reklamını, satışını yapanlara gözü kapalı, sırf isminin önünde titr var diye itibar edip "kalbin fibrotik yapısını güçlendirir", "aşının yan etkilerinden korur", "iyileşmeyen yaraları iyileştirir" vs gibi sözlerle sizi uyutmasına izin vermeyin.

Son bir ek daha; yukarıda hamileler demiştim, emziren annelerin ve on iki yaşından küçük çocukların da hiçbir şekilde karabağ otu dahil lavanta türlerinden elde edilen çayları içmemeleri gerekir.

"Her zaman seks işçilerinin haklarını savundu" diye yazanlar olmuş. 

Hayır, Gani, "seks işçiliği" tanımına dahi karşıydı. "Seks işçiliği, işçilik midir? Önce bunu sormak gerek" derdi. "Seks işçisi, diye tanımlanan insanların hayatında seks olmaz" derdi. O, "evet sendikalaşsın, haklar alınsın, bunun sonuna kadar arkasındayım" derken, seks işçilerinin hakkını savunmadı. O, hayatta kalmak için bedenini satmaktan başka alternatif sunulmamış insanların hakkını savundu. O, çoğu insan farkında olmasa da -sadece- insanı, insanlığı, insanca yaşamayı, yaşam hakkını savundu..


Son uykunda; "uyuyanın üstüne kar yağarmış" diyen masumluğun, pembe çiçek motifli battaniye olsun üstüne..

14 Nisan 2024 Pazar

Ara ara gelip içime yerleşen Adamstown'a yerleşme fikri şu aralar yine konuğum..

Diyorum ki Adamstown'a yerleşme fikri zırt pırt bana geleceğinine ben mi artık Adamstown'a gitsem...

Sonra diyorum ki 2021'deki nüfus sayımında nüfusu 50 olan bir yerde niye polis merkezi var, niye hapishane var?

Ve aklımdaki soru zincirinin son halkası yine çok tanıdık; dünyada huzurlu bir yer var mı?

13 Nisan 2024 Cumartesi

Bahçede oturuyorum. Bitişik evdeki komşum da bahçeye çıktı. Uzun uzun gökyüzüne baktı. Uyku tutmadı, dedi. Davet ettim, nazikçe, biraz temiz hava alıp yeniden uyumayı denemek istediğini söyleyerek davetimi geri çevirdi. Derin derin nefes aldı. İyi olup olmadığını, onun için bir şeyler yapıp yapamayacağımı sordum. Yine nazikçe teşekkür ederek reddetti. Sonra da "iyi geceler" diyerek kapısına yöneldi, "iyi geceler" dedim ben de. Bana bakmadan ama benim de duyacağım bir sesle "bakalım yarın sabah yeni bir güne mi yoksa yeni bir dünyaya mı uyanacağız" diyerek evine girdi. : \

11 Nisan 2024 Perşembe


İBB Yurtları'nda çıkan öğrenci yemeklerini, "israf" ya da "biz bu kadarını bulamıyoruz" diyerek çok bulan kişilerde; memlekette servisin altın kaşıklarla yapıldığı şatafatlı sofralar kurulurken "bizim soframızdakiler neden bu kadar az" sorusunu soracak kadar akıl ya da i'nin noktasındaki kadar iyi niyet olduğunu sanmıyorum. 

Takdirle ve tebrikle İBB'ye "elinize, emeğinize sağlık" derken, öğrencilere de "afiyet olsun" diyorum. 

10 Nisan 2024 Çarşamba

Deutsche Medien haben keine Grenzen bei Heuchelei. Bericht über Muslime in Odessa machen, von schwierigen Zeiten erzählen, aber über das Leid in Palästina kein Wort verlieren, die Muslime in Palästina nicht einmal nebenbei erwähnen.

Gestern am Vorabend am Bajram ist das Al-Amar Krankenhaus nochmals bombardiert worden, in Zawaida sind Wohngebiete bombardiert worden, heute ist der erste Tag von Bajram, Israels Armee ist in Rafah einmarschiert. Heute ist Zuckerfest, die Kinder können und dürfen keine Bonbons essen. Nein, in Palästina gibt es kein Bajram. Wo Kinder sterben, gibt es kein Bajram. 

Dini bayramlarda "ateşkes olmalı" diyen Dünya liderleri, dün yani bayram arifesinde Al Amal Hastenesini bir kez daha bombalayan, Zawaida bölgesinde sivil yerleşim yerlerini bombalayan, bu sabah da Rafah'a giren İsrail ordusuna karşı yine sessiz. 

10 Nisan, benim için; "iyi ki doğdun" demek isterken "bu yürek susmayacak" demek! 

Metin'in 28. yaş gününü kutlayamadan gidişinin üstünden 28 yıl geçti. 

Ve ben her yıl 10 Nisan'da şevkle kutlanan Polis gününü, Rahşan affını hatırlarım, öfkesi, ahı dinmeyen "bu yürek susmayacak" nidasıyla. 

Bu yıl bir de ülkenin gündemini meşgul eden polemik sebebiyle; Metin'i gözaltında öldüren polislerin avukatlığını yapan ve Metin'i gözaltına alan amirin adının dosyadan çıkartılmasını sağlayan Ahmet Ülger'in gerçekte o amirin yani Metin İşbitiren'in kardeşi olduğunu ortaya çıkaran Fatma Girik'i "bunlar senin işin değil, gazetecilik işi, senin görevin insanların yüzüne tükürmek" sözleriyle işten çıkaran Dündar'ı andım aynı hissiyatta.

Bu yürek susmayacak!


9 Nisan 2024 Salı

Bir ülkenin yönetimine, siyasi duruşuna karşı olmak ve ülkenin insanına karşı olmak farklı şeyler. Filistin'de yaşananları onaylamayan, karşı olan çok İsrailli, çok Yahudi var. Bazı eleştiriler doğru yapılmaz, bazı tepkiler doğru verilmezse; bunun üzücü sonuçları olacaktır. İsrallilere ve Yahudilere karşı nefret tehlikeli boyutta büyümeye başladı maalesef. 

8 Nisan 2024 Pazartesi

Akşener, seçilmeyeceğinden o kadar emin ki; kendince "büyüklük bende kalsın" demiş gibi; kendince yiğitliğe bok sürdürmezmiş gibi; aday olmayacağını ilan etmiş..





Ama tabii bizim temennimiz baki; Birbirinizi yiye yiye tükenin!


5 Nisan 2024 Cuma

Netanyahu'nun Twitter üzerinden yerleşim yerlerine atılan bombaların videosunu yayınlamasının ve müthiş bir coşkuyla bu daha başlangıç demesinin üzerinden 172 gün geçti. Bu süre içerisinde İsrail ordusu sadece yerleşim yerlerine değil, hastanelere ve insanların sığınak aradıkları ibadethanelere de hem silahlı birliklerle karadan hem havadan bombalarla saldırmaya devam etti. Bu süre içerisinde on binlerce insan öldü, yüz binlerce insan yaralandı. Ölen ve yaralananların çoğu çocuklar ve kadınlardı. Kendine dünya büyüğü diyen ülkelerin liderleri Filistin halkıyla değil, Netanyahu ile dayanışma içinde olduklarını açıkladılar. Şimdiyse aynı liderlerin bir kısmı, sivilleri koruyun, sivil halka yardım ulaşmasına engel olmayın diyor.



4 Nisan 2024 Perşembe

Ayaklarını sizin sofranızın altına uzatmayan tüm çocukları kovacak, dövecek, tutuklayacak hatta öldürecek misiniz?

Varlığınızı böyle sürdüreceğinizi mi sanıyorsunuz?

Nasıl ki taşı delip filizleniyor çiçekler, nasıl ki yok edemiyorsunuz tüm güzellikleri, bizim çocuklarımız da, umudumuz da yok olmaz!

Emin olun! O, çok güvendiğiniz sofranızı; gülüşü güzel, yüreği güzel, direnişi güzel çocuklarımız devirecek!..

 

Gülüşü Van direnişinin sembolü olan Muhammed Orhan tutuklanmış..

3 Nisan 2024 Çarşamba

Anayasa Mahkemesi'nin kararının tanınmadığı bir ülkede Yüksek Seçim Kurulu'nun kararının tanınmama ihtimalini düşündüğüm için mi?


Peki!..

Yüreğim; irade, bir olmak, direnmek kazandı, diyor.

Huysuz, huzursuz yanım; YSK'nin kararının (bu kez) uygulanmasını diliyor..

memlekette yine orantısız güç manzaraları

ve hayır, edebi olsun, diye kurmadım bu cümleyi


Van'da deprem olur, halk, enkazını kendi kaldırır, yaralarını kendi sarar.

Van'ı sel alır, halk, köyleri, kentleri kendi temizler, yaralarını kendi sarar.

Van'da -uzaya astronot göndermekle övünülen yılda- kar, yolları kapattığında evli evine, köylü köyüne, hasta hastaneye ulaşamazken, halk yine kendi başının çaresine bakar. 

Van'da halk hep kendi yaralarını kendi sarar, kendi başının çaresine kendi bakar ama Van'da halk, kendi belediye başkanını seçemez.

2 Nisan 2024 Salı

Deniyor ki; sandığa gitmeyen AKP seçmeninin seçim sonuçlarına fazla bir etkisi olmadı. Bence oldu.

Bahçelievler ve Zeytinburnu, İstanbul'da AKP seçmeni kuvvetli olan iki ilçe; Bahçelievler'de birkaç hane hariç tamamının AKP seçmeni olduğu bir sokakta neredeyse kimse oy kullanmaya gitmemiş. Zeytinburnu'nda ise İlkokul öğretmeni olan arkadaş, velilerin çoğunun oy kullanmaya gitmediklerini söylediklerini belirtti.

Her iki ilçede de yine AKP kazandı fakat ikisinde de katılım 2019'a göre az. Her iki ilçede de YRP oy almış. SP'nin oy oranı iki ilçede de düşmüş lakin bu genel seçimdeki ittifaka sadık kalmak adına olabilir. İYİP'in aldığı oy CHP'nin 2019'a göre düşen oranını kapatacak ölçüde değil. 

AKP'nin kaybettiği ilçelere bakılırsa oralarda da benzer oranların çıkacağını ve oralarda da katılımın azaldığını sanıyorum.

Peki AKP'nin her ekonomik koşulda sandığa giden seçmeni bu kez sandığa neden gitmedi? Bence bu, sosyal medyanın, sosyal medya gazeteciliğinin başarısıdır. Filistin'de insanlar ölürken, Filistin'de savaş ve zulüm en şiddetli haliyle devam ederken; Türkiye'nin hem uluslararası siyasi platformda dikkate alınacak bir duruş sergilememesi hem de İsrail ile ticareti sürdürmesi.

Ekmek kazandı, diyenler de var ya da Ankara AKP adayının mal varlığı. Bilmiyorum ama sanmıyorum da. Nihayetinde yıllardır sarayın şatafatı gözler önünde, AKP mensuplarının lüks yaşamları gözler önünde. Emekli de emekçi de son bir yılda düşmedi ekonomik darlığa.

Lakin, Filistin'deki zulüm ve bu zulme rağmen devam eden siyasi ve ticari ilişki; her kesimden, her görüşten, her inançtan insanları etkiledi.



----------○---------- 

Zeytinburnu

2019 Katılım %82

2024 Katılım %79,97

2019 AKP %50,42 CHP %46,08 SP %2,24

2024 AKP %46,48 CHP %42,85 SP %0,80 İYİP %0,75 YRP %4,20


Bahçelievler

2019 Katılım %82,59

2024 Katılım %78,81

2019 AKP % 49,89 CHP %45,23 SP %1,79

2024 AKP % 47, 20 CHP %44,11 SP %0,68 İYİP %0,85 YRP %2,57





Mor rengi elde etmek için maviye kırmızı karıştırılır. Oysa ülke siyasetinde haritayı kırmızıya boyamak için hep mor katıldı. Bugün kırmızının mora katılma günü değilse hangi gündür?
Üstelik bu minnet adına değil, olması gereken olduğu için, doğru olduğu için yapılmalıdır!





 

Geçen yıl, çalıştığım kurum, kısmi sansür uygulayan ülkelerde Twitter (X) kullanabilmem için mavi tık abonelik bedelini hem kurum hesabım hem de kişisel hesabım için karşılamıştı. Az önce kişisel hesabım için, mavi tık aboneliğimin uzatıldığına dair bir e-mail aldım. İşin aslı, hem Twitter'ı eskisi kadar çok kullanmadığım hem de uzun yazmak haricinde mavi tıkın hiçbir ayrıcalığını -muhtemelen bilmediğim, beceremediğimden- göremediğim için uzatmayı düşünmüyordum. O yüzden kuruma telefon ettim, yanlışlıkla benim aboneliğimi de uzattıklarını belirterek, aboneliği iptal etmelerini ya da iptal edilemiyorsa bedeli (borçlu kalmak istemediğim için) kendim karşılamak istediğimi söyledim. Yanlışlık yok, bilerek uzattık, gönül rahatlığıyla kullan, dediler. Peki, dedim ve seneye uzatmamalarını rica ederek teşekkür ettim.. 



Tüketiciyiz hepimiz.. Kim bilir belki ben de Twitter kullanma isteğimi tüketmişimdir...


- Niye Türkiyeli diyorsun da Almanyalı demiyorsun amk  (yazıldığı gibi verecek olursam; niye Türkiyeli diyosunda almanyalı demiyosun amk)


- Diyorum. Almanyalı da diyorum, İngiltereli de, Amerikalı da, Bangladeşli de. Üstelik bana kalsa; "Dünyalı" der, çıkarım işin içinden. Çünkü, kimsenin soyunu sopunu, kökünü, kökenini merak etmiyorum. Beni daha çok, iletişim kurabileceğimiz ortak bir dil var mı, o ilgilendiriyor. Ki burada da mevzubahis lisan değil. Nihayetinde en sevdiğim lisan Türkçe olsa da anadili Türkçe olan birçok kişi ile iletişim kuramıyorum. Zira bazı hallerde lisanın güzelliği yetmiyor, lisanı kullananın insan yanlarının güzelliği de önemli, ayrıca lisanı nasıl kullandığı da. Yine de sorusunu, soru işareti yerine amk ile bitiren birine, uzun uzun cevap verip saygılı davranmaya çalışıyorum. Çünkü "insan olmak" bunu gerektirir, diye düşünüyorum. Neyse...